21 Haziran 2023, Çarşamba / Nazilli – Yatağan, 89 km (18. gün)
Otelde iyi uyudum, herhalde yastıktandır. Yüksek yastık rahatsız edici oluyor. Uykumu da doğru dürüst alamıyorum o zaman. Ya yastıktan vaz geçiyor yastıksız uyumaya çalışıyorum. O da yan yatışlarda keyif vermiyor. Uyanışım 6’da. Hazırlık bir saatimi alıyor. Acelem de olmadığından rahatım. Kahvaltı 7’de başlıyor demişlerdi. Asansör olması taşıma işini kolaylaştırıyor. Önce çantaları yükleyip bisikleti hazır ediyorum. Kahvaltı açık büfe. Abartmadan, zeytin, krem peynir ve simitle, yanına çay tabii. Fotonun çekilip yola çıkışım 07.51. Hava artık sıcak. Bugün yolum Yatağan, 85 km gibi bir mesafe. Bozdoğan sonrası tırmanışım olacak. İlkin 850, sonrasında 950 m.
Nazilli’den Denizli-Aydın yolunu dik keserek ayrılıyorum. Adnan Menderes Üniversitesi Yerleşkesi yönüne doğru. Üniversitenin karşısında büyük bir park, Sümer Park’mış adı. İçinde yok yok; restoran ve kafeteryalarla birlikte, kır düğün salonları, buz pateni pisti, kapalı spor salonu, tenis kulübü, basketbol sahası, otopark, lunapark denilmiş. Bitmedi, Çocuk Trafik Eğitim Alanı, Alzheimer Danışma ve Dayanışma Merkezi, Türkiye'nin ilk model evi, 11 bin metrekare alana yayılan içinde süs balıkları bulunan gölet ve Aydın Büyükşehir Belediyesi’ne ait hayvanat bahçesi... 18 futbol sahası büyüklüğünde olduğu anlatılmış. Cumhuriyetin ilk döneminde kurulan Sümerbank Basma Fabrikası’nın lojman alanıymış. 1937’de açılan fabrika 1950'den itibaren kan kaybederek 1999’da borçları nedeniyle kapanmıştı.
Sağımda solumda muhteşem ağaçlar var. Zaten Nazilli’nin ağaçları çok keyifli. Yol bulvar. Çift şerit ama parke taşı döşemişler. Hiç sevmem. Kayar teker, bir de derzleri yok mu, kanal gibi kapıyor tekeri. İlçe dışına çıkılınca yol tek şerit ve kaba asfalt oluyor. Güvenlik şeridi var ancak kullanmıyor, çizgi üzerindeyim. Sadece ağır vasıtalar geldiğinde yol vermek adına kaçıyorum. Motorlar ise buradan gitmekteler. Bölgenin en önemli iki su kolu olan Menderes çaylarının büyüğünün üzerinden geçtim. Düz bir ova içindeyim, çevrem dağlık. Her yer ekili biçili. Nedir bu, sağda solda görünen? Küçük yeşil bir bitki, kısa boylu. Pamuk Araştırma Enstitüsü’nü geçtiğime göre burada pamuk ekili olmalı. Bir çok sanayinin temel hammaddesini karşılayan önemli bir bitki. Lifi ile tekstil sanayinin, çekirdeğinden elde edilen pamuk yağı ile bitkisel yağ sanayinin, kapçık ve küspesi ile yem sanayinin, ayrıca lifleri ile de selüloz sanayinin hammaddesini oluşturmakta.
Dünya üzerinde sayılı kurumlardan olan Pamuk Araştırma Enstitüsü 1934 yılında kurulmuş. Hindistan’da pamuk tarımının en az 5000 yıl önce yapıldığı, kumaş dokumasında kullanılmasının da MÖ 3000 yılına rastladığı arkeolojik kazılarda belirlendiğini okuyorum.
