14 Ekim 2019

Yalova Keşif Turları: Güneyköy

Yalova Keşif Turları’mızı sürdürüyoruz. Bu pazar Güneyköy’e gittik. Gerçi oraya daha önce İznik turlarımızda uğramıştık ama günübirlik olarak ilk çıkacağız. Çıkacağız diyorum çünkü köye ulaşmak için 400 metrenin üstünden geçmek lazım...

9 feribotu ile gene Pendik-Yalova yapacağız. 8 trenine yetişiyoruz, Bostancı’ya. Bir durak sonra da Haluk dahil oluyor. Yarım saat süren yolculuğumuzda karşımızda oturan gece vardiyasından dönen bir otel çalışanı ile yapılan sohbet sonrası İDO iskelesine vardığımızda kalkışa daha 25 dakika var. Haluk yandaki Beltur’da kahvaltı etmek istiyor. Orada İnci ve arkadaşlarına rastlamak güzel bir sürpriz. Uzundur kendisini görmemiştik.

Yalova’da çekilen bir hatıra fotosu sonrasında başlıyoruz üçlü olarak pedalları döndürmeye (10.00). Bir rota çıkarmıştım. Kadıköy-Kurtköy üzerinden Güneyköy’e varıp Safran üzerinden tekrar Yalova’ya dönmek. Şöyle 40 km’lik bir daire.

Termal yolundayız. Atatürk Yolu olarak da adlandırılıyor. Dev ağaçların iki tarafta sıralandığı, kahvaltı sofralarının bolca bulunduğu, güvenlik şeridinin olmadığı dar bir yol. Ama keyfine diyecek yok. Karaca Arboretumu önünden geçerken bir tarihte geldiğimizi hatırlatıyor Firuzan. Hayrettin Karaca tarafından kurulan Arboretum’un içerisinde iris bahçeleri, bitki bahçeleri, bonsai bitki koleksiyonları ve gül bahçeleri bulunuyor. Evet, güzel bir Yalova turu yapmıştık çoook seneler önce. Kara Kilise ve Yürüyen Köşk’ü de görmüştük. Bu bölgede gitmediğimiz Sudüşen ve Erikli Şelaleleri var. Sıkı tırmanış diyorlar oraları için. Ama Delmece Yaylasına çıktık. Hem de taşlı topraklı bir yoldan. Millet MTB ile gelirken biz 28’liklerle J

Kadıköy’e sapmamızla durum sakinleşiyor. Tamamen araç trafiği kesilmese de ciddi bir azalma oluyor. Maviye boyalı bisiklet yolunu görünce: “Maden yapmışlar bari kullanalım.” 

Ve Kadıköy bitince ilk rampayla karşılaşıyoruz. Ancak bu değil, esas rampa Kurtköy’den sonra gelecek. 450’yi göreceğiz herhalde. Tırmanıyoruz... %10’luk bir yokuşla 74 metreye (rakım) çıktık. Hava güzel, yolun asfaltı iyi. Üstümüzü değiştirip -sıcak geldi sabahki giysiler- devam. Saat 10.54. Buraya kadar 20.3 km gelmişiz. Tabi bu mesafenin içinde evden Bostancı’ya kadarki yol da var... Keyifli bir iniş ve ardından Kurtköy için tırmanış geliyor. %10 demiş yolun başındaki levha ama 12, bazı yerlerde 13’ü bile görüyoruz. 

Şu an %11 ile sürüyor tırmanış. 174 metredeyiz, saat 11.07 ve 22,4 km geride kalmış. Yani kısa bir mesafede dik bir tırmanış. Haluk’u beklerken biraz böğürtlen arıyoruz ama ya kurumuşlar ya da olmamışlar. Şöyle ağız tadıyla yiyemedik daha! Yolda ara sıra geçen araçlar ve tek tük de traktörler, seyrek olsa da evler ve bazı çiftlikler var(dı).

