10 Haziran 2023

[bisikletle]Türkiye: Marmara’dan Ege’ye, oradan Akdeniz’e… (Gelibolu-Eceabat)

 

8 Haziran 2023, Perşembe / Gelibolu - Eceabat, 65 km (5. gün)


Uykumun arasında ne olduğunu anlamadığım bir şekilde telefonum çaldı. Çaldığını anlayana kadar birkaç saniye afallayıp ekrana baktığımda Nilgün’ün aradığını görüyorum. Hoppala, bir şey mi oldu? Açma düğmesine basıyorum ama WA araması, açılmıyor kapanıyor. Saat 6. Ters durumlar. Genelde gece kapatırım nedense unutmuşum. Tekrar uyumaya çalışıyorum.


Oda küçüktü. Duble yatak olunca eşyaları mecburen yatağın bir kenarına, uyumak için de ben diğer yarısını kullanıyorum. 7’yi geçe ayaklanıyorum. Sabahın rutin işleri yapılmakta. Eşyaları topluyor çantalarına yerleştiriyorum. Üç postada indiriyorum. Dün gelen İtalyan turcunun bisikleti benimkinin önünü kapattığından önce onunkini kenara alıp benimkini ara boşluktan sessizce çıkartıyorum. Gece elemanı horul horul kanepede uyuyor. Foto çekilip otelden ayrılışım 08.13. Önce, dün börek aldığım fırından iki poğaça alıp (24-) Google yardımıyla dağ yoluna doğru pedal basıyorum. Hava kapalı. Çanakkale tarafına yağış gösteriyordu Meteo. Bugün Eceabat’a gideceğim, ama dağ yolundan, Gelibolu Yarımadasını pedallayarak.


Eceabat anayolunu dik keserek köy yoluna girdim. Çok güzelleşmeye başlıyor etraf ve birazdan da tırmanış geliyor. Tek şerit, 2. sınıf asfalt bir yoldayım. Pütürlü değil ama, rahat gidiliyor. Bolayır yolundan bin kat daha iyi. Bu yol, ilk köy olan Kavaklı’ya çıkaracak beni. %12'yi görüyorum bazı noktalarda. Tırmanarak 116 metreye çıktım. Hava 21,2 °C. Şimdi, uzaklarda görünen paralı yolun altından geçmem gerekiyor. Ara sıra gelen geçen araçlar oluyor ve paralı yol sonrası köye doğru tekrar tırmanıyor ve 178 m.ye çıkıyorum, %12-13’i görerek. İlçeden ayrılırken su almayı unuttum. Kavaklı köyünde kapıda duran bir hanımdan mataramı doldurtuyorum. Küçük bir köy ama ilçeye en yakını, 6,5 km. 1890’dan beri de bu adı taşımaktaymış.


Köy içinde kısa süren yol şimdi iniyor çıkıyor, etraf tablo gibi bir güzellikte. Muhteşem... Fotolara baktığınızda anlayacaksınız. Geldiğim kavşakta yönüm karışıyor. Traktörcüye soruyorum ve sola gitmemi söylüyor. Sağ Yeniköy’e gidermiş... Bir sulama göleti beliriyor ve birazdan da ikinci köy geliyor; Fındıklı. Köyün adı 1890 yılı kayıtlarında Angeloxóri, 1919 yılı kayıtlarında ise Fındıklı ya da Şeytanköy olarak geçmekte olduğu yazılı. Eski bir Rum köyü. Yeniköy ve Değirmendüzü köyleri gibi bu köyde de bağcılık 1924 öncesi tek geçim kaynağıymış. Köy halkı Rumlar burada şarap üretirler, ceviz, badem yetiştirirler ve bunları İstanbul’a gönderirlermiş. Köyde büyük bir şarap imalathanesi ile şarapların yıllandırıldığı mahzen depoları daha sonra bizimkiler tarafından yıkılarak (!) üzerlerine ev yapılmış. Bugün ayçiçeği ve buğday üretiminin yanında son yıllarda bağcılık, meyvecilik ve fasulye ekimi yapılmakta.


Google-Map açık olduğundan batarya çabuk tükeniyor. Bereket yedek takviye şarj var yanımda, onu bağlıyorum, buralarda kaybolmak istemem. Değirmendüzü sonrası gelen Tayfurköy’de bir mola için bakınıyor, gördüğüm kahvenin karşısına, gölgeye bisikleti dayayıp, 3-4 basamakla çıkılan, sarmaşıklar altındaki terasında bir boş masanın ucuna ilişiyorum. Bir çay eşliğinde sabah aldığım poğaçanın tekini afiyetle yemekteyim. Burayla ilgili okuduklarım; “1519 yılı kayıtlarında Tekfur adıyla geçmekte olup, 1919 yılından beri aynı adı taşımaktadır” diye açıklamakta. Ve o günlerde halkının tümü Hristiyan Rumlardan oluştuğunu, 1924 yılında Selanik'ten gelen Pomakların, sonradan gelen Bulgaristan ve Romanya göçmenlerinin bugünkü nüfusun çoğunu oluşturdukları denilmiş. Bu sırada masanın diğer ucunda oturan Hasan Bey ile tanışıyor sohbet ediyoruz. Üç oğlu var. İkisi dışarıda teki köydeki işlere bakıyormuş. Çayımı ısmarlıyor. Çok teşekkürler bu konukseverliğinize ve onun ayrılmasıyla ben de tekrar yola koyuluyorum.


Ne zamandır bu yolu yapmak istemişimdir. Hep etüt edip rotayı çıkartmıştım. Gerçekten çok iyi bir parkur bu yarımada, yollar bazı yerlerde yamalı, çukurlu olsa da. Bu nedenle dikkatli inmek lazım bazı noktalarda. Yokuş aşağı olduğundan bisiklet çabucak hızlanıyor. Hoppala, bir TIR geçiyor yanımdan. Böyle bir yolda ne işi var ki bu aletin? Havanın kapalı olması aslında isabet oldu. Buraları tırmanırken güneş yorardı. İki gündür zaten yandım, her tarafım kızardı. Bu yer, Ece Ovası içinde kalan bölge, geniş ovasıyla Gelibolu’nun önemli bir tarım alanı. (...) Çamlık bölgeler geçiliyor, tarlalar, keçi sürüleri..., başlarında bekleyen Akbaşlar beni kesmekte. Ben de onları. Ama gözlerine bakmıyorum, temas kurmayalım. Şöyle göz kenarından kesmekteyim. Köpeklerin, göz teması kurulmasını meydan okuma olarak algıladığını okumuştum. Yanlarından sakince, hiç temas kurmadan gitmemiz sonucu çok yüksek ihtimalle köpek uzaklaşmaya başlayacaktır deniliyordu.


Yoldan iPad kalemi için DSİ tekrar aranıyor ve Emin Beyden de temizlikçilere sormasını istiyorum. Yer yarıldı kalem kayboldu sanki! Sinirim tepemde. (…) 7 km sonra Karainebeyli köyü geliyor. Okuduklarımı özetleyecek olursam: 1354 yılında Türklerin Rumeli’ye geçişlerinde Gazi Süleyman Paşa’nın en yakınında bulunan komutanlardan, Eceabat dahil bu bölgeyi fetheden Halil Ece Bey’in adı, eski adı Maydos olan Eceabat’a verilip bölgeye de Ece Ovası denilmiş. Ece Bey’in Gelibolu Yarımadası’nın güneyini ele geçirdikten sonra Karainebeyli Köyü’nün bulunduğu yere Balıkesir Karasibeyliği’nden Karainbey ailesi getirilerek yerleştirilmiş. Aynı zamanda köyün kurucusu olarak Karain ailesine mensup “Kara Nebi”nin adına saygı duyularak bu köye de Karainebeyli adı verilmiş. (...) Ama ben buranın adını geçen yıl işlenen bir cinayet haberinde okumuştum. Buradaki bir çiftlikte, Fen Bilimleri Eğitim Kurumları kurucusu ve şoförü vahşice bıçaklanarak öldürülmüştü.


