17 Temmuz 2013

Poyraz - AnadoluFeneri, Bir Güzelliğin Katliamı

Garipçe’yi görmüş, yapılan katliamın karşısında çaresizlikten kahrolmuştuk. Poyraz da aynı vahşetten nasibini alıyor. Bir daha göremeyeceğimiz güzelliklere veda etmek üzere gezimizi bu bölgeye yaptık.

Sabah 9, Beşiktaş’tan Serhan ve Emre ile Sarıyer’e pedal basmaya başlıyoruz. 10.30’da Poyraz’a kalkacak gemiye yetişmek üzere.

Yolumuz sabah keyfîyle geçiyor. Çok sayıda bisikletçi de bizim gibi düşünmüş ve erkenden yollara çıkmış. Tekli çiftli gruplar halinde.

Dalıp giderim bisikletin üstünde. Bu şehirde yaşanmış olanları düşünürüm. Zaman içinde yolculuk olabilse. Bisikletle eskilere doğru gidebilsek... hangi zamanda olmak istersiniz? Okumuştum, İstanbul'un pek çok dilde farklı isimleri var. Grekçe: Vizantion. Latince: Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma. Rumca: Konstantinopolis, İstinpolin, Megali Polis, Kalipolis. Slavca: Çargrad,Konstantingrad. Vikingçe: Miklagord. Ermenice: Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli. Arapça: Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma. Selçuklular zamanında: Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul. Osmanlıca: Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, İstanbul, İslambol, Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet.  

Boğaz’da da ters rüzgar olmazsa şaşarım. Ne zaman Bebek’ten geçsem Mısır Konsolosluğu’na kadar zorlanırım. Binaların araya girmesiyle biraz hafiflese de sonra gene sertleşir. Bugün de aynen öyle oluyor. Ama Sarıyer’e 1 saatte varıyoruz. Kalkışa zaman var. Kahvaltıyı Poyraz’da yapacağız. Orada bir şey bulamayız, üstelik de Ramazan, şuradan biraz börek fikri kabul görüyor. Hünkar’dan alınan 1 kg su böreği Emre’nin çantasında yer buluyor.

Sarıyer: Zamanında burada bulunan bir mezar yüzünden Mezar-Burnu denilmiş. Bu ad Sarıyer’in iskelesi olan Mesar’a çevrilmiş. Adını sınırları içerisinde gömülü "Sarı Baba" adında birinden aldığı söylentisi de var. Ancak semt eski eserlerde hep Sarıyer olarak geçmiş. Bu da bakır kapsayan ve sarı renkli görüntüye sahip bir yerin Sarı-Yar olarak anılmaya başlandığına ve zaman içerisinde Sarıyer biçimini aldığına bir gösterge olarak algılanmış.
Kaynak Emlakjet

Kalkışa çok var, bisileri duvara dayayıp bekleme salonunda zaman öldürüyoruz. Emre’den gazetecilik maceralarını dinlemek her zaman heyecan veriyor. Ne çok şey yaşamış şu Gezi olaylarında.

Yarım saatlik deniz yolculuğundan sonra Poyraz limanındayız. Seyir sırasında iki yakadaki köprü inşaatına yakından tanık oluyoruz. Hummalı bir çalışma sürüyor. 1,5 milyon ağaç kesileceğini okudum. İstanbul'un akciğerleri olan kuzeydeki ormanlar yok olacak. Bir gecede, açılış için asfalt döktüklerini söylüyor Serhan. Bile bile yok ediyorlar!

Ramazan nedeniyle kalabalık yok. Ortalık sakin. Lokantalardan bize “Buyrun, kahvaltımız da var” davetleri. Şöyle bir sahilin ucuna kadar basıp yukarıdaki çayhaneye yerleşmek üzere dönüp duvara vuruyoruz bisikletleri. 126 m’lik kısa rampa 33 m yüksekliğe çıkaracak. %23’ü görüyoruz tepesinde. Bacaklarının kesildiğini, tir tir titrediğini hissediyorsun. Tepe gözünün önünde ama ulaşmak için S çizmek bile fayda etmiyor. Burnu havaya kalkmasın diye tüm ağırlığını öne vermen gerek.

Neyse çay servisi var. Şöyle manzaralı masada yerimizi alıp gazete kağıdından örtümüze kahvaltılıklarımızı seriyoruz. Çay-ayran eşliğinde bir güzel dalıyoruz böreğin içine. Burası güzel bir yer, tepeden tüm liman görülüyor. Diğer kahve dışarıdan yiyecek getirilmesine izin vermiyor. Aşağıda bir uşak teknesini tamir etmekte. Kullandığı aletin çıkardığı ses kafa ütülüyor. Pazar pazar da olur mu?! Bunların pazarı yok diyor Serhan. Daim çalışırlar.

Muhtarlığın sitesinde Poyrazköy’le ilgili bilgi şöyle başlamış: Cumhuriyetten önceki tarih kesin olmamakla birlikte Boğazlar Gümrük Müdürü İshak Ağa’nın kayıtlarına göre; önceleri Cenevizliler oturmuş bu köyde, daha sonra da Bizanslılar. Burada yaşayanlar balıkçılık ve bağcılık yaparak geçinmişler. İshak Ağa kayıtlarında 1840'larda köyde 16 hane ve 64 insan yaşamaktaymış. Çoğunluğu Rum kökenli olmakla birlikte içlerinde bir kaç tane de Türk varmış. Aralarından biri resmi imam Mustafa Süer Poyrazköy’e bağlı Filburnu’nda askeri taburmuş. Bu tarihten itibaren Karadeniz kökenli vatandaşların köye yerleşerek çoğalmasıyla az sayıdaki Rum kökenliler köyü terk etmişler.
Tarihi itibariyle Poyraz kalesi, gözetleme kulesi, şimdiki camisi (tadilat görmüş) ve çeşmesi Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı Cevdet Paşa “Osmanlı Devleti’nin 1774′ten sonra tarihini yazmakla görevli devlet adamı” kayıtlarına göre 1. Abdülhamid döneminde 1774 yılında Kaptan-ı Deryalığa atanan Cezayirli Hasan Paşa tarafından 1778 yıllarında Fransız mimar Baron de Tott’a yaptırılmış.
Kalesiyle, boğazların kontrolünü sağlamak, kulesiyle boğazlara giren çıkanı gözetlemek, camisiyle askerlerin dini vecibelerin yerine getirilmesini sağlamak, çeşmesiyle de burada bulunan askeri taburun temel ihtiyaçlarını karşılamak amaçlanmış.
Halihazırda bu tarihi kale metruk vaziyette olup halkın ziyaretine kapalı.

İlginç bir durum ise burada bulunan 3 plajdan birisinin sadece ‘kadınlara mahsus’ olması. Plajın güvenli olduğu vurgulanıyor. Karadenizli hemşerilerimizin aklı çok olunca işler de böyle oluyor, anlaşılan!
1 saatten fazla zaman geçirdiğimiz kahvenin kedileri etrafımızda. Börek kokusu onlara da cazip gelmiş. Biri Firuzan’ın önünde, diğeri Emre’nin kucağında. Rahatı öyle de yerinde ki uyumaya başladı bile. Kahveci “alıştırmayın, sonra masalara dadanıyorlar” diye şikayet ediyor.
Çay-ayran aynı fiyat, birer buçuk lira. Hesabımızı ödeyip, ihtiyaçları giderip fenere gitmek üzere ayrılıyoruz. Gene bir rampa. Bir yere kadar itip sonra biniyorum. Serhan da peşimde. Emre ve Firu pedalla çıkıyorlar.


















Ramazanın sakinliği de bir başka güzel. Fazla kimse yok dolanan. Normalde pazar ana baba günü olurdu buraları.

Yolu yeni asfaltlamışlar, genişlemiş de. Çok keyifli bir bölge burası. Sağınızda boğaz, solunuz orman. Böğürtlenler olmak üzere. Hatta bazılarını tadıyoruz bile. Tepeye ulaşıp kavşaktan sola Anadolu Feneri’ne dönüyoruz. Yol hafifliyor, hatta inmeye başlıyor. Kaymak asfaltın üzerinde bıraktık bisikletleri yer çekimine. İşte bu güzelliğin içine hançer gibi saplanmış köprü inşaatının tepesinden geçiyoruz. Ağaçlar kesilmiş, sanki saç kıran gibi ortalık kelleşmiş. İleri geri çalışan iş makinesinin düdüğü duyuluyor. Çalıların arasından sarı rengini görebiliyorum. Kesilmiş ağaçları yana çekiyor. Bir kamyon doldurmuş kasasını ilerlemekte. Facia bir durum. Gelin de görün. 1 yıl sonra buradan geçemeyeceksiniz. Son şansınız!

AnadoluFeneri’nde su borusu döşenmekte. Köy meydanı kazılmış, kepçe kamyona hafriyat yüklemekte. Toz toprak ortalık. Bir de gürültü.

Fenere çıkmak için bisikletleri cami duvarına dayadık. Derken bir salak şoförün 2 kediyi ezip geçtiğini görmek herkesi üzüyor. Bir aptal da çıkıp “bunlardan çok var” demez mi?!!! Senden de çok var...

Anadolu Feneri, sabit silindir kristalinin içindeki 1000 w’lık ampul, kristalin çevresinde elektrik motoruyla dönen bir paravan sayesinde yanıp sönüyor, elektrik kesintilerinde bütangaz ile desteklenir. İlk günkü gibi korunan ve açık havalarda 16 deniz mili açıklığı görebilen fener, İstanbul'un Karadeniz'e açılan kapılarından birinde Karadeniz'den gelip Boğaz'a girecek gemilere rehberlik eder.

Fener ilk olarak 1834 yılında kurulmuş. Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin boğazın ve Karadeniz’in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener 15 Mayıs 1856'de Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlanmış. 1933'de Fransızlara verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edilmiş ve tamamen Türklere geçmiş.

Beyaz taştan yapılmış fenerin boyu 20 metredir. Yalnızca Beykoz'a dönük yüzünün dar kısmı karanlıkta kalır. Anadolu feneri orijinal halini koruyan nadir fenerlerden biri. Bir tek fenerin kristalini döndüren motor ve ampul sonradan eklenmiş. Denizden 75 m yükseklikteki fener, saniyede bir beyaz ışık veriyor, 18 saniye bekliyor.
Kaynak Vikipedi

O dev fenerin gölgesinde boğazı izlemek, gelip geçen gemilere bakmak bizi dinlendiriyor. Neredeyse rehavet çökecek. Ama midelerde başlayan hareketlilik bizi kalanları yemeye yöneltiyor. Köy meydanındaki kahveye yerleşiyoruz. Çay-soda eşliğinde kalanları afiyetle indiriyoruz. Burada da her şey aynı fiyat, 1,5 TL. Anlaşılan bölge anlaşmış bu konuda.

Boru çalışması nedeniyle WC’de su akmıyor. Tek yer köyün meydan çeşmesi. Yüzümüzü gözümüzü yıkayıp, suları da tazeleyip dönüş yoluna giriyoruz. İstikamet Kaynarca.

Buraları tam bisikletlik. Yeşilliklerin içinden giden yolun sağında solunda tek tür evler, piknik alanları. Arada geçen belediye otobüsü. Havası sıcak ama. Güneş altında terletiyor.

Kaynarca sonrası yol bir çatala geliyor. Soldan M.Şevketpaşa yönüne. Sağdansa Beykoz. Daha önce soldan gitmiştim, 2 tane sıkı rampa olduğunu biliyorum. Dedim ki arkadaşlara sağda rampa yok. Onay gördü ve sağdan devam ettik pedallamaya. Ama burada da varmış. Şöyle 3 km kadar çıktık. Tek iyi yanı ağaçların verdiği gölgeden tırmanmak. Güneşten kurtulduk. Ama ona rağmen alnımdan damla damla ter aktı. Bir de acı oluyor, gözünü yakıyor adamın.

Tepenin ardından güzel bir inişle Dereseki’ne geliyoruz. Soldaki çeşmede suyumuzu doldururken, bir gençle kurulan ahbaplıkta Muğla’da çekilen bir cin filmi için Bülent Bey’in evini kullandıklarını öğrenmek, bize dünyanın ne kadar küçük olduğunu tekrar gösteriyor.

Beykoz: Beykoz İstanbul’un fethinden çok önce 1402 yıllarında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılıyor. Bundan sonra Amikos olan adı Beykoz'a dönüştürülüyor. Kocaeli beylerinin ikametgahına ayrılan Beykoz; “Bey” hecesini bu yöneticilerden, “Koz” hecesini de Farsçada köy anlamına gelen “Koz” kelimesinden almıştır. Beylerin Köyü, Beykoz. 
Kaynak Emlakjet

Yolun sonrası malum; Akbaba-Beykoz ve Üsküdar’a kadar giden sahil yolu. Boğazın trafiğinde yapılan slalomlar. Araba araba, bitmiyor. Küçük bir bank molası dışında söktük seleleri bastık pedallara. Arkadaşlar Beşiktaş’a geçmek üzere Üsküdar’da ayrıldılar. Bizse bu sefer Kadıköy’e girmeden FB stadının arkasından sürüyoruz bisikletleri.





























Poyraz – AnadoluFeneri Turu

Rota: [Kızıltoprak-Kadıköy-Beşiktaş]-Beşiktaş-Sarıyer-(gemi) Poyraz-Anadolu Feneri-Kaynarca-Dereseki-Akbaba-Beykoz-Üsküdar-[Kadıköy-Kızıltoprak]

Tur tarihi: 14 Temmuz 2013
Kat edilen mesafe: 78,30 km.
Ortalama hız: 15,4 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 4 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 57 dk. 
En yüksek sıcaklık 34 ˚C, en düşük 25 ˚C, ortalama 29,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1608 m, kaybı (iniş) 1608 m.

Garmin bilgileri Poyraz-Anadolufeneri
Foto katkıları için Emre’ye teşekkürler.