24 Aralık 2019

2020

Kutlu Olsun











Sana derler Ağrı Dağı
Ne yamandır başın senin
Belirsizdir yazın kışın
Hiç tükenmez kışın senin

Rüzgarlara dest olmuşsun
Dertlilere dost olmuşsun
Hep dağlardan üst olmuşsun
Erciyeş'tir eşin senin

Eksik olmaz karın yağar
Bulutlar birbirin kovar
Evvel güneş sana doğar
Cevahirdir taşın senin

Kerem eydür geldim gittim
Şu fani dünyaya nettim
Ululara sual ettim
Kimse bilmez işin senin


Ağrı Dağı Türküsü’nden






21 Aralık 2019

Dinozorlar Buluşması – 20

İstanbul, Türkiye (AjansTeker) – Yıl bitmeden bir araya gelen Dinozorlar, 20 Aralık 2019 Cuma günü Beşiktaş Deniz Müzesi Kafeteryasında toplandılar. 809 yaşındaki Dino'lar; Beykoz Belediyesi’nin yeni bisiklet takımı, makam aracı yerine bisiklet kullananlar, Belgrad Ormanı’nda yola çıkan yaban domuzu, Tayland’da bisiklete binmek ve masaj yaptırmak, Bulgaristan, İzlanda ve Bangkok izlenimleri, otobüslerin önündeki taşıma araçlarından şikayetçi İETT şoförleri, 'Katlanır’la otobüse nasıl binilir, ‘Custom made’ bisikletler, Filibe ve Fethiye bisiklet turları, at balesi, bira imalatı, 4 bisiklet+1 kano+1 çadır eve nasıl sığdırılır, Marmaris’te yüzme, Ankara’da ‘chromoly’ ile ev-iş arası, Şubat yemeği nerede olsun, Kürtçe dersleri, akülü mü... gibi konuları, mekandaki yüksek müzik sesine karşın keyif içinde paylaşarak, iyi yıllar dilekleriyle bir sonraki toplantıda buluşmak üzere sözleşerek ayrıldılar.
(Soldan sağa) Cenap Duru (72), Mustafa Erk (64), Levent Çalış (66), Bülent Yamaner (70), Mustafa Dorsay (68), Haluk Okur (65), Hakkı Terzibaşıoğlu (88), Osman Gençtürk (49), Hasan Ayrım (66), Osman Başaran (30), Orhan Dıramca (65), İhsan Akyürek (61), Mehmet Halıcıoğlu (55)



Dinozorlar: 60 yaşını dolduranlar “YavruDinozor” statüsüyle abilerinin (abla henüz olmadığından) aralarına katılıp büyümek için 5 yıl bekledikten sonra 65’inde “Dinozor” olurlar. 10 yıl daha olgunlaşıp 75’inde “BabaDinozor”, 85’inde ise “BüyükbabaDinozor” olarak devam eder ve 95’lerinden sonra “EnbüyükbabaDinozor” olarak yaşamlarını sürdürürler...







27 Kasım 2019

Ankara’daki 53 km’lik bisiklet yolu...
























Sözcü 26.11.2019/s.5


Umarım yönetmeliğe uygun yaparlar, İstanbul’daki gibi yaya ile bisikletliyi karşı karşıya getirip kavga ettirmezler!


Katkıları için Engin’e teşekkürler.





25 Ekim 2019

Keşif Turları; Halkalı-2

Bölgeye nisan ayında ilkini yaptığımız turun bazı noktalarını netleştirmek için Halkalı-2 olarak tekrar pedalladık. Özellikle Bahçeşehir tarafında bazı yollar vardı, tam olarak belirleyemediğimiz. 

Başlangıç noktamız Halkalı’dan bir durak önce Mustafa Kemal istasyonu. Bostancı’dan tam 20 durak sonra geliyor. Bu arada Bostancı her iki yöne eşit uzaklıkta, yani hattın orta noktası. İki durak arası ortalama 3 dakika üzerinden hesaplarsak 63 dakika, yani 1 saatlik bir mesafede. Bu durumda biraz da gecikme toleransı eklersek 8’i az geçe trenine binmem gerekiyordu. Ama evden erken çıkınca bir öncekine yetişiyorum, 7.53 idi sanırım saati. Son vagona girdiğimde benden önce gelmiş bir bisikletçi daha var, bir hanım. Selamlaştık. Bisiklet dostluğu böyle oluyor. Yolda da genellikle birbirimize selam veririz. Ehh, doğru değil mi? Şu İstanbul’un keşmekeş trafiğinde bisiklete binme cesareti gösteren insanlar olarak bir dayanışma olması.

Sabah gene sis vardı. Hele de erken çıkınca gizemli bir ortam oluyor, uzağı görememek. Şehir içinde artık gündüz de ışıklar açık sürüyorum. Uyarsın karşıdan geleni.

Haluk ve bugün birlikte ilk pedal basacağımız Osman da bir sonraki trendeler. Bense Ayrılıkçeşmesi’ne geldim bile. Ne ilginç isim değil mi? Acaba neyin ayrılığı? Eskiden Trakya ve İstanbul’dan hacca gidecek olanlar burada toplanırlar ve hep birlikte yola çıkarlarmış. Hacı adayları yakınları ile burada vedalaşıp yola çıktıklarından semte Ayrılıkçeşmesi adı verilmiştir.

Osman artık İstanbul’da. Sanırım daha sık birlikte olacağız. Turun rotasını Halkalı-1 gezi notlarında ayrıntılı anlatmıştım. Bugün sadece ufak değişiklikler ve muhabbetler var. Küçükçekmece Gölü kıyısından başlıyoruz pedallamaya, üçlü olarak. Trafiğe kapalı olduğundan yan yana sürmek mümkün. Bu da sohbet imkanı veriyor. Uzundur Osman’ı görmediğimden arada geçen zamanı kapatmaya çalışıyoruz. Ankara-emeklilik-İstanbul’a taşınma-sonrasına ilişkin projeler... Tarihi köprünün üzerinden geçerek, yan yoldan Avcılar yönüne doğru devam ediyoruz. Ama kısa bir süre sonra E5 üzerine çıkmak zorunda kaldık. Trafik olduğundan peş peşeyiz. Araçlar vızır vızır...
Navarin Baskını