Saat 08.12, hava 24,3 °C. Sıfır eğimle pedallıyorum, 66 m rakımda. Şimdilik ortalamam 18,9 km/s. Bu turda mesafeleri biraz fazla uzattım. Genelde 80-90 km yollar yapmam. Daha kısa tutarım ki arada bazı yerlere dalıp çıkabileyim. O nedenle 10 km sonra gelen, 3 km uzaklıktaki Harpasa Antik Kenti’ne girmiyorum. Ama okuduklarımı paylaşayım: Eski adı Arpaz ve yeni adı Esenköy yakınındaki bir ilk çağ kentidir. Bu antik kentin, yakınlarında bugün Akçay olarak adlandırılan ve Karia döneminde Arpasoz/Harpasus adına sahip bir akarsu bulanmaktadır. Kent tarihindeki en önemli olaylardan biri MÖ 229 ya da 228 yılında Bergama Krallık ordusu ile Selevkos’ların çayın kıyısında yaptıkları savaştır.
Arkaik devirden kalma surların kuzey yönündekiler hemen hemen büyük ölçüde ayakta kalmışlardır. Şehirde kesintisiz olarak oturulmuştur. Tiyatro Helenistik dönem özellikleri gösterir. Kent teraslar üzerine kurulmuştur. Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde iskân gördüğü buluntulardan anlaşılmaktadır. Bizans döneminde kent küçülmüş ve tepede bulunan kale içine çekilmiştir. Osmanlı döneminde Arpaz Beyliği olarak mülki ve askeri yönetim merkezi olmuştur. Harpasa’da kuzeye doğru uzanan tepelerin üzerindeki tepe tümülüsleri Lydia etkisiyle yapılmıştır.
Bunun yanı sıra burada, kalenin eteklerinde bir de, Arpaz Beyler Konağı ve Kulesi denilen, Türk evi mimari geleneğine uygun inşa edildiği ve halen baş oda ve yazlık odada bulunan kıymetli kalemişi bezemelere sahip olmasıyla inşasının 1830 yıllara denk geldiği ifade edilen konak ve kule var. Hamam, misafirhane, pamuk deposu, çeşmeleri ve diğer müştemilat yapıları ile bütün bir yapı kompleksi. Bir restorasyondan söz ediliyor ama görmediğimden bilemiyorum, gerçekleşti mi, yoksa durumunun pek parlak olmadığı, ilgisizlik ve bakımsızlıktan yok olmak üzere olduğu anlatılıyordu.
Üç yol ağzına geldim, Bozdoğan için sol. Sağ Yörük Ali Efe’nin müzesine gidiyor ki seneler önce bu yoldan gelirken ziyaret etmiştim. Bkz. [bisikletle]Türkiye: Lidyalıların İzinde (Aydın–Bozdoğan)
Şimdi yol daha işlek, tek şerit kaba asfalt, pütürlü cinsten, aşınmış yerler var oradan gidiyorum. Güvenlik şeridi olsa da daha pütürlü, gidilmiyor. Her iki yönde araçlar geçmekte. Seslerinden kafam şişti. Buralarda besi çiftlikleri çok, büyük baş. Bu yolda o zamanlar da görmüştüm bugün de görüyorum, direklerin tepelerinde leylek yuvaları ve leylekler var. En az 7 tane sayıyorum. Duruyor fotolarını çekiyorum. Derler ki hep gelip aynı yuvayı kullanırlarmış. Kenya’da Victoria Gölü’ndeki bir adada bulunan en eski leylek fosillerine göre, en az 26 milyon yıldır yeryüzünde yaşadıkları söyleniyor. Belki size de, küçükken bizi dünyaya leyleklerin getirdiği söylenmez miydi? Bu hikaye 19. yüzyıla, Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen’in “Leylekler” adlı masalına kadar geri gittiği anlatılıyor. Sonra da tüm dünyaya yayılmış.
Yol üzerinde belli aralıklarla, köy kavşaklarında kahveler var. Masalarında insanlar da görüyorum. Ya bunlar araç bekliyorlar ya da vakit geçiriyor olmalılar. Sağdan devam ederek Bozdoğan olarak yolum yükselmeye başlıyor. Ve ilçeye giriş yaptıktan sonra daha da dikleşerek devam ediyor. Şehir merkezi için sağdan devam ediyorum. Girmek istemezseniz soldan Yatağan olarak bir sapak var. Ama ben hafızamı canlandırmak için içinden geçmek istiyorum. Evet ÖE burada soldaydı. Şu sağdaki pidecide buraya özgü, üzerinde manda kaymağı olan peynirli yemiştim. Bir de tahinli yapıyorlardı. Dik bir yokuşu çıkıp o zaman da oturduğum kahvede bisikleti masaya dayayıp çay ısmarlıyor, kahvaltıdan aldığım iki simit parçasını da mideye indiriyorum. Biraz etrafı izliyor, kurban bayramının hazırlığı için tezgahlarda bıçaklar satılmakta : (( 2 çay (4-) içip 20 dk. sonra ayrılıyorum Bozdoğan’dan, saat 10. Sanayisi içinden geçip benzincide WC’yi kullanıp tırmanış için ana yola bağlanmamla başlıyoruz tırmanmaya. 30’uncu kilometredeyim, 333 m rakımdan %7’yle yükseliyorum. Hava 28,7 °C, ort. 18,7 km/s. Bölge çok çok güzel. Yemyeşil bir orman içinden geçmekteyim. Ara sıra gelen geçen olmasa benden başka kimse yok. Yol kenarı çok güzel pembe çiçeklerle kaplı. Tırmanış rahat geçiyor, Beydağ gibi zorlamıyor. Bu bölge daha keyifli, ağaçlık olmasından dolayı daha serin ve en güzel tarafı 100 m yükselince biraz düzeliyor (veya bana öyle geliyor), rahatlatıp nefes aldırıyor sonra tekrar dikleşiyor.
Gelmeden okuduğum ilginç bir hikaye var, Kurtuluş Savaşı yıllarında bölgenin İtalyan işgaline uğradığı zamanlara dair. Şöyle ki: Kurtuluş Savaşı sırasında bu yöre İtalyan işgali altında imiş. Çine Çayı üzerinde yer alan Kayırlı Köprüsü’nü İtalyanlar yapmışlar. İtalyan karakolu da tam bu köprünün başında bulunmaktaymış. İşgal döneminde bir gün 5 er ve başlarında bir çavuştan oluşan bisikletli bir İtalyan müfrezesi, Kavaklıdere’den Bozdoğan’a doğru yola çıkmışlar; yaylayı aşıp Bozdoğan’a ulaşmışlar. Bozdoğan’da yaşayan yerli halk, hayatlarında ilk kez gördükleri bisiklet denen, bu iki tekerlekli vasıtalara binmiş İtalyan askerlerini görünce müthiş bir şaşkınlığa kaptırmışlar kendilerini. Onlar bisikletlerinin üzerinde Büyük Menderes’e doğru inerken, arkalarından şaşkınlık içinde bakakalmışlar. İtalyanlar ise, umarsızca seyahatlerini Akçay ırmağının kıyısına kadar sürdürüp buradan tekrar Kavaklıdere’ye dönmüşler.
33,45 km.de bataryayı değiştiriyorum, bir durağın bankına dayayarak bisikleti. (Saat 10.20, hava 30,2 °C, rakım 557 m, ort. 17,5 km/s.) Kıvrılarak yükselmekteyim. Ara sıra köy sapakları geliyor. Bir apart otelin panosu çıkıyor karşıma, Kılınç. Herhalde orada tatil yapmak keyifli olsa. Asfaltın durumu iyi, rahat basıyorsun pedalı. 2’nci sınıf ama pütürdü gitmiş. Ve geldim 841 m.ye. Saat 10.51, yani 51 dk.da çıktım buraya. 38,48 km.deyim, hava 28,2 °C, ort. 16,5 km/s. Tırmanış öyle baymadı, hava da güzel, terletmedi. Şimdi iniyoruz... 1 km sonra gelen köy Altıntaş. İki yanımda muhteşem ağaçlar. Önce kızılçamlar geliyor, daha sonra ise uzaktan bakıldığında, böyle çiçek gibi, bir gövde tepesinde bir büyük taç, hani dev bir brokoliyi andıran gösterişli fıstık çamları (*). Kıvrılarak akan yolum şimdi tekrar çıkıyor. Yoksa daha da mı yükselece’m?
(*) Fıstık çamları; Madran Dağı eteklerindeki bu zenginlik, yörenin temel geçim kaynaklarından birini oluşturur.
Yol kenarındaki yeşillikleri otları kesiyorlar, iki-üç kişilik bir ekip, hani şu misinalı aletler var ya, dönerek otları biçen. Kafaları karışmış herhalde bunları görevlendirenlerin. Otları yolduracağına çöpleri toplatsana. Esas göze ve çevreye pis gelen bunlar.
Şimdi belli bir yükseklikte, 780-800 m rakım gibi, yolum hafif inip hafif çıkmakta, ama genel olarak paralel gidiyorum. Solda iki TIR park etmiş, arkalarında bir çeşme. Ben de yanaşıp suyumu tazeliyorum. Bomboş değil ancak yoğun da değil tabii, tek tük araç geçiyor. Yol üzerinde 2-3 çeşme gördüm. Kurumuş olan da var. Şimdi gelen bir tırmanış beni gene 856 m.ye çıkarttı, hem de %12’yi göstererek. Saat 11.23, hava 29,6 °C, 16,7 km/s ortalama ile pedallamaktayım. Ve gene inişteyim. Yol kenarlarına atılmış mermer parçaları gözü çok rahatsız ediyor. İnsan arabadayken bunları görmüyor, hızdan dolayı. Geçip gidiyor. Ama bisiklet üzerinde her türlü şey göze batıyor. Derebağ köyü yakınlarında, soldan Hillerima’ya (**) gidildiği yazılmış, antik bir Karia kenti. Girmiyor devam ediyorum. Bir de Arapapıştı Kanyonu’na gidermiş o yol. Burayla ilgili fotoğraflar görmüştüm. Norveç fiyortlarını andıran bir görüntü. Çok güzele benziyor. Büyük Menderes Nehri’nin kollarından Akçay’ın derin, dik ve dar bir vadiden Kemer Barajı’na aktığı bölgede oluşmuş. Kanyonda tekne turları da yapılıyormuş.
(**) Hyllarima, bölge yerleşimleri arasında kalıntıları korunarak bugüne ulaşmış ender kentlerden biridir. Marsyas (Çine Çayı) ve Harpasos (Akçay) Vadileri arasında dağlık bir alanda yer alan kent, Menderes vadisini İç Karia ve oradan da kıyı kesimlere bağlayan önemli bir geçiş noktası üzerinde yer alır. Kentteki ilk yerleşimin tarihi Hitit dönemine (günümüzden 3500-4000 yıl önce) kadar gitse de günümüzde ayakta kalan yapılar Klasik, Helenistik ve Roma dönemlerine aittir. Yaklaşık 2 km uzunluğunda surlarla çevrilmiş Hyllarima yerleşiminin doğu yarısı, savunması kolay bir kaya kütlesi üzerinde yer alır. Kentin orta bölümü tiyatro, bouleuterion (meclis binası), agora (pazar yeri) gibi önemli kamu yapılarına ayrılmıştır. Batı yarısında ise konut alanları yer alır. Nekropol alanı (mezarlık alanı) ise kentin güneydoğusunda yerleşiktir. Sur duvarları ve anıtsal teras duvarlarında kullanılan taşlar, doğrudan yerleşimin bulunduğu bölgeden temin edilmiş, anıtsal yapılarda kullanılan mermerlerin ise kentin doğusundaki mermer ocaklarından getirildiği anlaşılmıştır.
905 m.den iniş başladı. (Saat 11.38, 50,86 km.deyim, ortalamam 16,8 km/s, hava 31,6 °C.) Acıkmıştım, ön çantadaki enerji barlardan bir tanesini yedim. Böyle aslında önde taşımak iyi oluyor. Durup arkadan almaya üşenebiliyor insan. Bölgede mermer ocakları ve işleme atölyeleri görüyorum. Belki de bir sanayii. Ama sağa sola atılmış irili ufaklı mermer parçaları hiç de hoş değil. Evler duvarlarını-giriş yollarını bu parça mermerle döşemişler. Bazı parçalar da kocaman, bloklar şeklinde. Ama bu mermer ocaklarının yola bu kadar yakın olmaları, tüm çirkinliği gözü rahatsız ediyor. Tahrip olmuş dağlar-tepeler, atılmış hurdalar.
