2 Ağustos 2009

Haydi kalkıyor... Poyraz bir iki

Yaz tarifesine geçilmesiyle Sarıyer’den Poyraz’a motor seferleri de başlamış oldu. Daha önce birkaç kez bu yoldan Poyraz’a ve Anadolufeneri’ne gitmiştim. Çok rahat ve keyiflidir. Aynı geziyi Pazar günü (12.07.09) yapmak üzere İlhan, Esin, Mehmet, Toygar (AltınPedallar'la ilk gezisiydi) ve Fahri’yle Firuzan ve ben Beşiktaş’ta buluştuk. Motor saatini bu sene 15 dk ileriye almışlar, 9’da kalkacaktı. Kadıköy’den geçenler 7:15 ile hareket edince Barbaros heykelindeki buluşma saatini 7:40 olarak belirledik. Herkes saatinde gelince hareket etmemiz çok zaman almadı ve 7:50 gibi pedalları döndürmeye başladık. Tabii öncesinde ilk grup resmimizi çektirmeyi ihmal etmedik. Ne kadar zaman alacağını bilmediğimizden biraz tempolu gidelim dedik. Ama vardığımızda gördük ki sabah trafiğinde rahat ilerleniyor ve 1 saat yetiyor 20 km’yi almak için.




Günlerdir sağnak yağacak haberleri dolaşıyordu, biz de acaba nasıl olacak tereddütü içinde çıktık yola. Kimi rapor yok diyordu, kimi var (gerçi yağmadı neticede). Firuzan’ın başı çektiği, zaman zaman Fahri’ye devrettiği tavşanlık göreviyle, yolumuzda ilerledik ve kalkışa 10 dk kala iskeleye vardık (8:50 / 23,9.km). Sabah sabah bizim dışımızda pek çok bisikletli daha yollardaydı. Kimi yol, kimi tur bisikletleriyle.

Az bekledikten sonra motor karşıdan çıkageldi. Ön tarafına özenle bisikletlerimizi yerleştirdik ve de bağladık birbirine. Böylecene daha sağlam oldu. Sonra üst güverteye çıkıp 35 dk’lık yolculuğun tadına varmak için yerlerimizi aldık. Hava serinceydi, üşüyenimiz bile oldu. Esin daha kalın birşeyler giyme gereğini gördü, Firuzan da. Tellibaba yakınlarında bir hummalı çalışma vardı. Ne yapıyorlardı acaba? Ciddi bir beton perde duvar hazırlanmış, kıyıya beton dökülmüştü. Pek anlayamadık ama yakında öğreneceğiz herhalde. Boğaz kıyısında yeni bir imara izin verilmiyordu diye biliyorum. Burası nasıl böyle ilerliyordu acaba. Mutlaka gene ayrıcalıklı bir siyasinin işidir. Bitmedi bu rant kavgası. Şimdi de gene 3. köprüyü gündeme sokmaya çalışıyorlar. Altını çize çize söylediler. Trafik sorununa köprüyle çözüm bulamassınız, geçici bir rahatlama sonrasında gene aynı duruma, hatta daha beterine dönersiniz diye. Ama... aması bu işteki büyük rant. İktidar yanlılarının ceplerine para akıtmak. Raylı sistem ve denizden taşımacılık dışında hiçbir yolun İstanbula yararı yok. Şimdi tünelleri açınca görün trafik ne hale gelecek. Dolmabahçe’ye tünelden gelecek araçlar zaten dar olan kavşağa yığılınca bakalım belediye reisinin yüzü ne olacak? Sarayın önünün açılması, ferahlatılması gerekirken ısrarla araçları buraya kaydırmaya çalışıyorlar. Gene bir deve misali.

