25 Ağustos 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Şirvan-Siirt)


24 Ağustos 2019, Cumartesi / Şirvan - Siirt, 27 km (20. gün)

Akşam uykum gelince eşyaları toplamadan yattığımdan bu iş sabaha kaldı. Ne var ki bugün yolum kısa olduğundan biraz daha rahat hareket ediyorum. ÖE’nin odası rahattı. Giriş katı, pencereleri açık yattım. Klima kullanmadım. Sokak lambasının sarı ışığı gece boyunca odayı keyifli bir ortama boyadı. Demir parmaklıkların gölgesi de vurunca süper oldu içerisi. Dünden kalan ekmeğe peyniri sürüp kahvaltımı da yapıp ÖE’den çıkışım 7.05. Karşıdaki köpek yavrularına kalan ekmekleri bırakarak (bilemiyorum yiyecekler mi?) Şirvan’dan ayrılıyorum. 

Dün çıktığım 4 kilometre rampayı inmekteyim. Amma rampaydı yani, %8! Yarım saatte çıkmıştım, 5 dakikada indim. Bugün Siirt’e gidiyorum, 28 kilometre. Bir tırmanış gösteriyordu harita. Üçyol ağzında (Pervari-Siirt-Şirvan) dün de araç kalabalığı vardı bugün de. Acaba yakınlarda bir ziyaret mi var gene? Bu bölge bu işlerle dolup taşıyor. Dün gelirken ‘yatılı kuran kursu’ görmüştüm. Herhalde akşam uykularında da ezberliyorlar.

Yol tek şerit, asfalt dalgalı. Özellikle yol kenarları. Gidilir gibi değil. Orta şerit de silinmiş. Karşı yönden gelenler daha çok. Coğrafya dağlık. Ama muhteşem dağlar. Sabah güneşi yatay geldiğinden dağların formu daha bir keyifli ortaya çıkmış. Solumda cılız bir su akıyor, bu Kavuşşahap Dağları’nın sularını toplayıp gelen Pınarca Çayı olmalı ama suyu çekilmiş bu mevsimde. Gördüklerim de acaba fıstık ağacı mı? Saat 7 buçuk. Bu saatte bile sıcak hava. İnce yeleği çıkarttım. Siirt sıcak diyorlardı, doğruymuş.

Son üç günün yorgunluğu halen üzerimde. Dün bayağı erken uykum gelmişti. Biraz da tembellik yapmak istiyorum. Eco yerine Normal’i açtım, destek olarak. Havada pis bir koku var. Bir nevi yanık gibi. [e] 16 km/08.00/%20 harcandı. 867 m R. Tırmanıyorum şimdi, %8’le 10’la. Dönemeçlerde 14-15. Böyle devam ediyor tırmanış. 2 kilometre olacak herhalde. Geçen arabaları izliyorum, rampayı çıkarken. Nereye kadar çıkıyorlar, rampa nereye kadar devam ediyor? Bu bölgede amma çok ziyaret, türbe, zaviye..., bu anlamda durumlar var. [e] 21,5 km/08.20/%40 harcandı. 960 m R. 7-8 kilometre kaldı Siirt’e. İki yanım da fıstık ağaçlarıyla dolu da dolu.

İki saat sonra Siirt levhası önündeyim. Hemen bir foto. Hatta birini İstanbul’a Osman’a yolluyorum. Doğru ya siz Osman’ı tanımıyorsunuz. Benim pazarcı arkadaşım. Mahallede kurulan Çarşamba Pazarında kışın kabak yazın enginar satar. Siirtlidir kendisi. Memleketine gideceğimi duyunca mutlaka haberdar et, bizimkiler seni gezdirsinler dedi. Bayılırım böyle dostluklara. Bu gezide de öylesine dostlar edindim/tanıdım ki sormayın. 

