İstanbul’un en keyifli bisiklet rotalarından birisidir. Nadir kalmış, şehre uzak olmayan, yeşilliklerin içinden geçen, iki rampası hariç (Dereseki ve Reşadiye) tümünde rahat pedallanan bir yol.
Beylerbeyi’nde İhsan, İnci ve Mehmet ile 9’da buluşup hep birlikte peş peşe, zaman zaman yan yana pedal bastık.
Şöyle ki: Beylerbeyi’nden Boğaz Kıyısından tertemiz deniz havası ala ala Beykoz’a gelirsin. Sabah olduğundan fazla araç trafiği de yoktur. Beykoz’dan Akbaba köyüne devam edip, belediyenin yeni çevre düzenlemesi ile güzelleştirdiği park içindeki ahşap masalara yerleşir, yakındaki iki çayevinden ısmarladığın çayları, köy fırınından (100 m ileride) aldıklarınla güzelce mideye indirir, kahvaltını edersin. Çaylar halen 3 liradır.
Burada bir parantez açayım; yolda İnci’nin fren teli kopunca otobüse binip geri döndü. Bizler pedallamaya devam ettik.
Akbaba sonrası rotanın ilk rampası gelir, Dereseki. Öncesinde sağdaki çeşmeden suyunu tazeleyebilirsin. Rampa sağlamdır, %13’ü gösterdiği yerler vardır. Ancak asfalt kaymak olduğundan tırmanışı zor değildir. Ama bir çıktınız mı ardından gelen bayırdan saldınız mı kendinizi Riva yoluna kadar inersiniz pedal çevirmeden.
Soldan devam eden Riva yolunun büyük bölümü iniş olup küçük bir yerinde hafif bir pedal basılır ama Ali Bahadır’a sapıp köy içinden geçerek devam ederseniz, bu kısmı da neredeyse pedal çevirmeden geçersiniz.
Ali Bahadır sonrası bölümde, Riva yolunun sağındaki merada her geçişimizde otlayan atları görmek bizi mutlu eder. Durup fotoğraf çekmeden geçemiyoruz. Eminim sizi de durduracaktır.
Gelinen sapakta, sağdan, Şile yazan yola sapıp Paşamandıra diye devam edin. Bir müddet sonra solunuzda Riva deresi ve kıyısındaki mesire işletmeleri gelecektir. Yol üzerindeki tezgahlarda, kiloluk muhteşem lezzette ekmekler satılır. Altında yaprakların yapışık olduğu, testere ile bile zor kesilen, mahalle fırınındaki sünger ekmeğe hiç benzemeyen, sımsıkı taş gibi derler ya, öyle olan. Biz her zaman, adını üzerinde bulunduğu Mucize Caddesinden alan Mucize Kafe’den almayı tercih ediyoruz. Yolun solundadır. 4 liradan başladık almaya bugün 20 lira. Ülke ekonomisinin çivisi çıktığından fiyatları takip etmek mümkün değil artık. AKP’li milletvekili Metin Bulut’un açıklaması dalga geçer cinsten: Ekonomik bir zorluk yaşanıyor, ama biz hep şöyle ifade ediyoruz; diyoruz ki, her ne kadar sebebi biz olmasak da çözümünden kendimizi mesul tuttuğumuz bir dönem.... diyor. Bayılıyorum akepelilere, milletle ancak bu kadar güzel alay edilir. Ama işin en açıklı yanı, bu milletin halen bunları yiyor olması! 20 senedir iktidarsın ve halen çöküşün nedenini başkasında arıyor-gösteriyorsun.
Ömerli Barajı’nın üzerine kurulu bulunduğu Riva Deresi, İstanbul’un en büyük akarsuyudur. Kollarından bir kısmı İstanbul ili sınırları dışından gelir. Bunlardan birisi Kocaeli il sınırları içinde kalır ve Mollafenari yöresinin sularını toplar. Uzundere adını alan bir diğer kolu da yine Kocaeli il sınırları içinden doğar, kaynaklarını değişik yerlerden alan birkaç küçük akarsu ile beraber Ömerli Baraj Gölü’ne dökülür. Baraj çıkışında Riva Deresi adı altında kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda Sırapınar Köyü’ne ulaşır. Alemdağ’ın kuzey eteklerinden doğan Alibahadır Deresi’ni de kendine katarak, Çayağzı’ndan Karadeniz’e dökülür. Riva Deresi’nin deniz seviyesinden ortalama yüksekliği 50 metredir.
Osmanlı döneminde özellikle çok yağmur yağdığı zamanlarda Riva Deresi’nin taştığı ve çevresindeki arazilere zarar verdiği olmuştur. Bu tip hadiseler zaman zaman belgelerde de yansımıştır. Mesela 1910 yılının Şubat ayı sonlarında Riva Deresi’nin taşması sonucu oluşan bir sel baskınından Hüseyinli Köyü arazisi büyük zarar görmüştür. Ancak herhangi bir can kaybı olmamıştır.
Bu bölüm rotanın en keyifli yeridir. Dümdüz, neredeyse hiç tırmanış yoktur, varsa da fazla dik değildir. Riva kenarındaki kır düğünleri mekanları ve muhteşem villalar geçilir de geçilir. Cam Ocağı (burayı gezebilirsiniz) gelir, o da geçilir, 3’üncü köprünün bağlantı yollarının ayakları altından geçilir, sağda mesire yerleri gelir, geçilir ve Cumhuriyet köyüne ulaşılır.
Burada artık sürdüğünüz yoldan ayrılıp, sağdan, dere üzerindeki köprüden geçip, Mehmet Aksoy’un atölyesinin önünden devamla (solda, bahçesindeki dev heykellerden hemen belli olur. İzin ister, müsaitse atölyesini de ziyaret edip bu güçlü sanatçıyı da tanımanızı öneririm) bir müddet sonra gelen çataldan sola, Reşadiye diye devam edersiniz.
Bu bölge Çekmeköy ilçe sınırları içinde yer alır; Ömerli, Taşdelen, Sultançiftliği, Sırapınar, Reşadiye, Alemdağ, Hamidiye, Cumhuriyet gibi 21 köy (bugün mahalle oldular).
1930’lu yıllarda Çekmeköy ve civarı İstanbul’un en ilgi çeken yerlerinden birisiydi. Özellikle bölgenin sahip olduğu muhteşem ormanlar ve bu ormanlarda kaynağı bulunan nefis memba suları bu ilginin en önemli sebeplerindendi.
Bölgenin gerek su çeşitliliği gerek ormanlar bakımından zengin oluşu sağlık sektörünü de harekete geçirmiş olacak ki, bu tarihlerde su ve ormanları tedavi amaçlı kullanma fikirleri ortaya atıldı. Bunlardan biri sudan faydalanma yolu idi ve Alemdağ’nı bir su kür yeri yapma düşüncesi gündeme gelmişti.
Cumhuriyet sonrası hafif hafif minik tırmanışlar gelir. Sokağa atılmış köpeklerin bölgesine gelirsiniz. Sizi gördüklerinde mama dağıtacağınızı düşünerek peşinizden koşarlar. O nedenle yanınıza mama alırsanız sizlere öylesine minnettar kalırlar ki, mutluluklarını kuyruklarında görebilirsiniz.
İnsan olmanın erdemi, her canlının yaşam hakkına saygı göstermek, sokak hayvanlarına da. Öylesine haberler okuyoruz ki, toplu olarak kat edildikleri, çukurlara gömüldükleri, devletin zayıf kalan yasaları, halen ayıp kapsamında olup, cüzi para cezası ile kurtulup, caydırıcılığın olmadığı durumlar!
Reşadiye’ye iki aşamada çıkılır. İlki o kadar dik olmasa da ikincisinde gene %13’i görürsünüz. Ancak burada da yolun evsafı iyi olduğundan öyle veya böyle sıkıntısız çıkılır.
Soldan Reşadiye köyüne, uzunca bir yoldan girip, camiyi de geçip, köyün tek kahvesi sağınızda karşınıza çıkar. Küçüktür ama çayı lezzetlidir ve halen bardağı 2 buçuk liradır.
Bugün Çekmeköy’ün mahallesi olan Reşadiye’nin tarihine bakacak olursak: 1880’li yılların sonuna gelindiğinde muhacirler geleli neredeyse 10 yıl olmuştu. Bu süre içinde Alemdağ bölgesinde geçici olarak iskân edilen muhacirler olarak, bazen Laz Köyü olarak anıldıkları da olmuştu. Bu yüzden köyün resmi olmayan ilk adına Laz Köyü denilebilir.
1889’da artık muhacirlerin araziyi ziraata elverişli hale getirdikleri ve bölgeyi benimsedikleri görülür. Zaten aradan geçen 10 yıl içinde yerleşme konusunda belirli bir düzen de sağlanmıştı. Bu yüzden muhacirlerin bulunduğu yerin bir köy olarak kabul edilmesi ve isimlendirilmesi hususlarında girişimler oldu. Tahtta Sultan II. Abdülhamid olduğundan onun isminin verilmesi gündeme geldi ve köyün adı Şûrâ-yı Devlet (Danıştay)’ın 26 Şubat 1889 tarihinde almış olduğu bir kararla Hamidiye Köyü olarak konuldu. Köy bu tarihte Kartal Kazası’na bağlıydı. Ancak bu yeni köy için padişah iradesi çıkmadığından, isim resmiyet kazanamadı. Ne var ki bu isimle anılmaya da devam edildi. Şûrâ-yı Devlet kararından sonra köyün muhtar ve imam mühürlerinin yaptırılması hususunda da şehremanetine yazılar yazıldı.
1909 yılında Sultan II. Abdülhamid tahttan indirilip yerine Mehmed Reşad geçti. Bu dönemde de muhacirlerin meskûn oldukları yerin resmen köy statüsüne kavuşması için çalışmalara devam edildi. Aşağı ve yukarı olarak iki ayrı mahalle halinde bulunan köyün iki farklı köy olarak kabul edilmesi ve buna göre yeni isimler verilmesi de talepler arasındaydı. Ancak iki ayrı köy olarak ayrılması talebi uygun görülmedi. Neticede uzun süren çalışmalar sonuç verdi ve köyün adı 30 Aralık 1911 tarihinde yeni padişahın ismine izafeten Reşadiye oldu.
