22 Ağustos 2018

Kötülüğün olmadığını göstermek isteyen Amerikalı çift IŞİD bölgesinden bisikletleriyle geçerken feci şekilde öldürüldüler

Amerikalı çift, kötülüğün var olmadığını kanıtlamak için dünyayı bisikletle dolaşmaya karar verdi. IŞİD bölgesinden bisikletle geçtiler ve IŞİD onları öldürdü.

Ölüm haberleri 8 Ağustosta geldi, ancak hikayeleri sosyal medyada sürmekte.

Jay Austin ve Lauren Geoghegan yaklaşık iki yıl önce dünya bisiklet turuna çıkmak için Vaşington’daki resmi işlerinden ayrıldılar. Geniş bakış açılı iyimser çift, gezilerinin çarpıcı fotoğraflarını, kötülük, medya ve insanların erdemi üzerine olan derin düşüncelerini veb sitelerinde paylaşmaktaydılar.

Bir yazısında, aynı zamanda vegan olan Austin, Obama'nın başkanlığı sırasında Konut ve Kentsel Gelişim Dairesi için çalıştıklarını, kendisinin ve sevgilisinin cömert ve cana yakın insanlarla tanışmak umuduyla dünya çapında bisiklet sürmeyi planladıklarını anlattı.

Bisiklete binmenin kişiyi daha “savunmasız” hale getirdiğini kabul etti.

“Bisiklet, gezmek için temiz, sessiz ve basit bir araçtır, aynı zamanda ucuz bir yoldur. Seni daha savunmasız yapar, ama aynı zamanda daha ulaşılır hale getirebilir. İnsanlar hayret verici derecede cömert olabilir, şaşkınlık veya acıma hissiyle, ya da her ikisinin bir karışımıyla daha çok gülümsemeler, daha pozitif dalgalar, daha meraklı konuşmalar, yatacak veya kamp kurabileceğiniz yer teklifi alabilirsiniz. Bisiklet dışında başka herhangi bir ulaşım aracında bunu göremezsiniz.”

Diğer bir yazısında, Tacikistan toprakları içinde İŞID’in adam toplama bölgesine girmeden hemen önce Austin, dünyada “kötülük”ün olmadığına değindi.

“Haberleri izliyor, gazeteleri okuyor ve dünyanın büyük, korkutucu bir yer olduğuna inanmaya başlıyorsunuz” diyor Austin, “İnsanlar, anlatılana göre güvenilmez. İnsanlar kötüdürler. İnsanlar canavardırlar. İnsanlar baltalı katiller, canavarlar ve daha daha kötüler. ”

Austin, “kötülük yapmacık, düzmece, inandırılmış bir kavram” diye devam etti.

“Bunu kabul etmiyorum. Kötülük, insanların farklı değerleri, inançları ve bakış açılarıyla baş etmek için geliştirilmiş ve bizim yarattığımız bir kavramdır - bunu anlamak için çabalamaktan çok bu düşünceyi görmezden gelmek daha kolaydır. Kötülük var elbette, ama oldukça seyrektir. Genelde insanlar kibardır. Bazen bencil olurlar, bazen uzağı göremezler ama naziktirler. Cömert, olağanüstü ve kibardırlar. Yolculuğumuzda bundan daha büyük bir ilham gelmedi. ”
Tacikistan, Pamir Dağları’nda Ak-Baital Geçidi. 
Çiftin sosyal medyaya yolladığı son fotoğraf.

Ne yazık ki Austin ve Geoghegan dünyada kötülüklerin var olduğunu bir terörist batağında yolculuk ettikleri sırada ilk elden keşfettiler.

Çift, İslam ülkesi Tacikistan'ı başka bir bisikletçi grupla geçmeye karar verdi. Beş IŞİD üyesi ile karşı karşıya kaldıklarında korkunç bir kaderle tanıştılar.

29 Temmuz’da IŞİD üyeleri tarafından kullanılan bir araç hızla bisikletçilerin arasına daldı. Araçtan inen adamlar diğer bisikletçilerle (bir İsviçreli, bir Hollandalı) beraber Austin ve Geoghegan'ı bıçaklayarak öldürdüler. Diğer 3 kişi yara alarak kurtuldu. 

