28 Ağustos 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Baykan-Bitlis)


27 Ağustos 2019, Salı / Baykan - Bitlis, 57 km (23. gün)

Şartlar na:müsait olunca ben de fazla oyalanmadan yola çıkayım dedim. Erken kalktım, erken hareket ettim. Ne tıraş, ne tuvalet, ne tansiyon..., toparlanıp çıkıyorum. Saat 5.55. Suyumu bir sebilden tazeliyor, caminin tuvaletini kullanıyor, misafirhanenin anahtarını belediyenin kapısına bırakıyor, Mehmet Ali Beye de mesaj atıp durumu bildiriyor, teşekkür ederek pedallamaya başlıyorum, 6.15.

Hava tabii bu saatte çok keyifli. Sabahın serinliği. Akşam rüzgar da çıkmıştı, ilçe biraz serinledi ama sıcaktı gene odanın içi. Sonra dalmışım. Üşüdüm, çarşafın yarısını üzerime çektim. Çift kişilik almıştım, yarısında yatar diğer yarısını üzerime örterim düşüncesiyle.

Bugün yolum Bitlis’e gidecek, şöyle 52 kilometre gibi. Ama 1500 metreye yükseleceğim. Tırmanacak bu yol. Ne kadar sert olacağını göreceğiz. Anayol Baykan’ın içinden geçmekte. Koca koca TIR’lar. Çok tehlikeli bir durum. Sabah bile yolda bir hindi kaçıyordu araçtan. Dıştan giden bir köprü+yol yapılmakta olduğu görülüyor. Ama bitmediği gibi bugüne kadar da niye beklediklerini anlamak mümkün değil. 

4 kilometre sonra ilçe çıkışında, sözünü ettikleri Kent Ormanı geliyor. Mesire yeri. Masalar falan konulmuş. Sağımdan Bitlis Çayı bana doğru büyük bir coşkuyla akmakta. Burası (bölge) güzel, yeşillik, ormanlık, çamlar tepelerde. Buraya gelene kadar kıraçtı çoğu yer.

Baykan çıkışı minik sinek gibi bir şeyler uçuşuyordu. Çok küçük şeyler. Bir hayli yoğun ama. Hatta şimdi gene var. 6’ncı kilometrede yol tek şeride dönüştü. Yoğun trafikte bayağı iyi oluyor L Neyse ki mesafeli geçmekteler. Şimdi sağımda iki eski taş köprü, onarmışlar, çevre düzenlemesi de yapılmakta. Bu, tarihi Çarpıran (Dört Ulular) Köprüsü. ÇEKÜL’ün sayfasından okuduğumla: “Kesme ve moloz taşlardan yapılan köprü 47,5 metre uzunluğu 4,5 metre genişliğindedir. Kesin yapım tarihi ve mimarı bilinmemektedir. Yapım tarihinin 16 veya 17. yüzyıla dayandığı tahmin edilmektedir. Asırlar boyu önemli bir yol güzergahında ulaşımda önemli fonksiyonları üstlenen bu köprü, son yıllarda yol güzergahının değişmesi sonucu kullanılamıyor.” denilmekte. Kışın aşırı yağışlarda burada yollar sular altında kalıp kapanıyormuş. Şimdi böyle rahat geçtiğimize bakmayın. Hemen yanında da yeni yapılan çift şeritli yol gidiyor, bitmemiş ama. Sabah sabah da bayağı bir TIR trafiği ile karşılaşıyorum. İki yönlü hem de. Bu ne yoludur ki böyle işlek? 

İşte, rampa da göründü...

8’inci kilometrede tırmanış başlıyor, 769 metreden. Saat 6.40. Yol tek şerit. TIR trafiği de var. [e] 14 km/07.00/%20 harcandı. 840 metreye çıktım. Sağdaki minik tepedeki bayraklı yapıdaki korucu çaya çağırıyor. “Yolum ama var” diyerek devam ediyorum. Şimdi tırmanıyoruz gene. Neyse tırmanışlar %5’le. Ecoyerine Normal’e aldım, tempo iyi geliyor. Tüm bataryaları da gezdirmek için taşımıyorum, faydalanmasını bileceksin.