235 m bu tırmanışın tepesi oluyor. Saat 11.19/23,3 km’deyiz. Buradan başlayan sıkı bir inişle Kurtköy’e geldik. Meydandaki çeşmeden Firu suyunu tazelerken ben de Güneyköy yönünü soruyorum. Vatandaş bize yolu gösterirken rampanın da dikliğinden söz ediyor. Haritada görmüştüm, buradan esas tırmanış başlayacak, 450 metreye. Kurtköy 135 metre rakımda.

Köy içinden giden yol biraz sıkıntılı, asfalt var ama üzerinde minik taşlar da var. Misket gibi, bunlarda teker kolaylıkla kayabiliyor. O nedenle araçların az çok temizlediği şeritleri tercih etmek gerekiyor.

Köy çıkışı bir çeşmede akarsuyu görünce mataraları tekrar soğuğuyla tazeliyoruz. Durmamızla ürkek bir köpek yavrusu da tekerlerin arasında dolanıyor. Sevelim istesek de yanaşmıyor. 

Biraz daha bozuk asfaltta sürüp yolun düzelmesiyle gelen bir çataldan sola, Güneyköy’e sapmamızla (6 km demiş) başlıyoruz esas tırmanışa. Ama öyle böyle değil, %16. Desteği Normal’e aldım. Çıkıyoruz, çıkıyoruz, çıkıyoruz... J

Küçük bir düzlükte Haluk’u beklerken iki araç dolusu insan solda piknik hazırlığı yapmaktalar. Ateş yakılmış, dumanı fazla geliyor. Şimdi temiz havanın içinde de bunu solumak! Olacak iş mi? Biraz daha ileriye gidip beklemekteyiz. 274 metre rakım var. Desteksiz buralara nasıl çıkarsın? Na:mümkün! Haluk da iterek geliyor zaten.

Biraz nefeslenip tırmanmaya devam. Etraf kestane ağaçlarıyla dolu. Yemelik bunlar, köyde de satılıyordu. Çevre çok güzel, hava mis gibi, yemyeşil ortalık. Bu güzellik içinde sürüyor yolumuz. Ama rampada %20 bile görülüyor. 12’nin altına nadiren iniyor. Duvara tırman daha kolay J 412 metredeyiz. Gene gelen bir düzlükte Haluk’u bekliyoruz. Ancak bir müddet sonra çalan telefonda pes ettiğini söylüyor: “İtilmiyor, binmekten daha zor. Siz gidin, ben dönüyorum.” 

Samanlı Dağları; İznik Gölü’nün kuzeyinde, doğu-batı doğrultusunda uzanan bölgenin ikinci dağ silsilesidir. Antik dönemde adı Argantonius'tur. Bu dağın en yüksek yeri, 1600 m yükseklikteki Keltepe'dir. Dağın üzerinde Romalılar döneminde, Ateş Telgrafı işlevini gören Makilos adlı bir ateş evi vardı. Akdeniz'den, birçok ateş evinden yapılan iletişimlerin sonu bu dağda idi. Burada yakılan ateş İstanbul sarayından görülmektedir. Bu ateş evi olasılıkla, Yeniköy üzerindeki Dumanlıtepe'dir.

Biz de Samanlı Dağları Yeşil Mavi Yol üzerindeyiz. İşaretlenmiş. Her döndüğümüz köşede görüyoruz. Ana yol 127 km uzunluğunda. Arada gidilip görülmesi gereken noktalarla sunulan bu güzellik 189 km’yi buluyor(muş). Hemen hemen bütün Yalova’yı kapsayarak Armutlu’da sonlandığı yazılı. En az 10 yıllık, doğru ve keyifli bir proje. Arada olabiliyor(muş) demek ki J