IŞİD bayrağı altında IŞİD lideri Ebubekir El Bağdadi'ye bağlılık sözü veren katillerin yer aldığı videoda IŞİD saldırının sorumluluğunu üstlendi. New York Times'a göre adamlar “kâfirleri” öldürmeye yemin etti.








Not: Çift, 28 Mayıs 2018’de İstanbul’daydı. Gezi notları ve fotoğrafları burada.




20 Ağustos 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Talas III-Kayseri-İstanbul)

18 Ağustos 2018, Cumartesi / Talas III – Kayseri - (otobüs) İstanbul, 14 km. (42. gün)

Bugün İstanbul’a dönüyorum, Akşam 7 Kamil Koç ile. Odayı 12’ye kadar boşaltmam lazım. Tembellik yapabiliyorum o nedenle. Kahvaltıya 9 gibi inip güzelce karnımı doyurdum. Sonra odada eşyaları toplamaya başladım. Çantaların dibine bıraktığım bazı şeyler yukarıya, hatta ön çantaya gelmek zorunda. Öncelikle evin anahtarı ve garajın kumandası.

12 olmadan çantalar toplanmış ve resepsiyonun arkasındaki odaya bırakılmış olarak yarım günümü gezerek değerlendirmek üzere otelden ayrılıyorum. Aklımda tramvaya binip T1 hattının iki ucuna kadar gitme fikri var. Ama öncesinde Eski Talas’a bir kere daha uğrayayım. 800 metre uzağımdaki Kızılay Kan Bankası tramvay durağına yürüyor, tramvaydan Cemil Baba son durağında iniyorum. Osmanlı Sokağı denilen yer bana fazla avam geldi. Güzelim mekanı rezil etmişler. Tek bir anlayışı kopyala-yapıştır tarzı çoğaltmışlar. Hiç bir özelliği kalmamış sokağın. Ama karşısındaki mahallede halen yaşanıyor. O nedenle turistik müdahale gör(e)memiş. Sadece eski binalar restore edilmiş, kötü eklemeler var bazılarında.

Güneş tepemde, yakıyor. Gölgeleri tercih ediyorum. Bazı evler elden geçmiş, çok güzel olmuş. Tepede kiliseden camiye devşirilmiş Talas Yeni Cami’ye çıkıyorum. Mekanı damat-gelin fotoları çekmek üzere kullanan bir ekiple. Fotografçı işi 1000x yapmış olmalı ki, kafasında klişe bir poz(lar) ve nokta(lar) var. Damada geline şöyle bak, başını şuraya döndür gibisinden talimatlar vermekte. Gelinin peşindeki nedimeleri elbisesini düzeltip çiçeklerini hazırlıyorlar. Herhalde bu iş imzalar atıldıktan sonra oluyordur, değil mi? Ya bu kadar şovdan sonra karşı taraf pas geçerse?!

Türkiye’de pek çok şehirde geçmişte kilise iken devşirilip cami olarak kullanılan ibadethaneler bulunmakta. Tersi durumu da yurt dışında, Osmanlı’nın terk ettiği coğrafyada görmek mümkün. Bu sayede bu yapılar korunmuş, yıkılmamış, yok olmamış, biz de mimari özellikleri ve yapıldıkları döneme ilişkin bilgiler ediniyoruz. Bir konferansta dinlediğim “İbadethane kimlik değiştirmezse yıkılmaya mahkumdur, öyle ki bugün gördüğümüz Doğu Roma (Bizans) kiliseleri eğer camiye çevrilmeselerdi çoğunun varlığından bile haberdar olmayacaktık.” sözü çok doğru gelmişti.

Kilise-cami kapalı. Anlaşılan ibadete de açık değil. Bir kaç foto alıp üstünde bulunan Seyir Kafesi’ne devam ediyorum. Kahvaltı etmekte olan bebeli bir çiftin yanındaki boş masaya yerleşip: “Bir sade lütfen.” Gerçekten buradan Talas güzel görünüyor. (Demişlerdi değil mi?) Daha yukarılara bu sıcakta tırmanmak niyetinde değilim. Amerikan Koleji falan orada kaldı. Kolej zaten tadilatta, EÜ’nin sosyal tesisleri olarak kullanılmakta. Türkiye’deki bu okulların hepsi (Amerikan, Fransız, Avusturya, Alman gibi) zamanında misyonerlik okulları olarak kurulup Lozan Antlaşması sonucu bu faaliyetleri durdurulup okul olarak devam etmişler. Pek çok tanıdığım var buralardan mezun.