Kontrol noktasından sola, şehir merkezine doğru pedallıyorum. Soil diye, batıda pek rastlamadığımız bir benzincide verilen molada soda+ice tea karışımı içiyorum. Bu da yeni numaram, güzel oluyor J

Ve uzunca bir ‘dış mahalle’den ilerleyerek navigasyonla ÖE’yi bulmam zor olmuyor. Bisikleti girişe dayayıp resepsiyondaki beye adımı verdikten sonra, bana ayrılmış oda için kayıt yapıyoruz. Burada tek kalmak istediğimde -yer olmadığından- sadece süit olabildi. Olsun bakalım. Gecesi 90- (O.K) ama (çift 110-/tek kişilik oda 65-). Bu sefer rahat olayım. 601 nolu odaya, personelin eşyalarıma yardım etmesiyle giriş yapıyorum. İki bölümden oluşuyor. Güzelce yayılıp-saçılıp sıra duşa geliyor. O esnada çalan telefonu açamasam da çıkınca tekrar aranıyorum. Süleyman, Osman’ın kardeşi. “Abi merkezdeyim seni alayım mı?” – “Dur, daha yeni çıktım banyodan, bir hazırlanayım, işimi bitireyim seni ararım.” 

Şöyle biraz ayaklarımı uzatmak istiyorum, ama bıraksam uyuyacağım. Tam dalarken kendimi toparlıyor, Süleyman kardeşimi arayarak: “5 dakka sonra bahçede buluşalım mı?” Yes! ÖE’den çıkmadan önce çamaşırları da yıkamaya versem. “No yumuşatıcı, no kurutma, yes ipe asma, okey mi?” tembihlemeseydim durum vahim olabilirdi. Düşünsenize; naylon olan giysiler yumuşatıcı+kurutma makinesi=at çöpe haline gelirdi.

Bir çay eşliğinde Süleyman’ı beklemekteyim. Birazdan geliyor, onu da pazardan tanıyorum. Ara sıra yardıma geliyordu. Elimde görülecek yerler listesi var. Okuyorum ve bir plan yapıyoruz. Arabasına atladığımız gibi önce Eski Siirt içinde biraz dolanıp Deliklitaş’a doğru yol almaktayız. Hem sohbet ediyor hem etrafı keşfediyorum. İlk defa dalından sumak tadıyorum J

Siirt’in 4 km güneydoğusunda bulunan ve altından tüm haşmetiyle geçmekte olan Uluçay’a (Botan) 350 metre yükseklikten kuşbakışı bakan Taşbaşı Mağarası, dik kireç taşlarının milattan önceki devirlerde oyulmasıyla oluşmuştur.

Eşsiz bir manzara. Altta kıvrım kıvrım akmakta olan suyun sesi derinlerden geliyor. Güneş üzerine vurmuş, mavimsi bir parlaklık tepelere kadar yansımakta. Bir doğa harikası burası. Botan Vadisi Türkiye'nin 45'inci Milli Park’ı olmuş. Ama ahh ahh, hep içim yanıyor. Bir de naylon torba-pet şişesi olmasa ortalıkta. Daracık bir kaya parçasına bile atılmış bu çöpler. Şu çöp konusunu bir türlü düşünemeyecek insanımız. Sokak=çöp demek bunlar için. 

Demirle çevrili Deliklitaş’ın kenarına kadar gidebilmek için engelin üzerinden aşmak lazım. Biz de akrobatlık yapıp geçiyoruz yasak bölgeye. Kayaların üzerinden tırmanırken ayağımdaki sandaletin -altı düz olduğundan- kaymasıyla kıç üstü düşüp hafif (!) bir kayış yapıyorum. Yok bir şey desem de iki dirsek sıyrık içinde. Neyse yiğitliğe b*k sürdürmediğimizden devam tırmanmaya. Rasıl HacaTepesi, Taşbaşı olarak da bilinen büyük mağaraya kadar gidiyoruz. Ancak içi çok pis bırakılmış. Anlaşılan buranın değerini bilmiyor gelenler. Barınma amaçlı kullanıldığı bilinen mağara, iç çeperinin el vuruşlarıyla kazıldığı görülmektedir. İki mağarada bulunan küçük bir pencere, mağaralar arası iç ulaşımı sağlamaktadır... denilmekte. Mağaranın hemen yanında dikine yükselen ve Atlama Taşı dedikleri bir kaya mevcut. Süleyman “çık oraya resmini çekeyim” diyor. Deli miyim? Cesaretlerini ispatlamak isteyen gençler bir kayadan diğerine atlarlarmış, adını böyle almış. Çılgınlar çılgınlar... Buradan düşen olmuş mudur? Evet, maalesef olmuş L