Poyraz köye varıp önce kısa bir tur attıktan sonra (ilk defa bir taksicinin “dikkat bisikletli” dediğine tanık oldum ve çok duygulandım) tepedeki 2 çayhaneye çıkmak üzere rampaya kendimizi vurduk. Biliyorum önceden burasını, hafiften başlayıp dimdik olur. Uzun değildir ama keser adamın bacaklarını. Tepede 2 çayhane vardır. Uçdaki geçen seneden itibaren kahvaltı vermeye başladı. Yani beraberindekini yiyemiyorsun. Tek tük müşterisi var. Ama diğerinde herkes masalara yayılmış, kahvaltısını ediyor, çayını içiyor. Yani daha bize göre bir yer. Elbette biz de yanımızdakileri rahatça yiyebilmek için burasını tercih ettik (10:00). Yanında kumanyası olmayanlar buradaki bakkaldan poğaca aldılar. İlhan beraberindeki köfteler için fırından taptaze bir ekmek aldı. Yani herkes kenarından bir parça koparınca hemencecik ekmek toz oldu. Burada çay, soda ve su hepsi aynı fiyat: 75 Krş. Yedik içtik, sohbet ettik, kedileri besledik (3 tane minik-haftalık kedi yavruları çok ilgi topladı. Esin ve Firuzan sütü sulandırıp önlerine koyunca ayaklarıyla girip yaladılar) ve 1 saatin geçtiğini Fahri’nin kalk borusuyla fark ettik.



 


 




Kuruluş tarihi altı yüzyıl öncesine kadar giden Poyrazköy’e ilk yerleşenlerin Cenevizlilerin olduğu tahmin edilmektedir. Köye daha sonra Bizanslılar gelip yerleşmiş ancak köyün Osmanlı hâkimiyetine geçmesinin ardından Trabzon ve Rize’den getirtilen insanlarla birlikte çehresi değişmiştir.

Köyün kuzey doğusunda, boğaz girişine hâkim bir yerde bulunan gözetleme kulesi, ünlü Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı Cevdet Paşa’nın kayıtlarına göre 1778’den sonra Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa tarafından Fransız mimar Baron de Tott’a yaptırılmıştır. Bu gözetleme kulesinin giriş kapısının sağında ve solunda personelin kalması için inşa edilen mahzen girişleri oldukça özgün bir karakter arz etmektedir.

Köyde bulunan Poyraz Kalesi de yine aynı dönemlere aittir. Kara kısmından çok az bir bölümü görülebilen kale askeri amaçlar için kullanılmıştır. Rumeli yakasında, Poyraz Kalesi’nin hemen karşısında Garipçe Kalesi bulunmaktadır.

Eşsiz sahili ile nefes kesen bir manzaraya sahip olan Poyrazköy, birbirinden hünerli balıkçı lokantaları ile ünlüdür.
Toparlandık ve yola çıkmak üzere yokuşun başına geldik. Kimimiz ayaklarının gücünü kimimiz de kollarının gücünü kullanarak üstteki meydana kadar çıktık (yolda patlamış su borusunun suladığı alanı dikkatlice geçerek). Buradan artık hep beraber binildi ve Anadolufeneri’ne doğru hareket edildi. Yol çok keyifli, ormanlık arazi içinden geçen, sağında denizi gördüğün rahat bir asfalt. Kısa çıkışlar olsa da çok yorucu değil. 3 yol ağzındaki trafoda bir kısa mola verip sola A.Feneri’ne döndük (11:30 / 27,5.km). Yavaş yavaş süzülerek orman yolunun içinden A.Feneri’ne vardık. Girmeden bir toplu resim daha alırken, Mehmet de matarasını doldurdu mezarlıktaki hayrattan. Mezarlık taşlarının üzerindeki isimler Firuzan ve Esin’in dikkatini çekmişti, çekmeyecek gibi de değildi.



 

 


 


 




 
 

 

Köy meydanındaki çeşmede Toygar ve Mehmet serinlemeye çalıştılar. Sonra da otobüs son durağının yanındaki tek bakkaldan biraz yiyecek-içecek alarak (çeyrek ekmek arası kaşar+domates suyu) fenerin dibinde bisikletleri birbirine bağlayıp (12:10 / 33,8.km) demir merdivenden tırmanıp (Firuzan önden hareket ettiğinden bisikleti çıkartmıştı bile) müthiş bir manzarayla karşılaştık. Boğaz ayağınızın altında. Her iki yöne doğru ufkunuz apaçık. Hele fenerin yanındaki evin teras bahçesi olağanüstü güzel bir konumdaydı.