Trende gelirken, o bir saat boyunca Tarihte Bugün’e bakmıştım; 1827’de Navarin baskını olmuş. Tarih dersinde hepimiz gördük, eminim. Şöyle ki: Osmanlı ve Mısır donanması Mora isyanını bastırdıktan sonra Navarin’de demirli. Yunan isyanını destekleyen Büyük Britanya, Fransa Krallığı ve Rus İmparatorluğu bu durumdan rahatsız, Yunanistan'a bağımsızlık verilmesini isterler. Sultan II. Mahmut bu isteği ret eder. Bunun üzerine kurdukları birleşik filo ile Navarin Limanı kuşatılır. Gayelerinin savaş olmadığını ileri sürerler. Girmelerine izin verilir. Limana giren müttefik gemileri, savaş için bahane aramaya başlarlar. Ateş gemisinin başka yere alınmasını isterler. Kabul edilmeyince, Mısır gemilerinden kendilerine ateş açıldığını ileri sürerek savaşı başlatırlar. Bunun sonucu: 
  • Osmanlı-Mısır donanmasından 60 kadar gemi dört saat içinde yok oldu. 6000 kadar Türk ve Mısırlı asker öldü ve 4000 kadarı da yaralandı.
  • Osmanlı donanmasız kaldı. Yetişmiş denizcilerin büyük kısmı yok oldu.
  • Yunanlılar bağımsızlık yolunda büyük adım attı.
  • Donanmanın Rusya tarafından tazmin edilmesinin istenmesi 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşı’na sebep oldu.
  • Mısır donanmasının yanması Mısır Sorunu‘nun ortaya çıkmasında etken oldu.
Böylesine acı bir olay. Ancak Navarin sadece bu baskınla değil, 19 Ağustos 1821 günü sabaha karşı Yunan birlikleri tarafından basılarak 3 bin Türkün katledişiyle de anılıyor. Avrupa kaynaklarında ise Navarin Katliamı hakkında bilgiler onlarca yıl sonra yayınlanmıştır.
4Teker

Avcılar sahil parkı bu saatte sakin, daha dolmamış. Bisikletli, koşan, dolanan, bebesini oynatan... sabahın insanları var. Uzunca-büyükçe bir alan. Dört tekerli bisikletimsi! (bi=iki demek olduğundan) araçlar var, park etmiş vaziyette, müşteri bekleyen. Yan yana oturan iki kişi pedal çevirerek aracı hareket ettiriyor, birinde direksiyon var.

Sahilden kısa dik bir rampayla çıkıp Osman Ağa Cami karşısındaki çayevine gene yerleşiyoruz. Çaya altı ay içinde zam gelmiş, 1,5 olmuş. %20 yani. Yan masadaki bey, adı Mustafa, doğma büyüme buralı olduğunu, şimdi Hadımköy tarafında oturduğunu anlatıyor. O da bisiklet kullandığından bizim yaptıklarımızı takdir ediyor. Ancak eski günlerin bambaşka olduğunu, çevrenin çok değiştiğinden yakınıyor.

Fevzi Çakmak Caddesinden hafif tırmanıyoruz. İşlek bir cadde, rasgele park eden, duran araçlar bolca. Kollaman lazım. Hava ısındı sandım, çıkarttım kollukları çay içerken, ama hareket edince serin geldi gene. Caddeyi bitirip uzunca bir yoldan -Haramidere Ambarlı Yolu olur-, dolum tesislerinin üstünden devam. Ve Kumcular Yoluna ters giriş yaparak. Başka türlü olmuyor, yolun ortası bariyerle kapalı. U dönüşü için çok yol dolanmak gerekiyor.

Bu rotanın ilk sıkı yokuşunu iki kademede çıktık. %12-15 gibiyi de görerek. Yakuplu-Beylikdüzü buraları. Hürriyet Bulvarı boyunca inerek, burada sağlı sollu kafe, market, lokanta... bolca, yolun sonundan mecburen sağa dönüp uzunca bir yokuştan, yeni bitmiş-bitmemiş siteler, uydu kentler... artık adına ne derseniz, bir yığın yapıların yakınından geçerek denize doğru yaklaşmaktayız.

Galibi Vakfı; daha önce de buradan bir kere geçmiştim. Dikkatimi çekmişti, kocaman Allah yazıyordu tepesinde. Girip bakmıştım içine. 1994 yılında Ankara’da kurulmuş, yardım amaçlı bir vakıf olduğu söyleniyor. Bir tarikat. Bilindiği üzere tarik'in kelime anlamı yol, tarikat ise yollar demektir.

Vikipedi’de şöyle anlatılmış: Galibi Tarikatı (Galibilik), Kadiri ve Rufai tarikatlarının birleşiminden doğan Muhammedi Tasavvufun bir koludur. Peygamberinin getirdiği ahkamdan ayrılmadan, zamanın Haramiyeti belli olan dışındaki medeniyet ve teknolojisini Tasavvufi bir anlayış içerisinde dinin vazgeçilmezi kabul eden Galip Hasan Kuşçuoğlu'nun dini anlayış ve dünyayı görüşüne göre 21. yüzyılda sistemleştirdiği, meşrepte Aleviliği benimseyen, mezhep olarak ise Hanefi, Muhammedi bir tarikat.
Daha fazla bilgiyi buradan edinebilirsiniz.

Gürpınar’dayız artık. Uzunca bir sahil. Balık hali de burada. Kokusu yayılmış. Hiç de sevmem balık kokusunu. Bir de karşısına kahvaltı sofrası açmışlar. Kim ister bu kokunun karşısında oturmak? İlerliyoruz, etrafta kahvaltı edenler, piknik yapanlar dolu. Saat de öğlene yaklaşıyor. Ama bir güzel yanı buranın; hoparlörden sıkça mangal yapmanın yasak olduğu anons ediliyor olması. Süper. Maltepe Pendik arasındaki sahilin durumu içler acısı. Yanık et kokusu ve dumanından geçilmiyor. Bir de koltuğunu yatağını halısını getirip yayılanlar var.

Beylikdüzü: MÖ 7. yy’da ilk yerleşimin başladığı Beylikdüzü’nün kurucularının Helenler olduğu varsayılır. MÖ 2. yy’da Bizans egemenliğine giren Büyükçekmece’nin gözde beldelerinden biri olan Beylikdüzü, İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Bir sayfiye ve tarım köyü olan Beylikdüzü, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde orduların konaklama yeri olduğundan, bölgede yoğun bir yerleşim olmamıştır.  