Bölge halkı savaşlar ve bunun sonucunda ortaya çıkan göç hadiselerinin getirdiği sıkıntıların yanında doğal afetlerle de uğraşmak zorunda kaldı. 1894 yılında İstanbul ve çevresinde büyük bir deprem olmuş, ilk şok çok geniş bir sahada hissedilmiş, İstanbul ve Adalar ile birlikte İzmit, Sapanca ve Yalova’ya kadar olan bölgede büyük tahribat meydana gelmişti. Depremde çok sayıda bina yıkılmış ve sarsıntılardan etkilenmeyen hemen hiçbir bina kalmamıştı. Devletin peş peşe savaşlara girdiği ve toprak kaybettiği bu yıllarda, Osmanlı vatandaşı olan gayrimüslim unsurlardan özellikle Ermeniler ve Rumlar da ayaklanmalara başlayarak bölgenin asayiş ve güvenliğini tehdit eder hale gelmişlerdi. Bu tarihlerde Ermeni ve Rum azınlıkların bu ihanetlerine karşılık bir güvenlik bölgesi oluşturulması düşüncesiyle Müslüman-Türk muhacirlerden olan Hopa muhacirleri bu bölgeye yerleştirilmişti. Zaten arşiv belgelerinden de azınlıkların bu faaliyetlerine karşı Osmanlı Devleti idarecileri ve güvenlik güçleri tarafından çeşitli tedbirlerin alınmaya başladığı anlaşılmaktaydı. Mesela 25 Ekim 1895 tarihli bir belgede, Çekmeköy ve Alemdağ civarındaki Ermeni eşkıyasının faaliyetleri hakkında yapılacak tahkikatla ilgili geniş bir rapor tanzim edilmişti. Buna göre Kâimmakâm Şükrü Bey’in refakatinde bir yaver, bir taktikçi ve hayvansız olarak 10 süvari askerden oluşan bir ekip teşkil edilmişti. Yapılan plana göre, ekip önce küçük bir vapurla Üsküdar’a geçip, Üsküdar Kumandanlığı’ndan da gerekli hayvanları aldıktan sonra Alemdağ bölgesine gidecekti. Burada yapılan gözlemlerde, Ermeni eşkıya çetelerinin Alemdağ ve civarı taraflarında dolaşmakta oldukları, ancak şimdilik bir kötülük etmiyorlarsa da bazı olumsuzlukların sezildiği Şile Tabur Binbaşılığı’ndan İzmit Kumandanlığı’na bildirilmişti. Bunlarla ilgili gözlemler için doğruca Alemdağ civarında Sultançiftliği’ne gidilecek, gerek orada ve gerek Sarıgazi Türbesi yamacında bulunan Ermeni köyünde, Göceoğlu Agop Efendi ve İbrahim Paşa çiftliklerinde tahkikat yapılacaktı. Tahkikattan elde edilecek bilgilere göre bir rapor düzenlenecek ve ertesi gün Üsküdar’a dönülerek kumandanlıktan alınan hayvanlar yerine iade ve teslim edilecekti. Tahkikat sırasında müdahil olunması gereken acil bir durum olduğunda şifre ile haber verilip, hemen destek kuvvet gelmesi sağlanacaktı. Bu gibi belgelerde Osmanlı Devleti yöneticilerinin azınlıklar tarafından çıkarılan huzursuzlukların farkında olduğu ve bunları önlemeye yönelik tedbirler almaya başladığı görülüyordu.
Dinlenip nefeslenip köye geldiğiniz yolu geri çıkıp, (sularınızı dolduracağınız çeşmeler vardır, önünde sıralanmış bidonlardan belli olur) dönüş yoluna girer, bir süre daha Alemdağ Ormanı kenarından sürer, kalabalık trafiğe yavaş yavaş dahil olursunuz. Bundan sonrası savaş alanıdır. Araç trafiği içinde olmak istemezseniz, Çekmeköy’den metroyla (M5 hattı) dönüş de yapabilirsiniz, Üsküdar’a kadar gider. Biz devam ettik. Çekmeköy Devlet Hastanesi önünden, Şile otoyolunun kenarından, Dudullu İmes-Modoko diye...
bisikletle Reşadiye: Dudullu-Beylerbeyi-Beykoz-Akbaba-Paşamandıra-Cumhuriyet-Reşadiye-Çekmeköy-Dudullu
Tur tarihi: 17 Temmuz 2022
Alınan yol: 86,45 km
Ortalama hız: 19,5 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 24 dk, dışarıda geçen süre 7 sa. 6 dk
En yüksek sıcaklık 38 ˚C, en düşük 24 ˚C, ortalama 29,4 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1465,7 m, kaybı (iniş) 1457,7 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 234,5 m
Garmin yol bilgileri bisikletle Reşadiye
Relieve yol bilgileri bisikletle Reşadiye