Yeni yolu yapmışlar ama daha açılmamış. Bir viyadük var, hemen altında minik bir taş köprü. Çok da şirin bir şey. Burada yol zaman zaman bölünmüş oluyor. Şimdi de oldu. Her halde yeni bölümler bunlar. Tamamı daha bağlanmamış. Çok güzel bir coğrafya ama burası, Baykan-Bitlis arası. Ağaçlar, yeşil etraf... Ancak yoğun bir trafiği var. Herhalde bu Bitlis-Siirt yolu olduğundan, Doğu Anadolu’yu İran’a bağlayan. Ama coğrafya gerçekten keyifli. Bitlis çayı kenardan akıyor, meşe ormanı etrafı kaplamış, Tandır dağı ile Bitlis dağlarının arasından sürüyor... Mevsimlik iş makineleri, iki gündür görüyorum, seyir halindeler. Yani bu kocaman dev, işte bir nevi biçerdöverler. Ne yapıyorsa? Ve hemen arkasından her zaman gelen iki traktör ve onların çektiği vagonlar.

Bitlis Güneyi Dağları

Alanın Tanımı: Bitlis il merkezinin hemen güneyinde doğu-batı doğrultusunda uzanan dağ silsilesidir. ÖDA, bu silsilenin batı ucundaki Şeyhhabib Dağları’nı, doğu kısmındaki Sini Dağı’nı ve bu dağlar arasındaki Bitlis Çayı ile bu çayın ana kollarından biri olan Kocaçay’ı içine alır. Yüksek dağların derin vadilerle çevrelendiği ve insan müdahalesinin çok kısıtlı olduğu ÖDA, yaban hayatı açısından son derece zengindir.

Habitatlar: ÖDA; dağ bozkırları, meşe ormanları, ardıç toplulukları, hızlı akan çaylar, vadi tabanı bitki toplulukları ve kayalık yamaçlardan oluşur. ÖDA’daki çay ve dere boyları, nadir bitki ve amfibi türleri için önemli yaşam alanlarıdır. Vadilerdeki sarp kayalıklarda farklı yırtıcı kuş türleri üremektedir.

Türler: Çok sayıda endemik ve tehlike altındaki bitki türüne ev sahipliği yapan ÖDA, beş bitki türünün dünyadaki tek yaşam alanıdır. Alanda bunların yanı sıra sekiz bitki taksonu daha ÖDA kriterlerini sağlamaktadır.
Bitlis Güneyi Dağları nesli dünya ölçeğinde tehlike altındaki Benekli Semenderin (Neurergus strauchii) önemli dağılış alanlarından biridir.
Alanda üreyen Küçük Kartal (Hieraaetus pennatus) ve göç döneminde gözlemlenen Küçük Akbaba (Neophron percnopterus) alandaki önemli yırtıcı türlerdir. Ülkemizde nesli tükendiği düşünülen Parsın (Panthera pardus) alanda halen yaşadığı tahmin edilmektedir. Yakın geçmişte bir yöre avcısı tarafından vurulan bu türün post örnekleri bulunmaktadır.

Alan Kullanımı: Güvenlik nedeniyle alan kullanımı vadi tabanları ve dağların alçak yamaçlarıyla kısıtlıdır. Alanda ağırlıklı olarak küçükbaş hayvancılık yapılır. Vadi tabanlarında ise halk kendi ihtiyacı için sebze ve meyve yetiştirir. Daha yükseklerdeki köylerde hayvancılığın yanı sıra arıcılık yapılır.

Tehditler: ÖDA’nın orta bölgesinden geçen akarsular üzerinde beş farklı baraj yapımı planlanmaktadır. Bu barajların özelikle endemik bitki türlerine zarar verme olasılığı vardır.

Yol çift şerit oldu gene, yeni de yapılmış olmalı ki asfalt kaymak. Güvenlik şeridi de var, mis gibi gidiliyor. Siirt-Bitlis yolu rahat bir yol çıktı. İlki inişti, şimdi de hafif çıkış. Sağdaki dinlenme tesisine giriyorum, İpek Yolu. Bir çay diye seslenip velespiti park edip masaya kuruluyorum. Etiform ve çay (1-) ile hafif bastırıyorum mideyi. İki genç tesise bakmakta. Önünde iki TIR dinlenme halinde. Gençlerden biri Kozluk’lu. Tunceli’ye gittiğimde oralı iki genç hanımla tanışmış, Ovacık’ta başkana birlikte çıkmıştık. Belki bir turumda onlara da uğramak isterim. Medeni iki genç insandı. Kendilerinden emin, bolca “selfie” çekiyorlardı. Doğuda kadınların çoğu bastırılmış oluyor, tabii çok yazık, ataerkil yapı ağır basıyor. Ancak dün Baykan’da tanıdığım genç hanım da kendinden emin, sıkıntısızdı. Rahatça benimle konuştu. Fotoğraf çekiyormuş, çalışmalarını gösterdi.