Beylikdüzü’nün eski ismi bahçe anlamına gelen “Gardan”dır. Bu bölge tarihte üzerinde pek çok medeniyeti barındırsa da yakın zamana baktığımızda ilçede özellikle 1924 yılına değin Rumların izleri görülmektedir. Mübadele ile gelip buraya yerleşen Türkler ilk başta yoğun olarak, tarım, hayvancılık ve balıkçılık faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bölgeden Rumların çoğunun ayrılması üzerine köye yeni bir isim verilmeye karar verilmiş, bunun üzerine köyün doğal iklimine çok kolay ayak uyduran kavak ağaçlarının yoğunluğu nedeniyle köye “Kavaklı” adı verilmiştir. 1924 yılında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yeni idari teşkilatlanması kapsamında Çatalca vilayet olmuştur. Bu vilayet (Çatalca), Silivri ve Büyükçekmece kazalarından meydana gelmiştir. Bu vilayete bağlı Büyükçekmece kazasının nahiyesi olmayıp 19 köyü bulunmaktadır. Günümüz Beylikdüzü ilçesini oluşturan Anarşa (Gürpınar), Gardan (Kavaklı), Tırakatya (Yakuplu) ve Karvan da bu köyler arasında yer alır.

1987’de Gürpınar, 1993’de de Kavaklı ve Yakuplu belediye olmuştur. Kavaklı Belediyesinin ismi 2002’de Beylikdüzü Belediyesi olarak değiştirilmiştir. “Kavaklı” adının “Beylikdüzü” olarak değiştirilmesinin nedeni ise, Beylikdüzü’nün Osmanlı döneminde, Osmanlı Beylerinin avcılık yaptığı, dinlendiği düzlük bir alan olduğu için dönemin yöneticileri tarafından hem Osmanlı Beylerinin hem de bölgenin coğrafi yapısını çağrıştıran Beylikdüzü adı verilmiştir. 2008’de Beylikdüzü ilçe olunca Yakuplu, Gürpınar Belediyelerinin tüzel kişilikleri kaldırılarak Beylikdüzü Belediyesine dahil olmuşlardır.

Yemen Kahvesi’nde kısa bir mola veriyor, birer kahve içiyoruz. Güneş artık tepemizde, ısıtıyor. Etraf kalabalıklaştı. Gürpınar’ın sahili keyifli. Ama yola devam etmeliyiz. E5’in üzerinden geçen yaya köprüsünü kullanarak Büyükçekmece’ye geçiyoruz. Kültür Parkı; içinde heykeller var: Sinan, Karacaoğlan... Ve Mimar Sinan’a ait olan 1567 tarihli Sultan Süleyman Köprüsü üzerindeyiz. 28 gözlü, 636 metre uzunluğunda, 7 metre genişliğinde bu muhteşem eseri Kanuni, 1566 yılında Zigetvar'da ölünce görememiş. Oğlu II. Selim zamanında tamamlanmış. 

Bisikletleri gören iki genç hemen etrafımızı sarıyor, Furkan ve Bedirhan. Birlikte çektirdiğimiz foto sonrası 450 yıllık taşların üzerinden dikkatlice sürerek karşı kıyıya geçiyoruz. Bundan sonrası Ahmediye’ye kadar göle paralel giden otoyoldur. Aynı zamanda Çatalca yoludur. Ahmediye sonrası turun en güzel yolu başlar. Bahşayiş - Hezarfen Havaalanı şeklinde, kıyıda balık tutanlar, piknik yapmaya gelmiş öğrenciler falan filan...

Bahşayış’ta verdiğimiz molada ben kalan sandviçleri yerken Haluk ve Osman da ekmek arası köfte (10-) götürüyorlar. Çaylar 1,25.

Alkent 2000’e kadar sakin geçen yol artık şehir trafiğine bulaşmaya başlıyor. Dev siteler kurulmakta. Bitmiş binalar ama daha taşınılmamış. Bu kadar insan bugün nerede oturuyorlar da gelip buraları dolduracaklar? Sanki İstanbul’u kapısında bekleyenler var, açılsın da dalalım şeklinde.

Bahçeşehir’de Şelale Park’ın içinde/yakınlarında geçen gelişimizde biraz yolu şaşırmıştık. Bu sefer navigasyonu açıp sürüyoruz. Ve öncekiyle karşılaştırdığımızda çok da aykırı gelmediğimizi fark ediyorum. Altınşehir, Başakşehir... şeklinde devam. Artık trafiğin tam içindeyiz. Egzoz kokusu burnumuzu yakmakta. Temiz havadan çıkıp gelince daha da belirgin oldu.

Halkalı: Bizans döneminde burada bulunan eski bir Rum köyü vardı. 16. yy’da bu köy civarında kurulan Halka Has Bahçeleri dolayısıyla yöreye Halkalı adı verilmiştir...

Halkalı’da tren bizi beklemekte. Son vagona konuşlanıp, velespitleri de sabitleyip 1 saatlik yolculuğa hazırız. Şimdilik boş içerisi ama öyle bir dolacak ki!

Bostancı’da Osman’la indik. Haluk’un bir durağı daha var. Bostancı Yokuşu sonrası Osman’dan ayrılıp evin yolunu tutmaktayım... 

Bu gibi insanlara ne çok ihtiyacımız var. WA üzerinden gelen bir yazıyı paylaşmak istiyorum.

Prof. Dr. Niyazi Kahveci; İlköğretim ve Ortaokul eğitimini Büyük Esma Sultan İlköğretim ile Fatih İmam Hatip Lisesinde tamamlamış.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun. Haseki Eğitim Merkezi’nde ihtisas, İngiltere Manchester Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde Sosyal Bilimler eğitimi almış ve master ile doktorasını yapmış. Kur’an-ı Kerim’i Arapçadan İngilizceye çeviren ve bugüne kadar bir çok kitabın altına imzasını atan bir İlahiyatçı ve Sosyal bilimci... Son kitabı “Çağımız ve Türkiye”.

Bir söyleşisinden satır başları...

* Bu ülkede en çok satılan ve en çok satın alınan ama hiç kullanılmayan tek şey dindir.
Bunu satın alan halk problemlidir, halkın zihinsel yapısı problemlidir. Bu problemlerin faturasını ödüyoruz.
Bu kafa bir adamı büyütüyor sonrada gidip kendini ona öldürtüyor.
Bu kafa hastalıklı bir kafadır, bu kafa anakronik bir kafadır, bu kafa şizofrenik bir kafadır.
On bin yıl önceki kafayla bu gün yaşamaya çalışan bir kafadır bu.

* Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefe ile bağımsızlık olmaz.
En zor iş çağdışı insan malzemesi ile çağdaş işler yapmaya kalkmaktır.
Otuz yıl sonra ya teknolojik insan olacaksın ya da gereksiz insan.

* Batıdaki dini mezhepler teolojiktir ve zihinseldir, bizdekiler ise siyasaldır, teolojisi arkadan gelir, meşrulaştırmak için.

* Sünnilik ve Şiilik.
Sünnilikte düşünmenin d’si yoktur, adı üstünde teamülcü, uygulamacı.
Elin oğlu Allahtan teknolojik imkanlarını satıyor da biz de sahip oluyoruz.
Yarın satmasa ne yapacaksın? 150 milyar dolar ihracat var tamam ama 300 milyar dolar da ithalatın varsa siz 2 liraya mal ettiğinizi 1 liraya satarak geçiniyorsunuz demektir.
Yeraltı kaynaklarını sattık, yer üstündekileri de sattık, şimdi havayı betonla doldurarak geçiniyoruz. Bunu dert eden kimse yok.

* Şeyhlik kavramı beş bin yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir.
Bu toplumda bir tane filozof yok. Hiçbir olguyu okuyamıyoruz.

* Biyolojik olarak aklı bozuk insanların evliyadır diye peşinden koşup “benim halim ne olacak?” diye soranlar var.

* Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz. Ama hiç biri kendi insanını sömürmüyor.
Biz dışarıda değil içeride sömürgeciyiz. Kendi insanımızı sömürüyoruz. (Buna ekonomik ensest ilişki deniyor). En büyük vatan hainliği budur.

* Adam İlahiyat Profesörü olmuş yaptığı iş VİP Cenaze namazı, VİP Umre.
Hala Farabi’yi aşamadı. 4000 sene önceki Sümerlerin kafasına sahip.

* Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır. O nedenle bir Felsefe Üniversitesi açılmalıdır. Buna Teoloji Felsefesi dahildir.

* Kuran’ın bütünsel bir çalışmasını yapmadığımız sürece yani Kuran’ın hedefi nedir, karakteri nedir sorusuna cevap bulamazsak 1500 sene öncesinde kalırız.

* Aklınızın mevcut çapını genişletmeden mevcudun dışına çıkamazsınız.
Türkçe de akıl nedir nasıl çalışır diye bir kitap yok. Oysa batıda binlerce var.
Şunu kafamıza sokalım 21. yüzyılda dinsel düşünme dönemi diye bir şey yoktur bitmiştir. Çağımız akılcı ve bilimsel düşünme dönemidir.
Bu çağda ve bundan sonra dindar olunabilir, ama ancak akılcı ve bilimsel düşünce ile dindar olunabilir.
Atatürk dini çok iyi anlamıştır, ruhunu ve özünü anlamıştır, hazreti peygamberin anladığı gibi anlamıştır.












Keşif Turları; Halkalı-2: Dudullu-Bostancı-(tren) Mustafa Kemal-K. Çekmece-Avcılar-Yakuplu-Gürpınar-B. Çekmece-Bahşayış-Karaağaç-Hadımköy-Esenyurt-Bahçeşehir-Altınşehir-Halkalı-(tren) Bostancı-Dudullu

Tur tarihi: 20 Ekim 2019
Kat edilen mesafe: 90,28 km
Ortalama hız: 16,1 km/sa
Bisiklete biniş süresi 5 sa 35 dk, dışarıda geçen süre 10 sa 47 dk
En yüksek sıcaklık 28 ˚C, en düşük 14 ˚C, ortalama 22,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1458 m, kaybı (iniş) 1470 m
En düşük irtifa 0 m, en yüksek 185 m

Garmin yol bilgileri Keşif Turları; Halkalı-2

Relive yol bilgileri Keşif Turları; Halkalı-2

        

Mustafa Bey ile, Avcılar




Balık hali de burada. Kokusu yayılmış

Gürpınar’dayız artık. Uzunca bir sahil



Gürpınar’ın sahili keyifli



Kültür Parkı; içinde heykeller var: Sinan, Karacaoğlan...


Mimar Sinan’a ait olan 1567 tarihli Sultan Süleyman Köprüsü


450 yıllık taşların üzerinden dikkatlice
 sürerek karşı kıyıya geçiyoruz



Bundan sonrası Ahmediye’ye kadar göle paralel giden otoyoldur...


... Aynı zamanda Çatalca yoludur



Ahmediye sonrası turun en güzel yolu başlar... 


Bahşayiş - Hezarfen Havaalanı şeklinde... 



... Kıyıda balık tutanlar, piknik 
yapmaya gelmiş öğrenciler falan filan




Bu kadar insan bugün nerede oturuyorlar
da gelip buraları dolduracaklar? 

Sanki İstanbul’un kapısında bekleyenler
 var, açılsın da dalalım şeklinde



















































Foto katkıları için Osman’a, WA için Ali’ye teşekkürler.







16 Ekim 2019

Türkiye Turizme Pedal Çevirecek

Başta sportif faaliyetler yoluyla olmak üzere ülkelerin tanıtımına önemli katkı sağlayan bisiklet turizminin Türkiye'de yaygınlaştırılması için çaba gösterilecek.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından açıklanan Yeni Ekonomi Programı'nda (2020-2022) turizm ile ilgili seçenekleri artırmak adına bisiklete de yer verildi.

Programa göre, 2020'nin nisan ayına kadar Kültür ve Turizm Bakanlığının sorumluluğunda gastronomi, sağlık, festival, kültür, ekoturizm, inanç, eğitim, sporun yanı sıra bisiklet turizmine ilişkin çalışmalar da yürütülecek.

Başta Fransa olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde önemli bisiklet yarışları düzenlenirken, tüm dünyaya canlı yayınlarla aktarılan yarışlar ilgili ülkenin doğal ve tarihi güzelliklerinin tanıtımına katkı sağlıyor.

Ayrıca Almanya'da gerçekleştirilen ve dünyanın kendi alanındaki en büyük fuarı olarak kabul edilen "Eurobike Bisiklet Fuarı" gibi etkinlikler de ev sahibi ülkelerin ekonomisini canlandırıyor.

YEP kapsamındaki hedefler çerçevesinde, Türkiye'de de bisiklet turizminin yaygınlaştırılarak örnek ülkelerde olduğu gibi turist sayısının ve turizm gelirinin artırılması amaçlanıyor.

"Üretim kapasitesini de artıracaktır"

Bisiklet Endüstrisi Derneği (BİSED) Başkanı Esat Emanet, AA muhabirine yaptığı açıklamada, YEP'te bisiklet turizmine yer verilmesinin önemine işaret ederek, "Bunun ülke turizmi ve ekonomisine büyük katkılar sağlayacağına inanıyoruz." dedi.

Avrupa'da bisiklet turizminden 44 milyar avroluk gelir elde edildiğini dile getiren Emanet, "Bisiklet turizminin yayılması sektörde üretim kapasitesinin artmasına imkan sağlayacaktır. Ayrıca bisiklet sezonunun uzamasına, sektörün servis ve hizmet kısmının büyümesine yardımcı olacaktır." diye konuştu.

Emanet, bisiklet turizminin geliştirilmesi için bisiklet konseptli oteller oluşturulması ve bisiklet alımlarında bu otellere teşvik sağlanması gerektiğini de sözlerine ekledi. 




Katkıları için Filiz’e teşekkürler. 





14 Ekim 2019

Yalova Keşif Turları: Güneyköy

Yalova Keşif Turları’mızı sürdürüyoruz. Bu pazar Güneyköy’e gittik. Gerçi oraya daha önce İznik turlarımızda uğramıştık ama günübirlik olarak ilk çıkacağız. Çıkacağız diyorum çünkü köye ulaşmak için 400 metrenin üstünden geçmek lazım...

9 feribotu ile gene Pendik-Yalova yapacağız. 8 trenine yetişiyoruz, Bostancı’ya. Bir durak sonra da Haluk dahil oluyor. Yarım saat süren yolculuğumuzda karşımızda oturan gece vardiyasından dönen bir otel çalışanı ile yapılan sohbet sonrası İDO iskelesine vardığımızda kalkışa daha 25 dakika var. Haluk yandaki Beltur’da kahvaltı etmek istiyor. Orada İnci ve arkadaşlarına rastlamak güzel bir sürpriz. Uzundur kendisini görmemiştik.

Yalova’da çekilen bir hatıra fotosu sonrasında başlıyoruz üçlü olarak pedalları döndürmeye (10.00). Bir rota çıkarmıştım. Kadıköy-Kurtköy üzerinden Güneyköy’e varıp Safran üzerinden tekrar Yalova’ya dönmek. Şöyle 40 km’lik bir daire.

Termal yolundayız. Atatürk Yolu olarak da adlandırılıyor. Dev ağaçların iki tarafta sıralandığı, kahvaltı sofralarının bolca bulunduğu, güvenlik şeridinin olmadığı dar bir yol. Ama keyfine diyecek yok. Karaca Arboretumu önünden geçerken bir tarihte geldiğimizi hatırlatıyor Firuzan. Hayrettin Karaca tarafından kurulan Arboretum’un içerisinde iris bahçeleri, bitki bahçeleri, bonsai bitki koleksiyonları ve gül bahçeleri bulunuyor. Evet, güzel bir Yalova turu yapmıştık çoook seneler önce. Kara Kilise ve Yürüyen Köşk’ü de görmüştük. Bu bölgede gitmediğimiz Sudüşen ve Erikli Şelaleleri var. Sıkı tırmanış diyorlar oraları için. Ama Delmece Yaylasına çıktık. Hem de taşlı topraklı bir yoldan. Millet MTB ile gelirken biz 28’liklerle J

Kadıköy’e sapmamızla durum sakinleşiyor. Tamamen araç trafiği kesilmese de ciddi bir azalma oluyor. Maviye boyalı bisiklet yolunu görünce: “Maden yapmışlar bari kullanalım.” 

Ve Kadıköy bitince ilk rampayla karşılaşıyoruz. Ancak bu değil, esas rampa Kurtköy’den sonra gelecek. 450’yi göreceğiz herhalde. Tırmanıyoruz... %10’luk bir yokuşla 74 metreye (rakım) çıktık. Hava güzel, yolun asfaltı iyi. Üstümüzü değiştirip -sıcak geldi sabahki giysiler- devam. Saat 10.54. Buraya kadar 20.3 km gelmişiz. Tabi bu mesafenin içinde evden Bostancı’ya kadarki yol da var... Keyifli bir iniş ve ardından Kurtköy için tırmanış geliyor. %10 demiş yolun başındaki levha ama 12, bazı yerlerde 13’ü bile görüyoruz. 

Şu an %11 ile sürüyor tırmanış. 174 metredeyiz, saat 11.07 ve 22,4 km geride kalmış. Yani kısa bir mesafede dik bir tırmanış. Haluk’u beklerken biraz böğürtlen arıyoruz ama ya kurumuşlar ya da olmamışlar. Şöyle ağız tadıyla yiyemedik daha! Yolda ara sıra geçen araçlar ve tek tük de traktörler, seyrek olsa da evler ve bazı çiftlikler var(dı).

235 m bu tırmanışın tepesi oluyor. Saat 11.19/23,3 km’deyiz. Buradan başlayan sıkı bir inişle Kurtköy’e geldik. Meydandaki çeşmeden Firu suyunu tazelerken ben de Güneyköy yönünü soruyorum. Vatandaş bize yolu gösterirken rampanın da dikliğinden söz ediyor. Haritada görmüştüm, buradan esas tırmanış başlayacak, 450 metreye. Kurtköy 135 metre rakımda.

Köy içinden giden yol biraz sıkıntılı, asfalt var ama üzerinde minik taşlar da var. Misket gibi, bunlarda teker kolaylıkla kayabiliyor. O nedenle araçların az çok temizlediği şeritleri tercih etmek gerekiyor.

Köy çıkışı bir çeşmede akarsuyu görünce mataraları tekrar soğuğuyla tazeliyoruz. Durmamızla ürkek bir köpek yavrusu da tekerlerin arasında dolanıyor. Sevelim istesek de yanaşmıyor. 

