Bunca zamandır neden gitmedim, hiç bilemiyorum. Ama metro (M11) sayesinde yeni havaalanı taraflarına ulaşmak oldukça kolaylaştı. Bugün, önceki kullanışımdan edindiğim tecrübeyle Gayrettepe’de (*) yeryüzüne çıkmayıp içerden, uzun koridoru kullanarak aktarma yaptım. Ama ne koridor yani, git git bitmedi. Bazı yürüme bantlarının da çalışmaması, bavullu insanları bayağı yoruyor olmalı.
Daha önce tüm metro hatları tek bir çatı altında ve "M" harfiyle simgelenirken, 2019’da İBB yönetimi AKP’den CHP’ye geçtikten sonra, bakanlık tarafından yapılan hatlar için "U" harfi kullanılmaya başlandı. İBB sözcüleri, bu ayrımın halk için kafa karıştırıcı ve ayrıştırıcı olduğunu, hizmetin önemli olduğunu, kimin yaptığına bakılmaması gerektiğini vurguluyor. Bu durum, İstanbul’da ulaşım hizmetlerinin siyasi rekabet alanına dönüşmesi ve vatandaşların hizmeti değil, siyasi kimliği tartışması gibi algılanmasına yol açtı.
(*) İstanbul M11 metro hattındaki Gayrettepe İstasyonu, 72 metre derinliği ile hattın ve İstanbul Metrosu’nun en derin istasyonudur.
Evden 08.21’de ayrılıp 2 saat 20 dakika sonra İhsaniye’de yeryüzüne çıktığımda ne yöne gitmem gerektiğine navigasyon da yardımcı olamıyor. Zaten bilirsiniz, hareket etmedikçe yön gösteremiyor ama bu sefer harita bile tam açılamadı. Neyse az ilerde, yol kavşağındaki levhalar Akpınar için yön gösteriyorlardı.
Solumda oldukça büyük bir alana yayılmış şantiye alanı, önünde “Kampüs İstanbul” yazıyor. Neyin nesi, merak etmişinizdir siz de benim gibi. Bakalım YZ buna ne cevap verecek: Kampüs İstanbul, İstanbul Eyüpsultan ilçesi İhsaniye Mahallesi'nde, Kalyon İnşaat tarafından hayata geçirilen büyük bir proje olarak öne çıkmaktadır. Proje, Kuzey Marmara Otoyolu ve D020 karayollarının kesişim noktasında, İhsaniye metro istasyonunun hemen yanında konumlanmıştır.
Bu kapsamlı proje, sadece konut ve ticari alanları değil, aynı zamanda alışveriş ve yaşam alanlarını da içeren karma kullanımlı bir yerleşke olarak planlanmıştır. Proje alanı İstanbul Havalimanı'na çok yakın olup, ulaşım açısından stratejik bir noktadadır. Ayrıca, bölgede Türkiye'nin ve yakın bölgenin ilk lüks tasarım outlet merkezi gibi önemli ticari yatırımlar da planlanmaktadır.
Vay anasına Sayın Seyirciler… Bölgenin ekonomik ve sosyal yapısında dönüşüm yaşanacak yani. Kemerburgaz’ın devamına kurulan Göktürk gibi.
Asfalt bir yoldan, sert rüzgara karşı, sağda solda devam eden bazı inşaat faaliyetleri, arada geçen belediye otobüsü, iki küçük gölet ortasından pedallayarak, denizin görülmesi ve 5 km sonra köy mezarlığına, Akpınar’a varıyorum. Geçmişinin 300-350 yıl geriye gittiğini okumuştum. Bakalım nasıl bir yermiş görece’z. İnen yokuş sonrası sırayla gelen fırın, bakkal (artık market deniliyor : )) ve köy meydanı, otobüs son durağı, sağdaki köy kahvesi önünde oturanlar… devam ediyorum ilerlemeye. Bir iki yiyecek içecek (Tekel) dükkanı ve hafiften evler bitmeye başlıyor. Önümde yürüyen beye selam verip: “Kıyıdan nasıl devam ederim Ağaçlı’ya?” soruyorum. -“Yani zor. Maden ocakları geçmene izim vermez. Güvenlikçiler durdurur!” -“Hoppalaaa, gugıl haritada yollar görmüştüm, geçilmiyor mu?” -“Mümkün değil” -“Ned’cez?” -“Geri gidip İhsaniye’den Ağaçlı’ya gidebilirsin, ama sonrası gene kapalı, yani Çiftalan için gene geri dönüp Kemerburgaz’dan gidebilirsin.” Vay vay Sayın Seyirciler, oldu mu bu şimdi?