[e] 21,4 km/07.44/%40 harcandı. 956 m rakımdayım. Şimdi devam ediyorum. Bitlis 1500 metrede. Daha 500 metre tırmanacağım. Yol bir müddet sonra tekrar tek şerit oluyor. Bölüm bölüm yapmışlar. Eski yolu yamaçların kıyısından döşemişler. Teknoloji gelişince viyadükle geçiveriyorlar şimdi boşlukları. Burada da viyadüklerin bacakları yapılmış. Yollara sıra gelmiş. 

[e] 28,3 km/08.02/%60 harcandı. 1045 m rakımdayım. Bu yol kaymak asfalt, çizgileri çekilmemiş. Parça parça yapılıyor anlaşılan. Şimdi artık Bitlis il sınırlarındayız. Etrafın güzelliği tarif edilemez. Sabah çıktığımdan beri bolca foto çekiyorum ki anlayabilesiniz. [e] 29,5 km/08.13/%80 harcandı. 1133 m rakımdayım.

31,2 km/08.20/1157 m R. Bir benzinci geliyor, Lükss (nasıl isim ama?). Bunu da ilk görüyorum. Giriyor bir buzlu çay alıyorum. 2 buçukluk çay 3 lira. Bu benzinciler hep daha pahalıya satarlar her şeyi. Satıcıyla pahalılığı konuşuyoruz ama kafası basacak tipte değil. Abuk şeyler söylüyor. Aman bununla mı uğraşacağım, bataryayı yenileyip yola devam ediyorum.

Dinlenme tesisleri var, önlerinde park halinde TIR’lar. Şimdi bir tünel görünüyor önümde. Yol bundan sonra Bitlis’e kadar böyle olduğu söylenmişti. Bu güzel bir haber. Çünkü çok temiz, kaymak gibi yol. Güvenlik şeridi de muhteşem. Sarıkonak Tüneli, 180 m. Fazla uzun değil. Ancak aydınlatılmamış. Işıkları yakıyorum. Ve hızla geçip çıkıyorum. Birazdan bir ikincisi, Buzlupınar, 233 m. Bunda aydınlatma var... Ama yarıdan sonrası gene karanlık. Hoppala durumları.

Tünel sonrası oldukça kalabalık bir dinlenme tesisi/kompleksi geliyor. Amma da çok insan var ortalıkta. Etrafında dükkanlar falan, bayağı bir yer burası. Belki de fiyatlar daha makuldür. Bileydim burasını benzincide durmazdım.

Bir çeşme sağda, girip suyumu tazeliyorum. Böyle yol üstünde çeşme olan yerler çok rahat ettiriyor. Sular ısınıyor, soğuk su daha lezzetli içiliyor sıcakta. Canlılık katıyor.

TIR çok çalıştığından bu yolda dinlenme tesisleri de çok. Benzinci de var. [e] 40,5 km/09.03/%20 harcandı-2. 1325 m rakımdayım. 1500 metreye çıkacağım ama son derece yumuşak yediriyor, 22 kilometre içerisinde. Dolayısıyla rampalar mülayim, kasmıyor. Bitlis Çayı üzerinden sıkça geçen köprüler numaralanmış. 7’den başlayıp geriye doğru sayarak geçmekteyim. Ve üçüncü tünel, Deliktaş 1. Gittikçe uzamaktalar. Bu 642 metre. Bunun içi beyaz ışıkla aydınlatılmış. Ve dördüncü, Deliktaş 2, 458 m. Gene yarıya kadar ışıklı. Nedir bu, adetten midir?

Bitlis, Doğu’yu Güneydoğu’ya bağlayan doğal geçit. İki nehrin ortasındaki vadide kurulan şehir sonunda geliyor. Yazısı önünde çekilen foto ve şehir merkezine sapış. [e] 49,9 km/09.34/%40 harcandı-2. 1448 m R. Dış mahallesinden giriş yapıyorum. Yavaş yavaş çıkmaya devam ediyor yol. 