Tepede piknik de yapılıyor, kamelyalar var, sağa sola serpilmiş. Akşam serinliğinde gelirmiş Siirtliler. Biz haliyle öğle sıcağında geldik. Şimdi Botan Çayının kıyısına inmek için Eruh yoluna saptık ve alçalıyoruz. Çayın kenarına geldiğimizde kıyıya paralel süper bir yoldan -bu kadar keyifli olabilir- ilerlemekteyiz. Bazı araçlar var, kıyıda balık tutan, yemek yiyen, suya giren bebeler... Derin vadinin bir tarafı gölgede. Dağlar öyle yüksek ki, küçücük kaldık.

Nordüz Platosu’nda yer alan ve komşu şehirlere de taşan Botan Çayı’nın kaynağı dağlardan gelmektedir. Dicle Nehri’nin de bir kolunu oluşturan çay, Çatak Çayı ve Büyükdere ile Çukurca Köyü’nde birleşmekte ve bu noktadan sonra “Botan Suyu” olarak anılmaktadır. Suyun artması sonucu oluşan vadinin en derin yeri ile yanı başındaki dağların zirvesi arasındaki mesafe 1 kilometredir. 

Süleyman kardeşim hem araç kullanıyor hem bana etrafı anlatıyor. Kendilerine ait araziler, köyleri, burasını, sular altına kalacak barajın yapımı, ülkenin siyasi durumu, cinayetler... Fıstığın da hikayesini dinliyorum. Kuraklığa dayanıklı ve çok fazla bakım gerektirmeyen bir ağaç olduğundan üretimi çok rağbet görmüş. Fıstık, yörede “Bıttım” denen yabani fıstık ağaçlarının aşılanması ya da fidanlıklarda yetiştirilen fidelerin (çöğür) dikimi ile üretilirmiş. Siirt’teki fıstık bahçeleri Tillo’da yoğunlaşmış.

Kıyıda su içinde tezgah açmış iki kişi köyünden arkadaşları. Biz de paçaları sıvayıp yanlarına, taşlarda yerimizi alıyoruz. Kavun kesilmiş, buranı ürünü. Biraz limonumsu bir tadı var. Taze Siirt peyniri ve pide. Bir de üzüm. Süper bir dörtlü. Tam bana göre. Elbette dalıyorum. Suya değil tabii J

Botan Vadisi, Güneydoğu Torosların Van Güneyi Dağları’nın Nordüz Platosu’nu batıdan kuşatan Siirt-Hakkâri ve Siirt-Van sınırlarını oluşturan yüksek dağlardan kaynağını alıp Siirt şehrinin 20 km güneydoğusunda Dicle Nehri’ne karışan Botan Çayı’nın oluşturduğu vadidir.

Orta ve Aşağı Botan Vadisi, doğal açıdan zengin bir potansiyel barındırdığı gibi beşerî açıdan da oldukça önemli bir zenginliğe sahiptir. Zira vadi boyunca ve vadi çevresinde önemli kentler ve çok sayıda kırsal yerleşme bulunmaktadır.

Kıyı boyunca devam ediyor, baraja kadar gelip, çayı aşıp Tillo’ya doğru tırmanıyoruz şimdi. Bayağı dik uzun bir yoldan. Nehir altımızda küçülüyor da küçülüyor... Yolun bazı bölümleri yağmur suları nedeniyle bozulmuş, kayalar yuvarlanmış, aralarından geçerek gidiyoruz. 