Büyük bir hayal kırıklığı içinde, adı Nurettin olduğunu öğrendiğim beye teşekkür edip merkezdeki kahveye yöneliyorum, belki umut verecek başka bilgiler alırım düşüncesiyle. Bisikleti gölgeye park edip yanımdaki sandviçin tekini alarak boş masanın birine ilişiyorum. Oturan beylerle selamlaşma sonrası aynı soruya onlar da aynı cevabı veriyor, hatta yol bozuk lastiğini de kesersin diyorlar. -“Biz bile göle balık tutmaya zor gidiyoruz. Durdurup engel olmaya çalışmaktalar.” Yani bu ne iş böyle? Güzelim kıyıyı kapatmışlar!
Akpınar ve Ağaçlı kıyılarında açılan maden ocakları, kıyı şeridinde geniş alanların kazılması ve işgal edilmesiyle doğal yaşam alanlarının daralmasına sebep olmuştur. Bu durum, bölgedeki ekosistemin bozulmasına ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açmıştır.
Bu yetmiyormuş gibi bir de Akpınar’daki 200 yıl önce Fransızlar tarafından inşa edilen Tarihi Tahlisiye İstasyonu, kömür ocağı yapılması için yıkılmış. Yani bölgenin kültürel mirası da zarar görmüş.
İçilen bir çay (10-) eşliğinde onların ağ atma maceralarını dinlemekteyim. Bu arada çay çok güzel demlenmişti, belirtmeliyim. Göllerde bol balık olduğu söyleniyor. Özellikle turna, sazan ve yayın gibi türler sayılıyor. Olta balıkçılığına izin olduğu ancak ağ atmanın yasak olduğu vurgulansa da, karşımda oturan nasıl ağ attığını, nasıl koca balıkları topladığını, boylarını göstererek anlatmakta.
20 dakika kadar yanlarında kalıp veda ederek ayrılıyorum Akpınar’dan. Geldiğim yolu dönmekteyim. Solda ormanlık girişinde asılı bez afişte, 23/06/2025-15/10/2025 tarihleri arasında her türlü piknik ve benzeri faaliyetin yasaklandığı yazılı. Herhalde orman yangınlarına karşı tedbir amaçlı olsa.
Geri dönüp geldiğim metro istasyonu kavşağından İhsaniye olarak devam ediyorum. Ağaçlı‘yı pas geçerek, şimdi otoyoldan sürmek istemeyip eski yoldan Kemerburgaz’a doğru. Bu yolu defalarca pedallamışızdır. O zamanlar otoyol yoktu, damperliler buradan gidip gelirlerdi. Çıkarttıkları gürültü yetmiyormuş gibi, toz toprak içinde kalırdık.
Sağdaki SVC Stüdyoları geçilip Işıklar köyüne girilmesiyle solda peş peşe park vaziyetinde siyah VİP minibüsleriyle karşılaşılıyor artık. Bunlar herhalde havaalanından gelecek telefonu bekliyor olmalılar. 1,5 milyon aktif araç olduğunu okumuştum, tabi Türkiye bazında. Bu araçların günlük kiraları, şoförlü olarak 250- USD civarındaymış. Aylık net 100 bin kazanç bırakıyormuş. YZ’den öğrendiğime göre.
