11 Temmuz 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Erzurum)

9 Temmuz 2018, Pazartesi / Erzurum (2. gün)

Yataklının yatakları bana kısa geliyor, çapraz yatmak zorundaydım. O da pek rahat ettirmiyor. Ama gene de oturarak gitmekten bin kat daha iyi. Tıngır mıngır sallanarak, arada tren düdüğüyle uyanıp, sonra tekrar dalıp günün ilk ışıklarının kompartımana girmesiyle, bir hayli erken, pencereden doğanın uyanışını izleyerek başlıyor günüm. Yavaş yavaş güneşin çıkmasıyla ortalık aydınlanıyor. Gölgeler uzun, Sivas geride kalmış Kangal’a doğru yol alıyoruz. Doğu Ekspresi’nin en heyecanlı bölümü buralarda başlar. Dağlar, tüneller, nehirler... Peş peşe dizilirler. İç Anadolu geride kaldı, şimdi doğuya doğru ilerlemekteyiz. Merakla izliyorum etrafı, aynı zamanda cepteki haritadan konumumu takip ediyor, karayolunu bulmaya çalışıyorum. Dönüşüm buralardan olacak. Coğrafyayı, etraftaki binaları falan hafızama yazıyorum. Zaman zaman trenin diğer penceresine geçerek bolca video çekmekteyim. En son vagon olduğundan tren dönerken en öndeki makineyi görmek güzel oluyor. Baş tünele girerken bizler kuyruktakiler çok sonra giriyoruz.

40 dakikalık bir gecikmenin olduğunu söylüyor vagon memuru. Kondüktör Kemal Bey, saygılı, mesleğine, işine bağlı olduğu duruşundan belli. Sakin konuşuyor, ciddiyetini pek bozmuyor.

Erzurum’a doğru ilerliyor tren. Erzincan istasyonunda alınan birer dondurma (Elbette Kemal Bey’e de ikram ettim.), inenleri-binenleri izleyerek; koridorda, yan kompartımandakilerle ara sıra yapılan konuşmalar, gelip geçene yol vermeler; bolca etrafı seyrede seyrede, yemeklide tanıştığım Necdet Bey’e kalacak yer arayışları arasında Erzurum’a giriyoruz. 

10 dakikalık bekleme süresi var trenin, yani inmem için. Daha önceden baş tarafa, furgon vagonuna yönelmiştim. Kondüktör Kemal Bey: “Bagajınızı ben indiririm.” demişti. Furgondaki memurlarla biraz yaş-baş kaç sorusuyla başlayan sağlık-bisiklet üzerine kısa bir sohbet ve açık kapıdan dolayı içeriye giren tozla kaplanmış bisikleti tren durur durmaz indirip, hızlıca son vagona geri döndüm. Bu furgon vagonunun toz durumlarını seneler önce Firuzan’la Kars’a gittiğimizde yaşamış-öğrenmiştim. O zaman acemiydik, kapının gerisine koyduğumuzdan tamamen toz olmuştu, çünkü direkt giren üzerine geliyordu. Bu sefer kapının ilerisine koyunca hiç olmazsa giren değil de içeride dolaşan, havadan gelenler konmuş. Yani az çok üfleyerek temizlenen. Ama şunu bilin kapı açık seyrediyor furgon vagonu. Toz kaçınılmaz.

Gar binasının önünde bekleyen taksilerin arasından geçip sıra kalacağım yerin bulunmasına geldi. DSİ nerede? Tarif üzerine Erzurum’un ana caddesinde pedallıyorum. Pek riayet yok burada kurallara sanki! Şehir içinde bu kadar gaz vermek niye?! Neyse, dikkatlice bir iki doğrulama alarak DSİ-B kapısı önüne gelip misafirhaneye üst kapıdan girildiğini yarım yamalak bir tarifle öğrenip, hafif bir yokuş çıkıp ortada kalakalıyorum. Nerede bu kapı? Yazı mazı da yok. Hoppala (!). Telefonla aradığım DSİ’deki kişi de pek açıklayıcı olamıyor. Geri dönüp ana kapıdan girmek en doğrusu olacak. Genel Müdürlük nizamiyesinden içlerde olduğunu öğrenip önüne ulaşıyorum. Öff be...

Odam 204. DSİ’ler genelde genişçe yeşil, ağaçlı bir alan içinde bulunuyorlar. Odaları da hiç fena sayılmaz. Yani tek bir standartları yok ama her zaman idare eder durumdalar. Ama Aydın’da kaldığım bugüne kadar en lüksüydü. Burası da ikinci olur. Yerleşiyor, velespiti de bina girişindeki kapalı alana bırakmıştım, duşumu alıp hemen çıkıyorum. Saat 5 olmuş bile. Bir hayli geç girdik Erzurum’a. Nizamiyedeki görevliden biraz yön bilgisi edinip, zaten pek büyük olmayan, Cumhuriyet Caddesi etrafında toplanmış Erzurum’u keşfe başlıyorum. Önce karın doyurma işi. Çorbacılar var, 10 çeşidi olan. Ama sulu yemek istiyorum. Bir tarifle Salon Asya öneriliyor. Burası et diyarı. Meşhur Cağ Kebapları. Ama bana kuru fasulye ve pilav, yanına cacık geliyor. Biraz taze yeşil biber. Bir de su, etti mi 17 lira. Ama kurusu pek hoşuma gitmedi, cacık lezzetliydi.

Erzurum kalabalık. Nüfus bakımından Doğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük üçüncü ili. Her türden insan var, kapalısı, açığı, çarşaflısı, kasketlisi... Bisikletli de gördüm, kasklı falan. Hatta bir tane direğe bağlı bisiklette kelebek gidon vs. Ama çokça pedallıyanlara da rastlamıyorum. 

Şehrin bilinen ilk adı, Doğu Roma İmparatoru II. Theodosius’un (408-450) ismiyle ilişkili olan Theodosiopolis’ti. Ermeniler ise burayı Karin adıyla anmaktaydı. Romalıların istilasından evvel Erzurum'un bulunduğu yerde Ermenilerin “Karin” diye adlandırdıkları bir şehir olduğu bilinir. Belâzürî, bölgeye egemen olan kişinin ölümü üzerine yerini alan Kali adlı eşi tarafından kurulduğu için Kalikale adı verilen şehre Arapların Kālîkalâ dediklerini söyler. 11. yüzyıldan sonra ise Türkler, Theodosiopolis için Erzen adını kullanmışlardır. Basılan Selçuklu paralarında şehrin adı Erzenü’r-Rûm, Erzen-i Rûm ve Erz-i Rûm şeklinde yazıldığı görülmüştür. Daha sonra bu ad Arz-ı Rûm olmuş ve son olarak bugünkü Erzurum şeklini almıştır. 

İlkin Yakutiye Medresesi ziyaret ediliyor. Muhteşem bir Selçuklu eseri, insanı büyülüyor, eşsiz bir örnek. Bir başka güzelini de Sivas’ta görmüştüm. 65 yaş ile giriş yapıyorum, hatta memurdan iltifat alarak. İnanmıyor ve kimlik göstermek zorunda kalıyorum. Tatlı dilli, şakalaşıyoruz. Ben de kendisine sırrımı açıklıyorum: Bisiklet.

Yakutiye Medresesi, Selçuklu Dönemi geleneksel mimari tarzını yansıtır ve dört eyvanlı kapalı avlulu medreseler grubunda yer alır. Medresenin dışa taşan taç kapısı ve iki köşesindeki minareleriyle kurulan denge, yapının bütününde de cepheye karşılıklı kümbetler yerleştirilerek sağlanmıştı. Ama ne yazık ki günümüzde, köşelerdeki minarelerden biri şerefeye kadar, diğeri kaideye kadar yıkılmış ve üzeri konik külahla kapatılmış durumdadır. Cephede yer alan bitkisel, geometrik motifler ve sembolik tasvirlerde de denge ve simetriye önem verildiği görülür. Kapı ve minarelerde karşımıza çıkan çini süslemeler de benzersiz değerdedir.

1994'ten bu yana Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi olarak hizmet veren medrese, taç kapısında bulunan kitabeye göre, İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında Gazanhan ve Bolugan Hatun adına, Cemaleddin Hoca Yakut Gazani tarafından 1310 yılında yaptırılmış.

Medrese olduğundan odaların kapıları alçak, yani eğilerek giriyorsun, saygıyla. Farklı etnografik objeler var, giyim kuşam, silah, takı, sikke, çanak çömlek, seramik, tartı, mühür, muska... Mekanın içi de ayrı bir güzellikte. Ne var ki bugünün insanında müze gezme görgüsü yok, oluşmamış (!). Bebesini almış, çocuk parkı sanıyor, bağıra çağıra dolaşıyor. O bebe de oradan oraya koşuyor, şımarıkça. Büyüyünce o da anası babası gibi olacak ve bu hiç düzelmeyecek. Eğitim eksikliğinin ne vahim bir şey olduğunu işte 16-20 sene sonra görüyoruz. Bunlar amip gibi çoğalıyor, hastalık gibi yayılıyorlar.

Atatürk Evi bugün pazartesi olduğundan kapalı, yarına kalıyor. Devam ediyorum dolaşmaya. Lalapaşa Cami, Yakutiye Medresesi’nin doğusunda yer almakta. Kanuni Sultan Süley­man'ın komutanı, Kıbrıs fatihi Sadrazam Lala Mustafa Paşa Erzurum Beylerbeyi görevini yürüttüğü dönemde yaptırmış. 1562 tarihli Mimar Sinan eseri. Çevresindeki ağaçların gölgesinde banklarda çokça oturanlar var. Ben de içini gezdikten sonra yanlarına oturup, haritadan gezilecek görülecek yerleri bulmaya çalışarak biraz nefesleniyorum.

Evliya Çelebi'nin ifadeleriyle Lala Mustafa Paşa Camisi

Paşa Sarayı Kapısı'nın önünde umumî yolun dışındadır. Süleyman Han'ın Veziri Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır, İstanbul tarzında, yüksek kubbeli, bütünü has kurşunla örtülü bir camidir. Boyu ve eni 80 ayaktır. Mihrabı, minberi, Müezzin Mahfili şah gözlüdür, içinde öyle kıymetli avizeler yoktur. Dışarı sofası vardır. Lâkin avlusu dardır. Süleyman Han'ın mimarı Sinan Ağa Merhum'un yapısıdır. 

Büyük bilginlerden tefsirci, hadisçi Vânî Efendi adında, nâmı cihanı tutmuş bir kürsü şeyhi vardır ki vaazını bir kere dinleyen her suça tövbe edip tertemiz olur. 

“Yeniçeri imam” adında hafız bir imamı vardır ki sabah namazında birazcık Kur'an okuyunca bütün cemaati mest eder. Bu derece tesirli, hazin sesi vardır. Daha birçok ders hocaları ve bilginleri vardır. 

“Yeniçeri Müezzin” adında Bilâli Habeşi küçüğü bir müezzini var ki minarede gür sesle bir kere "Allahu Ekber, Allahu Ekber" diyince büyük küçük herkesin tüyleri ürperip gövdesi titrer, işiten işini ve kazancını, yemek yiyorsa yemeğini bırakarak camiye gelir. Zaten Erzurum ahalisi son derece dindardır.

Herhalde Erzurum’un en işlek yolu Cumhuriyet Caddesi. Arabaların arasından geçerek karşı kaldırımdan sokak içine dalıyorum. Erzurum Evleri denilen bir yere geldim. Küçük bir mahalle sanki. Geleneksel yemekler ve eğlence sunulmakta. Canlı müzik de varmış. Böyle 4-5 yer var etrafta toplanmış. Baba Konağı gibi isimler verilmiş. Birine girip bakıyorum. Oldukça büyük bir mekan, iki katlı. Derinlerde uzun masalar, kalabalık grupları ağırlamak üzere. Sanki bir tiyatro sahnesi içinde gibisin. Öylesine dekore edilmiş. Sağda solda oturan el ele tutuşmuş göz göze bakan çiftler. Bazı hatunlar kapalı ama gönülleri açık.

Çifte Minareli Medrese geç olduğundan kapalı. Ne muhteşem bir yapı, süslemeleri, taş işçiliği... Yarın heyecanla içini görmeyi bekliyorum. 

Üç Kümbetler bölgesine doğru yürümekteyim. Ama öncesinde Erzurum’un her tarafında yayılı olan kahvelerin birinde limonlu çaylarından içiyor (1,-), Asuman arkadaşımla telefonda konuşuyorum. Çok fazla genç bu kahvelerde oturmakta. Kimi tavla oynuyor, kimi cep telefonunu karıştırıyor, kimi sohbette. İşsizlik var anlaşılan. Yoksa bu saatte burada işleri ne? Ama arabaları var. Çalışmaya ihtiyaçları mı yok? Bu araba meselesi de ne önemli bizim insanımızda. Öyle evler görüyorum ki, önlerinde park eden arabalarla evin durumu taban tabana zıt.

Üç Kümbetler’in bulunduğu yer ayağa kaldırılmış, anlaşılan bir çevre düzenlemesi yapılıyor. Bu haliyle çok çirkin görünüyor. Güvercin besleyen iki kişiyle sohbette bu işin iki sene önce başladığını, daha iki sene en az süreceğini öğreniyorum. Reyise de övgü yağdırmakta biri. Tüm siyasiler (Tek tek isim sayıyor.) el atmamışlar, bu atmış. Biraz geç atmış ama diyorum. İki sene önce mi aklına geldi? Her neyse, resmettikleri gibi olur da deforme etmezlerse bittiğinde güzel olacağa benziyor. Tabi daha insanımız girmedi, hele o bir girsin bakın bakalım ne olacak? (!)

Üç Kümbetler, Anadolu Selçuklu mezar yapılarının en güzel örneklerindendir. Kümbetlerin en büyüğünün Emir Saltuk'a ait olduğu ve 12. yüzyıl veya 14. yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Diğer kümbetler hakkında ise pek fazla bilgi yoktur. Kim tarafından ve ne zaman yaptırıldıklarına dair bilgi olmamakla birlikte 14. yüzyılda yapıldıkları tahmin edilmektedir. 

Etraf darmadağınık olsa da çok etkileyici bu kümbetler. Sekizgen bir prizma görüntüsünde olan Emir Saltuk Kümbeti’nin üst bölümü bir silindir ve sivri çatı olarak bitmekte. İki farklı renkte kesme taştan inşa edilmiş. Orta Asya takvimlerinde gördüğümüz burç figürleri ile süslü (boğa, yılan, yarasa, kartal). Kümbetin dört farklı yüzünde birer çift pencere var. Giriş kapısının saçakları üzerinde çeşitli çiçek ve hayvan kompozisyonları mevcut. Gerçekten görülmesi gerek.

Muratpaşa Cami’ye girmiyor, dıştan fotoğraflıyorum. Hava hafif kararma yolunda. İleriki günler için cevizli sucuk alıp biraz daha sokak aralarında dolandıktan sonra trendeki dostumu arıyorum. Ne yaptın, ne ettin, nereye yerleştin derken tam aynı noktada olduğumuz çıkıyor. Yolun karşı tarafında duruyor. Birlikte Erzurum’un sokaklarını dolaşmaya başlıyoruz. Bana kadayıf dolması, buranın spesyalite’sini tattırmak istiyor ancak çocukluğundakileri bulamıyor. “Çok daha iri ve yumuşaktı o zaman, bugünküler sert.” diyor. Gördüklerimizi beğenmiyor, bulmak üzere bakına bakına Kongre Mahallesi’ne kadar gidiyoruz, ama nafile: “Herhalde bugünküler ucuza ve kolaya kaçtılar.” Dolanmaya devam. Kahvaltı için Migros’tan aldıklarımla, biraz ağırlaşan yükümle peşindeyim. İçilen birer çay ve sohbetle hayatımızı özetleyerek yarın buluşmak üzere ayrılıyoruz.

Erzurum güzel, özellikle bolca park gördüm gezdiğim yerlerde. Kale etrafı restorasyonda, onun da önünde bir park var. Büyük göbekler, ortalarında havuzlu fıskiyeler, bu şekliyle göze hoş geliyor. DSİ tarafında, yanından inen ana cadde boyunca batı tarzı kafeler, aralarında Gloria Jean’s de olan mekanlar var, sıra sıra değişik adlarda. Biraz yürüdüm, ama git git bitmiyor, fazla da uzaklaşmadan geri döndüm.

DSİ’de, rahat odamda ışıkları söndürmeden 9 Temmuz 2017’yi hatırlıyorum. Geçen sene bugün, anımsarsanız Kemal KIlıçdaroğlu 25 gün süren Adalet Yürüyüşü’nü Maltepe’de tamamlamıştı. Biz de karşılamaya gitmiştik. Muhteşem bir kalabalık vardı, umut vardı... Ama?

Erzurum DSİ 0442 2331505/2500 Misaf. / 0537 4454856 Turgut Bedir
Erzurum ÖE 0442 2354525

Erzurum Tren İstasyonu



Cumhuriyet Caddesi



Yakutiye Medresesi 

Salon Asya

Nalın, Yakutiye Medresesi

Yakutiye Medresesi İçi

Kama

Tütün Tabakası

Medrese Eğitimi

İbrik

Medrese Eğitimi

Mürekkep Ölçme Kabı, Kalemtıraş, Klişe, Klişe, Yazı Takımı

Makas

Tek Kefeli Terazi

Erzurum Ev Yaşamı

Çömlek, 12.-13. yy. Selçuklu Dönemi

Kağıt 2,5 kuruş, Osmanlı

Kağıt 5 kuruş, Osmanlı

Cepken, 18.-20. yy. Osmanlı Dönemi

Yakutiye Medresesi İçi

Atatürk Evi


Lalapaşa Cami İçi





Lalapaşa Cami


Cumhuriyet Caddesi

Erzurum Kalesi ve Saat Kulesi

Erzurum Evleri

Erzurum Evleri İçi







Üç Kümbetler



Erzurum’da çay limonlu içilir.

Çifte Minareli Medrese




Üç Kümbetler


Emir Saltuk Kümbeti





Askeri Kışla





Muratpaşa Cami





































3. gün (devamı) Erzurum II 




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km