Tillo’da seyir terasına geldik. 2016 yılında açılmış. 5x7 m boyutlarında. Vadiden yüksekliği ise 1100 m olarak açıklanmış. Kanyonun tüm güzelliklerini ayaklar altına seriyor. Nasıl bir doğa harikası tahmin eder(mi)siniz? Nedense insan bu gibi cam terasların üzerinde yürürken tedirgin oluyor. Boşluğa bakma garip duygu veriyor. Her ne kadar cam olduğunu bilsen de. Fotograf makineyi odada unuttuğumdan burada cep telefonuyla çekim yapıyorum. Tillo Kalesinden pek bir şey kalmamış geriye. Ama Süleyman kardeşimin burada anlattığı bir olay var; 255 yıl önce İbrahim Hakkı Hazretleri'nin yaptırdığı ışık düzeneğiyle, güneşin ilk ışınlarının, hocası İsmail Fakirullah Hazretleri'nin başucunu aydınlatması hadisesi. Şöyle ki: İsmail Fakirullah'ın 1734'te vefatının ardından çok üzülen İbrahim Hakkı Hazretleri, "Hocamın başucuna doğmayan güneşi neyleyim?" diyerek arayışa girmişti. İbrahim Hakkı Hazretleri, hocası için yan tarafında kule bulunan bir türbe ve Tillo'nun yaklaşık 3 kilometre uzağında tepe üzerinde taş duvar yapmıştı.

Her yıl ekinokslarda (21 Mart ve 23 Eylül) doğan güneşin duvarın ortasında bulunan pencereden süzülen ilk ışınları, kuledeki aynaya yansıdıktan sonra ışığın kırılması yöntemiyle pencereden türbeye ve oradan da İsmail Fakirullah Hazretleri'nin başucuna doğuyor.

Dönüşte Tillo ilçesine de bir göz atıyoruz. Burası Siirt’in 7 ilçesinden biri. Bir dönem adı Aydınlar, 2013 itibariyle tekrar eski adına dönmüş. Oldukça fazla türbe, medrese, kuran kursu gibi inanca yönelik malzeme var. Tarihi çok eskilere dayandığı, Hristiyanlık ve İslam dönemlerinde kültürel bir merkez, kendi adıyla para basıldığı gibi Hristiyanlık döneminde de ilim merkezi olduğu yapılan araştırmalarda anlaşılmış. MÖ 2000 başlarından itibaren Samiler, Babil ve Asurlar bölge üzerinde hakimiyetlerini sürdürmüşler. Alparslan’ın Anadolu’ya girişinden sonra Tillo Selçukluların, 1514’te de Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferinde Osmanlı egemenliğine girer. Evliyalar diyarı Tillo ilçesinin anlamı Süryanicede “Yüksek Ruhlar”mış. 

Böylecene geniş bir daire çizerek gene ÖE’nin yakınına gelmiş olduk. Bu muhteşem tur için, Süleyman sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Sağ ol var ol... Batısında Anadolu, güneyinde büyük Mezopotamya kültürlerinin olduğu yaklaşık on iki bin yılı bulan geçmişiyle medeniyetler arasında bir köprü olan Siirt'in...(böyle anlatılıyor) gezilecek-görülecek yerlerinin keşfine tek olarak devam ediyorum. ÖE tam ortada. Bir tarafı eski, diğer tarafı yeni Siirt. Önce eskisine dalıyorum. Kasap dükkanları çokça, fıstık haliyle bolca, çayhaneler fazlaca, oturanlar da hayli kalabalıkça.