Yeşilliklerin içinden süren yol, İBB’nin Katı Atık İstasyonu da geçilip Göktürk Göleti Tabiat Parkı sonrası (3 sene önce bir keşif yapmıştık buraya, bkz. Keşif Turları; Bolluca-İhsaniye) ulaşıyorum. Nereye mi? Göktürk’e.
Göktürk Mahallesi’nin köy olarak kuruluşu Osmanlı dönemine kadar uzanır ve bölgenin eski adı Petnahordur. Bu isim, Rumca’da “Horozlu Köy” anlamına gelir. Köyün kuruluşunda Cihan Paşa ve ahalisinin etkisi olduğu düşünülmektedir.
Önemli tarihî dönüm noktaları şunlardır:
- 1561 yılında bölge, Rumca “Horozköy” anlamına gelen Pektinaxôrion olarak kayıtlarda geçer.
- 1958 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından köyün adı Petnahor’dan Göktürk olarak değiştirilmiştir.
- 12 Ocak 1993 tarihinde köy, belediye statüsü alarak beldeye dönüşmüştür.
- 1994 yılında Göktürk belediyesi kurulmuş, ancak 2008’de çıkarılan yasa ile Eyüpsultan ilçesine bağlanarak mahalle statüsüne geçmiştir.
Bölgede Osmanlı döneminden kalan tarihi yapılar ve kültürel izler bulunmaktadır.
Göktürk, 1980’lere kadar tarım ve hayvancılıkla geçinen bir köy iken, 1986’da başlayan Kemer Country projesiyle hızla gelişip İstanbul’un zenginlerinin tercih ettiği bir yerleşim alanına dönüşmüştür.
Evet, küçük Amerika gibi der Firuzan burası için. Gerçekten de görünümü öyle. Marka dükkan, kafe ve restoranlar, sağda solda siteler, yeni modern görünümlü yapılar, önlerinde park etmiş lüks arabalar... Lüks, bu kelime bana birden “Lüküs Hayat” operetini hatırlattı, 1933 yılında Cemal Reşit Rey tarafından bestelenen. İzlediyseniz bilirsiniz, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Batılılaşma sürecinin toplumsal yansımalarını ve bu süreçte ortaya çıkan gülünç durumları hicivli bir dille sahneye taşır. Konusu, küçük hırsızlıklarla geçinen Rıza ve Fıstık adlı iki karakterin zengin bir evde düzenlenen kostümlü baloya katılması ve burada yaşadıkları komik olaylar etrafında şekillenir.
Göktürk bisiklet yolundan tarihi su kemerleri altından geçip Kemerburgaz metro istasyonunu bulmaya çalışmaktayım. Dönüşümü şöyle belirledim: buradan metroya binip Kağıthane’de inip tünelden geçerek Beşiktaş, sonra Üsküdar’dan metroyla Yamanevler’de inip geçenlerde Firu’nun yolladığı Japon lokantasında ramen yemek. Nasıl ama?
Kağıthane deresi kenarından (Hasbahçe Mesire Alanı) süren yol gelen ilk tünelden Piyalepaşa’ya getiriyor, 3,2 km. Sonra ikincisine girip Dolmabahçe’ye iniyorsun. Bu da 2,3 km. Yani 5,5 km ile dünyanın yolunu kısaltmış oluyor.