Artık Eceabat ilçe sınırlarındayım. Yeşilliklerin içinden geçerek 9 km sonra Beşyol’da ikinci mola, iki çay (3,5 ad.) eşliğinde ikinci poğaçayı da yiyorum. Bugün Beşyol denilen köyün adı 1519 ve 1919 yılı kayıtlarında Tursun olarak geçmekteymiş. Bunun da Dursun’dan devşirildiğini okumuştum bir kaynakta. Yani yani durumları... Girdiğim bölge artık “Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alanı”, Birleşmiş Milletler tarafından milli parklar ve koruma alanları listesine dahil edilmiş. Alan içinde çok sayıda şehitlik, mezarlık ile müzeler ve anıtlar yer almakta. 1915’de burada kıyamet kopmuş!!! Yarın tamamına yakın bölümünü pedallayacağım. 


Beşyol’dan 1 km sonra, çıkışta 2’nci bataryaya geçiyorum. Saat 11.46. 42,67 km gelmişim. Hava 28,6 °C, ortalamam 17,5 km/s. Keyifle geldiğim, küçüğünden sonra Büyükanafarta köyünde savaş müzesini ziyaret etmeden önce köy şehitliği önündeyim. Anafartalar Cephesi’nde şehit olan askerlerimiz Büyükanafarta Köyü Mezarlığı’na da gömülmüşler. Köy mezarlığı aynı zamanda şehitlik halini almış. Fotolar çekip devam ilerlemeye. Burada duygular çok derin. Nasıl bir düşünceye kapılacağımı bilemiyor, duygularımın akışına bırakıyorum kendimi.


Büyükanafarta köyündeyim. İçilen bir soda (6-) ile dinlenmece. Köyün adı, 1204 yılı kayıtlarında Anafartus, 1519 yılı kayıtlarında ise Büyük Anavatra olarak geçmekte. Savaş Müzesi’ne giriş ücretsiz. Türklerin yanı sıra İngiliz, Fransız, Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerine ait gereçlerden oluşturulan müze bir vatandaşımızın gayretleri ile ortaya çıkmış. Daha çok Çanakkale Savaşında kullanılan birçok silah ve malzeme bulunmakta. Top mermileri, şarapnel parçaları, kazma-kürek yüzleri, metal paralar, mühürler, çatal-kaşıklar, şişeler, mataralar ve daha bir çok savaştan kalma eşyalar...


İnişli çıkışlı, ama daha çok inişin olduğu bir yoldan geldiğim Bigalı için anayoldan ayrılıp merkeze doğru ilerlemekteyim. Etraf bayraklarla donatılmış. Atatürk Evi’ni ziyaret ediyorum. Gene bisikleti bir gölgeliğe bırakarak. Gazi Mustafa Kemal, muharebeler sırasındaki karargâhlarından birisini de burada kurmuş, muharebeler ile ilgili önemli kararlar almış. Bugün en çok ziyaret edilen noktalardan biri olan bu ev iki katlı, bağdadi bir yapı. Dış kapısından oldukça küçük bir avluya girilmekte. Alt katta biri büyük diğeri küçük iki odası var. Tahta merdivenle üst salona çıkılıp salona açılan üç kapıdan ortadaki en büyük oda Atatürk’ün çalışma odası, sağdaki ise yatak odası. Diğer oda yaverine ayrılmış. Odaların tavan ve taban döşemeleri tahta. Bugüne kadar gelebilen masa çalışma odasında. Karargah Müzesi, Atatürk’ün resimleriyle ve sonradan buraya getirilen benzer eşyalarla ziyarete açılmış 1973 yılında.