Geldim Ulucami’ye. Geniş bir merdivenden, neredeyse 3,5-4 metre aşağıda kalan camiye iniyorum. Avludaki banklara oturuyor, camiden biraz uzak kalmış minareyi hayranlıkla seyrediyorum. Kare bir kaide üzerinde silindirik gövdeli. Tuğla malzemeden yapılmış. Kalın ve firuze çinilerle süslü olan bu minarenin kaidesinde kufi yazılar, geometrik geçmeler, örgü ve yıldız motifleri bulunuyor. 12’nci yüzyıla tarihlenen ender örnekler arasında sayılıyor. Bu yüzden Anadolu'da çini mozaiklerle süslenmiş ilk minare olduğu düşünülüyor. Cami ise dikdörtgen planlı. Çinili Minare olarak da anılan Ulucami, önemli Selçuklu mimarisi örneklerinden. Ne zaman yapıldığı bilinmiyor, ancak minare kaidesindeki kitabesine göre, 1129 yılında Selçuklu Sultanı Mugiziddün Mahmud tarafından onarılmış, 1260 yılında da Cizre hâkimi El Mücahit İshak tarafından bazı ilaveler yapılmış. Osmanlı döneminde caminin doğu kanadındaki medrese hücreleri kaldırılmış, yerine iki nefli bir bölüm inşa edilmiş. Caminin dışı haşmetli bir görüntü verirken, iç mekanı sadeliğiyle dikkat çekiyor. Eskiden Cami içinde bulunan gösterişli minber, 1933 yılından beri Ankara Etnografya Müzesi'nde sergilenmekte olduğunu öğreniyorum. Bolca fotograf çekiyor ve avlunun diğer yanında bulunan bahçe kapısından bu mekandan ayrılıyorum.

Bir sandalet almışım yanıma ki sormayın. Kaç defa yapıştırıldı? İstanbul’a kadar idare etse bari. Gene yapıştırtacak yer arayışındayım. Bu sefer yapışkan artı sprey ile işlem görüyor. Bakalım ne kadar işe yarayacak?

Yemek nerede yenir bu memlekette? “Sokağı dön Osman Lokantası var.” Harika. Ama biliyorum ki bu diyarda etsiz bulamayacağım. Artık hiç sormuyorum “var mı?”. Kafadan mercimek çorbası+pilav+az yoğurt ısmarlıyorum. Su ile birlikte 16- tutuyor.

Ve dolanmaya devam. Yeni bölüme doğru. Saat Kulesine gelirken Yine Abdullah’ın Meşhur Dondurması lafını okuyup hemen 2 top (limon+kaymak) alarak yürümeyi sürdürüyorum. Hükümet Caddesi üzerinde yer alan Saat Kulesi 1975 yılında tamamlanmış. Yani öyle eski değil. Asıl kule 1905 yılında Alaaddin Paşa tarafından yaptırılmış. Nedeni ve zamanı bilinmeyen bir olaydan dolayı yıkılınca yenisini yapmışlar. İki renkli kesme taş kullanılmış, kare planlı, 6 katlı. İlk beş katında, her yüzünde birer pencere bulunuyor. Saatler ise 6. katta. Kulenin tepesi de yukarıda daralan bir kubbeyle örtülü. Saat Kulesi karşısında Etnografya Müzesi olacaktı ama yok. Müze olayı nedense hep tadilatta/taşınmada falan. Açığına nadiren denk geliyorsun.

Trafiğe kapalı uzunca bir yolları var. Boylu boyunca kayıntı yerleri, mobil telefon bayileri, giyim-kuşam dükkanları, çayhaneler... Cadde kalabalık. Her kılıkta insan dolanıyor; kara çarşaflısı, türbanlısı, çağdaş giyimlisi, bisikletli, patenli, peşmerge kıyafetli falan.

Bir fıstıkçının (Fistalora) ambalajları hoşuma gidiyor. Tuzlu-tuzsuz/irili ufaklı çeşitler 55-80 lira arası değişen fiyatlarda. Siirt’in fiyatı Antep’i geçti. Gerçi ben Antep’i daha çok severim. Siirt’in gösterişi var. Ama Firu’ya bir paket alıyorum. Çok seviyor fıstığı. Tutamıyor kendini, hepsini bitiriyor J Sevindireyim bebeciği.