Kahve için 6 lira ödedikten sonra tramvay durağına doğru harekete geçtim.  Alttaki ana yolda da bazı şık kafeler-mekanlar var. Saat daha erken olduğundan kimse yok, o nedenle bazı tadilatlar, gürültülü işler yapılmakta.

Tramvaya, bu seferki güvenlik memuru daha bayrama 3 gün var diye bilet almamı istiyor. Ben de karşıdaki marketten 3 liraya bir bilet alarak Cumhuriyet Meydanı’na gidip T1 hattıyla önce batı yönüne doğru etrafı izleyerek, sonra aynı tramvayla bu sefer de doğu yönüne doğru gitmekteyim. Bu arada saatler de ilerledi. Merkezde yemek düşünüyordum ama olamayacak gibi. 5’de otelden ayrılmayı istiyorum. 

Doğu tarafının sonuna kadar gitmedim. Aslında bu yönü geçen sene Bünyan’a giderken pedallamış-görmüştüm. Karşıdan gelen tramvaya atlayıp Tuna durağında T2’ye aktarıp 5 gibi otelde oluyor, üst baş değiştirerek 5 buçuk gibi yeniden bisikletle otogara doğru gitmekteyim. Yakın olmadığını biliyorum, arabayla 20 dakika demişlerdi. Bana en azından iki katı lazım. Navigasyonu da açtım ve şehir içinde doğru, Cumhuriyet Meydanı’na geldim. Burada trafik yoğunlaştı. Çantalarla da aralardan kaçamıyorum. Mecburi beklemedeyim. İki kişiden adres doğrulaması alıp hızla pedallıyorum. Arabalar da hızlı, kavşaklar, sapaklar var geçilen. 

Neticede 50 dakika sonra Kamil Koç bankosundan biletimi yazdırıp 7 nolu perona velespiti dayamış olarak beklemekteyim. Doğru dürüst bir şey yemedim, bari bir çiğ köfte (dürüm) ve de ayran ile bu işi halledeyim.

Otobüs gelmiş meğerse, muavin son derece ilgili ve yardım sever. İlk defa böylesine rastladım. Fark etmedim, araç Travego’ymuş. Tekeri bile sökmeye gerek yoktu ama biz sökerek güzelce dayıyor, sabitliyoruz. 16 nolu koltuğa da gidon çantasını ve kaskı bırakıp hareket saatini beklemekteyim.

Boş yerleri olan ve 11 saat süren yolculuğum kah uyuyarak, kah molalarda çıkıp dolaşarak, kah film izleyerek, kah müzik dinleyerek sürdü. Sabah 6 buçuk Dudullu’ya vardım. Muavinin Engin Bey’in yardımıyla ön tekeri takıp çok yakındaki evin yolunu tutmaktayım. 6 haftadır uzak kaldım Firuzan’dan ve evden. Asansörden çıkarken kapıyı açmak için hazırlanırken Firuzan’ı görmek güzel bir sürpriz oluyor. Kucaklaşıyor, eşyaları içeri alıyor...















Talas - Kayseri
Tur tarihi: 18 Ağustos 2018
Kat edilen mesafe: 14,68 km.
Ortalama hız: 20,5 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 42 dk., dışarıda geçen süre 49 dk. 
En yüksek sıcaklık  33 ˚C, en düşük  27 ˚C, ortalama 31 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 16 m, kaybı (iniş) 84 m.
En düşük irtifa 1040 m, en yüksek 1123 m.

Garmin yol bilgileri Talas-Kayseri

Relive yol bilgileri Talas-Kayseri

        

Osmanlı Sokağı denilen yer bana fazla avam geldi. Güzelim
 mekanı rezil etmişler. Tek bir anlayışı kopyala-yapıştır
 tarzı çoğaltmışlar. Hiç bir özelliği kalmamış sokağın... 

... Ama karşısındaki mahallede halen yaşanıyor. O nedenle
 turistik müdahale gör(e)memiş. Sadece eski binalar restore
 edilmiş, kötü eklemeler var bazılarında.



Bazı evler elden geçmiş, çok güzel olmuş. 


Tepede kiliseden camiye devşirilmiş Talas Yeni Cami’ye çıkıyorum. 