Burası, Samanlı Dağları için; su kaynakları ve zengin biyo çeşitliliği ile Marmara Bölgesi’nin “yağmur ormanları” denilmekte. Oldukça yeşil bir alan olan bu dağların kuzeyinde İzmit Körfezi ve Sapanca Gölü bulunur. Samanlı Dağlarının diğer kısmında kalan güney bölgesinde ise Gemlik körfezi yer almaktadır. Daha net bir şekilde bölge olarak verilecek olursa bu dağlar Marmara Bölgesinin Güneydoğusunda kalmaktadır. Genel olarak Samanlı Dağları, sıradağlar olarak adlandırılmıştır. Samanlı dağlarında yer alan ormanlarda deniz kıyısından başlayarak çok farklı türlerde ağaçlar bulunmaktadır. Özellikle gürgen, kestane ve ıhlamur ağaçları, bu bölgede bulunabilen ağaç türlerinden en fazla karşılaşacağınız ağaçlardandır. Bu ağaçların dışında ormanlar akçaağaç, meşe ağaçlarından oluşmuş alanlardır. Alanın ormanlık olması nedeni ile kış aylarında yabani ve vahşi hayvanlar bu bölgede yoğun bir şekilde bulunur. Bu dağların güney yamaçlarında çok yaygın bir şekilde zeytin yetiştirilir. Bunların yanı sırra 1300 m olmak üzere bu bölgelerde çok büyük yaylalar bulunmaktadır.

Devam ediyoruz tırmanmaya... çık... çık... çık... [e] 28,4 km/12.08/420 harcandı. Ve sanırım zirveye ulaştık. 431 metrede. Saat 12.12/28,8 km. Şöyle biraz nefeslenip etrafın güzelliğini seyredelim. Temiz havayı içimize çeke çeke. Bu bölgedeki kayın ve gürgen ağırlıklı ormanlarda, sarıçam, göknar, meşe türleri, dişbudak, akçaağaç, kestane gibi pek çok ağaç türü kapalı havzalar oluşturduğu anlatılıyor. Ağaçları pek tanıyamam ama öyle diyorlarsa-öyledir J

Şimdi %10’luk bir inişin var önümüzde. Levha böyle diyor... Ve bırakıyoruz velespitleri serbest. Fırlıyorlar hızla ileriye. Ama dizginlemek zorundasın; yol dalgalı, çukurlu, yamalı... Zıplaya hoplaya durumları. Firu’nun balatalar da erimiş, metal sesi geliyor. Değişim zamanı gelmiş geçmiş L

Sağdaki yeşillikte piknik yapanların sesleri ve ocaklarının dumanı gelmekte. Umarım çöplerini de alıp götürürler. Bizim insanımızın genel anlamda çöp-doğa ilişkisi pek yok. Değil doğa her yere dökebiliyor. Evimizin önündeki boş arazilere gece yarısından sonra gelip araçlarının plakalarını söküp-farlarını kapatıp molozlarını boşaltıyorlar. Böylesine hain olabilir misin?

Güneyköy’e giriş yapıp kısa bir meydan turu sırasında tek bacağı kırılmış bir köpek yanımıza yanaşıyor. Haliyle Firuzan’ın bu durum dikkatini çekiyor. Yakındaki köylü kadından ilgilenildiğini öğrenip biraz rahatlıyor.

Güneyköy, 1878 Osmanlı–Rus savaşı (93 Harbi) sonrası 1896'da Dağıstan'dan gelen göçmenler tarafından kurulmuş. Köyün ilk resmi adı 1899'da Almali ya da Elmaalanı. Almali ismi kullanılırken Sultan Reşat'ın köye gelmesi ve köyü çok beğenerek buraya bir çeşme yaptırmasından sonra 1910 yılında adı Reşadiye olarak değişiyor. 1934'te İstanbul sınırının en güney kıyısında yer alması nedeniyle Güneyköy adını alıyor.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Yunan istilasına uğradığından ahalisi üç yıl Geyve ve Adapazarı yörelerine göçmüş. Savaş sonrasında bu nüfusun ancak bir bölümünün geri dönebildiği anlatılmakta. Dönülmedi de köy-kent göçü ile başka yerlere mi gidildi?

Yerli halkını oluşturan Dağıstan göçmenlerinin geleneksel yemekleri, düğünleri ve zengin folkloru ile çok renkli bir yaşama sahip burası. Her yıl haziran ayında, kuruluş yıldönümünde Dağıstan Şenliği yapılmakta... Bir de buranın yemekleri. Köyde yöresel yemeklerin pişirilip servis edildiği iki de lokanta bulunuyor.