Dediğim gibi yapıp Beşiktaş’tan Üsküdar’a motorla geçip metroyla geldiğim Yamanevler’de yeryüzüne çıktığımda yönümü gene karıştırıyorum. Gitmek istediğim Tokyoya Japanese Cafe&Bistro nerede acaba? Haliyle navigasyon devreye giriyor ve biraz ters yönde kaldırım üzerinden giderek geldiğim lokantanın kapalı olması büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Demek pazarları gelmemek lazımmış. Hiç de aklıma gelmedi arayıp sormak. Heves kırıklığı içindeyim. Ama dur, burası olmadı, o zaman Noodle House’a git. Ve Ümraniye merkeze doğru hızla geri pedallayıp masada yerimi alarak son gelişimdeki siparişi aynen tekrarlıyorum: sebzeli ramen üzerine kızarmış tofu+bambu filizi+soya fasülyesi, içilen bir soda ile 508 liraya tıka basa doyuyorum. Ama ne lezzet. Geçen hafta da Kadıköy’de bir lokantada ramen yemiştim. Şu sıralar hastasıyım, evde de yapıyoruz. Bu sayede yeni bir tat öğrendim: umami. Japonca kökenli bir kelime olup "hoşa giden tat" veya "lezzetli tat" anlamına gelir ve tatlı, ekşi, acı ve tuzlu ile birlikte beş temel tat arasında yer alır… denilmiş. Ve devamında; umami kavramı, 1908 yılında Japon bilim insanı Prof. Kikunae Ikeda tarafından keşfedilmiş ve tanımlanmıştır. İkeda, Japon mutfağında yaygın kullanılan deniz yosunundan (kombu) glutamatı izole ederek bu tadı bilimsel olarak ortaya koymuştur. Umami, uzun süre tartışılsa da 1985'te uluslararası sempozyumda beşinci temel tat olarak kabul edilmiştir.
Mutlu bir şekilde evin yolunu tutmaktayım. Artık çok uzak değil. Yarım saat sonra, tahmin ettiğim gibi saat 4’te, sabah çıktığım garaja dönüş yapıyorum.
Yazı kenarındaki çalışmalar arkadaşım Bubi’ye ait. Şöyle tanıtılmış: ressam Bubi, asıl adı David Hayon olan, 1956 doğumlu bir sanatçıdır. İstanbul Üniversitesi'nde psikoloji ve antropoloji eğitimi almıştır. Sanat kariyerine 1970 öncesinde BDH (Bubi David Hayon) imzasıyla başlamış, daha sonra BUBİ olarak imza atmayı sürdürmüştür.
Bubi'nin sanatı, dışavurumculukla başlayan figüratif resimlerden soyut motif-tuvallere evrilmiştir. 1984'ten itibaren geometrik motiflerin tekrarından oluşan soyut çalışmalar yapmış, daha sonra geleneksel tuvalin sınırlarını aşarak, renkli rulolarla ördüğü kafes yapılar oluşturmuştur. Bu kafesler, resimden heykel formuna doğru bir geçişi simgeler ve özgürlük alanı olarak yorumlanır.
Sanat anlayışında, resmin sadece seyir nesnesi olmaması gerektiğini savunur; sanatın kişisel bir uğraş ve özel yaşam biçimi olduğunu belirtir. Kendi kişiliğini mümkün olduğunca silmeye çalıştığını ve eserlerinin izleyiciyle doğrudan ilişki kurmasını istediğini ifade eder. Sanat eğitimine ve sanat tarihine eleştirel yaklaşır, sanatı sıkıcı hale getiren bu unsurlardan uzak durmayı tercih eder.
Keşif Turları; Akpınar: Dudullu-Bostancı-(tren) Yenikapı-(metro) Gayrettepe-(metro) İhsaniye-Akpınar-Işıklar-Göktürk-Kemerburgaz-(metro) Kağıthane-(tünel) Dolmabahçe-Beşiktaş-(gemi) Üsküdar-(metro) Yamanevler-Ümraniye-Dudullu
Tur tarihi: 6 Temmuz 2025
Alınan yol: 53,56 km
Ortalama hız: 20,3 km/s
En yüksek hız: 56,7 km/s
Bisiklete biniş süresi 2 s 38 dk, dışarıda geçen süre 7 s 35 dk
En yüksek sıcaklık 36 ˚C, en düşük 23 ˚C, ortalama 30,5 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 451 m, kaybı (iniş) 621 m
En düşük yükselti 2,4 m, en yüksek 175,6 m
Garmin yol bilgileri Keşif Turları; Akpınar
Relive yol bilgileri Keşif Turları; Akpınar