Kilise-cami kapalı. Anlaşılan ibadete de açık
 değil. Bir kaç foto alıp üstünde bulunan
 Seyir Kafesi’ne devam ediyorum. 







Türkiye’de pek çok şehirde geçmişte kilise iken devşirilip
 cami olarak kullanılan ibadethaneler bulunmakta. Tersi durumu da
 yurt dışında, Osmanlı’nın terk ettiği coğrafyada görmek mümkün.
Bu sayede bu yapılar korunmuş, yıkılmamış, yok olmamış, biz de
 mimari özellikleri ve yapıldıkları döneme ilişkin bilgiler ediniyoruz. 

Seyir Kafesi

Toplu olarak büyük miktarda bir mala yakın
 zamanda sahip olacaksınız.




Daha yukarılara bu sıcakta tırmanmak niyetinde
 değilim. Amerikan Koleji falan orada kaldı. Kolej
 zaten tadilatta, EÜ’nin sosyal tesisleri olarak kullanılmakta.




Tramvaya, bu seferki güvenlik memuru daha bayrama
3 gün var diye bilet almamı istiyor. 

Kaybis



Kamil Koç; muavin son derece ilgili ve yardım
 sever. İlk defa böylesine rastladım.























Unutamayacağım bir tur oldu. 1530 km yol pedallamışım (Garmin’den farklı 1597 km diyor bisiklet saati). Yürüdüklerim de cabası. 42 gün evden uzak kaldım. 81,2 kg ile çıktım 79,2 kg ile döndüm. 1890,-TL nakit kullanmışım (artı kredi kartları). Gecelemeye 1479,-TL, yemeğe 664,-TL, çay-kahve-atıştırmalıklara 305,-TL, gidiş-geliş ve şehir içi ulaşıma 363,-TL, erzak, hediyelik, tamir vs. 413,-TL gitmiş. Hesaplanmayan ıvır-zıvırlar hariç Kommagene Krallığı turu böylecene tamamlanmış oldu. 7 il, 20 ilçe, 2 köy, Nemrut, yeni tanışıklıklar, macera dolu bir 6 hafta...


















[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı; İstanbul - (otobüs) Ankara – (tren) Erzurum – Aşkale – Bayburt – Kelkit – Erzincan – Kemah – İliç – Divriği – Arapgir – Keban – Elazığ – Kale – Pütürge – Karapınar Yandere – Nemrut – Kahta – Adıyaman – Gölbaşı – Çağlayancerit – Kahramanmaraş – Başkonuş Yaylası – Kadirli – Kozan – Feke – Saimbeyli – Tufanbeyli – Tomarza – Develi – Talas – Kayseri – (otobüs) İstanbul




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km

Toplam = 1530 km 



Tura çıkmadan yaptığım hazırlık aşamasında çıkarttığım rotayı, araya bayram tatili ve kalabalığı, konaklama sıkıntıları vs. girmesi nedeniyle Kayseri’de bitirdim. Evdeki hesapta Kırşehir’e kadar gitmek vardı. Artık oraları, özellikle Hacıbektaş’ı görmek başka bir tura kaldı.









İlginizi çekebilir Marmaris-Serçe

19 Ağustos 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Talas II)

17 Ağustos 2018, Cuma / Talas II (41. gün)

Ne güzel, tembellik edebileceğim bir gün. Perdeleri de çektim, 7’ye kadar uyudum. Kalkıp oyalandım. 9 buçukta kahvaltıya indim. Biraz zayıf bir ikram. Meyve koyabilirlerdi. Peynir çeşidini artırabilirlerdi. Neyse mevcuttan kendime bir tabak hazırlayıp karnımı doyurdum. Şimdi odada oyalanmaktayım. Dün yazamadığım notları aktarıyorum, ve de fotoları falan.
17.08.1969 - Türkiye 
Sağır ve Dilsizler
 KraliçesSevil Tez,
 Belgrat’ta yapılan
 Güzellik Yarışması’nda
 Dünya Birincisi seçildi.