Her gelişimizde uğradığımız, iki kız kardeşin işlettiği Dağıstan Sofrası’nda yerimizi aldık, siparişlerimizi bekliyoruz. Hinkal seçimimizi patatesliden yana, gözlemeyi ise otlu olarak tercih ettik. Yanına da ayran.

Hinkal, farklı yörelerde haluj, gabın, hınkal, khinkali, hambal, hingel,
hangel, kruze adlarıyla da anılmakta. Özü itibariyle, yaş makarna hamurunun içine muhtelif harçlar konularak haşlanan ve/veya sarımsaklı yoğurt ya da sadece tereyağlı sosla ikram edilen mantıgiller ailesinden. Geçmişi 8000 yıl öncesine, Kafkaslara dayanır.

Mantının dünya mutfaklarında ciddi bir yeri var. Biz Kayseri mantısı, Sinop mantısı, Çorum mantısı, Yağ mantısı, Tutmaç derken diğer ülkeler: İtalya, Ravioli ve Tortellini / Nepal, Momo / Rusya, Pelmeni / Tayvan, Ba-Wan / Çin, Baozi ve Wonton / İspanya, Noqui / Amerika, Dumpling / İsrail, Kreplach / Kore, Mandu / Japonya, Nikuman ve Gyoza / Ukrayna, Vareniki / Moğolistan, Buuz / Polonya, Pierogi / Gürcistan, Khinkali / Afganistan, Mantu / Özbekistan, Kaskoni / Bosna Hersek, Klepe / İsveç, Palt ve Kroppkakor / Beyaz Rusya, Kalduny / Azerbaycan, Dushbara / Hindistan, Samosa / Almanya, Maultasche / Lübnan, Shishbarak / Güney Amerika, Empanada... demekteler.

Tüm iştahımızı buraya saklamıştık. Güzel de tırmandık. İki gözleme bir hinkal bizi kesmese de güzelce doyuyoruz. Ama götürmek üzere dondurulmuş hinkal (ne kadar aldığımız söylemeyeceğim) ve buraya özgü, susam ve ayçiçeği çekirdeğinden yapılmış pakuk denilen bir tatlı ile helvalarından da alıyoruz. Yani çantaları doldurduk. 149 lira bıraktık bacılara... Yerel insanları böyle meselelerde desteklemek gerektiğine inanıyorum(-z). Yaşamaları lazım. Sürekli süper marketlerden alış-veriş ediyoruz. Hani küçük işletmeci diyorduk?

Saat 1’i geçti, dönüş yolundayız. 3 feribotuna yetişmek istiyoruz. Safran-Kurtköy ayırımına kadar aynı yolu geri pedallayacağız(-yoruz). Yolun bu bölümü daha fazla bayır aşağı. Önceki gelişimizde geçtiğimiz bu güzergahtaki taş ocağı halen duruyor. Önündeki yol da halen bozuk. Kaza kaza dağın yarısı yok olmuş durumda. Bitirememişler! Dev damperliler çalışıyor yolda. İkisi yanımızdan geçerken ortalık feci bir toz dumanına boğuldu. Sis bombası atılmış gibi bembeyaz oldu ortalık. Arada kaldık... Yuh be!

Hep şaşırıp sağdan saparak Soğucak’a giderdik. Bu sefer yoldan geçen bir araca sorup doğruyu öğreniyorum. Paşakent’e (Soğucak) sapmayıp -yani biz hep oraya sapıyorduk- mezarlığın üstünden devam ederek Safran’a gitmemiz gerekiyor(muş). Harika, bu tarif ve navigasyon yardımıyla ilerliyoruz. İniyoruz yokuş aşağı, tek tırmanış mezarlık denilen yerde geliyor. Onu da geçtikten sonra Safran’a kadar iniş.