Dik inişler oluyor. Mermi gibi uçuyorum, 668 m.ye indim. 60’ıncı kilometrede Çayboyu (***) diye bir yerleşim geliyor. Solda benzinci ve Seç market. Girip icetea ve soda alıp önündeki merdivene oturup biraz dinleniyor, hem de sıvılarla serinliyorum. (Saat 12.17, hava 26,8 °C, ort. 17,8 km/s.) Burası bayağı meskûn. Kavaklıdere ilçesine bağlı. Ne var ki burada bu kadar apartman dizili? Neyse durmuşken 3’üncü bataryayı da takıyorum. Gerçi daha tam boşalmadı ama, bir 300 m yükseldikten sonra artık Yatağan’a kadar iniş gelecek. Yolda durmayayım.
(***) Eskiden Mesevle olan mahallenin adı 1960 İhtilali'nden sonra içinden geçen çaydan da etkilenerek şimdiki adını almıştır. Belde içinden Mesevle Çayı geçmektedir. Bu çay aynı zamanda beldenin tek akarsuyudur. Mesevle Çayı, Göktepe Dağı'nın eteklerinden doğar, Çayboyu beldesinin ortasından geçerek Çine Çayı ile birleşir.
Çayboyu sonrası gene tırmanılıyor. Bitti sanmıştım. Hani Beydağ gibi yanlış yol olabilir mi diye seviniyordum : )) Yol kaymak asfalt, tek şerit. Ağır ağır yükselmekteyim, 960’ı bulmam lazım rahatlamak için. Şu an 687 m.deyim. Tomruk kamyonu tepeleme doldurulmuş, geçerken bazı fotolar alıyorum. Karşı yönden gelen TIR’lar hızlı iniyorlar. Öyle ki sanki yoklar. Ne mi? Uyuşmuş olan takımlar. Sıkıştığı yerden kurtarmak için duruyor, rahatlatıp devam ediyorum. 825 m.de Salkım geliyor. Burada konaklamak için bir otel de var (Club Adas), hemen yol kenarında, benzincinin arkasında. Kalayım demiştim ama pahalıydı, 600 mü neydi? Salkım sonrası biraz daha yükselip 840 m.ye geliyorum. Sonrası iniş gibi gözüküyor. Güneş de sıcaklaştı tepemde, hava 35,5 °C, ortalamam 17,5 km/s, saat 12,47, 66,67 km.deyim. Ne kadar kaldı? Bir 20-22 km daha var. Acaba bundan sonrası hep iniş mi? Keşke: )) Bu mermerlerin çevreye atılması çok rahatsız edici. Buna nasıl izin veriliyor? Hayret! Ama hayret hayret zaten ülkede her şey hayret. Böylesine keyfi hareket edilebilen başka yer ancak bizim gibi geri kalmış ülkede bulunur.
Salkım sonrası devam tırmanmaya ve geldim 969 m ile bugünün en yüksek noktasına. Saat 13.02. Tam 70 km.yi bırakmışım geride. 5 saattir yoldayım. Hava 35,3 °C, ort. 17,3 km/s. Şimdi artık iniş var. Velespiti serbest bırakmamla hızla ileriye atılıyor. Müthiş, uçuruyor beni. Kapanıyorum bisikletin üzerine. Ani bir rüzgar dönmesi sarsabilir-düşürebilir. Yolun bazı yerlerinde bozuk bölümler var, dikkat etmem gerek. Hem önümü, hem etrafımı izleyerek dimdik bir yoldan 725 m.ye geldiğimde eğim azalıyor, daha makul bir seviyede inmekte. Çok güzel burası. Çam kokusu insanın burnunu yakıyor. Zakkumlar yolun sağını solunu süslemişler. 75’inci kilometredeyim. Az kaldı, iniyoruz hep, %2-3’le. Solumda bir GES geçiliyor. Geldiğim kavşakta sağdan Çine diye ayrılıyor yol. Yatağan için düz demiş. Devam. Etrafımda görebildiğim tüm tepeler mermer için oyulmuş-kazılmış, kangren edilmiş. Zaten haberlerde hep duyardık, burada kar gibi mermer tozunun yağdığı, zeytin ağaçlarına zarar verdiğini.
Mermerin geçmişi çok eski çağlara, özellikle Antik Yunan ve Roma dönemlerine kadar uzanmakta. İlk mermer madenciliği MÖ 3. yüzyılda Ege Denizi'ndeki Paros ve Naxos adalarında başlamış. Anadolu'da ise mermerin kullanımı MÖ 7. yüzyıla kadar gitmekte olup, bu bölgedeki mermer kullanımı Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ve bugün de devam etmekte. Türkiye’nin, dünya mermer potansiyelinin %40'ına sahip olduğu ve ülke genelinde 80'den fazla farklı yapıda ve 120'den fazla renk ve desende mermer rezervi belirlendiğini okumuştum.
83. km.de Muğla yoluna bağlandım. Soldan devam ediyorum. Şimdi otoyoldayım. Bölünmüş, sıcak asfalt, güvenlik şeridi geniş. Rahat gidiliyor ama trafik çok, gürültü çok. Saat de bir buçuk oldu ya. Bu kadar yolu iyi geldik. Öff... Biraz çıkıp Yatağan sapağına doğru hızla inmekteyim. Sağ yapıp Milâs yolundayım. Kalacağım yer hemen solda. Yaya geçidinden karşıya geçip az geride kalan giriş kapısından girip karşıma önceki gelişimden farklı bir yer çıkıyor. TEK Misafirhane’sine soldan denmiş. Ama ben diğerinde kalmıştım, burasını bilmiyorum. Geçen bir araca soruyor, beni takip edin göstereyim diyor. Peşinden giderek bildiğim kapıdan girip Madenin Misafirhanesini buluyorum. Anacak buradaki sorumlu hanım, isminiz bende yok, burada değil yeriniz diyor. Ahmet Beyi arıyor, burada yer varsa yoksa yukarıdaki misafirhaneye gelmem gerektiğini söylüyor. Hadi bakalım geri. Hanım bir kestirme kapıyı tarif ediyor ama o kapıdan bisiklet sığmıyor, aynı yolu geri pedallıyor misafirhaneyi buluyor, resepsiyonda adım görülüyor, No 212’ye geçmeden önce çalışan iki beyle çay eşliğinde yarınki Mazı yolu ve önceki günlere ilişkin sohbet ediyoruz. (*4)
(*4) 2018 yılında Yatağan’a gelip kalmıştım. Çok keyifli geçmişti. Gezi notlarını ve Yatağan’ı okumak için > [bisikletle]Türkiye: Lidyalıların İzinde (Bozdoğan-Yatağan)
Odada açıl saçıl yayıl, duş alıp biraz uzanmaca ve saatin 4 olmasıyla çarşıya inip karnımı doyurmaca. Misafirhane az uzakta merkeze, yürümek gerekiyor. Bakkaldan alınan soda, yolun karşısına geçerek bir araça bırakması için otostop çekiyorum. Bir ‘truck’, yani pikap (bu da İngilizce, pick-up). Kişi Diyarbakırlıymış. Beni Çimen Lokantası önünde indiriyor ve yemek için burasını tavsiye ediyor. Fırın makarna, onlardan söğüş salata ikram. 40 lira ile bu iş de halloluyor ve alınan tarif ile geldiğim pazara dalıyorum. Bazı bölümler toparlanmakta ama genel olarak halen kurulu. Domates 10, sarımsak 20. Bayılırım pazar gezmesine : )) Hava sıcak, ağır ağır pazarın içinden geçmekteyim. Ardından eczaneden alına iki pomat, sabahları kaideye sürdüğüm, 137 tutmasına hayret ediyorum. 20-25 liraydı. Yuh!
Yön duygumu kaybettim. Bilmediğim yerlerdeyim. Daha önceki gelişimde buraları görmemişim. Bir bez afişten bugün başlayan dört günlük bir festivalden haberdar oluyorum. Vatandaşın birine soruyor, bilgi edinmeye çalışmaktayım. Bir kortejle başlayacakmış, sonra altlarda bulunan amfitiyatroda gösteriler olacakmış. Saatini bilmiyor ama. İyi, belki eğlenceye katılırım : )) Yürü yürü geldiğim kermes gibi bir sokakta karşılıklı dizili yiyecek satan tezgahlar var. Önlerinden geçerek yokuş aşağı sonuna kadar gidiyor, sonra dönüyor, Gençlik Parkı denilen yeşil alan içindeki gazinoda bir sade kahve (15-) ile ağaçların altında dinleniyorum. Güzel burası, kalabalık da yok. Yarım saat kadar sonra geri dönüyor, otogarın içinden geçip önceki gelişimden bildiğim yeri buluyorum. Meğer zaten ben bu bölgede dolanmışım. Migros’tan alınan bazı şeyler ile dönüş için araç bakınıyorum. Muğla midibüsü 20 dk. sonra kalkıyor. Beklemiyor, yoldan birileri alır mı diye bakınıyorum ama alan malan yok. Ben de ağır ağır yürüyerek dönmekteyim.
Hafif yokuş olduğundan terledim-sıcakladım. Odada alınan duş sonrası verandada oturarak ikram edilen çayla yazımı yazmaktayım. Yatağan’ı hep termik santralıyla bilirim. Merkeze 3 km uzaklıkta. Yarınki Milas yolunda göreceğim. 1982’de üretime başlamış, Türkiye’nin 33’üncü en büyük santrali. 2014’de özelleştirilip yeni sahibi Aydem Holding olmuş. O günlerden hatırlarız; özelleştirmeye karşı çıkan işçiler Cumhurbaşkanı Gül'ün de yolunu kesmişlerdi. Az ileride önümde patronların masası var, kalabalık bir grup. Yemekler yenilmiş, sohbetteler. Ne tesadüf denk gelmem. Ahmet Bey ile tanışıyor (bana yer ayıran), saatin 10 olmasıyla odaya çıkıyorum. İnternetin olması en büyük keyif. Müzik dinle, sörf yap... : ))
Tarihte Bugün: 1934 yılı 21 Haziran’ında Soyadı Kanunu kabul edilir. Soyadı Kanunu'nun kabulü, toplumsal alanda yapılan Atatürk devrimlerinden
birisidir; Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922), Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923), Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924), Medeni Kanunun Kabulü (17 Şubat 1926), Tarikatların Kaldırılması, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (30 Kasım 1925) Laikliğin Kabulü (1928-1937), Kadın Haklarının Tanınması (1930-1933 ve 1934), Şapka ve Kıyafet Kanunu (25 Kasım 1925), Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik (1925 ve 1931), Eğitim ve Öğretim Devrimi (3 Mart 1924), Harf Devrimi (1 Kasım 1928), Dil Devrimi (12 Temmuz 1932).
Yatağan TEK Misafirhanesi 0530 3925694 Ahmet b. / 0533 3555694 Erol b.
Nazilli – Yatağan
Tur tarihi: 21 Haziran 2023
Alınan yol: 89,91 km
Ortalama hız: 18,9 km/s
En yüksek hız: 70,6 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 s 44 dk, dışarıda geçen süre 6 s 15 dk
En yüksek sıcaklık 37 ˚C, en düşük 22 ˚C, ortalama 28,9 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1893,5 m, kaybı (iniş) 1561,2 m
En düşük yükselti 52,4 m, en yüksek 985,6 m
Garmin yol bilgileri Nazilli–Yatağan
Relive yol bilgileri Nazilli–Yatağan
![]() |
Nazilli’den ayrılışım 07.44. |
![]() |
Sağımda solumda muhteşem ağaçlar var. Zaten Nazilli’nin ağaçları çok keyifli. |
![]() |
Adnan Menderes Üniversitesi karşısında büyük bir park, Sümer Park’mış adı. |
![]() |
Bölgenin en önemli iki su kolu olan Menderes çaylarının büyüğünün üzerinden geçiyorum. |
![]() |
10 km sonra gelen, 3 km uzaklıktaki Harpasa Antik Kenti’ne girmiyorum. |
![]() |
Düz bir ova içindeyim, çevrem dağlık. Her yer ekili biçili. |
![]() |
Üç yol ağzına geldim, Bozdoğan için sol. Sağ Yörük Ali Efe’nin müzesine gidiyor ki seneler önce bu yoldan gelirken ziyaret etmiştim. |
![]() |
Şimdi yol daha işlek, tek şerit kaba asfalt, pütürlü cinsten, aşınmış yerler var oradan gidiyorum. |
![]() |
Bu yolda o zamanlar da görmüştüm bugün de görüyorum, direklerin tepelerinde leylek yuvaları ve leylekler var. |
![]() |
Sağdan devam ederek Bozdoğan olarak… |
![]() |
… yolum yükselmeye başlıyor. |
![]() |
Ana yola bağlanmamla başlıyoruz tırmanmaya. 30’uncu km.deyim, 333 m rakımdan %7’yle yükseliyorum. |
![]() |
Yemyeşil bir orman içinden geçmekteyim. Ara sıra gelen geçen olmasa benden başka kimse yok. |
![]() |
Tırmanış rahat geçiyor, Beydağ gibi zorlamıyor. Bu bölge daha keyifli, ağaçlık olmasından dolayı daha serin. |
![]() |
İki yanımda muhteşem ağaçlar. Önce kızılçamlar geliyor, daha sonra ise uzaktan bakıldığında… |
![]() |
… böyle çiçek gibi, bir gövde tepesinde bir büyük taç, hani dev bir brokoliyi andıran gösterişli fıstık çamları. |
![]() |
Bölgede mermer ocakları ve işleme atölyeleri görüyorum. Belki de bir sanayii. |
![]() |
11.47, Muğla İl Sınırı |
![]() |
Burası bayağı meskûn. Kavaklıdere ilçesine bağlı. |
![]() |
Salkım geliyor. Burada konaklamak için bir otel de var (Club Adas), hemen yol kenarında, benzincinin arkasında. Kalayım demiştim ama pahalıydı. |
![]() |
Tomruk kamyonu tepeleme doldurulmuş, devrilecek gibi! |
![]() |
Etrafımda görebildiğim tüm tepeler mermer için oyulmuş-kazılmış, kangren edilmiş. |
![]() |
Zakkumlar yolun sağını solunu süslemişler. |
![]() |
Otoyoldayım. Bölünmüş, sıcak asfalt, güvenlik şeridi geniş. Rahat gidiliyor. |
![]() |
Kalacağım yerin giriş kapısından girip karşıma önceki gelişimden farklı bir yer çıkıyor. |
![]() |
TEK Misafirhanesi |
![]() |
TEK Misafirhanesi dıştan. |
![]() |
Misafirhane az uzakta merkeze, yürümek gerekiyor. |
![]() |
Çimen Lokantası |
![]() |
Alınan tarif ile geldiğim pazara dalıyorum. |
![]() |
Bazı bölümler toparlanmakta ama genel olarak halen kurulu. |
![]() |
Hava sıcak, ağır ağır pazarın içinden geçmekteyim. |
![]() |
Gençlik Parkı denilen yeşil alan içindeki gazinoda bir sade kahve ile ağaçların altında dinleniyorum. Güzel burası, kalabalık da yok. |
18. gün (devamı) Yatağan-Mazı -16. gün (öncesi) Ödemiş-Nazilli
İstanbul–Çerkezköy, 95 km
Çerkezköy-Tekirdağ, 61 km
Tekirdağ-Şarköy, 76 km
Şarköy-Gelibolu, 56 km
Gelibolu-Eceabat, 65 km
Eceabat-Çanakkale, 84 km
Çanakkale-Yenice, 88 km
Yenice-Akbaş, 68 km
Akbaş-Bigadiç, 74 km
Bigadiç-Akhisar, 41 km
Akhisar-Turgutlu, 69 km
Turgutlu-Ödemiş, 86 km
Ödemiş-Nazilli, 72 km
Nazilli–Yatağan, 89 km
Yatağan-Mazı, 94 km
Mazı-Muğla, 76 km
Muğla-İstanbul, 6 km
İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Kemah-İliç)







.jpg)






















































































