19 Ağustos 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Talas II)

17 Ağustos 2018, Cuma / Talas II (41. gün)

Ne güzel, tembellik edebileceğim bir gün. Perdeleri de çektim, 7’ye kadar uyudum. Kalkıp oyalandım. 9 buçukta kahvaltıya indim. Biraz zayıf bir ikram. Meyve koyabilirlerdi. Peynir çeşidini artırabilirlerdi. Neyse mevcuttan kendime bir tabak hazırlayıp karnımı doyurdum. Şimdi odada oyalanmaktayım. Dün yazamadığım notları aktarıyorum, ve de fotoları falan.
17.08.1969 - Türkiye 
Sağır ve Dilsizler
 KraliçesSevil Tez,
 Belgrat’ta yapılan
 Güzellik Yarışması’nda
 Dünya Birincisi seçildi.

Zaman ne de hızlı geçmiş, saat 1 olmuş bile. Çıkmak için hazırlanmam lazım, acele et, günü kaçırma. Resepsiyondan, şunu da belirteyim, çalışanlar son derece ilgililer, Ali Dağı Yeraltı Şehri’ne gitmek için bilgi almaktayım. Araştırma sonucu 615 nolu otobüse binmem gerektiği çıkıyor. O da saat başlarında kalkıyormuş. 45 dakikam var yani. Durağa nasıl ulaşacağım öğretiliyor ve yola çıkıyorum.

Tıp Fakültesi’nin karşısındaki duraktan bineceğim. Bu gittiğim yol benim dün geldiğim yol, yani bisikletle. Hastaneler denilen bölümden geçip, burası bir hayli kalabalık, yiyecek içecek yerlerinin de bulunduğu bir yerden su alıp durağa vardım. Öğle sıcağı, güneş tepemde. Durakta gölgelik bir köşe bulup 615’i beklemekteyim. Kısa bir müddet sonra gelmez mi! Oh ne ala, seviniyorum ancak 616 benim yere gidermiş :(( Hadi gene durakta bekle de bekle. Otobüs bir türlü gel(e)miyor. Acaba taksiye mi binsem? Araba da geçmiyor ki buradan.

616’nın şoförü “Bayram 65’lik” beleş binişten haberi yok, kabul etmiyor. İyi, öyle olsun. “Kaç para?” —  “3 lira.” — “Bilet?” — “Yolcudan alacaksın.” diyor. Hiç bir yolcuda da bilet yok veya vermiyor. Bu durumda şoföre “Al sana 3 lira, ne yaparsan yap.” diyor geçiyorum arkaya.

Gittik gittik sonunda otobüs bir rampayı tırmanmaya başladı, zorlanıyor da. Hababam vites küçültüyor. Motor inliyor. Çıkıyoruz tepeleri. Nihayetinde bana seslenip Yeraltı Şehri burada diye haber veriyor. Yolun karşısından bir merdivenle iniliyor. Giriş 4 lira, 65’lik durumlar geçerli değilmiş. Girmeden sağlık kontrolünden geçiriyorlar; kalp hastalığı, yüksek tansiyon, klostrofobi var mı? Sağlam çıkıyor daracık dehlize dalıyorum. Bu kadar darını ve alçağını görmemiştim. Neredeyse yan geçmek gerekiyor bazı yerlerden. 40 metre gittikten sonra geldiğim bölüm şıranın sıkıldığı, şerbetin ve pekmezin yapıldığı yermiş. Burada sizi başka bir rehber karşılıyor. Onun açıklamalarından sağda mutfak, kiler ve ibadethanenin olduğu bölümlerin bulunduğunu öğreniyoruz. “Buraları görün gelin.” diyor. 

Mutfak kısmı çok güzel, duvarlara küçük küçük oyuklar yapmışlar, malzeme koymak için. Yerlerde kazanların yerleştirildiği çukurlar. Su deposu falan tam bir mutfak. Güvercinlikler, havalandırma delikleri...

Geri döndüğümde şimdi beni su sarnıcına yönlendiriyor. Sağa sola sapmadan 220 metre sonra önüme çıkacakmış. Geldik madem bunu da yapalım. 220 metre de az bir mesafe değil (bunun dönüşü de var). Hele de iki büklüm. Adamın beli ağrıyor. O zamanın insanları eminim daha kısalarmış, yoksa bütün gün eğilerek dolaşmak zor olsa. Gerçi bu darlığın önemli bir yararı varmış. Düşman tek tek geçmek zorunda. Kolay av yani. 