Zaman ne de hızlı geçmiş, saat 1 olmuş bile. Çıkmak için hazırlanmam lazım, acele et, günü kaçırma. Resepsiyondan, şunu da belirteyim, çalışanlar son derece ilgililer, Ali Dağı Yeraltı Şehri’ne gitmek için bilgi almaktayım. Araştırma sonucu 615 nolu otobüse binmem gerektiği çıkıyor. O da saat başlarında kalkıyormuş. 45 dakikam var yani. Durağa nasıl ulaşacağım öğretiliyor ve yola çıkıyorum.

Tıp Fakültesi’nin karşısındaki duraktan bineceğim. Bu gittiğim yol benim dün geldiğim yol, yani bisikletle. Hastaneler denilen bölümden geçip, burası bir hayli kalabalık, yiyecek içecek yerlerinin de bulunduğu bir yerden su alıp durağa vardım. Öğle sıcağı, güneş tepemde. Durakta gölgelik bir köşe bulup 615’i beklemekteyim. Kısa bir müddet sonra gelmez mi! Oh ne ala, seviniyorum ancak 616 benim yere gidermiş :(( Hadi gene durakta bekle de bekle. Otobüs bir türlü gel(e)miyor. Acaba taksiye mi binsem? Araba da geçmiyor ki buradan.

616’nın şoförü “Bayram 65’lik” beleş binişten haberi yok, kabul etmiyor. İyi, öyle olsun. “Kaç para?” —  “3 lira.” — “Bilet?” — “Yolcudan alacaksın.” diyor. Hiç bir yolcuda da bilet yok veya vermiyor. Bu durumda şoföre “Al sana 3 lira, ne yaparsan yap.” diyor geçiyorum arkaya.

Gittik gittik sonunda otobüs bir rampayı tırmanmaya başladı, zorlanıyor da. Hababam vites küçültüyor. Motor inliyor. Çıkıyoruz tepeleri. Nihayetinde bana seslenip Yeraltı Şehri burada diye haber veriyor. Yolun karşısından bir merdivenle iniliyor. Giriş 4 lira, 65’lik durumlar geçerli değilmiş. Girmeden sağlık kontrolünden geçiriyorlar; kalp hastalığı, yüksek tansiyon, klostrofobi var mı? Sağlam çıkıyor daracık dehlize dalıyorum. Bu kadar darını ve alçağını görmemiştim. Neredeyse yan geçmek gerekiyor bazı yerlerden. 40 metre gittikten sonra geldiğim bölüm şıranın sıkıldığı, şerbetin ve pekmezin yapıldığı yermiş. Burada sizi başka bir rehber karşılıyor. Onun açıklamalarından sağda mutfak, kiler ve ibadethanenin olduğu bölümlerin bulunduğunu öğreniyoruz. “Buraları görün gelin.” diyor. 

Mutfak kısmı çok güzel, duvarlara küçük küçük oyuklar yapmışlar, malzeme koymak için. Yerlerde kazanların yerleştirildiği çukurlar. Su deposu falan tam bir mutfak. Güvercinlikler, havalandırma delikleri...

Geri döndüğümde şimdi beni su sarnıcına yönlendiriyor. Sağa sola sapmadan 220 metre sonra önüme çıkacakmış. Geldik madem bunu da yapalım. 220 metre de az bir mesafe değil (bunun dönüşü de var). Hele de iki büklüm. Adamın beli ağrıyor. O zamanın insanları eminim daha kısalarmış, yoksa bütün gün eğilerek dolaşmak zor olsa. Gerçi bu darlığın önemli bir yararı varmış. Düşman tek tek geçmek zorunda. Kolay av yani. 

Geldiğim sarnıç bölümü suyla dolu. Bir teras yapılmış. Üzerinden bakıyorsunuz. Müthiş bir eko var. Sesiniz defalarca yankılanıyor. Kendini bilmezler duvarlara adlarını kazımışlar. 3. yy.dan günümüze ulaşan bu mekana adını yazacak ahmak ancak bizde çıkar. Hiçbir şeye saygısı olmayan, cahil kalmış bir topluluk. Her geçen gün daha da üzülüyor, uzaklaşıyorum bu insanlardan.

Dönüşte karşı yönden gelen çoluklu çocuklu bir grubun sesleri yankılanarak gelmekte. Bir oyuğa sığışıp geçmelerine izin veriyorum. En kolayı çocuk olmak, rahatça yürüyorsun bu koridorlarda. Çıkmadan dinlenmek ve serinliği sürdürmek için oturduğum taburelerde rehber ile konuşmaktayım. 2010 yılında ziyarete açılan Yeraltı Şehri bütünün sadece küçük bir kısmıymış. Aksaray’a kadar gittiğini söylüyor. Zaten Ürgüp ve çevresi böyle yeraltı şehirleriyle dolu. Hristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde bu volkanik kayaları oya oya insanlar kendilerine yaşam alanları yaratmışlar.