Bir yorgunluk var üstümde. Salondaki banka uzanıyorum, neredeyse uyuyaca’m. Yeni gelen bazı ziyaretçilerin sesleriyle kendime geliyorum. Bu şekilde görünmeyeyim diye ayaklanıyor, müzeden ayrılıp tekrar yola çıkıyorum. Haritada çıkarttığım yol biraz değişerek, sonunda sahil yoluna bağlanıp yeni açılmış 700 metrelik tünelden geçip Şehir Merkezi diye soldan Eceabat’a ulaşıyorum. Pansiyona uğramadan önce kısa bir şehir turu atıp, arabalı iskelesi önünden devam ederek yemek yiyebileceğim yerler aramaktayım. Ellerinde poşetlerle insanlar görünce pazar kurulu olduğu anlaşılıyor. Hep derim ya: sosyal arena olarak görülmesi gereken pazarlara bayılırım.


Google ile Ünal Pansiyonu bulup kapısında Ömer Beyi görüyor, küçük aparta eşyaları taşıyorum, 400- lirayı nakit ödeyerek. Bir mutfak-banyo ve yatak odası kenarında kanepeden oluşuyor. Gün ışığı az giriyor, mutfak penceresinden bir de giriş kapısından. Ömer Bey bahçesinden topladığı hıyar ve cevizleri ikram ediyor (daha sonra yemeğe çıkarken de yeşil erik). Ana binada kendileri oturmakta. İki katını ve bu müştemilatı kiraya veriyorlar. Eceabat’ta 500’ün altında tek burasını bulabildim, bir hayli araştırma sonucunda. Duş alıp biraz ayakları uzatıyorum. 4 gibi yemeğe gidiyorum. Ömer Bey ile birlikte yürüyoruz. Bana gezilecek yerleri sayıyor. Yarın oralara gidece’m, sonra da Çanakkale’ye geçeceğim.


Kordon boyunca yürürken Gül Lokantası diye bir yerde seçtiklerimde etle ilgili bir şey olmadığını öğrenip az az yoğurtlu kızartma-ezo gelin-pilav üstü kuru (75-) ile doyuruyorum mideyi. Toplanmakta olan pazara bir göz atıyor, sokak aralarında dolanıyor, kahvede içilen bir sade (15-) eşliğinde ileride kalacağım yerleri arıyorum. Turgutlu’da şimdilik yer yok, pazartesi tekrar arayın diyorlar.


Merkezi feribot iskelesinin hemen yakınında yer alan Tarihe Saygı Parkı’nı geziyorum. Çanakkale Boğazı ve Gelibolu Yarımadası savaş alanları ve yerleşim bölgelerini kapsayan, topoğrafik platform üzerinde canlandıran bir maket etrafında dönerek her yere kuş bakışı bakabiliyorsun. Yarınki rotamı da böylece görmüş oldum. Savaşa dair pek çok canlandırmanın yer aldığı parkta ayrıca komutanların büstleri ve haritalar da var. Aynı şekilde siper mücadeleleri de yansıtılmış. Sergiyi çevreleyen cam paneller üzerinde ise muharebeler hakkında ayrıntılı bilgiler verilmekte. Parkın en sonunda ise, savaşın önemli figürlerini bir kompozisyon içinde gördüğümüz ‘Tarihe Saygı Anıtı’ heykeltıraş Tankut Öktem’e (*) ait. 12 metre yüksekliğindeki bu anıt şüphesiz parkın en dikkat çekici parçalarından.


(*) Tankut Öktem (1940-2007); Anıtsal heykelleri ile tanınan sanatçının en tanınmış eserleri arasında Ankara Kara Harp Okulu'nda üzerinde 700 figürün bulunduğu Harbiyeli Şehitler Anıtı, Manisa'daki 67 m yüksekliği ile dünyanın en yüksek anıtları arasında yer alan Kuva-yi Milliye Anıtı yer alır. Türkiye'deki pek çok il meydanındaki Cumhuriyet anıtları, Tankut Öktem'in eseridir. 1999 yılında devlet sanatçısı ünvanını almıştır.

Vikipedi


Bir banka oturuyor, boğaz trafiğini izliyor, biraz da buranın tarihini tekrar okumaktayım: Eceabat ve çevresi eski çağlardan beri yerleşimlere sahne olmuştur. MÖ 2000′lerde Fenikeliler tarafından kurulduğu varsayılmaktadır. Troya ve Midillili denizcilerin Eceabat kıyılarına kadar gelip zayıf kıyı kentleri ve limanlar oluşturdukları tarihi bulgulardan anlaşılmaktadır.


Bugünkü Eceabat’ın antik dönemlerdeki ismi ise Maydos/Matidos/Madytos’ tur. Tam kuruluş tarihi bilinmese de, Heredot ve Helennikas tarihinde adı geçtiğine göre MÖ 5 yy’dan önceki tarihlerde kurulmuş olması muhtemeldir.


İlçenin adı yörenin fethinde büyük yararlılık gösteren ve yarımadanın bu kısmına gazileriyle çıkan Ece Yakup Bey’den gelmektedir. Onun ismine, “imar eden” manasındaki “abat” kelimesi eklenerek Eceabat’a dönüşmüştür. Ayrıca Ece Yakup’un gazileriyle fetih öncesinde kendine mesken edindiği Saroz yönüne bakan bir koya onun ismi verilmiştir, Ece Koyu.


Fatih Sultan Mehmet döneminde boğazların önemine binaen Kilitbahir kalesi inşa ettirildi. Diğer Osmanlı sultanları da çeşitli kaleler yaptırdı ve var olanların onarımlarını sağladı. Özellikle Sultan II. Abdülhamit döneminde stratejik önemi sebebiyle Boğaz’ın Rumeli yakası tabyalarla donatılır. Bu tabyaların birçoğu Çanakkale Savaşları sırasında büyük yararlılıklar göstermiştir.


1. Dünya Savaşı yılları ise tarihin Çanakkale’de kırıldığı andır. 1915 yılında Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı mekan her ne kadar yarımadaya adını veren Gelibolu ile anılsa da, aslında en hararetli savaşların yaşandığı topraklar yarımadanın Eceabat ilçesi sınırlarındadır. Çanakkale Deniz ve Kara Savaşları neticesinde savaşın her iki tarafından 500 binin üzerinde asker kaybedilmiştir. Cumhuriyet döneminde Çanakkale iline idari olarak bağlanan Eceabat, 1926 yılında belediye olur.


Ece Koyu ve Akbaş Limanı hattının batısında yer alan 33 bin hektarlık alan 1973 yılında çıkartılan bir kanunla Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı ilan edilir. Burası Çanakkale Savaşları’nın en yoğun yaşandığı Eceabat topraklarını kapsar. 

EceabatKaymakamlığı


Öğrenciler gelmiş farklı şehirlerden, otobüsleri arabalı vapuru için sıra beklerken onlar da parkı geziyorlar. Karşıya geçiş 30 dk sürüyormuş. Her saat başı karşılıklı hareket ediyorlar. Sahil boyunca biraz yürüyor, sonra içerilere dalıyorum, marketten alınan soda ile. Fakir kesimler de var. Evlerin durumlarından belli. Dönüşte Ömer Beyden tekrar görülecek yerleri dinliyor, kayıt ediyorum. Gezi notlarını yazarken Firu arıyor, bolca sohbet ediyoruz.


Bir kırkayağın kaç tane ayağı vardır?


Kırkayak kelimesi, Latince “yüz ayak” anlamına gelen centipeda kelimesinden gelmektedir. Kırkayaklar yüz yılı aşkın bir süredir kapsamlı bir biçimde incelenmelerine karşın tam olarak yüz ayağa sahip bir örneğine rastlanmamıştır. Türkçedeki adlarına bakarak bu hayvanların kırk ayaklı oldukları da söylenemez.



Eceabat Akgün Pans. 0543 3513958 Ömer b.
















Gelibolu - Eceabat

Tur tarihi: 8 Haziran 2023

Alınan yol: 65,79 km
Ortalama hız: 17,6 km/s

En yüksek hız: 53,1 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 44 dk, dışarıda geçen süre 5 s 50 dk

En yüksek sıcaklık 34 ˚C, en düşük 18 ˚C, ortalama 24,6 ˚C
Yükselti kazancı 
(çıkış) 998,5 m, kaybı (iniş) 1000,1 m
En düşük yükselti 2,6 m, en yüksek 212,3 m

 

Garmin yol bilgileri Gelibolu-Eceabat


Relive yol bilgileri Gelibolu-Eceabat


Gelibolu’dan ayrılışım 08.13.


Google yardımıyla dağ yoluna doğru pedal basıyorum. Hava 

kapalı. Çanakkale tarafına yağış gösteriyordu Meteo. 


Eceabat anayolunu dik keserek köy yoluna girdim. Çok 

güzelleşmeye başlıyor etraf ve birazdan da tırmanış geliyor.


Tek şerit, 2. sınıf asfalt bir yoldayım. Pütürlü

 değil ama, rahat gidiliyor.



Kavaklı köyünde kapıda duran bir hanımdan mataramı 

doldurtuyorum. Küçük bir köy ama ilçeye en yakını.


Köy içinde kısa süren yol şimdi iniyor çıkıyor, etraf

 tablo gibi bir güzellikte. Muhteşem...






Buraları, Ece Ovası içinde kalan bölge, geniş ovasıyla

 Gelibolu’nun önemli bir tarım alanı. 




Artık Eceabat ilçe sınırlarındayım.




Girdiğim bölge artık “Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alanı”,

 Birleşmiş Milletler tarafından milli parklar ve koruma 

alanları listesine dahil edilmiş. 




Anafartalar Cephesi’nde şehit olan askerlerimiz 

Büyükanafarta Köyü Mezarlığı’na da gömülmüşler.




Büyükanafarta Savaş Müzesi’ne giriş ücretsiz.


Daha çok Çanakkale Savaşında kullanılan birçok 

silah ve malzeme bulunmakta. 






İnişli çıkışlı, ama daha çok inişin olduğu bir yoldan geldiğim Bigalı

 için anayoldan ayrılıp merkeze doğru ilerlemekteyim. 


Etraf bayraklarla donatılmış. Atatürk Evi’ni ziyaret ediyorum. 


Gazi Mustafa Kemal, muharebeler sırasındaki karargâhlarından

 birisini de burada kurmuş, muharebeler ile

 ilgili önemli kararlar almış. 


Karargah Müzesi, Atatürk’ün resimleriyle ve sonradan buraya

 getirilen benzer eşyalarla ziyarete açılmış.





Bugün en çok ziyaret edilen noktalardan biri olan bu ev iki 

katlı, bağdadi bir yapı. Dış kapısından oldukça

 küçük bir avluya girilmekte. 




Haritada çıkarttığım yol biraz değişerek,…


… sonunda sahil yoluna bağlanıp yeni açılmış 700 metrelik tünelden

 geçip Şehir Merkezi diye soldan Eceabat’a ulaşıyorum.


Ünal Pansiyon







Gül Lokantası 


Toplanmakta olan pazara bir göz atıyor, sokak aralarında

 dolanıyor, kahvede içilen bir sade eşliğinde 

ileride kalacağım yerleri arıyorum. 

Yol görünüyor, uzunlu kısalı yollar...


Savaşın önemli figürlerini bir kompozisyon içinde gördüğümüz

 ‘Tarihe Saygı Anıtı’ heykeltıraş Tankut Öktem’e ait. 





Şifa Hamamı




Rumca yazılı tuğlalar.







Sahil boyunca biraz yürüyor, sonra içerilere dalıyorum. Fakir

 kesimler de var. Evlerin durumlarından belli. 



























6. gün (devamı) Eceabat-Çanakkale - 4. gün (öncesi) Şarköy-Gelibolu