Tembellik aslında tam bir hareketsizlik durumu
değil, “dengesiz yapmalar” bütünüdür. Tembeller, yapılması gereken bir
şey dururken, yapılmaması gereken şeyleri yapmaya başlarlar. Çünkü
yapılması gereken işi yapmak istemediğinden ya tembellik yaparak o işi
erteleyecek, ya da biraz olsun yapmayı sevdiği başka bir işle uğraşarak o
durumu atlatacaktır. Yâni tembel aslen, “yapılması gereken işi yapmayan”dır denilmiş. Farsça olan “tembel” kelimesi; “iş görmeyi, çalışmayı
sevmeyen, çaba göstermekten, sıkıntıdan kaçan kimse, haylaz” diye geçer TDK
sözlüğünde. Biz de tembel olmayan arkadaşlarla sezonun ilk turunda buluştuk;
Serhan, Haluk, Levent, Nurhan, Ömer, Ümit ve Gültekin ile. Havalar halen sıcak.
Rüzgar da yok. Beşiktaş’tan başladık Sarıyer’e doğru pedallamaya. Artık
öylesine çok bisikletli var ki. Hızlı gidenler, grup olarak pedallayanlar, tek
dolaşanlar, geçerken birbirini selamlayanlar... Sanırsınız İstanbul bir
bisiklet kenti. Ama değil tabii. Bisikletli olarak bu metropolde cambazlık
hünerlerimiz ve korkusuzluğumuz olmasa binmek mümkün değil. Bir yabancı
geldiğinde gözleri fal taşı gibi açılıyor, trafiği gördüğünde.
Gültekin bugün çok hızlı, tutmayın beni
durumlarında. İki ay önce talihsiz bir şekilde ayağı kayıp bileğini kırmış(tı).
Sıkıntıyı geride bırakmış ama gene de dikkat etmeli. Bir de önümüzdeki hafta
yurtdışı turuna çıkacağını düşünürsek. Ömer yeni bir bisikletle geldi, karbon
bir Giant. Çok şık bir şey. Disk frenler falan. Yakışmış. Bunu hafif olduğundan
rahatlıkla sırtlayıp eve çıkarabiliyorum diyor. Ehh, karbon almak için iyi bir
neden. Serhan zaten eski yarışçılardan. Levent de artık öyle. Gerçi arada
aynalar-kapılar önlerine çıkıp yoldan çıksalar da. Haluk müthiş kuvvetli pedal
basıyor. Sanki bisikletinde motor var. Yoksa sele borusuna gizlice yerleştirdi
mi? Nurhan ise uzundur yoktu. Meğer iletiler ulaşmıyormuş. Sebebini bulduk ama.
Şimdi her pazar birlikte olacağız. Ümit her daim geç kalıyor. Sanırım uyanma
sorunu var. Ama neticede yetişiyor, biraz bekletse de. Ancak dikkat, gömebilir.
Vukuatı çok.
Çayırbaşı, her zaman mola verdiğimiz
kahvedeyiz. Çaycının kardeşiymiş bugün bakan. Bizi tanımadığından masa-sandalye
çıkarma konusunda biraz nazlanıyor. Şikayet etmişler kahveyi bu konuda. Ama
yandaki lokanta da onların, orayı kullanarak güzelce yerleşiyoruz. Kahvaltı
etmemiş olanlar aldıkları/getirdikleriyle karın doyurmaktalar. Çaylar boşalıp
doluyor. Sohbet, gırgır, fıkralar bolca. Uzun zaman oldu, koca yaz görüşmedik.
Anlatılacak çok şey birikmiş.
Kabus gibi bir haber var: Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan tarafından 2011'de kamuoyuna "çılgın proje" olarak açıklanan
Kanal İstanbul Projesi'nin güzergahının netleştirilmesi ve kesitlerinin ortaya
konulması için etüt proje sözleşmesinin imzalandığını söyledi. Aklım
almıyor, bunda nasıl ısrar ediyorlar. Sadece İstanbul için değil tüm Marmara
için bir felaket. CHP İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci, yaptığı
yazılı açıklamada, “Tüm yatırımların İstanbul'da planlanması şehri bir
cazibe ve göç merkezi haline getirmektedir. İstanbul nüfus yoğunluğu, trafiği,
altyapı yetersizliği, gürültü ve hava kirliliği sebepleriyle giderek yaşanmaz
bir kent haline dönüşmektedir. Yatırım merkezi olarak istihdam ihtiyacına göre
Anadolu'nun farklı şehirleri düşünülmelidir. Güneydoğu'da, Doğu'da, Trakya'da,
Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde yatırıma ihtiyaç vardır” demekte. Biliyor
musunuz İstanbul’un yeşil alan oranını? %2,2 :(( Londra %30, Nev York %27,
Moskova %54. Yani beton içinde oturuyoruz. Son seller, portakal büyüklüğünde
yağan dolular... ne çabuk unutuluyor. Bu fotoğrafta görünen beyaz kellik 3.
Havalimanının nasıl bir tahribata sebep olduğunu göstermekte.
Dün
|
Bugün
|
Hazır buralara kadar gelmişken Gültekin
Exuma’ya olan ödemesini yapmak üzere uğruyor, biz de biraz giysilere göz
atıyoruz. Kendi ürünlerini çok makul fiyatlara satmaktalar. Bir şeyler almadan
önce mutlaka buraya da bakın.