Son günlerde WA üzerinde dolaşan Teremin denilen bir müzik aleti var, dokunmadan çalınan. Bilmediğim oldukça ilginç bir çalgı. Hiç bir gruba dahil değil; telli, nefesli, yaylı, vurmalı, klavyeli... Hiç biri değil. Şöyle tanımlanmış: İlk elektronik ve çalarken temas gerekmeyen müzik aletidir. İsmini mucidi olan Rus Profesör Leon Theremin'den alır. 1928'de mucidi tarafından patenti de alınmıştır. Gerçek adı Termenvox veya Aetherphone'dur. Daha sonra İngilizceleşerek zamanla "Theremin" adını almıştır. Kontrolü iki metal anten arasında sağlanır. Bu antenler aleti çalan kişinin ellerinin pozisyonunu algılarlar. Bir el ile titreşim dalgaları gönderilir, diğer el ile de sesin şiddeti ayarlanır. Theremin ürkütücü sesler ile birleşik bir alettir. Elektrik sinyalleri Theremin üzerinde büyütülür ve bağlı olan hoparlörlere gönderilir. Bilim-Kurgu ve Korku filmlerinde sıkça kullanılmıştır. Yapılışından bu yana ilginç ve kendine özgü bu enstrümanla birçok müzisyen ve fizikçi ilgilenmiştir. Theremin sanat müziklerinde ve Rock gibi popüler müziklerde de kullanılır.

Sinemada ilk olarak 1931 tarihli Rus besteci Dmitri Shostakovich'in "Odna" adlı filminde, Alfred Hitchcock da film müziği olarak sıkça Teremin kullanıyor. Müzikte ise Led Zeppelin üyesi Jimmy Page canlı performanslarında ve Rolling Stones üyesi Brian Jones da grubun 1967 tarihli “Between the Buttons” ve “Their Satanic Majesties Request” adlı albümlerinde karşımıza çıkıyor. Video oyunlarında da görülüyor. 2006 tarihli "Destroy All Humans" adlı oyununda besteci Gary Schyman oyunun müziklerinde ve 2006 tarihli "Soul of the Ultimate Nation" adlı oyunda da Lydia Kavina'nın solo performansı ile karşımızda.

İlginç bir konu değil mi? Devam araştırmaya: Alman-Sırp kökenli sanatçı Carolina Eyck çeşitli konser ve festivallerdeki performansı ile bu sıra dışı müzik aletinin tanıtımına katkıda bulunmuş; Reja


Yani oldukça yaygın. Bizde ise Meczup (Cihan Gülbudak) sayılı Teremin icracıları arasında yer almakta; The Bridge of Khazad-dûm


Safran’da biraz yolu karıştırıyoruz. Az kalsın sabah geldiğimiz yola giriyorduk! Neyse fazla uzaklaşmadan doğru yolu öğrenip Yalova’nın dış mahalleri içinden deniz kıyısına ulaşıyoruz. Yarım saatimiz rahat var. Bir kahve içsek mi? Biraz şöyle kıyı boyunca pedallayıp içecek yer arayışındayız. Bulamıyoruz doğru bir yer. İDO’dan biletimizi alalım bari. Sabah 42’ye geldik, şimdi 50’ye dönüyoruz... 

Haluk’u merak ettik. Ne etti, nasıl döndü? Bir SMS atıyor, Yalova’da olduğunu öğrenmemizle geldiğimizi haberdar ediyor, tekrar buluşuyoruz J

Feribotta yerimizi alıp 1 saat sonra Pendik’ten dönüş için peş peşe, yürüyenlerin arasından, mangalcıların yanından, kah sahilden, kah kaldırımdan hızla yol alarak; Küçükyalı’da Haluk evine biz de Bostancı’dan Bisiklet Sepeti’ne. Firu velespiti 5 bin kilometre bakımı için bırakıp taksiyle eve dönerken ben de her zamanki yoldan hızla ilerlemekteyim.

Eve vardığımda saat 75 km gösteriyordu. 11 saattir sokaklardaymışım(-mışız). Cool... J










Yalova Keşif Turları: Güneyköy Dudullu-Bostancı–(tren) Pendik-(gemi) Yalova-Kadıköy-Kurtköy-Güneyköy-Safran-Yalova-(gemi) Pendik-Bostancı-Dudullu

Tur tarihi: 13 Ekim 2019
Kat edilen mesafe: 66,13 km.
Ortalama hız: 13,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 57 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 27 dk. 
En yüksek sıcaklık 26 ˚C, en düşük 15 ˚C, ortalama 22,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1002 m, kaybı (iniş) 1017 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 446 m.



        
9 feribotu ile gene Pendik-Yalova yapacağız. 
8 trenine yetişiyoruz, Bostancı’ya


Yalova’da çekilen bir hatıra fotosu sonrasında
başlıyoruz üçlü olarak pedalları döndürmeye 


Yalova’nın Japon Bahçesi




Termal yolundayız. Atatürk Yolu olarak da adlandırılıyor.
Dev ağaçların iki tarafta sıralandığı



Maviye boyalı bisiklet yolunu 
görünce: “Maden yapmışlar bari kullanalım.” 

Kadıköy

Kadıköy bitince ilk rampayla karşılaşıyoruz. Ancak bu
 değil, esas rampa Kurtköy’den sonra gelecek

Hava güzel, yolun asfaltı iyi




Keyifli bir iniş ve ardından Kurtköy için tırmanış geliyor. %10 demiş
 yolun başındaki levha ama 12, bazı yerlerde 13’ü bile görüyoruz

235 m bu tırmanışın tepesi oluyor


Kurtköy’e sıkı bir inişle varılıyor

Lazım mı?

Kurtköy’ün sakinleri

Mağaralar, Tarihi Çınarlar. Kurtköy

Kurtköy çıkışı bir çeşmede akarsuyu görünce mataraları
 tekrar soğuğuyla tazeliyoruz


Böğürtlen var mı?

Demişler ama 5 adım ötesine molozları boşaltmışlar

Çevre çok güzel, hava mis gibi, yemyeşil ortalık. Bu güzellik
 içinde sürüyor yolumuz. Ama rampada %20 bile
 görülüyor. 12’nin altına nadiren iniyor

Devam ediyoruz tırmanmaya... çık... çık... çık... 
Sanırım zirveye ulaştık. 431 m'de


Bölgedeki kayın ve gürgen ağırlıklı ormanlarda, sarıçam, göknar,
 meşe türleri, dişbudak, akçaağaç, kestane gibi pek çok ağaç
 türü kapalı havzalar oluşturduğu anlatılıyor

Sağdaki yeşillikte piknik yapanların sesleri ve ocaklarının dumanı
 gelmekte. Umarım çöplerini de alıp götürürler


Güneyköy, 1878 Osmanlı–Rus savaşı sonrası 1896'da
Dağıstan'dan gelen göçmenler tarafından kurulmuş


Dağıstan Sofrası


Dağıstan Sofrası içi


Gözleme ve hinkal, Dağıstan Sofrası


Kaza kaza dağın yarısı yok olmuş durumda

Taş ocağı önündeki yol da halen bozuk

Yoldan geçen bir araca sorup Safran yolunu öğreniyorum

Hep şaşırıp sağdan saparak Soğucak’a giderdik.
Soldan Safran'a gidiliyor

Şu kökler bakın, nasıl tutunmuş

İniyoruz yokuş aşağı, tek tırmanış mezarlık denilen yerde
 geliyor. Onu da geçtikten sonra Safran’a kadar iniş

Otoyol sağda altta görülüyor


Safran...

Safran’da biraz yolu karıştırıyoruz. Az
kalsın sabah geldiğimiz yola giriyorduk!

Neyse fazla uzaklaşmadan doğru yolu öğrenip Yalova’nın
 dış mahalleri içinden deniz kıyısına ulaşıyoruz

Yalova’nın bu bölgesini ilk görüyorum


Yalova demek bisiklet demek J

Hiç rahatını bozmadı. Biraz döndü, gene yumdu gözlerini J