Biraz daha bozuk asfaltta sürüp yolun düzelmesiyle gelen bir çataldan sola, Güneyköy’e sapmamızla (6 km demiş) başlıyoruz esas tırmanışa. Ama öyle böyle değil, %16. Desteği Normal’e aldım. Çıkıyoruz, çıkıyoruz, çıkıyoruz... J

Küçük bir düzlükte Haluk’u beklerken iki araç dolusu insan solda piknik hazırlığı yapmaktalar. Ateş yakılmış, dumanı fazla geliyor. Şimdi temiz havanın içinde de bunu solumak! Olacak iş mi? Biraz daha ileriye gidip beklemekteyiz. 274 metre rakım var. Desteksiz buralara nasıl çıkarsın? Na:mümkün! Haluk da iterek geliyor zaten.

Biraz nefeslenip tırmanmaya devam. Etraf kestane ağaçlarıyla dolu. Yemelik bunlar, köyde de satılıyordu. Çevre çok güzel, hava mis gibi, yemyeşil ortalık. Bu güzellik içinde sürüyor yolumuz. Ama rampada %20 bile görülüyor. 12’nin altına nadiren iniyor. Duvara tırman daha kolay J 412 metredeyiz. Gene gelen bir düzlükte Haluk’u bekliyoruz. Ancak bir müddet sonra çalan telefonda pes ettiğini söylüyor: “İtilmiyor, binmekten daha zor. Siz gidin, ben dönüyorum.” 

Samanlı Dağları; İznik Gölü’nün kuzeyinde, doğu-batı doğrultusunda uzanan bölgenin ikinci dağ silsilesidir. Antik dönemde adı Argantonius'tur. Bu dağın en yüksek yeri, 1600 m yükseklikteki Keltepe'dir. Dağın üzerinde Romalılar döneminde, Ateş Telgrafı işlevini gören Makilos adlı bir ateş evi vardı. Akdeniz'den, birçok ateş evinden yapılan iletişimlerin sonu bu dağda idi. Burada yakılan ateş İstanbul sarayından görülmektedir. Bu ateş evi olasılıkla, Yeniköy üzerindeki Dumanlıtepe'dir.

Biz de Samanlı Dağları Yeşil Mavi Yol üzerindeyiz. İşaretlenmiş. Her döndüğümüz köşede görüyoruz. Ana yol 127 km uzunluğunda. Arada gidilip görülmesi gereken noktalarla sunulan bu güzellik 189 km’yi buluyor(muş). Hemen hemen bütün Yalova’yı kapsayarak Armutlu’da sonlandığı yazılı. En az 10 yıllık, doğru ve keyifli bir proje. Arada olabiliyor(muş) demek ki J

Burası, Samanlı Dağları için; su kaynakları ve zengin biyo çeşitliliği ile Marmara Bölgesi’nin “yağmur ormanları” denilmekte. Oldukça yeşil bir alan olan bu dağların kuzeyinde İzmit Körfezi ve Sapanca Gölü bulunur. Samanlı Dağlarının diğer kısmında kalan güney bölgesinde ise Gemlik körfezi yer almaktadır. Daha net bir şekilde bölge olarak verilecek olursa bu dağlar Marmara Bölgesinin Güneydoğusunda kalmaktadır. Genel olarak Samanlı Dağları, sıradağlar olarak adlandırılmıştır. Samanlı dağlarında yer alan ormanlarda deniz kıyısından başlayarak çok farklı türlerde ağaçlar bulunmaktadır. Özellikle gürgen, kestane ve ıhlamur ağaçları, bu bölgede bulunabilen ağaç türlerinden en fazla karşılaşacağınız ağaçlardandır. Bu ağaçların dışında ormanlar akçaağaç, meşe ağaçlarından oluşmuş alanlardır. Alanın ormanlık olması nedeni ile kış aylarında yabani ve vahşi hayvanlar bu bölgede yoğun bir şekilde bulunur. Bu dağların güney yamaçlarında çok yaygın bir şekilde zeytin yetiştirilir. Bunların yanı sırra 1300 m olmak üzere bu bölgelerde çok büyük yaylalar bulunmaktadır.

Devam ediyoruz tırmanmaya... çık... çık... çık... [e] 28,4 km/12.08/420 harcandı. Ve sanırım zirveye ulaştık. 431 metrede. Saat 12.12/28,8 km. Şöyle biraz nefeslenip etrafın güzelliğini seyredelim. Temiz havayı içimize çeke çeke. Bu bölgedeki kayın ve gürgen ağırlıklı ormanlarda, sarıçam, göknar, meşe türleri, dişbudak, akçaağaç, kestane gibi pek çok ağaç türü kapalı havzalar oluşturduğu anlatılıyor. Ağaçları pek tanıyamam ama öyle diyorlarsa-öyledir J

Şimdi %10’luk bir inişin var önümüzde. Levha böyle diyor... Ve bırakıyoruz velespitleri serbest. Fırlıyorlar hızla ileriye. Ama dizginlemek zorundasın; yol dalgalı, çukurlu, yamalı... Zıplaya hoplaya durumları. Firu’nun balatalar da erimiş, metal sesi geliyor. Değişim zamanı gelmiş geçmiş L

Sağdaki yeşillikte piknik yapanların sesleri ve ocaklarının dumanı gelmekte. Umarım çöplerini de alıp götürürler. Bizim insanımızın genel anlamda çöp-doğa ilişkisi pek yok. Değil doğa her yere dökebiliyor. Evimizin önündeki boş arazilere gece yarısından sonra gelip araçlarının plakalarını söküp-farlarını kapatıp molozlarını boşaltıyorlar. Böylesine hain olabilir misin?

Güneyköy’e giriş yapıp kısa bir meydan turu sırasında tek bacağı kırılmış bir köpek yanımıza yanaşıyor. Haliyle Firuzan’ın bu durum dikkatini çekiyor. Yakındaki köylü kadından ilgilenildiğini öğrenip biraz rahatlıyor.