Saat 6 olmasına rağmen hava halen sıcak. Yolum Daimi Pazarın içinden geçmekte. İyi bir tesadüf oluyor, merak ediyordum. Bayılıyorum buralara. Tutmayın beni, hepsinden almak istiyorum. Ama na:mümkün tabii ki. Sadece incir ve üzüm alıp ayrılıyor, ÖE’ye dönüyorum.

Çay, Anadolu’dan binlerce kilometre ötede keşfedilmesine karşın, bu topraklara geldiği andan itibaren kırk yıl hatırlı kahvenin tahtını sarsmış; en koyu muhabbetlerin “vazgeçilmez”i olmuş. Evet, çayın ülkemizdeki serüveni devam ediyor...

Türk tarzı çay bardağının ilk kez kim tarafından tasarlandığı muğlak bir konu olmakla beraber, Hoca Ali Rıza’nın “Semaver” adlı tablosunda çay bardağına denk gelmekteyiz. Sanatçının 1930 yılında öldüğü göz önünde bulundurulduğunda semaver ve çay bardağının 80 yılı aşkın süredir kullanımda olduğunu söylemek mümkün. Bununla beraber, ilk yerli çay üretiminin 1938 yılına denk geldiği dikkate alındığında ithalat yoluyla temin edilen çaylar büyük olasılıkla sanatçının tablosunda betimlenen ince belli bardaklarla içilmektedir. Tablonun, T. Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.’nin 1934 yılında kurulmasından önceki bir zamana denk gelmesi bu tür bardakların Beykoz, Paşabahçe, Çubuklu ve İncirköy bölgelerindeki cam atölyelerinin ürünü olma olasılığını yükseltmektedir. 

Önder Küçükerman ince belli çay bardağının çıkışı ile ilgili olarak “Cam bardak 1850’li yıllarda Avrupa’da başlayan büyük Sanayi Devrimi sonrasında gelişen cam sanayi ile ortaya çıktı; ama ayağı, kulpu veya sapı vardı. Yani üretimi zor ve pahalıydı. 1900’lü yıllarda Beykoz’da kurulan cam fabrikasında ilk kez ayak, kulp ve sap ortadan kaldırıldı ve bugünküne yakın bir çay bardağı ortaya çıktı. “İnce belli” adı verilen bu sentez, bir tasarımdan çok, değişik işlevlerin kendine biçimlendirdiği bir tür istatistik sonuç gibiydi. İnce belli bardak, kışın soğuğunda hem eli hem de içi ısıtır. Yazın sıcağında ise sadece iki parmakla tutulur ve dudağa hafifçe değdirilir...” saptamasında bulunmaktadır.

Tasarım değerleri açısından ele alındığında ince belli bardak, çay içme zevkini her duyu için üst düzeye taşıyacak niteliklere sahiptir. Bardağın şeffaf ve ince camdan mamul olması, çayın rengini görmeye izin verirken aynı zamanda dem ve su oranını ayarlamaya izin verir. Bununla beraber çay kaşığı ile şeker karıştırıldığında kaşığın ince bardağa çarpması ile çıkan ses çay sohbetlerinin değişmez bir parçasıdır. Çay bardağının ortasına doğru incelmesi alt kısmının avuca oturmasını sağlarken, çayın sıcaklığını avuç içinde hissetmeyi kolaylaştırmaktadır. Bardağın ağzının genişleyerek sonlanması hem çayın kokusunu duyulmasını sağlarken aynı zamanda içim için soğumasını sağlar. 