12 sene belki de daha fazla olmuştur, bir doğu gezisinde, rahmetli Uğur Beyin düzenlediği, otogarında kısa bir mola vermiştik. Şimdi hatırladım, burasıydı. Şu köprüyü ve kümbeti fotoğraflamıştım. Bugün bir restorasyon çalışması var yakındaki binalarda. İşçiler hemen beni fark ediyor sesleniyorlar. O günlerden tanıdılar mı acaba? J

Köprünün ve kümbetin fotosunu alıp devam ediyorum. Trafik sıkışmış, araçlar peş peşe sıralanmış, içlerinden geçmekteyim. Meğer iki araç tokuşmuş, onun derdindeler. Ben de erken çıktığımdan erken vardım Bitlis’e. Bir yerde durup çay içebilirim. Park etmiş iki araç arasında bulduğum boşluğa çekiyorum velespiti. Dükkan önünde oturan şu iki kişiye ÖE’nin yerini sorayım. Parkçı çocuk da lafa giriyor. 6 kilometre ilerideymiş. “Nasıl yani? Merkez dışı mı?” – “Evet, burası Eski Bitlis.” Şehir o yöne doğru genişlemekteymiş. İyi yani, sonra buraya nasıl geleceğim? Halk otobüsü deniliyor.

Beylerden biri dükkanın sahibi, kuruyemiş, peynir falan satmakta. Kapı önündeki taburelere yerleşiyorum. Yandaki kahveden gelen çaylar eşliğinde tanışıyor, sohbete başlıyoruz. Haliyle konu siyasete geliyor. Muhalifler. Burayı akepe almış. Hoppala! Almasa da kayyımla alıyorlar diyor. Geçen dönem kayyım varmış zaten. Bu adam İstanbul’u da almak isteyecek mi kayyımla?

ÖE’nin yolunu tutuyorum. Yokuş çıkılıyor. Yol çalışması yapılan bir bölüm geliyor, sulamışlar da, toz kalkmasın diye sanırım. Ancak tekere yapışan ıslak toprak, geçen araçlardan sıçrayan sular, dalgalı bozuk yol falan biraz sıkıntı yaratıyor. Hızla bu bölgeyi geride bırakma çabasındayım. 

Ve geldim apartmanların yükseldiği, binaların çoğaldığı, marketlerin, büfelerin, kafelerin, mağazaların çokça olduğu Yeni Bitlis’e. Vilayet, Adalet ve resmi yerler de burada. Genişçe bir bulvar.

ÖE gözüktü, solda hafif tepelek, kocaman bir bina. Kısa yokuşunu çıkıyor, velespiti önüne park edip resepsiyona gidiyorum. Yerim ayrılmıştı Canan Hanım tarafından. Kayıt alınıyor, 65- liradan gecesi (O.K.) İki gün için 306 No mekanım olacak. Sıra velespite yer bulmaya geliyor. Bir bey (sonradan Md. Yrd. Akın Bey olduğunu öğreniyorum) “kapı ağzında dursun, bir şey olmaz” diyor. İşte bu laf tepemi hep attırır. “Bu bisiklet kapı ağzında durmaz, içeriye girmesi lazım. Merdiven altı veya şu köşe.” Efendim; kirlenirmiş etraf, protokolmüş, zartmış zurtmuş. “Ne diyorsunuz siz, neyin kirlenmesi, ne protokolü? Lütuf yapar gibisiniz.” Biraz geriliyor ortam. Neyse sonunda arkaya getirin, kapıyı açayım orada içeride bir yere koyun oluyor. İyi kasıyor beni adam. Bir an için MEB’i arayıp şikayet etmek geçiyor kafamdan, sonra boş ver, hal oldu, iktir et diyorum.

306 öne bakan, düzgün bir oda. Yatakların birine eşyaları yayıyor, soyunup suyun altına giriyorum. Dün de banyo yap(a)mamıştım, sabah da tıraş olmamıştım, bu su iyi geldi. Sonra biraz uzanıp hafif kestiriyorum. 

Bitlis tarihi boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Adeta bir açık hava müzesini andıran kentin geçmişi yedi bin yıl öncesine kadar dayanmaktadır. MÖ 2000 yıllarında Hititlerin hâkimiyeti altına giren şehir sonrasında Asurlar ve Urartuların egemenliğinde uzun yıllar geçirmiştir. Urartuların varlığına son veren İskitler’den sonra kent Medler ve Lidyalılar arasında uzun savaşlara sahne olmuş, Medlerin hâkimiyetine girse de bu durum uzun sürmemiştir. Medlerden Perslere geçen Bitlis topraklarında MÖ 331 yılında Büyük İskender hüküm sürmüştür. Roma ve Bizans imparatorluklarından sonra Selçukluların Anadolu’yu fethetmeye başlamasıyla Bitlis de Türklerin hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ise 1514 yılında Bitlis’i topraklarına katmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında kısa bir dönem Çarlık Rusya’nın işgali altına giren Bitlis bu dönemde Anadolu’da işgal edilen kentler arasında özgürlüğüne kavuşan ilk kenttir. 8 Ağustos 1916 yılında Bitlis beş ay süren işgalden kurtulmuştur. Bitlis ismi Makedonya Kralı Büyük İskender’in kente kale yaptırttığı komutanlarından biri olan Bedlis’ten gelmiştir. 
Ulaşım bileti