Geldiğim sarnıç bölümü suyla dolu. Bir teras yapılmış. Üzerinden bakıyorsunuz. Müthiş bir eko var. Sesiniz defalarca yankılanıyor. Kendini bilmezler duvarlara adlarını kazımışlar. 3. yy.dan günümüze ulaşan bu mekana adını yazacak ahmak ancak bizde çıkar. Hiçbir şeye saygısı olmayan, cahil kalmış bir topluluk. Her geçen gün daha da üzülüyor, uzaklaşıyorum bu insanlardan.

Dönüşte karşı yönden gelen çoluklu çocuklu bir grubun sesleri yankılanarak gelmekte. Bir oyuğa sığışıp geçmelerine izin veriyorum. En kolayı çocuk olmak, rahatça yürüyorsun bu koridorlarda. Çıkmadan dinlenmek ve serinliği sürdürmek için oturduğum taburelerde rehber ile konuşmaktayım. 2010 yılında ziyarete açılan Yeraltı Şehri bütünün sadece küçük bir kısmıymış. Aksaray’a kadar gittiğini söylüyor. Zaten Ürgüp ve çevresi böyle yeraltı şehirleriyle dolu. Hristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde bu volkanik kayaları oya oya insanlar kendilerine yaşam alanları yaratmışlar.

Yeraltından çıkıp yerüstünden Yamaç Paraşütü’nün iniş noktasına yürümekteyim. Bir yokuş/iniş, el ediyorum otostop için geçenlere ama alan yok, mecburen tabanvay devam etmekteyim. Karşı kaldırıma geçip hiç olmazsa arada gelen ağaç gölgelerinden faydalanmak üzere.

Yarım saatlik bir yürüyüş sonrası vardığım büyükçe çimenliğe tepeden süzülüp inenler var. Erciyes Dağı’nın komşusu Ali Dağı’ndan atlıyorlar. Çimen üzerinde eğitim alanlar, sırtlarındaki açılmış paraşütle sağa sola doğru koşuşturmaktalar. Köşede bulunan kafeteryada atlamaya hazırlananlar var. Araçla tepeye çıkacaklar. Dağın yüksekliği 1800 metre. 2004 yılından beri burada Talas Belediyesi tarafından Türkiye ve Dünya Şampiyonaları ve Yelken Kanat Şampiyonaları düzenlenmekte. Aslında bir kere yapmalı bunu. Nasıl bir heyecan olsa? Adrenalin dolu. Bu düşünceyle hazır gelmek lazım. 

Buralarda, yakınlarda “Uçak Restoran” varmış. Bu kadar yakınına gelmişken onu da görsem mi? Yürü bakalım. İleride kanatlarını görüyorum. Nasıl varılır yanına? Yaşlı bir hanımdan alıyorum tarifi, sonra bana doğru gelen beyden de. Ve kocaman uçağın altındayım: Airbus, Kafe & Restorant. Asansörle çıkılıyor. İki katlı. Üst kat kafeterya ve 17’den sonra açılmakta. 1. katta iniyorum, restoran bölümü. Beni karşılayan garsona menüyü sormaktayım. Elime verilen listeden bakıyorum, menemen olabilir. “Kaç yumurtalı?” Öğrenip “Tek.” diyor. “Tek yumurtayla menemen mi olur, beni kesmez. 3 yumurtalı olursa kaça olur?” Zor yerden sordum herhalde! Bunun üzerine mutfaktan şef geliyor. Bakıyorum üzerindeki önlük resmi. “Hangi okuldansınız?” — “Bolu Mengen.” diyor. Kendimi tanıtıyor ve menemenimi sipariş ediyorum.

Güzel bir terasta, uçağın gölgesinde yemeğimi beklemekteyim. İlerimdeki masada üç genç hanım nargile tüttürmekteler. Bolca “selfie” çekiliyor. Ama ne pozlar, onları seyretmek ayrı bir eğlence. Birazdan toprak bir kapta gelen menemen ve şef Feyat Beyle sohbetteyiz. Burasını bir tarihte İsviçre’den gelen iki kişi kurmuş. Üç sene sonra işletemediklerini görüp devretmişler. Feyat Bey ve ortakları araziyle birlikte uçağı satın almışlar. “Önce 6 ay bir denedik, buranın insanlarının ne sevdiklerini araştırdık. Mutfağı uçak içinden dışına taşıdık ve şu an gayet başarılı bir şekilde çalışmakta. Kanatların üzerindeki terasa çok rağbet var. Rezervasyonla çalışıyoruz. Kışın uçağın içi tercih ediliyor, yazın dışı haliyle.Kaptan pilot bölümü ise özel günlerde, evlilik teklifi gibi kullanılmakta.” Bana ayrıntılı şekilde tanıyor uçağını. Feyat Bey işini biliyor, mütevazı bir insan. Mesleğini uzun yıllardır İstanbul Günay’da icra etmiş. Burada bir şahsın özel aşçılığını yapmış, bugün de bu uçakta. Bravo. Kahve eşliğinde gastronomiye ilişkin konuşmaktayız. Biraz kenarından ben de konuyla ilgili olduğumdan sohbetimiz keyifle sürmekte. Birlikte mutfağı ve uçağın içini geziyoruz. “İçki servisine de başlayacağız, talep var.” diyor. Bu arada menemen 16,50 tutuyor, unutmadan. Ayrılırken bana asansöre kadar eşlik edip vedalaşıyoruz.