Yeraltından çıkıp yerüstünden Yamaç Paraşütü’nün iniş noktasına yürümekteyim. Bir yokuş/iniş, el ediyorum otostop için geçenlere ama alan yok, mecburen tabanvay devam etmekteyim. Karşı kaldırıma geçip hiç olmazsa arada gelen ağaç gölgelerinden faydalanmak üzere.

Yarım saatlik bir yürüyüş sonrası vardığım büyükçe çimenliğe tepeden süzülüp inenler var. Erciyes Dağı’nın komşusu Ali Dağı’ndan atlıyorlar. Çimen üzerinde eğitim alanlar, sırtlarındaki açılmış paraşütle sağa sola doğru koşuşturmaktalar. Köşede bulunan kafeteryada atlamaya hazırlananlar var. Araçla tepeye çıkacaklar. Dağın yüksekliği 1800 metre. 2004 yılından beri burada Talas Belediyesi tarafından Türkiye ve Dünya Şampiyonaları ve Yelken Kanat Şampiyonaları düzenlenmekte. Aslında bir kere yapmalı bunu. Nasıl bir heyecan olsa? Adrenalin dolu. Bu düşünceyle hazır gelmek lazım. 

Buralarda, yakınlarda “Uçak Restoran” varmış. Bu kadar yakınına gelmişken onu da görsem mi? Yürü bakalım. İleride kanatlarını görüyorum. Nasıl varılır yanına? Yaşlı bir hanımdan alıyorum tarifi, sonra bana doğru gelen beyden de. Ve kocaman uçağın altındayım: Airbus, Kafe & Restorant. Asansörle çıkılıyor. İki katlı. Üst kat kafeterya ve 17’den sonra açılmakta. 1. katta iniyorum, restoran bölümü. Beni karşılayan garsona menüyü sormaktayım. Elime verilen listeden bakıyorum, menemen olabilir. “Kaç yumurtalı?” Öğrenip “Tek.” diyor. “Tek yumurtayla menemen mi olur, beni kesmez. 3 yumurtalı olursa kaça olur?” Zor yerden sordum herhalde! Bunun üzerine mutfaktan şef geliyor. Bakıyorum üzerindeki önlük resmi. “Hangi okuldansınız?” — “Bolu Mengen.” diyor. Kendimi tanıtıyor ve menemenimi sipariş ediyorum.

Güzel bir terasta, uçağın gölgesinde yemeğimi beklemekteyim. İlerimdeki masada üç genç hanım nargile tüttürmekteler. Bolca “selfie” çekiliyor. Ama ne pozlar, onları seyretmek ayrı bir eğlence. Birazdan toprak bir kapta gelen menemen ve şef Feyat Beyle sohbetteyiz. Burasını bir tarihte İsviçre’den gelen iki kişi kurmuş. Üç sene sonra işletemediklerini görüp devretmişler. Feyat Bey ve ortakları araziyle birlikte uçağı satın almışlar. “Önce 6 ay bir denedik, buranın insanlarının ne sevdiklerini araştırdık. Mutfağı uçak içinden dışına taşıdık ve şu an gayet başarılı bir şekilde çalışmakta. Kanatların üzerindeki terasa çok rağbet var. Rezervasyonla çalışıyoruz. Kışın uçağın içi tercih ediliyor, yazın dışı haliyle.Kaptan pilot bölümü ise özel günlerde, evlilik teklifi gibi kullanılmakta.” Bana ayrıntılı şekilde tanıyor uçağını. Feyat Bey işini biliyor, mütevazı bir insan. Mesleğini uzun yıllardır İstanbul Günay’da icra etmiş. Burada bir şahsın özel aşçılığını yapmış, bugün de bu uçakta. Bravo. Kahve eşliğinde gastronomiye ilişkin konuşmaktayız. Biraz kenarından ben de konuyla ilgili olduğumdan sohbetimiz keyifle sürmekte. Birlikte mutfağı ve uçağın içini geziyoruz. “İçki servisine de başlayacağız, talep var.” diyor. Bu arada menemen 16,50 tutuyor, unutmadan. Ayrılırken bana asansöre kadar eşlik edip vedalaşıyoruz.