2’yi geçe ayaklanıp merkeze gitmek üzere hazırlanıyorum. Ama öncesinde kafeteryada bir menemen+ayrana 8 lira ödeyip karnımı doyurdum. Bir şehri geçmişi ile tanımak istiyorsanız müzelerine gitmelisiniz. ÖE önünden geçen halk otobüsüne atlayıp 2,75’e merkeze doğru yol almaktayım. İlkin Etnografya Müzesi. Telefonla aramıştım sabah, açılmamıştı. Acaba kapalı mı? Değil. Telefonu bozuk, haberleri yok. Ücretsiz geziliyor. Bitlis yöresine ve tarihine özgü demir işçiliği, halı dokumacılığı, bastonculuk ve körükçülük gibi yöresel el zanaatları mankenlerle canlandırılmış, günlük yaşamdan eşyalar sergilenmekte. Adeta tarih sayfalarında geziniyor gibisiniz. Bitlis’in zengin tarihini ve yöresel güzelliklerini içinde barındıran müze görülmeye değer. Müze memuru bey ile bir çay eşliğinde kısa sohbetteyiz. Gezmek istediğim yerleri bir sıraya koyuyor. Kale 10 yıldır kazılıyormuş, girilemiyor. Ödenek yokluğundan yılda 1-2 ay ile bu iş olmuyor diyor. Bu müze binası eskiden Vali Konağı imiş. 2005 yılında müzeye dönüşmüş. Ahlat’a bağlılar. Müdürlük orada. Ahlat Müzesini de gelirken görmüştüm. Güzel bir düzenleme ve değerli eserler vardı.

Müze sonrası yürümeyi sürdürüyorum. Gökmeydan Camisi var sırada. Kitabesinde 1801, minare kitabesinde ise 1924 tarihleri kayıtlı. Sivri kemerli anıtsal birkaç kapısı var. Caminin kıbleye bakan dış yüzünde özenle işlenmiş mimari süslemeler göze çarpıyor. Minaresi çok kaliteli bir işçilik ile süslenip, üzerinde süsleme unsuru olarak geometrik motifler, minik rozetler kullanılmış. Dıştan ve içten fotoğraflıyorum. Cemaat namaz kılmakta. Makineyi sessize alıp işimi bitiriyorum.

Yürümeye devam, A101’den alınan bir buzlu çay ile. Sağımda Atatürk heykeli. Resepsiyondaki hanım burada İhlasiye Medresesi var demişti. Herhalde arkasındaki yapılardır. Evet, vatandaş da doğruluyor ve etrafını dönüp giriş yapıyorum. Keyifli bir kompleks. Selçuklular tarafından 1216 tarihinde yaptırılmış. Döneminin en önde gelen bilim merkezlerinden (günümüz üniversiteleri) biri konumunda. Kitabesine göre 1589 tarihinde Bitlis hanlarından 5. Şerefhan tarafından onarılmış. Mimari görünüş açısından klasik Selçuklu estetiğinin tüm özelliklerini taşıyan şaheserin içerisinde türbeler de var; Şerefhanoğulları’na ait Veli Şemsettin, Ziyaeddin Han, II. Şerefhan ve Üç Bacılar.

Bitlis’in ünlü kesme taşlarından yapılan tarihi İhlasiye Medresesi, Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmak üzere restore edilmiş ancak bugün Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün hizmet binası durumunda. Girdiğinizde memurlar ve büro tarzı suni deri koltuklar ile karşılaşıyorsunuz.

Medrese sonrası dik bir yokuşu inip sert bir virajı döndüğünüzde, merkezdeki çarşının hemen dik yamacında yer alan Bitlis Kalesi’nin eteklerine geliyorsunuz. MÖ 312 tarihinde Büyük İskender’in emri ile kumandanlarından Leys Bedlis tarafından inşa ettirilmiş. Muhteşem duruyor ama girilmiyor. Tepesinde çalışan birini görüyorum. Neden bazı bölümlerini ziyarete açmazlar ki! Kazı işi hayatta bitmez L
20. yy başlarında Bitlis

Kalealtı mahallesindeyim. Güzel bir uygulama gözüme çarpıyor; dükkanların isimleri aynı karakterle ve sade bir şekilde yazılmış. Bir ara Beyoğlu’nda da uygulanmıştı. Reklam panoları yok, görsel kirliliği kaldırmış oluyorlar böylelikle. Dikkatimi internet kafeleri, oyun salonları ve çayhanelerin bolluğu çekiyor. Bolca foto çekerek yürümekteyim. Beni gören bir grup laf atıyor. Define durumları yani. Bozmuyorum. – “Patlatacam akşam.” – “Geleyim” diyor J Gel desem gelir miydi?