Güneyköy, 1878 Osmanlı–Rus savaşı (93 Harbi) sonrası 1896'da Dağıstan'dan gelen göçmenler tarafından kurulmuş. Köyün ilk resmi adı 1899'da Almali ya da Elmaalanı. Almali ismi kullanılırken Sultan Reşat'ın köye gelmesi ve köyü çok beğenerek buraya bir çeşme yaptırmasından sonra 1910 yılında adı Reşadiye olarak değişiyor. 1934'te İstanbul sınırının en güney kıyısında yer alması nedeniyle Güneyköy adını alıyor.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Yunan istilasına uğradığından ahalisi üç yıl Geyve ve Adapazarı yörelerine göçmüş. Savaş sonrasında bu nüfusun ancak bir bölümünün geri dönebildiği anlatılmakta. Dönülmedi de köy-kent göçü ile başka yerlere mi gidildi?

Yerli halkını oluşturan Dağıstan göçmenlerinin geleneksel yemekleri, düğünleri ve zengin folkloru ile çok renkli bir yaşama sahip burası. Her yıl haziran ayında, kuruluş yıldönümünde Dağıstan Şenliği yapılmakta... Bir de buranın yemekleri. Köyde yöresel yemeklerin pişirilip servis edildiği iki de lokanta bulunuyor.

Her gelişimizde uğradığımız, iki kız kardeşin işlettiği Dağıstan Sofrası’nda yerimizi aldık, siparişlerimizi bekliyoruz. Hinkal seçimimizi patatesliden yana, gözlemeyi ise otlu olarak tercih ettik. Yanına da ayran.

Hinkal, farklı yörelerde haluj, gabın, hınkal, khinkali, hambal, hingel,
hangel, kruze adlarıyla da anılmakta. Özü itibariyle, yaş makarna hamurunun içine muhtelif harçlar konularak haşlanan ve/veya sarımsaklı yoğurt ya da sadece tereyağlı sosla ikram edilen mantıgiller ailesinden. Geçmişi 8000 yıl öncesine, Kafkaslara dayanır.

Mantının dünya mutfaklarında ciddi bir yeri var. Biz Kayseri mantısı, Sinop mantısı, Çorum mantısı, Yağ mantısı, Tutmaç derken diğer ülkeler: İtalya, Ravioli ve Tortellini / Nepal, Momo / Rusya, Pelmeni / Tayvan, Ba-Wan / Çin, Baozi ve Wonton / İspanya, Noqui / Amerika, Dumpling / İsrail, Kreplach / Kore, Mandu / Japonya, Nikuman ve Gyoza / Ukrayna, Vareniki / Moğolistan, Buuz / Polonya, Pierogi / Gürcistan, Khinkali / Afganistan, Mantu / Özbekistan, Kaskoni / Bosna Hersek, Klepe / İsveç, Palt ve Kroppkakor / Beyaz Rusya, Kalduny / Azerbaycan, Dushbara / Hindistan, Samosa / Almanya, Maultasche / Lübnan, Shishbarak / Güney Amerika, Empanada... demekteler.

Tüm iştahımızı buraya saklamıştık. Güzel de tırmandık. İki gözleme bir hinkal bizi kesmese de güzelce doyuyoruz. Ama götürmek üzere dondurulmuş hinkal (ne kadar aldığımız söylemeyeceğim) ve buraya özgü, susam ve ayçiçeği çekirdeğinden yapılmış pakuk denilen bir tatlı ile helvalarından da alıyoruz. Yani çantaları doldurduk. 149 lira bıraktık bacılara... Yerel insanları böyle meselelerde desteklemek gerektiğine inanıyorum(-z). Yaşamaları lazım. Sürekli süper marketlerden alış-veriş ediyoruz. Hani küçük işletmeci diyorduk?

Saat 1’i geçti, dönüş yolundayız. 3 feribotuna yetişmek istiyoruz. Safran-Kurtköy ayırımına kadar aynı yolu geri pedallayacağız(-yoruz). Yolun bu bölümü daha fazla bayır aşağı. Önceki gelişimizde geçtiğimiz bu güzergahtaki taş ocağı halen duruyor. Önündeki yol da halen bozuk. Kaza kaza dağın yarısı yok olmuş durumda. Bitirememişler! Dev damperliler çalışıyor yolda. İkisi yanımızdan geçerken ortalık feci bir toz dumanına boğuldu. Sis bombası atılmış gibi bembeyaz oldu ortalık. Arada kaldık... Yuh be!

Hep şaşırıp sağdan saparak Soğucak’a giderdik. Bu sefer yoldan geçen bir araca sorup doğruyu öğreniyorum. Paşakent’e (Soğucak) sapmayıp -yani biz hep oraya sapıyorduk- mezarlığın üstünden devam ederek Safran’a gitmemiz gerekiyor(muş). Harika, bu tarif ve navigasyon yardımıyla ilerliyoruz. İniyoruz yokuş aşağı, tek tırmanış mezarlık denilen yerde geliyor. Onu da geçtikten sonra Safran’a kadar iniş.

Son günlerde WA üzerinde dolaşan Teremin denilen bir müzik aleti var, dokunmadan çalınan. Bilmediğim oldukça ilginç bir çalgı. Hiç bir gruba dahil değil; telli, nefesli, yaylı, vurmalı, klavyeli... Hiç biri değil. Şöyle tanımlanmış: İlk elektronik ve çalarken temas gerekmeyen müzik aletidir. İsmini mucidi olan Rus Profesör Leon Theremin'den alır. 1928'de mucidi tarafından patenti de alınmıştır. Gerçek adı Termenvox veya Aetherphone'dur. Daha sonra İngilizceleşerek zamanla "Theremin" adını almıştır. Kontrolü iki metal anten arasında sağlanır. Bu antenler aleti çalan kişinin ellerinin pozisyonunu algılarlar. Bir el ile titreşim dalgaları gönderilir, diğer el ile de sesin şiddeti ayarlanır. Theremin ürkütücü sesler ile birleşik bir alettir. Elektrik sinyalleri Theremin üzerinde büyütülür ve bağlı olan hoparlörlere gönderilir. Bilim-Kurgu ve Korku filmlerinde sıkça kullanılmıştır. Yapılışından bu yana ilginç ve kendine özgü bu enstrümanla birçok müzisyen ve fizikçi ilgilenmiştir. Theremin sanat müziklerinde ve Rock gibi popüler müziklerde de kullanılır.