Belgrad Ormanı’na çıkış kapısından giriyoruz.
Bu saatte gelen olmaz sanıyordum ama ne çok araba çıkmak istiyor. Daha erken
halbuki. Yoksa çok mu kalabalık orman?!!
Falih Rıfkı Atay Milli Parkından Ayvat Bendi
tarafına sapıyoruz. Sapmamızla da bir güzel tırmanmaya başlıyoruz. Bir hayli
uzun ve dik. Sinekler kafamızın etrafında uçuşuyorlar. Terimizle birlikte
çıkanlar iştahlarını açmış olmalı. Kafanı sallıyorsun gitmiyorlar, elinle
kovuyorsun geri geliyorlar. Terleme yoluyla vücuttan amonyak, protein,
şeker, potasyum ve bikarbonatın yanı sıra çinko, bakır, demir, nikel, kadmiyum,
kurşun ve manganez gibi eser metaller atılıyor. Demek bunlardan biri onları
etrafımıza çekiyor.
Ceylan Üretme İstasyonu önünde çekilen bir
foto sonrası artık tırmanış mırmanış yok önümüzde. Güzelce çıkış kapısına kadar
iniyoruz. Yol biraz dangıl dungul olsa da inmek kadar güzel ne olabilir?
Ormancıların bakım istasyonu, araç parkı
olarak kullandıkları solumuzdaki araziye (Orman İşletme Şefliği) izinle
giriyor, çeşmesinden suyumuzu dolduruyoruz. Kağıthane Deresi’nin bir kolu olan
Ayvat Deresi de buradan akmakta.
Artık dönüş yolundayız. Kemerburgaz’da yolu
bir kazı kapatmış. Dolanarak devam etmek zorundayız. Son molamız Kahve
Dünyası’nda. Burası güzel bir yer. Herkes iştahına göre siparişler veriyor;
kahve, çay, kek, dondurma... Eskiden biraz ağır işlerdi servis. Düzelmiş gibi
görünüyor. Ümit’in bisiklet maceraları bir hayli renkli. Keyifle ve hayretle
dinliyoruz.
Cendere yolu, taa Kağıthane’ye kadar tam
anlamıyla bir “cendere” olmuş (bir şeyi sıkmak, ezmek gibi işlerde kullanılan
düzenek). Geçen damperliler ve çimento kamyonları, yolun bozuk kısmından kalkan
tozlar, hızla giden sürücüler, inşaat, inşaat, inşaat... İstanbul’da keyifle
bisiklet sürmek mümkün değil. Yaşadığın stres, yuttuğun toz insanı hasta
ediyor. Uzun yolda böyle sıkıntılar yaşamıyorsun. Tertemiz havada, kaygı-korku
yaşamadan güzelce pedallıyorsun.
Opet’te bir ihtiyaç molası ardından çılgın
trafiği yararak ilerledikten sonra, tünel öncesi Ömer ayrılıyor. Tünel sonrası
Ümit ve Levent, biz de (Haluk’la birlikte) Serhan ve Nurhan’ı geride bırakıp,
Beşiktaş’ta hızla vapura yetişiyoruz.
Daha eve kadar 15 km yolumuz var. Artık
sıkıldım pedallamaktan.
Son dakika. Protokole girdim diye sevinenlerin
dikkatine: “Protokol" dilimize eski Latince ve Yunancadan geçme bir
sözcük. Daha doğrusu "Proto" ve "Kolos"
sözcüklerinin birleşmesinden türemiş bir bileşik kelime. Lügat anlamıyla
"Proto" birinci demek. "Kolos" ise, insan poposunun
çoğulu oluyor. Hadi tam karşılığını söyleyelim: "Götler" demek.
Sözcük anlamlarını birleştirdiğimizde ise deyimin tam karşılığı:
"Önde Gelen Götler" olarak karşımıza çıkıyor. "Kolos"
sözcüğünün zamanla çoğul eki olan (os) deyimden atılmış, geriye
"Protokol" yani "Önde gelen göt" lafı kalmış. Herhalde
toplum içinde yükselip de protokole giren bazılarının zamanla
"Götünün Kalkması" da bundan olsa gerek... denilmekte.
Haydoy bağışları için teşekkürler.
Kapımın Önünden Geçsin...: (Dudullu-Kadıköy)-Beşiktaş-Çayırbaşı-Belgrad
Ormanı-Kemerburgaz-Cendere-Kağıthane-(tünel) Dolmabahçe-Beşiktaş-(Kadıköy-Dudullu)
Tur tarihi: 10 Eylül 2017
Kat edilen mesafe: 92,46 km.
Ortalama hız: 14,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 16 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 18 dk.
En yüksek sıcaklık 37 ˚C, en düşük 22 ˚C, ortalama 29,9 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1047 m, kaybı (iniş) 1054 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 180 m.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 16 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 18 dk.
En yüksek sıcaklık 37 ˚C, en düşük 22 ˚C, ortalama 29,9 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1047 m, kaybı (iniş) 1054 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 180 m.
Garmin yol bilgileri KapımınÖnündenGeçsin
Relive yol bilgileri KapımınÖnündenGeçsin
Bu bölgeye
yapılmış geziler BelgradOrmanı-Kemerburgaz, ±76, Belgrad Ormanı-Gümüşdere, “PatlakMatlak”
İlginizi
çekebilir Avcılar, “Barışa Bir Şans Ver”, bisikletle PiyerLoti