Sodayla yürümeye devam. Bitlis Camileri içinde en eski olanı, 1153 tarihinde yapılan Ulucami’nin önündeyim. Selçukluların bölgedeki eserlerinden biri. Artuklu mimari tarzının ilk örneği. Ebu’l Muzaffer Muhammed tarafından yapılmış. Bu camiler hep hoşuma gider. Yalındırlar, ibadet dışında bir amacı yoktur. Süsleme sadedir. Dış görünüşündeki tek özellik kıble tarafında bulunan konik külahlı dış örtüsü ile camiden ayrı bir kule şeklinde yükselen minaresi. Kitabesinden anlaşıldığına göre minare 1492 yılında yapılmış. 

Bitlis’in her yerinden sular akıyor, faşur fuşur. Çay şehrin içinden akmakta. Çok güzel ama sokaklar pis, suların aktığı yerler pis. Çöpler her yerde L

1529 tarihli Şerefiye Camisi tadilatta. Giremedim. Bir iki yer daha var, onları da yarına bırakıyorum. Biraz uzaktalar, belki otobüsle giderim. Bir de Seyir Tepesi denilmişti. Nasıl gidilir, nerededir diye vatandaşın birine soruyorum. Ama duymamış. “Ya nasıl olur? ÖE’de fotoğrafını bile gösterdiler.” Bir yaşlı amca da dahil oluyor konuya. Yok orasıdır-yok burasıdır, bir yerler gösteriliyor-anlatılıyor. Ayaküstü sohbetteyim 2-3 kişiyle. Sıkıntısızlar, samimiler, hoşuma gidiyor bu halleri. Yardımcı olmak istiyorlar. Her yerde, doğunun her yerinde benzer davranışları gördüm. Meraklılar -kimsin, neredensin?- ve yardım severler. Buraya gelmeden oturduğum kahvede de yan masadaki, rençper olan kişi de aynı samimiyeti gösterdi. Hatta sigara sarayım mı sana diye teklif bile yaptı. İstanbul’da da artık çokça sigarasını saranı görmekteyim. Belki tiryakilikten belki de gelen zamlardan. Bitlis tütünü de meşhurdur. Hep yarıştırılır Adıyaman tütünüyle. Bitlis için “Altın sarısı, tel kadayıf şeklindedir, damarsızdır, bu yüzden pahalıdır, 5 kg yapraktan ancak 1 kg tütün yapılmaktadır...” denilmekte. İçmediğimden Adıyaman’la farkını bilemiyorum.

Neyse, ayaküstü sohbetin sonunda şu çıkıyor; Seyir Tepesi adı gibi tepelerde. Yürü yürü bitmez. Taksi tutacan! Burada da şehir içi fikis fiyat: 15 lira. Ben de bir durağa gidip taksiye atlayıp, git gel 15 liraya anlaşıp tepeye çıkıyorum. Bitlis ayaklarımın altında derler ya. Taksici Erhan Bey  bana göstere göstere çevreyi tanıtıyor. Orada bu, şurada bu var gibisinden. Haliyle buraya yatırım yapılmamasının derdi hepsinde. Çok ihmal etmiş devlet buraları. İster istemez göç veriyor. Çoğu da İstanbul’a geliyor. İstanbul’un çivisi çıkmış durumda. Türkiye’nin dört yanı İstanbul’da. Garip bir kimliğe bürünmüş!

Dikkat çekici bir şekilde bu bölge etten başka bir şey yemiyor. Her şeye et koyuyorlar, kurunun içine, hatta ekmeğin içine bile; etli ekmek. Menemene salam/sucuk. Sebze satılıyor ama onu da etli pişiriyorlar. Etsiz yemek yenmez, az koydun mu bunun eti nerede derlermiş. Etler de buzdolabında değil, dükkan önlerinde sallandırılıyor. Bir ara İstanbul’daki Siirt Pazarında da öyleydi. Şimdi bile halen var.

Hava hafiften kararmakta. Dönmeden aç gözlülük yapıp etsiz bir çiğ köfte alıyorum, Diyarbakırlı Çiğköfteci Ramazan Usta ve Baydur Tatlıcısı’ndan. Hazırlanışını anlatmayayım, eldivensiz L A101’den aldığım abur cuburlarla bindiğim halk otobüsüyle ÖE önüne gelip ince yokuşu çıkmaktayım. Nereden, niçin, nasıl aklıma geldi bilemiyorum; Merry Christmas Mr. Lawrence filmi. II. Dünya Savaşı sırasında bir Japon esir kampında geçen film, Japon subaylarla İngiliz esirler arasında yaşanan gerilim dolu günleri anlatır. Savaş karşıtı olduğu kadar insan ve toplum psikolojisinin derinlerine inen filmin kadrosunda David Bowie, Takeshi Kitano ve Ryuichi Sakamoto var. Ama sadece film değil, David Sylvian ile Ryuichi Sakamoto’nun birlikte icra ettikleri Forbidden Colours isimli parça kulaklarımda, kafamın içinde çalıyor.


Bitlis ÖE 0434-2267710














Baykan - Bitlis
Tur tarihi: 27 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 57,27 km
Ortalama hız: 17,3 km/sa
Bisiklete biniş süresi 3 sa 19 dk, dışarıda geçen süre 5 sa
En yüksek sıcaklık 36 ˚C, en düşük 20 ˚C, ortalama 26,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1453 m, kaybı (iniş) 439 m
En düşük irtifa 711 m, en yüksek 1730 m

Garmin yol bilgileri Baykan-Bitlis

Relive yol bilgileri Baykan-Bitlis




Baykan’dan ayrılışım 06.15

Hava tabii bu saatte çok keyifli. Sabahın serinliği

4 km sonra ilçe çıkışında, sözünü ettikleri Kent Ormanı
 geliyor. Mesire yeri. Masalar falan konulmuş

Sağımdan Bitlis Çayı bana doğru büyük bir coşkuyla
 akmakta. Burası (bölge) güzel, yeşillik, ormanlık, çamlar
 tepelerde. Buraya gelene kadar kıraçtı çoğu yer

Sağımda iki eski taş köprü, onarmışlar, çevre düzenlemesi de
 yapılmakta. Bu, tarihi Çarpıran (Dört Ulular) Köprüsü


8. km’de tırmanış başlıyor, 769 m’den. Yol
 tek şerit. TIR trafiği de var


Dün de görmüştüm, tarım makinaları


İleride görünen korucu kulübesi olmalı



Yeni yolu yapmışlar ama daha açılmamış. Bir viyadük var,
 hemen altında minik bir taş köprü. Çok da şirin bir şey

Burada yol zaman zaman bölünmüş oluyor

Sağdaki dinlenme tesisine giriyorum, İpek Yolu

2 genç tesise bakmakta. Önünde 2 TIR dinlenme halinde

Yol bir müddet sonra tekrar tek şerit oluyor. Bölüm bölüm
 yapmışlar. Eski yolu yamaçların kıyısından döşemişler. Teknoloji
 gelişince viyadükle geçiveriyorlar şimdi boşlukları. Burada da
 viyadüklerin bacakları yapılmış. Yollara sıra gelmiş

Bir benzinci geliyor, Lükss (nasıl isim ama?). Bunu da ilk görüyorum

Şimdi bir tünel görünüyor önümde. Yol bundan
 sonra Bitlis’e kadar böyle olduğu söylenmişti

TIR çok çalıştığından bu yolda dinlenme
 tesisleri de çok. Benzinci de var

Bir tünel daha

Tünel sonrası oldukça kalabalık bir dinlenme
 tesisi/kompleksi geliyor

Amma da çok insan var ortalıkta. Etrafında
 dükkanlar falan, bayağı bir yer burası




Burasını Ruhat ve Serhat’a sormalı J

Bir çeşme sağda, girip suyumu tazeliyorum. Böyle yol üstünde
 çeşme olan yerler çok rahat ettiriyor. Sular ısınıyor, soğuk su
 daha lezzetli içiliyor sıcakta. Canlılık katıyor

Çok güzel bir coğrafya ama burası, Baykan-Bitlis arası. Ağaçlar,
 yeşil etraf... Ancak yoğun bir trafiği var. Herhalde bu Bitlis-Siirt
 yolu olduğundan, Doğu Anadolu’yu İran’a bağlayan. Ama coğrafya
 gerçekten keyifli. Bitlis çayı kenardan akıyor, meşe ormanı etrafı
 kaplamış, Tandır dağı ile Bitlis dağlarının arasından sürüyor...


Ve 3. tünel, Deliktaş 1

Bitlis, Doğu’yu Güneydoğu’ya bağlayan doğal geçit. 2 nehrin
 ortasındaki vadide kurulan şehir sonunda geliyor



Dış mahallesinden giriş yapıyorum. Yavaş
yavaş çıkmaya devam ediyor yol

Otel Öz Çavuşoğlu 


12 sene belki de daha fazla olmuştur, bir doğu gezisinde
 otogarında kısa bir mola vermiştik. Şimdi hatırladım, burasıydı.
 Şu köprüyü ve kümbeti fotoğraflamıştım



Köprünün ve kümbetin fotosunu alıp devam...


Bitlis’in içinden geçerek ÖE’nin yolunu tutuyorum






Ve geldim apartmanların yükseldiği, binaların çoğaldığı, marketlerin,
 büfelerin, kafelerin, mağazaların çokça olduğu Yeni Bitlis’e

Vilayet, Adalet ve resmi yerler de burada...

 Genişçe bir bulvar



ÖE gözüktü, solda hafif tepelek, kocaman bir bina


Bitlis ÖE




Bitlis ÖE kafeteryası

Etnografya Müzesi yanı

Peşkirler

Taş işçiliği



Bastonlar

Demircilik ve Bakırcılık

Bitlis’in ileri gelenine ait bir ev(miş)


Gökmeydan Camisi

Minaresi çok kaliteli bir işçilik ile süslenip, üzerinde süsleme
 unsuru olarak geometrik motifler, minik rozetler kullanılmış

Kitabesinde 1801, minare kitabesinde ise 1924 tarihleri kayıtlı



İhlasiye Medresesi


Veli Şemsettin Türbesi


İhlasiye Medresesi

II. Şerefhan’ın kızlarına ait türbe. Yaklaşık 15. yy’ın 2. yarısı

II. Şerefhan Türbesi



İhlasiye Medresesi

İhlasiye Medresesi içi

Şerefhan ailesine ait




Bu küp evler çok güzel


Medrese sonrası dik bir yokuşu inip sert bir virajı döndüğünüzde,
 merkezdeki çarşının hemen dik yamacında yer alan
 Bitlis Kalesi’nin eteklerine geliyorsunuz

MÖ 312 tarihinde Büyük İskender’in emri ile
 kumandanlarından Leys Bedlis tarafından inşa
 ettirilmiş. Muhteşem duruyor ama girilmiyor




Kalealtı mahallesindeyim. Güzel bir uygulama gözüme çarpıyor;
 dükkanların isimleri aynı karakterle ve sade bir şekilde yazılmış




Dikkatimi internet kafeleri, oyun salonları ve çayhanelerin
 bolluğu çekiyor. Bolca foto çekerek yürümekteyim

Zabıta ve Trafik Amirliği

1153 tarihinde yapılan Ulucami’nin önündeyim


Ulucami Selçukluların bölgedeki eserlerinden biri. Artuklu mimari
 tarzının ilk örneği. Ebu’l Muzaffer Muhammed tarafından yapılmış


Bu camiler hep hoşuma gider. Yalındırlar, ibadet
 dışında bir amacı yoktur. Süsleme sadedir


Dış görünüşündeki tek özellik kıble tarafında
 bulunan konik külahlı dış örtüsü ile camiden
 ayrı bir kule şeklinde yükselen minaresi.
 Kitabesinden anlaşıldığına göre
 minare 1492 yılında yapılmış


Dikkat çekici bir şekilde bu bölge etten başka bir şey
 yemiyor. Her şeye et koyuyorlar, kurunun içine, hatta
 ekmeğin içine bile; etli ekmek


Sokak aralarından meydanlara oradan tekrar
 sokak aralarına... şeklinde yürüyorum



1529 tarihli Şerefiye Camisi tadilatta. Giremedim


Bitlis’in her yerinden sular akıyor, faşur fuşur. Çay şehrin
 içinden akmakta. Çok güzel ama sokaklar pis, suların
 aktığı yerler pis. Çöpler her yerde L




Oralarda mevsim yaz mı

Bu nağmeler saz mı caz mı

Taksiye atlayıp, git gel 15 liraya anlaşıp tepeye çıkıyorum.
 Bitlis ayaklarımın altında derler ya... Kaleyi
 buradan görmek daha da keyifli



Hava hafiften kararmakta. Dönmeden aç gözlülük yapıp
 etsiz bir çiğ köfte alıyorum, Diyarbakırlı Çiğköfteci
 Ramazan Usta ve Baydur Tatlıcısı’ndan. Hazırlanışını
 anlatmayayım, eldivensiz 
L



































24. gün (devamı) Bitlis II– 22. gün (öncesi) Siirt-Baykan






[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km