Sinemada ilk olarak 1931 tarihli Rus besteci Dmitri Shostakovich'in "Odna" adlı filminde, Alfred Hitchcock da film müziği olarak sıkça Teremin kullanıyor. Müzikte ise Led Zeppelin üyesi Jimmy Page canlı performanslarında ve Rolling Stones üyesi Brian Jones da grubun 1967 tarihli “Between the Buttons” ve “Their Satanic Majesties Request” adlı albümlerinde karşımıza çıkıyor. Video oyunlarında da görülüyor. 2006 tarihli "Destroy All Humans" adlı oyununda besteci Gary Schyman oyunun müziklerinde ve 2006 tarihli "Soul of the Ultimate Nation" adlı oyunda da Lydia Kavina'nın solo performansı ile karşımızda.

İlginç bir konu değil mi? Devam araştırmaya: Alman-Sırp kökenli sanatçı Carolina Eyck çeşitli konser ve festivallerdeki performansı ile bu sıra dışı müzik aletinin tanıtımına katkıda bulunmuş; Reja


Yani oldukça yaygın. Bizde ise Meczup (Cihan Gülbudak) sayılı Teremin icracıları arasında yer almakta; The Bridge of Khazad-dûm


Safran’da biraz yolu karıştırıyoruz. Az kalsın sabah geldiğimiz yola giriyorduk! Neyse fazla uzaklaşmadan doğru yolu öğrenip Yalova’nın dış mahalleri içinden deniz kıyısına ulaşıyoruz. Yarım saatimiz rahat var. Bir kahve içsek mi? Biraz şöyle kıyı boyunca pedallayıp içecek yer arayışındayız. Bulamıyoruz doğru bir yer. İDO’dan biletimizi alalım bari. Sabah 42’ye geldik, şimdi 50’ye dönüyoruz... 

Haluk’u merak ettik. Ne etti, nasıl döndü? Bir SMS atıyor, Yalova’da olduğunu öğrenmemizle geldiğimizi haberdar ediyor, tekrar buluşuyoruz J

Feribotta yerimizi alıp 1 saat sonra Pendik’ten dönüş için peş peşe, yürüyenlerin arasından, mangalcıların yanından, kah sahilden, kah kaldırımdan hızla yol alarak; Küçükyalı’da Haluk evine biz de Bostancı’dan Bisiklet Sepeti’ne. Firu velespiti 5 bin kilometre bakımı için bırakıp taksiyle eve dönerken ben de her zamanki yoldan hızla ilerlemekteyim.

Eve vardığımda saat 75 km gösteriyordu. 11 saattir sokaklardaymışım(-mışız). Cool... J










Yalova Keşif Turları: Güneyköy Dudullu-Bostancı–(tren) Pendik-(gemi) Yalova-Kadıköy-Kurtköy-Güneyköy-Safran-Yalova-(gemi) Pendik-Bostancı-Dudullu

Tur tarihi: 13 Ekim 2019
Kat edilen mesafe: 66,13 km.
Ortalama hız: 13,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 57 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 27 dk. 
En yüksek sıcaklık 26 ˚C, en düşük 15 ˚C, ortalama 22,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1002 m, kaybı (iniş) 1017 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 446 m.



        
9 feribotu ile gene Pendik-Yalova yapacağız. 
8 trenine yetişiyoruz, Bostancı’ya


Yalova’da çekilen bir hatıra fotosu sonrasında
başlıyoruz üçlü olarak pedalları döndürmeye 


Yalova’nın Japon Bahçesi




Termal yolundayız. Atatürk Yolu olarak da adlandırılıyor.
Dev ağaçların iki tarafta sıralandığı



Maviye boyalı bisiklet yolunu 
görünce: “Maden yapmışlar bari kullanalım.” 

Kadıköy

Kadıköy bitince ilk rampayla karşılaşıyoruz. Ancak bu
 değil, esas rampa Kurtköy’den sonra gelecek

Hava güzel, yolun asfaltı iyi




Keyifli bir iniş ve ardından Kurtköy için tırmanış geliyor. %10 demiş
 yolun başındaki levha ama 12, bazı yerlerde 13’ü bile görüyoruz

235 m bu tırmanışın tepesi oluyor


Kurtköy’e sıkı bir inişle varılıyor

Lazım mı?

Kurtköy’ün sakinleri

Mağaralar, Tarihi Çınarlar. Kurtköy

Kurtköy çıkışı bir çeşmede akarsuyu görünce mataraları
 tekrar soğuğuyla tazeliyoruz


Böğürtlen var mı?

Demişler ama 5 adım ötesine molozları boşaltmışlar

Çevre çok güzel, hava mis gibi, yemyeşil ortalık. Bu güzellik
 içinde sürüyor yolumuz. Ama rampada %20 bile
 görülüyor. 12’nin altına nadiren iniyor

Devam ediyoruz tırmanmaya... çık... çık... çık... 
Sanırım zirveye ulaştık. 431 m'de


Bölgedeki kayın ve gürgen ağırlıklı ormanlarda, sarıçam, göknar,
 meşe türleri, dişbudak, akçaağaç, kestane gibi pek çok ağaç
 türü kapalı havzalar oluşturduğu anlatılıyor

Sağdaki yeşillikte piknik yapanların sesleri ve ocaklarının dumanı
 gelmekte. Umarım çöplerini de alıp götürürler


Güneyköy, 1878 Osmanlı–Rus savaşı sonrası 1896'da
Dağıstan'dan gelen göçmenler tarafından kurulmuş


Dağıstan Sofrası


Dağıstan Sofrası içi


Gözleme ve hinkal, Dağıstan Sofrası


Kaza kaza dağın yarısı yok olmuş durumda

Taş ocağı önündeki yol da halen bozuk

Yoldan geçen bir araca sorup Safran yolunu öğreniyorum

Hep şaşırıp sağdan saparak Soğucak’a giderdik.
Soldan Safran'a gidiliyor

Şu kökler bakın, nasıl tutunmuş

İniyoruz yokuş aşağı, tek tırmanış mezarlık denilen yerde
 geliyor. Onu da geçtikten sonra Safran’a kadar iniş

Otoyol sağda altta görülüyor


Safran...

Safran’da biraz yolu karıştırıyoruz. Az
kalsın sabah geldiğimiz yola giriyorduk!

Neyse fazla uzaklaşmadan doğru yolu öğrenip Yalova’nın
 dış mahalleri içinden deniz kıyısına ulaşıyoruz

Yalova’nın bu bölgesini ilk görüyorum


Yalova demek bisiklet demek J

Hiç rahatını bozmadı. Biraz döndü, gene yumdu gözlerini J