Büyük boy ince belli çay bardaklarına Ajda Bardak denmesinin ilginç sebebini bilir misiniz? Ajda Bardak denilince akla hemen Ajda Pekkan ile ilgisi olup olmadığı sorusu geliyor ve bunun fiziksel görünüşle ilgisi olduğu düşünülüyor. Ajda Bardak’ın Ajda Pekkan ile ilgisi olduğu doğru; ancak fiziksel bir bağlantı yok... 1980’li yılların başlarında, Beykoz’da oturan ünlü sanatçı, bölgede bulunan Paşabahçe mağazasının da müdavimi. O dönemde çay bardaklarının hep küçük olması nedeniyle Ajda Pekkan, mağaza müdürüne biraz irice bir çay bardağı tarifi yapıp bundan yapılıp yapılamayacağını sorar. Müdür Ajda Pekkan’a 100 adet olursa yaptırılabileceğini söyler. O da siparişini verir. Ajda Pekkan’ın evine gelen misafirler hem bu bardaklarla çay içmiş; hem de ünlü sanatçı bu bardaklardan çevresine hediye etmiş. Bir süre sonra o çevrede herkes buna "Ajda Bardağı" demeye başlamış. Etrafta bardaklar ünlenince Paşabahçe’de bu isimle üretim ve satışlar yapmış. Bir süre sonra Paşabahçe, telif sıkıntısı yaşamamak için bardağa "Aida" ismini vermiş.

Bunun dışında “Serçe” ve “Banu Alkan” olarak adlandırılan bardakları da görüyoruz. Ajda bardaklarından sonra yeni çıkan bardak modeli, Banu Alkan bardağı. İnce başlayıp aşağı doğru genişleyerek bitiyor. İnce belli bardaklara alternatif olarak piyasa sürülmüş. Galiba burada kişinin fiziki görünümü ismin nedeni olmuş J Alev Ebuziya, Erdem Akan ve Faruk Malhan’dan sonra Defne Koz’un da tasarımları konuşuluyor. Merakınız var ise bunlara internetten ulaşabilirsiniz.


Siirt ÖE 0484-2231254 / 2233907















Şirvan - Siirt
Tur tarihi: 24 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 27,49 km
Ortalama hız: 16,2 km/sa
Bisiklete biniş süresi 1 sa 41 dk, dışarıda geçen süre 2 sa 18 dk
En yüksek sıcaklık 34 ˚C, en düşük 27 ˚C, ortalama 30,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 522 m, kaybı (iniş) 642 m
En düşük irtifa 629 m, en yüksek 1016 m

Garmin yol bilgileri Şirvan-Siirt

Relive yol bilgileri Şirvan-Siirt




Şirvan ÖE’den ayrılışım 07.05

Dün çıktığım 4 km rampayı inmekteyim. Amma rampaydı
 yani, %8. ½ saatte çıkmıştım, 5 dk’da indim

Coğrafya dağlık. Ama muhteşem dağlar. Sabah güneşi
 yatay geldiğinden dağların formu daha bir keyifli ortaya çıkmış

Yol tek şerit, asfalt dalgalı. Özellikle yol kenarları. Gidilir
 gibi değil. Orta şerit de silinmiş

Saat 7½. Bu saatte bile sıcak hava. İnce yeleği çıkarttım. Siirt
 sıcak diyorlardı, doğruymuş

Her yer Kuran kursu. Uykuda öğretiyorlar

Son 3 günün yorgunluğu halen üzerimde. Dün
 bayağı erken uykum gelmişti

Tırmanıyorum şimdi, %8’le 10’la. Dönemeçlerde 14-15. Böyle
 devam ediyor tırmanış. 2 km olacak herhalde. Geçen
 arabaları izliyorum, rampayı çıkarken. Nereye kadar
 çıkıyorlar, rampa nereye kadar devam ediyor?


Fıstık yiyin fıstık gibi olursunuz, turp yiyin turp gibi
 olursunuz demiş Dr. C. Karatay. Peki hıyar yersek
 nasıl oluruz diye soruyormuş V. Milor J

Yaklaşık 12 bin yılı bulan geçmişiyle medeniyetler
 arasında bir köprü olan güzel ilimize gelmiş oldum


Kontrol noktasından sola, şehir merkezine doğru pedallıyorum


Siirt ÖE




Deliklitaş...

