20 Temmuz 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Erzincan II)

18 Temmuz 2018, Çarşamba / Erzincan II (11. gün)

Erken uyandım, kuş sesleriyle. Bulunduğum yer büyük yeşil bir alanın içinde. Trafik sesinden, şehir gürültüsünden uzak. Anlayacağınız son derece keyifli. Şanslıyım, şehir merkezine yakın böyle bir yer. Biraz tablete baktım sonra gezi notlarını geçiriyorum bilgisayara. 1932 yılında bugün Türkiye, Cemiyet-i Akvam'a (Birleşmiş Milletler) 56’ncı üye olarak kabul edilmiş. Bugün 193 üyesi bulunmakta. Acaba üye olmayan ülke var mı dersiniz? Var: Vatikan, KKTC, Filistin... Dün telefonu Hakan Beyin dükkanında unutmuştum. Gidip almam lazım. Ama yatakta biraz gözlerimi kapatıyorum şöyle 15 dakika kadar. Erken kalkınca uyku geliverdi. Kahvaltıyı gene meyveli yoğurtla yaptım. Bir de dün aldığım bir çeşit içi fındıklı köme.

Erzincan'ın siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden, Mengücek Beyliği ve Selçuklu döneminde ve ondan sonra gelen yüzyıllar içerisinde de Anadolu'nun ileri gelen ticari ve kültür merkezlerinden biriydi. O dönemler içerisinde ekonomisinin temelini oluşturan faaliyetler açısından çağdaşı olan kentlerin pek çoğundan hayli ileri idi. 12. yüzyılda Gezgin Marco Polo, kentte dokumacılığın gelişmiş olduğunu, 14. yüzyılda İbni Batuta da kentte dokumacılığın ve bakır eşya yapımının ileri düzeyde olduğunu yazarlar. Dokumacılık, boya yapımının gelişmesini de sağlamıştı. 

Erzincan, tarihi boyunca tarım ve hayvancılık ürünlerinin yanı sıra yeraltı kaynaklarına, özellikle zengin maden işletmelerine yakın bir konumda bulunmaktaydı. Bakır, kurşun, mermer ve taş ocakları bilinen en eski çağlardan beri işletilmekteydi.

Ancak, Osmanlı İmparatorluğu'nun 17. yüzyıldan itibaren duraklama ve gerileme sürecine girmesi, özellikle de 19. yüzyıl boyunca sanayileşmiş Batı Avrupa ve Rus emperyalizminin Osmanlı yönetimi üzerindeki askeri, mali ve siyasi baskıları İmparatorluğun her bölgesini, özellikle Doğu Anadolu'yu ekonomik yönden geri bıraktı.

Osmanlı döneminde doğu sınırından içeride bulunması nedeniyle Erzincan şehri, 19. yüzyıla kadar ordular için sadece bir konak yeri oldu, daha sonraki Rus istilaları karşısında askeri bakımdan önem kazandı ve bu sıralarda Erzurum Kalesi'nin koruyup kapattığı bir hareket noktası özelliğini aldı.

11.30 gibi TEDAŞ’dan ayrılıp otobüs durağına daha yaklaşmadan bineceğim otobüs geçiyor. Dün de gelirken oldu. Araları uzun, beklemek de sıkıcı. Yürüyeyim derken kırmızı ışıkta bekleyenin kapısını tıklayıp atlıyorum. 6 numara, merkezden geçermiş. Boş koltuk da var. Ama merkezde inmeyip son durağa kadar gidip sonra geri dönüyorum. Böylecene güzel bir Erzincan turu da yapmış oldum. Genelde eski binalar iki, yeniler üç katlı. Dört katlı bina gör(e)medim diyebilirim. 1939 yılındaki büyük depremden dolayı şehir yerle bir olduğu için demiryolunun üst kısmında yeniden inşa edilmiş Erzincan. Sıfırdan yapıldığından doğunun, hatta Türkiye’nin “şehirleşme” olarak örnek alınabilecek nadir illerinden birisi. Izgara düzeni var, yani sokaklar dik kesişiyor, çıkmaz sokağı olmayan bir yerleşim. Bu düzen antik Milet kentinde de var. Şehir plancısı Hippodamos, MÖ 5’inci yüzyılda Perslerin Milet’i tahribinden sonra kentin yeniden inşasında ızgara düzeni kullandığı bilinir. Yani kaç yüzyıl önce akıllarına gelmiş, hesaplayın artık.

Civarda park etmiş vaziyette, ortada da dolaşan bisiklet, bisikletli görmekteyim. Kimi yoldan kimi kaldırımdan gidiyor. Sağlık Bakanlığı’nın dağıttığı bisikletler de var. Öğle yemeğini Hakan Bey ile yiyoruz, hemen iş yerinin karşısında, devamlı gittiği lokantada. Sahibi renkli bir kişi, kürekle Midilli’ye geçmiş, İngiltere’ye kaçak girmiş...  Ama lokantasında bana göre bir şey yok, kuru bile etli. Ben de az az bulgur ve yoğurt istiyorum. Onlar da biraz acı biber ile karışık salata ikram ediyorlar.

Bu arada bir gün daha kalmaya karar verdim. Kemah ÖE’yi arayıp perşembe rezervasyonumu cumaya, TEDAŞ’ı da arayıp kalacağımı bildiriyorum. Böylece yakın çevredeki yerleri, Terzibaba Türbesi, Ekşisu, şelale ve Üzümlü’ye gidebileceğim. Harika.

Yeraltı çarşısına indim. Hemen Dörtyol denilen mevkide. Ağırlıklı olarak bakırcılar var. Hediyelik eşyalarla dolu tezgahlar. Eski bakır işçiliği kalmadığından seri üretim turistik işler çoğunlukta. Çarşıda beni tutan fazla bir şey olmadığından kavşağın hemen karşısındaki, artık evlendirme dairesi olan eski belediye binasına, Kent Müzesi’ne geçiyorum. Rica üzerine dört odayı açıyorlar. Düzensiz bir şekilde etnografik eşyalarla dolu. Gramofon, gaz lambaları, sigara paketleri, asker giysileri... Öylesine bir durum.

Yaz sıcağında Erzincan cadde ve sokaklarında dolaşmaktayım. Yolda yürürken dikkatimi çekti de, gelen geçen kadınların çoğunun burunlarında minik halkalar var. Antik çağlarda görülen, günümüzde anlam değiştirerek varlığına devam eden pirsing modası (piercing) buraya da gelmiş demek. Tarihteki anlamı çok eskilere dayanan pirsing, üretkenlik, cesaret, aristokrasi ve asaleti temsil etmiştir. Arkeolojik araştırmalarla pirsing’in günümüzden 5000 yıl öncesinde izine rastlanmaktadır. Antik Mısır’da zenginler, devlet adamları ve firavunlar göbeklerini deldirerek pirsingyaptırırlardı. Antik Roma’da, bir cesaret göstergesi olan pirsing, askerler tarafından göğüslerine yaptırılırdı. Güney Amerika Maya kültüründe ruhani liderlerin dillerini deldirilerek yapılan pirsing, Viktoria dönemi İngiltere’sinde asiller tarafından cinsel organlarıyla meme uçlarına yapılmaktaydı. 
Kendime bir eğlence buldum: Otobüse bin, otobüsten in, yenisine bin-in-bin şeklinde ikişer buçuk lira ödeyerek Erzincan’ı geziyorum. Güzel oluyor. Haritadan yolu takip ederek böyle dört yönüne de gittim şehrin. Dönüşte gene merkezde inip biraz sokak aralarından bisiklet dükkan ve tamircilerini buluyor, iki çayla dinleniyor, Kebir Cami yakınındaki bahçede oturuyor, iştahımı Safir lokantasında yayla çorbası (Yanına getirdikleri ezme ve karışık salata.) ve burma kadayıfla (23,50 TL) kapatıyorum. Saat 6’ya gelmekte. Bisikletçi Tarık Beyle buluşacağım, beni arabasıyla Terzibaba Türbesi’ne sonra Girlevik Şelalesi’ne götürecek.

TEDAŞ’dan yola çıkıyoruz. İki oğlu ve arkadaşı Musa Bey ile. Ben çocuklarla arkada oturuyorum. Akşamüzeri ışığı dağlara öyle güzel vurmuş ki. Kimi yer gölgede kimi aydınlık, müthiş bir manzara var.

Terzibaba bir hayli kalabalık. Dua edenler, taşına dokunanlar, öpenler... Türbeye dört basamaklı merdivenle çıkılıyor. Yapının giriş bölümünde iki sütunlu ve üzeri kurşun kaplı, yağmurluk çıkması bulunmakta. Süsleme unsurlarının yer almadığı türbenin içi sade, sekizgen planlı düz bir örtüden oluşmakta. Bir yangın sonucu harap olan türbe, 1980'li yıllarda betonarme olarak tekrar yaptırılmış. Kutsal bir manevi kişiliğe sahip olan Terzibaba'nın asıl adı Muhammed Vehbi. 1779-1848 yıllarında yaşadığı söyleniyor. Mesleği terzilik olduğundan bu isimle anılmakta. Tasavvufi konuları içeren “Kenzü'l-fütûh”adlı bir eseri bulunmakta.

Türbe sonrası tekrar arabadayız. Keyifli bir yoldan, balıkların kutsal sayıldığı Mollaköy’e geldik. Alevi köyü. İçi balıklarla dolu bir havuzun önündeyiz. Soğuk su bir yandan girip diğer yandan çıkmakta. Balıklar kaçmasın diye girişe çıkışa tel konulmuş. Soruyorum yeniliyor mu? Hayır yemiyorlar ve de beslemiyorlar. Kendi hallerine bırakılmış. Bu durumda balıklar birbirlerini mi yiyorlar?!

Köyde uzun kalmayıp şelalenin yolunu tutuyoruz. Güzel yerler, etraf akşamüstü güneşinin kızıllığına boyanmış. Cemevi de var yol üzerinde. Herhalde bölgede Alevi köyü tek değil. Şelale yolunun bir kısmı asfalt çalışması nedeniyle kapalı olduğundan dolanan stabilize bir yoldan gidiyoruz. Gelip geçen çokça, toz kalkıyor, yol dar, durmak yol vermek gerek, biraz sıkıcı bir durum. Dönüşü buradan yapmayalım diyor Tarık Bey. Arabanın arka koltuğundayım, çocuklarla şakalaşıyor, onları sorularımla konuşturuyor, bir yandan da Tarık Bey ve Musa Beyin anlattıklarını dinliyorum: “Erzincan’ı kuzeyde Keşiş Dağları (3549 m), güneyde Munzur Dağları (3449 m) çevrelemekte. Bu dağlar doğal yaşam için bir çok canlıyı kucağında barındırmakta. Erzincan ise, bu dağların arasında neredeyse tamamen düz olan bir vadide kurulmuş.”

Sonunda Çağlayan beldesine geliyor ve bir tırmanışla şelaleye ulaşıyoruz. Munzur Dağı’nın eteklerinde bulunan Girlevik Şelalesi Türkiye’nin en büyük şelalelerinden birisi. Muhteşem bir yer, serin, akan sular rüzgarın etkisiyle etrafa uçuşmakta. Eşsiz bir doğa harikası. Yüksekliği yaklaşık 30 metre, üç katlı, birçok koldan akıyor. Kışın donduğunu anlatıyor Musa Bey. Ancak ısınan iklim nedeniyle geçtiğimiz kış don(a)mamış. 

Kalabalık ortalık. Mesire yeri olarak kullanılan, masaların sandalyelerin kiraya verildiği, ama halkımızın etrafı pislediği bir turistik mekana dönüşmüş. Ücreti, otopark parası olarak alıyorlar, 5 lira.

Dönüşü Ekşisu üzerinden yapıyoruz. Burada resmen çeşmeden maden suyu akmakta. Millet damacanalarla gelmiş dolduruyor. 200 metre ileride dolum tesisi var, içine gaz basılıp-şişelenip Bögert adıyla Erzincan sodası olarak 1 liraya satılıyor. Hemen yakınında kaplıcalar da var. 33 derecelik suyu ile günübirlik faydalanmak mümkün diyor Tarık Bey.

Hava kararmakta. Arkadaşların akşam programı var. TEDAŞ önünde iniyorum, onlar amcalarına gidecekler. Ben de odama. Gerçekten çok keyifli bir gezi oldu benim için. Ne kadar teşekkür etsem azdır.

TEDAŞ Misafirhane


Var ammaaa...

%50; yazım yanlışı.

Yeraltıçarşı; ağırlıklı olarak bakırcılar var. Hediyelik eşyalarla
 dolu tezgahlar. Eski bakır işçiliği kalmadığından 
seri üretim turistik işler çoğunlukta.





Sokak aralarında bisiklet dükkan ve tamircileri bolca.






Bu yazı karakteri size neyi hatırlattı?

Safir Restaurant



Terzibaba Türbesi

Kutsal bir manevi kişiliğe sahip olan Terzibaba'nın asıl adı
Muhammed Vehbi. 1779-1848 yıllarında yaşadığı söyleniyor.


Akşamüzeri ışığı dağlara öyle güzel vurmuş ki. Kimi yer
 gölgede kimi aydınlık, müthiş bir manzara var.

Girlevik Şelalesi; Türkiye’nin en
 büyük şelalelerinden birisi.





















12. gün (devamı) Erzincan III – 10. gün (öncesi) Kelkit-Erzincan





[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km