 





 

 

Anadolu Feneri, İstanbul’un Asya yakasında İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'le birleştiği kuzey ucunda Yon (Hrom) Burnu üzerinde bulunan deniz feneridir. Karşısındaki Rumeli Feneri'nden 2 deniz mili uzaktadır. Fenerin bulunduğu köy de aynı isimle (Anadolufeneri) adlandırılır.
Anadolu Feneri, sabit silindir kristalinin içindeki 1000 watlık ampul, kristalin çevresinde elektrik motoruyla dönen bir paravan sayesinde yanıp sönüyor, elektrik kesintilerinde bütangaz ile desteklenir. İlk günkü gibi korunan ve açık havalarda 16 deniz mili açıklığı görebilen fener, İstanbul'un Karadeniz'e açılan kapılarından birinde Karadeniz'den gelip Boğaz'a girecek gemilere rehberlik eder.
Bulunduğu köye de adını veren fener ilk olarak 1834 yılında kurulmuş. Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin boğazın ve karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener 15 Mayıs 1856’de Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlanmış. 1933'de Fransızlara verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edilmiş ve tamamen Türklere geçmiş.
Beyaz taştan yapılmış fenerin boyu 20 metredir. Yanlızca Beykoz'a dönük yüzünün dar kısmı karanlıkta kalır. Anadolu feneri orijinal halini koruyan nadir fenerlerden biri. Bir tek fenerin kristalini döndüren motor ve ampul sonradan eklenmiş. Denizden 75 m yükseklikteki fener, saniyede bir beyaz ışık veriyor, 18 saniye bekliyor.

Hemen fenerin dibindeki gölgeye yerleşildi. Kimi oturdu, kimi uzandı kimi bankları tercih etti. Öyle bir yayıldık ki miskinlikten kısa bir uyku bile çektik. Hava çok da sıcak değildi, belki de iyiydi ama üşüyenimiz bile oldu. Firuzan kendini güneşe çıkardı. İlhan ayakkabıları çıkartıp uzandı. Mehmet manzarının büyüsüne kapılıp romantik duygularını besledi (bu arada t-shirt değiştirmeyi de ihmal etmedi). Fahri aşka gelip memleket havalarını söylemeye başladı. Toygar da her yönüyle buranın tadına varmak için gezindi durdu. Bense notlarımı ve fotograflarımı toparladım. Yani kısacası hepimiz çok mutluyduk burada olmaktan. Ama olunmayacak gibi de değil, çünkü bizden sonra gelenler de hep aynı duygular içinde olduklarını sık sık ifade ettiler. Bu arada 2 yaşında bir köpeğiyle gelen çiftin elindeki İkea marka siyah ayakkabı çekeceği dikkatimizi çekti. Bu neden yanlarında olabilirdi acaba? Bunun üzerine her birimiz fikir yürütmeye başladık. Kimimiz alışverişi yeni yapmışlar, ellerinden bırakamıyorlar dedi. Kimimiz terliklerini giyerken çekecek ihtiyacı için dedi. Kimimiz daha da ileriye götürüp MS fantazileri üretti ama sorduğumuzda köpeği diğer köpeklerden korumak için taşıdıklarını öğrendik :) Hepimiz yanılmıştık tahminde.
Ehh yanımızdakileri de yiyip-içtikten sonra daha fazla mayışmayalım diye yavaştan harekete geçmeye başladık (13:45). Önce bisikletler çözüldü (bu ara camiiden çıkan cemaat de fazlalaşan 34 plakalı araçlar karşısında artık Fenerin de tahammül edilemeyecek kadar dolduğundan yakınıyordu) ve bakkaldan su falan ve diğer ihtiyaçlar giderildi. Sonra da Kaynarca yönüne doğru saparak askeriyenin önünden geçip dar yollardan keyifle ilerlerken birden Toygar’dan lastik patlağı anonsu geldi (14:00 / 36.km). Evet bir patlağımız vardı. Haydi bakalım iş başına diyerek ameliyata geçildi. El birliğiyle, özellikle de Fahri’nin becerisiyle (bazı anahtarlar eksikti. Mutlaka yanınızda her işe uygun alet edavat bulundurmak gerek) tekrar yola çıkmaya hazır hale geldi bisiklet. Bu arada fark edildi ki Mehmet heyecandan t-shirt’ünü fenerde unutmuştu. Artık tekrar yokuşu geri çıkmak istemediğinden fenerciye armağan etti.