Otobüs beklemektense yürümek daha iyi. Tarif üzerine tramvaya doğru yürürken aslında dün Erciyes’ten geldiğim yolda olduğumu fark ediyorum. Yürümezsen anlayamazsın bunları. Tramvay yoluna çıkıp sağdaki marketten kampanya diye -3 al 2 öde- Eti Frigo alarak kafelerin olduğu ağaçlı bir yolda yürümekteyim, frigoları tek tek mideye indirerek. Biraz fazla oldu ama, aç gözlülük yaptım. Sağda Gloria Jean’s Coffees’i görünce bir “ristretto” (7,25) ile ağzımdaki tadı değiştirmekteyim. Bahçesinde rahat bir koltukta oturuyor, biraz telefonla biraz gelenleri keserek oyalanmaktayım. Kafe müdiresi buralı olmadığımı öğrenince ve de bisiklet hikayesini duyunca önce çay, istemeyince bir “ristretto” daha ısmarlamak istiyor. Nazikçe, fazla olmasın, teşekkür ederek ret ediyorum. 

Güneş batmak üzere, artık ayaklanayım. Ne yapayım? Bin tramvaya Cumhuriyet Meydanı’na kadar git gel. Biraz etrafa bak.

Gündüz gözüyle daha iyi anlıyorum bulunduğum yeri ve konumumu. Otele dönüşüm artık karanlıkta oluyor. İki bardak sıcak su alıp odama çıktım. Sallama yeşil çayımla bilgisayarın başına geçip vazifemi yerine getirmekteyim.


Bu gittiğim yol benim dün geldiğim yol, yani bisikletle. 


Otobüs bir rampayı tırmanmaya başladı, zorlanıyor
 da. Hababam vites küçültüyor. Motor inliyor. Çıkıyoruz
 tepeleri. Nihayetinde bana seslenip 
Yeraltı Şehri burada diye haber veriyor. 

Bu kadar darını ve alçağını görmemiştim. Neredeyse
 yan geçmek gerekiyor bazı yerlerden. 



40 m gittikten sonra geldiğim bölüm şıranın
 sıkıldığı, şerbetin ve pekmezin yapıldığı yermiş.

Mutfak kısmı çok güzel, duvarlara küçük küçü
k oyuklar yapmışlar, malzeme koymak için. Yerlerde
 kazanların yerleştirildiği çukurlar. Su deposu falan tam
 bir mutfak. Güvercinlikler, havalandırma delikleri...

220 m de az bir mesafe değil (bunun dönüşü
 de var). Hele de iki büklüm. Adamın beli 
ağrıyor. O zamanın insanları eminim daha 
kısalarmış, yoksa bütün gün eğilerek 
dolaşmak zor olsa. Gerçi bu darlığın
 önemli bir yararı varmış. Düşman tek tek
 geçmek zorunda. Kolay av yani. 


Yarım saatlik bir yürüyüş sonrası vardığım büyükçe çimenliğe
 tepeden süzülüp inenler var. Erciyes Dağı’nın komşusu Ali
 Dağı’ndan atlıyorlar. Çimen üzerinde eğitim alanlar, sırtlarındaki
 açılmış paraşütle sağa sola doğru koşuşturmaktalar. 



Airbus, Kafe & Restorant

Asansörle çıkılıyor. İki katlı. Üst kat kafeterya
 ve 17’den sonra açılmakta. 1. katta iniyorum, restoran bölümü.

“Tek yumurtayla menemen mi olur, beni
 kesmez. 3 yumurtalı olursa kaça olur?” Zor
 yerden sordum herhalde! 

“Kanatların üzerindeki terasa çok rağbet
var. Rezervasyonla çalışıyoruz.” 

Erciyes ufukta.

“Kışın uçağın içi tercih ediliyor, yazın dışı haliyle.”

Kaptan pilot bölümü ise özel günlerde, evlilik
 teklifi gibi kullanılmakta.”



Feyat Bey ile.

Ristretto




















































42. gün (devamı) Talas III-Kayseri-İstanbul – 40. gün (öncesi) Develi-Talas




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km