Siirt’in 4 km güneydoğusunda bulunan ve altından tüm haşmetiyle
 geçmekte olan Uluçay’a (Botan) 350 m yükseklikten kuşbakışı 

Taşbaşı Mağarası, dik kireç taşlarının milattan
 önceki devirlerde oyulmasıyla oluşmuş

Barajın suları dolduğunda buraları sular altında kalacak

Derin vadinin bir tarafı gölgede. Dağlar
 öyle yüksek ki, küçücük kaldık

Süleyman Bey ve arkadaşları

Botan Vadisi

Tillo, Siirt’in 7 ilçesinden biri

Oldukça fazla türbe, medrese, kuran kursu
 gibi inanca yönelik malzeme var

Gezilecek-görülecek yerlerinin keşfine tek olarak devam
 ediyorum. ÖE tam ortada. Bir tarafı eski, diğer tarafı yeni Siirt... 

Önce eskisine dalıyorum. Kasap dükkanları çokça, fıstık
 haliyle bolca, çayhaneler fazlaca, oturanlar da hayli kalabalıkça


Yazım hatası


Geldim Ulucami’ye. Geniş bir merdivenden, neredeyse
 3,5-4 m aşağıda kalan camiye iniyorum

Camiden biraz uzak kalmış minareyi hayranlıkla
 seyrediyorum. Kare bir kaide üzerinde silindirik
 gövdeli. Tuğla malzemeden yapılmış


Kalın ve firuze çinilerle süslü olan bu minarenin
 kaidesinde kufi yazılar, geometrik geçmeler, örgü
 ve yıldız motifleri bulunuyor

12. yy’a tarihlenen ender örnekler arasında
 sayılıyor. Bu yüzden Anadolu'da çini mozaiklerle
 süslenmiş ilk minare olduğu düşünülüyor


Cami ise dikdörtgen planlı. Çinili Minare olarak da anılan
 Ulucami, önemli Selçuklu mimarisi örneklerinden. Ne
 zaman yapıldığı bilinmiyor...

ancak minare kaidesindeki kitabesine göre, 1129 yılında
 Selçuklu Sultanı Mugiziddün Mahmud tarafından
 onarılmış, 1260 yılında da Cizre hâkimi
 El Mücahit İshak tarafından bazı ilaveler yapılmış


Caminin dışı haşmetli bir görüntü verirken, iç
 mekanı sadeliğiyle dikkat çekiyor


Ne kadar “kesin” bir uyarı! Ama...



Bir sandalet almışım yanıma ki sormayın. Kaç defa
 yapıştırıldı? İstanbul’a kadar idare etse bari. Gene
 yapıştırtacak yer arayışındayım

Osman Lokantası 


Bizden


Siirt Belediyesi


Ve dolanmaya devam. Yeni bölüme doğru

Yine Abdullah’ın Meşhur Dondurması lafını okuyup hemen
 2 top alarak yürümeyi sürdürüyorum

Hükümet Caddesi üzerinde yer alan Saat Kulesi 1975
 yılında tamamlanmış. Yani öyle eski değil. Asıl kule 1905
 yılında Alaaddin Paşa tarafından yaptırılmış. Nedeni ve
 zamanı bilinmeyen bir olaydan dolayı yıkılınca yenisini yapmışlar


Trafiğe kapalı uzunca bir yolları var. Boylu boyunca
 kayıntı yerleri, mobil telefon bayileri,
 giyim-kuşam dükkanları, çayhaneler... 

Cadde kalabalık. Her kılıkta insan dolanıyor; kara çarşaflısı,
 türbanlısı, çağdaş giyimlisi, bisikletli, patenli,
 peşmerge kıyafetli falan







Saat 6 olmasına rağmen hava halen sıcak. Yolum
Daimi Pazarın içinden geçmekte. İyi bir tesadüf oluyor,
 merak ediyordum. Bayılıyorum buralara



Karanlık bir gece geçireceksin ve ondan
 sonra güzel bir haber alacaksın






























21. gün (devamı) Siirt II– 19. gün (öncesi) Pervari-Şirvan




[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km