Kaynarca’dan geçip 3 yol ağzından sola saptık (Kavacık yönüne doğru). Hafif hafif çıkarken gene Toygar’dan dur sesiyle aynı lastiğin tekrar patladığını öğrendik (14:45 / 38.km). Hoppala, nesi vardı bunun. İyicene de içi dışı incelenmiş, hiçbir şey bulunmamıştı. Gene aynı operasyonu çekip biraz temenniyle yola koyulduk (bu sefer tuttu). Bu arada Mete (kaptan) da aradı ve bizi Görele’de beklediğini söyledi.






 

Zerzevatçı’ya kadar yollarda çıkışlar ve inişler vardı. Çok uzun olmasa da güzel rampalar bizi bekliyordu. Sesimizi yükseltmeden uslu uslu buraları tırmanıp Riva otoyolu’na çıkıp sağa saparak (yani İstanbul yönü-Kavacık)) yoldaki mısırçıdan 2 liradan (biraz koydu ama. Adapazarı’nınmış dediğine göre. Diğerleri eski mısırmış-1,5 liraya satılan! İnanmış gibi göründük) mısır yiyerek ve yolda yarının bisikletcileriyle sohbet ederek-birlikte pedallayarak camiden sola M.Şevketpaşa yönüne saptık. 





Sonra artık Zerzevatçı-Acarlar sapağından sağa. Zerzevatçı’yi da geride bırakarak Polonezköy yönüne girdik. Daha sonra ise tekrar Kavacık tarafına donüp Görele’ye geldik. Açıkmış olanlar kendilerini hemen pideciye attılar (pideler de pek nefis görünüyordu-yemediğime pişmanım). Çaylar eşliğinde ve Mete’nin gelmesiyle sohbet bisiklet ve ona ilişkin konularla sürüp gitti. Bu arada Mehmet ise Mete’den vücut geliştirme konusunda özel ders aldı. Bakalım 6 ay sonra nasıl bir değişiklik olacak göreceğiz? Herkül Mehmet çıkmasın karşımıza:)





 



 
Her duruş sonrası sanki yeniden bisiklete başlıyor gibi oluyorsun. Tembelleşiyor, kaslar soğuyor garipleşiyorsun. İşte hepsini yasayarak tekrar pedalları Kavacık yönüne doğru çevirmeye başladık (17:00). Mete bizi yolcu etmek üzere aramıza katıldı. Kavacık’in sert ve kalabalık trafiğini yarıp A.Hisarı’na mermi gibi indik. Bu yolun inişi çok keyifli de çıkışı değil. Ama hep inerken aldığın zevki düşünürsen çabuk geçiyor :) 

Sonrası malum, sahilden Üsküdar. Yollarda slalom atarak, birbirimizi bekleyerek geldik motor iskelesine. Beşiktaş’a Fahri, Firuzan ve ben geçecektik. Esin ve İlhan Kadıköy’e, Mehmet ve Toygar ise Maltepe’ye devam edeceklerdi.

Vedalaşıp ayrıldık. Motor yolculuğu uzun sürmedi, 15 dk sonra Akaretler’den çıkıyorduk. Nişantaşı’nda Fahri’den ayrılarak eve dönmüş olduk. Kilometre saati Görele’de kapanıp ölçümleri sağlıklı yapamadım ama önceki geziden bildiğim bu yol çok uzun değildi, 75 km gibiydi. Görele’de düzeltip yeniden çalıştırdığımda eve kadar 22,5 km gösterdi.


Yol: N.taşı > B.taş > Sarıyer (23,9 km) > Poyraz (gemiyle) > A.Feneri (33,8 km) > Kaynarca > Zerzevatçı > Görele > Kavacık > A.Hisarı > Üsküdar > B.taş > N.taşı

Not: Firuzan’ın fotografları da gerekiyordu, çok teşekkürler.

Aynı bölgeye başka bir gezi için Poyraz-Anadolu Feneri, Erim'le


Kaynakça: