Aslında hafta sonu epey de dolaştık Firuzan’la. Cuma akşamı Eyüp ve Balat yaptık. Çok güzeldi. Gece serinliğinde Balat’in arka sokakları ve sonrasında Eyüp’un kalabalığı. Camii avlusu ve oradaki dev Çınar ağacı 1001 gece masallarını andırdı. Cumartesi ise önce Bomonti’deki ekolojik pazar (3. senesiymiş. Gizem’in daveti sonucu öğrendik), ardından Ortaköy’e gidip Bahar bisiklette bagaj taktırma ve sonrasında Bayramoğlu (Tuzla üzerinden E5’den geçerek rahatlıkla ulaştık) bizi 80 km dolaştırdı bisikletle. Akşam yemeği sonrası artık geç ve yorgun olduğumuzdan (ve de ertesi gün de uzun gezeceğimizden) trenle Haydarpaşa’ya gelip Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçerek döndük eve. Yani 2 gün gene de 100 km yapmışızdır.
Sazlıbosna’ya daha önce gitmiştik. Bu sefer tersten bir rota çizdik. Yani Kemerburgaz üzerinden gidip Sazlıbosna ve baraj gölünün kenarından dönen bir yol. Buluşma yeri, sabah 8:20’de Karaköy iskelesinde olacaktı (28.06.09). Karşıdan (Kadıköy) gelecek olan İlhan’ın (uyuya kalan Hakkı gene kaçırdı turu ;) gemisi 8’de kalkıyordu. Hem ona uysun hem de biraz uzatalım diye Fahri ve Sarkis (bu sabah karşıdan geldi) ile (Firuzan ve ben) buluştuk. Sabahın bu saatlerinde ışık çok güzel ve parlaktı. Kısa bir selamlaşma ve sohbetten sonra Eminönü üzerinden Eyüp’e gittik. Feshanede’ki eski köprü üzerinden karşıya Şütlüce Kongre Merkezi’ne geçecektik (yaya trafiğine açıktı köprü) ama maalesef gene orta parçayı sökmüş olduklarından Haliç’i dönmek zorunda kaldık (hangi düşünceyle bir açarlar bir kaparlar? Nedense birşeyi sabit tutamıyorlar. İlla ki değiştirecekler?) Sonrasında Kağıthane yönüne dönüp Cendere üzerinden Kemerburgaz’a giden dümdüz yoldan sabah sabah bizi selamlayan bekçi köpeklerinin önünden geçerek vardık (10:00 / 36.km). Bu yolu çok sık gidiyoruz. Kemer’e ulaşmanın en rahat ve kolay yolu.
Aklıma da geldi sabahleyin. Şu kameranın pilleri ne durumdadır, biter mi diye. Demeseydim keşki, bittiverdi daha gezinin başında. Sinirlendirdi beni, zaten haritayı da almayı unutmuştum, üzerine de bu, suratımın asılmasına neden oldu. Neyse ki Firuzan hemen bir çözüm getirdi ve pedallayıp gittiği Dia’dan aldığı 4 kalem pili makinaya takınca yüzüm gülmeye başladı. Gezilerin resimleri olmayınca sanki eksik kalıyor. Gerçi bu piller bizi bir yere kadar idare etti ama görsel malzeme toplanmıştı az çok (tamamını çekemedik ama). İyki varsın Firuzan, çok teşekkürler.
Kemerburgaz’da her zamanki kahvemize oturup ve her zamanki börekçimizden alış-veriş yapıp kahvaltımıza başladık. Börek de öyle lezzetli ki Fahri kendine 1/2 kg (5-TL) almıştı. Ben de, Sarkis de 300 gr’la doyamadık ve Firuzan’in fazla gelen kısmını sorgu sual etmeden paylaştık, beraberinde çay (50 Krs) ve limonatayla (1-TL). Muhabbet keyifliydi, Fahri gece 1’e kadar montaj yapmış, Sarkis’se sabah 3’e kadar mangal-sucuk partisine katılmıştı. Kakara kikiriyle 1,5 saat çabucak geçti ve artık yola çıkma zamanının geldiğine karar verip, ihtiyac, su vs’leri tamamlayıp yola çıktık (11:25). Göktürk’ten geçip (Firuzan burasının gelişimini çok fazla Amerika’ya benzetti. Haksız da değildi) otoyol üzerinden tertemiz bir asfalttan önce İSTAÇ’in berbat kokusunu solumak zorunda kalarak (11:50 / 43.km) Işıklar sapağından sola sapıp İhsaniye’ye ulaştık (12:15 / 51.km).
Yol boyunca Sarkis rahat duramayıp yol bisikletinin avantajını kullandı. Firuzan’ı yakalamaya çalışsa da bu mümkün değildi ama gene de ensesinde sürdü bisikleti. Tabii bunları ben göremedim, çünkü mümkün değil onlara yetişmem. Biz İlhan’la arka takım kaptanlığı oynadık. Fahri’nın ağzından dinliyorum hepsini. Fahri de az değil ama! Motorsiklet benzeri bisikletiyle (nerede dursak tüm ilgi önün üzerindeydi zaten. 1500 veren çıktı da satmadı gene de) bu F1 ikilisinin peşlerini bırakmadı.
Aklıma geldi de. Bisiklete binmenin kıyafet kuralı olabilir miydi? Yani söyle bineceksin, böyle binmeyeceksin denilebilinir miydi? Bence hayır, nasıl istiyorsan, nasıl rahat ediyorsan öyle bin. Kimisi sporcu gibi, kimisi günlük yaşamında gibi, hatta ben karşıda tesettürlü binen bile gördüm. Bazı insanlar mayolu-taytlı bisikletçileri görünce hayvan gibi bakıyorlarmıs. Mahalle baskısı uygulamaya çalışıyorlar. Ne feci bir durum ülkemiz insanının halen böyle şeylere takılıyor olması. Hem de İstanbul gibi metropolde. Özellikle de kadınların üzerinde kıyafet baskısı uygulamaya çalışanları şiddetle kınıyorum. Gidin başka şeylerle ilgilenin, bre deyyuslar. Hangi yüzyılda yaşıyoruz?!!
Otoyoldan indikten sonra yollarımız daha sade ve keyifli olmaya başladı. Önce Bolluca’ya geldik (12:30 / 57.km). Burası Çocuk Köyü’yle tanınan bir yer. Biz daha önceki gelişimizden bildiğimiz bir kahvede mola verip limonatamızı içtik. Burada fiyat 50 Krş’a düştü. Sonra tekrar devam ettiğimizde köyün çıkışında otların alev alev yandığını gördük (dönüşte başka bir yerde de vardı benzeri yangınlar). Hangi akla hizmet bunlar yanıyordu, anlamak mümkün değil. Bu şekilde arazi temizlenmesi çok sakıncalıydı. Muhtemelen bir sigaranın yol açtığı bir yangındı. Kim köyünü dumana boğmak ister ki?!! Etraf feci kokuyordu. Soluduğumuz tüm oksijenin heba olduğunu haklı olarak ifade etti Sarkis. Bu durumun Firuzan’i çok rahatsız ettiği besbelliydi (nitekim sonrakinde sessiz kalamayıp hemen 110’a bildirdi). Gördüğümüz yanlışlar karşısında sessiz durmayıp gerekeni yapmak vatandaşlık borcumuz. Biz bisikletçiler sahip çıkmazsak kim sahip çıkacak? Tüm dengeyi, doğal yaşamı alt üst eden böyle ateşleri yakanlara göz açtırmamak lazım.
Bolluca Çocuk Köyü, kimsesiz çocukların bakımı için, 1992’den bu yana SOS çocuk köyü modeline uygun olarak, İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesine bağlı Bolluca Beldesi’nde hizmet vermekte olan çocuk köyü. Türkiye Korumaya Muhtaç Çocuklar Vakfı (TKMÇV) tarafından 1992 yılında hizmete açıldı. Köyde 12 müstakil evde yardıma muhtaç sekizer çocuk barınıyor. Ayrıca 2 gençlik evi de bulunuyor. Zihinsel ve bedensel özrü bulunmayan 0-8 yaş arası bakılmaya muhtaç çocukların kabul edildiği çocuk köyünde büyüyen çocuklar, hayatlarını kendileri idare edebilecek duruma gelinceye kadar bakılıyorlar.
Köy, Sabri Akın tarafından vakfa hibe edilen 52 dönüm arazi üzerinde Avusturya merkezli SOS Uluslararası Çocuk Köyleri Kurumu’nun desteğiyle inşa edildi. Bolluca Çocuk Köyü, TKÇMV tarafından yapılan araştırma sonucunda Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu’na (ÇEK) ait yurtlarda yaşanan sorunların ortadan kaldırıldığı bir model olduğu düşüncesi ile SOS Çocuk Köyleri Kurumu’nun çocuk köyü modeli örnek alındı. Urla’da, ÇEK tarafından yönetilen Barbaros Çocuk Köyü’nde de aynı sistem yürütülüyor.
Çıkışlı inişli bu yolun ucunda Arnavutköy vardı (13:00 / 62.km). Burası çevrenin en kalabalık yerleşimiydi. Biraz da deforme olmuş bir yerleşim, maalesef. Kaotik bir ortam ve trafik, minibüs anarşisi etrafta kol geziyor. İnsanları da gürültülü ve hello’cu. Fazla uzatmadan bu kasabadan çıktık (burada birşeye dikkat çekmek istiyorum. Arnavutköy sonrasında ilk sapak Sazlıbosna/Haraççı oku sola göstermesine rağmen kenarda oturan vatandaş bizi uyarıp düz Çilingir yönüne devam etmemiz gerektiğini söyledi. Sol yol mahalle içinde bitiyormuş. Bu nasıl iştir anlayamadık!!) ve daha sade ve temiz yollardan Haraççı’ya geldik. Baraj gölu gözükmüştü. Güzel bir inişle Sazlıbosna’ya girdik (13:40 / 68.8.km).
Hemencecik açlığımızı gidermek için lokantamıza oturduk. Sahibi İsa bey bizi hoşgeldinizle karşıladı. Dışardaki masanın boşalması üzerine soframızı kurup siparişlerimizi verdik. Kavurma 2 kişi tarafından kabul gördü. Ama manda yoğurdu hepimiz tarafından. Porsiyonu 3 lira olan bu yoğurttan 2 tabağı afiyetle indirdim (üzerine kırmızı biber de çok yakıştı). Bu civarda halen manda yetiştirilmekte. Zaten gezimizin duyurusunda manda yoğurdu teşvik ediciydi :). Az sonra Fikret Albay’in dostu, gele gide bizim de dostumuz olan Şükran Bey de yanımıza geldi ve keyifli sohbetler başladı. Dertliydi tabii. Buğdayın bir bardak çaydan daha ucuza alınmasından yakınıyordu. Destek bekliyordu devletinden.
Sazlıbosna 1384 nüfuslu bir köydür. Arazi yapısı tarıma elverişlidir. Doğusunda Gaziosmanpaşa, güneyinde Küçükçekmece, batısında Hadımköy, kuzeyinde Çilingoz Köyü bulunmakatadır. İlçeye uzaklığı 28km olup, Hadımköy, Nakkaş, İzzettin Köyü üzerinden Çatalca’ya ulaşılmaktadır. Köy halkı geçimini, çiftçilik, pazarcılık, nakliyecilik ve hayvancılıktan sağlamaktadır.
Karnımız doyduktan sonra çaylarımızı içmek için üstü asmalarla kaplı güzelim çay bahçesinde yerlerimizi aldık. Kimimiz kahve kimimiz soda içerek. Yediğimiz yoğurttan mıdır bilemiyorum, herkeste bir uyuklama hali vardı. Oturduğumuz sandalyelerde uyuyorduk. Az sonra gürleyen gök ve sağnak yağmuru bizi buraya hapsetti. Gene de şanslıydık burada yakalandık. Yolda olsaydık iyicene ıslanacaktık. Aslında bizimkisi hapis sayılmazdı, temiz havada yeşilliklerin altında yağmuru izliyorduk. Firuzan’a gelen telefondan öğrendik ki bir tanıdığı Pendik taraflarında doluya yakalanmış ve ancak arabasını köprü altına park ederek korunabilmiş. Kah kestirerek, kah Şükran Bey’le konuşarak yağmurun dinmesiyle ve de Hacımaşlı’da meşhur manda yoğurdunun yapıldığı mandıranın yerini öğrenerek donüş için hareketlendik (15:55 ).
Başta, buradan doğru göl kenarına inmek varken geldiğimiz yokuşu çıkarak Hacımaşlı köyü ayırımından saptık. Köy içinde kısa bir soruşturmadan sonra mandırayı elimizle koyduğumuz gibi bulduk. Kapıyı çaldık ve taaa nerelerden yoğurt yemeğe geldiğimizi söyleyince bir dostluk ve konukseverlikle karşılaştık ki, sormayın. Hemencecik 5 sandalye ve bir tabure çıktı. Üzerine bir çömlek yoğur konuldu, kimimize kaşık, kimize çatal düştü ama hiç fark etmedi, hepimiz yoğurda yumuluverdik. Çekirge sürüsü gibi saldırıp anında boşalttık kaseyi. İstanbulda’ki satış yerini de öğrendik. Kadıköy’de Mopaş mağazalarında, Feriköy’de Ezine peynircisinde bulunuyormus. %100 manda sütünden. Çünkü bazılarına inek sütü de katıyorlar. Şenöz Yoğurtları (Fabr. 0212-5345494) Mutlaka tadınız. Bisikletçilere indirim var :)
Ehh artık veda etme zamanı gelmişti, çok tesekkür edip (yoğurdu ikram etmişlerdi, nasıl mahçup ettiler bilemessiniz. Israr etsen almaz ki) göl kenarına inen toprak yola girdik. Burası bozuktu ama Sarkis ince lastikleriyle hepimizden daha rahat gidiyordu. Yani şaştık ve sevindik. Hani genelde böyle yollara girmezdi arkadaşımız ama bu sefer sesi çıkmıyordu. Yoğurttan mı acaba? : ) Göl kenarından piknikçilerin ve balıkçıların yanından geçerek eski Şamlar köyüne geldik (85.km). Yol boyunca dikkatimizi, adamların av tüfekleriyle de suya ateş etmeleri çekti. Baliğı tüfekle yakalamaya çalışıyordu, veya ateş etme hırsını tatmine çalışıyordu. Bu da başka garip bir durum.
Köyün kahvesinde Engin Baba oturuyordu. Bizi görünce yüzü güldu ve yerinden kalkıp masasının yanına birkaç sandelye çekip buyur etti bizleri. Selamlaşma faslı sonrası hal hatır sormalar ve çayların ikramıyla muhabbet başladı. Öğrendik ki Şükran Bey’le akrabalarmış, bizim damadımız dedi Engin Baba. Ehh Sarkis boş durur mu. İlhan’ı da kandırıp hemen lokantada bir sazan balığı (6 lira porsiyon) ziyafeti çektiler. Fahri artık yoğurttan, veya sallana sallana ayranlaşan durumdan dolayı, uykusunun da gelmesinden olsa yerinden kımıldamıyordu. Sandalyenin üzerinde uyuyordu.
2 ay önceki gelişimizde anlatmıştı Engin Baba burası 500 senelik bir köymüş ve Eyüp Sultan’ın askerleri olarak Şam’dan gelmişler. 15 yıl önce buraları baraj nedeniyle istimlak olunca köyü yukarıya taşımışlar. Halen 35 hane varmış kalan.
Önceki gelişimizde Gökhan’in çekip yolladığı fotograflar hem İsa Bey’i, hem Engin Baba’yı ve çayevi sahibini öyle mutlu etmiş ki, anlata anlata bitiremediler. Belki küçük şeyler ama insanları mutlu görmek çok güzel.
Karınlar doyup taze enerjiyle yüklendikten sonra dönüş için müsaade isteyip (18:30) göl kenarından, İSKİ’nin baraj tesislerinden geçip trafiğin aktığı yola bağlandık. Yarımburgaz sonrası Altınşehir’e gelmeden gördüğümüz ateşi bu sefer Firuzan’in ihbarı sonucu kurtardığımızı umuyoruz. Mutlaka bir serserinin dikkatsizliğı veya aymazlığı sonucu börtü böcek harap oldu. Şükran beyin bize anlattığı bir olayda ise atılan bir izmaritin ekinlere verdiği zarardı. Trafik de kalabalıklaşmaya başladı. Şimdi sahil yolundaki yoğunluk, mangalcılar falan girmeyelim dedik ve Halkalı’dan trene bindik. Hepimize birer koltuk, bisikletlermiz yanımızda tıngır mıngır derken bir uyku bastırdı. Sanırım Firuzan dışında hepimiz uyuduk, yani ben ve Fahri. Sarkis ve İlhan’ı göremedim ama Fahri Sirkeci’de bile zor ayıldı. Yok Sarkis bisikletini sımsıkı tuttuğundan kesin uyumamıştır : )
İlhan’ın Eminönü’nden ayrılmasıyla (10 dk sonra gemisi vardı) bizler Dolmabahçe’den Nışantaşı’na çıktık ve Sarkis ve Fahri’den ayrılıp eve geldik. Bu gezi 107 km tutmuştu, 6 saat 42 dakikada. 16 km ortalama hız ile 180 gr yağ ve 2200 kalori harcanmıştı. 13 saat açıkhavada dolaşmanın keyfiyle turumuzu tamamladık.
Kaynakça:
İlginizi çekebilir: Rum-Eli-Fen-Eri