Otobüs beklemektense yürümek daha iyi. Tarif üzerine tramvaya doğru yürürken aslında dün Erciyes’ten geldiğim yolda olduğumu fark ediyorum. Yürümezsen anlayamazsın bunları. Tramvay yoluna çıkıp sağdaki marketten kampanya diye -3 al 2 öde- Eti Frigo alarak kafelerin olduğu ağaçlı bir yolda yürümekteyim, frigoları tek tek mideye indirerek. Biraz fazla oldu ama, aç gözlülük yaptım. Sağda Gloria Jean’s Coffees’i görünce bir “ristretto” (7,25) ile ağzımdaki tadı değiştirmekteyim. Bahçesinde rahat bir koltukta oturuyor, biraz telefonla biraz gelenleri keserek oyalanmaktayım. Kafe müdiresi buralı olmadığımı öğrenince ve de bisiklet hikayesini duyunca önce çay, istemeyince bir “ristretto” daha ısmarlamak istiyor. Nazikçe, fazla olmasın, teşekkür ederek ret ediyorum. 

Güneş batmak üzere, artık ayaklanayım. Ne yapayım? Bin tramvaya Cumhuriyet Meydanı’na kadar git gel. Biraz etrafa bak.

Gündüz gözüyle daha iyi anlıyorum bulunduğum yeri ve konumumu. Otele dönüşüm artık karanlıkta oluyor. İki bardak sıcak su alıp odama çıktım. Sallama yeşil çayımla bilgisayarın başına geçip vazifemi yerine getirmekteyim.


Bu gittiğim yol benim dün geldiğim yol, yani bisikletle. 


Otobüs bir rampayı tırmanmaya başladı, zorlanıyor
 da. Hababam vites küçültüyor. Motor inliyor. Çıkıyoruz
 tepeleri. Nihayetinde bana seslenip 
Yeraltı Şehri burada diye haber veriyor. 

Bu kadar darını ve alçağını görmemiştim. Neredeyse
 yan geçmek gerekiyor bazı yerlerden. 



40 m gittikten sonra geldiğim bölüm şıranın
 sıkıldığı, şerbetin ve pekmezin yapıldığı yermiş.

Mutfak kısmı çok güzel, duvarlara küçük küçü
k oyuklar yapmışlar, malzeme koymak için. Yerlerde
 kazanların yerleştirildiği çukurlar. Su deposu falan tam
 bir mutfak. Güvercinlikler, havalandırma delikleri...

220 m de az bir mesafe değil (bunun dönüşü
 de var). Hele de iki büklüm. Adamın beli 
ağrıyor. O zamanın insanları eminim daha 
kısalarmış, yoksa bütün gün eğilerek 
dolaşmak zor olsa. Gerçi bu darlığın
 önemli bir yararı varmış. Düşman tek tek
 geçmek zorunda. Kolay av yani. 


Yarım saatlik bir yürüyüş sonrası vardığım büyükçe çimenliğe
 tepeden süzülüp inenler var. Erciyes Dağı’nın komşusu Ali
 Dağı’ndan atlıyorlar. Çimen üzerinde eğitim alanlar, sırtlarındaki
 açılmış paraşütle sağa sola doğru koşuşturmaktalar. 



Airbus, Kafe & Restorant

Asansörle çıkılıyor. İki katlı. Üst kat kafeterya
 ve 17’den sonra açılmakta. 1. katta iniyorum, restoran bölümü.

“Tek yumurtayla menemen mi olur, beni
 kesmez. 3 yumurtalı olursa kaça olur?” Zor
 yerden sordum herhalde! 

“Kanatların üzerindeki terasa çok rağbet
var. Rezervasyonla çalışıyoruz.” 

Erciyes ufukta.

“Kışın uçağın içi tercih ediliyor, yazın dışı haliyle.”

Kaptan pilot bölümü ise özel günlerde, evlilik
 teklifi gibi kullanılmakta.”



Feyat Bey ile.

Ristretto




















































42. gün (devamı) Talas III-Kayseri-İstanbul – 40. gün (öncesi) Develi-Talas




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km