3 Haziran 2025

bisikletle 1 Haz…


Haz, iyi hissettiren, bir şeyden zevk almayı içeren bir deneyimdir. Kötü hissetmenin biçimleri olan acı veya ızdırapla karşıtlık oluşturur. Değer, arzu ve eylemle yakından ilişkilidir: insanlar ve diğer bilinçli hayvanlar hazzı keyifli, olumlu veya aramaya değer bulurlar.


Ben de hazzı, 1 Haziran günü bisiklete binerek yaşamak istedim. Geçen pazar için planlamıştım, Çiftalan. Ancak bir soğuk algınlığı nedeniyle ertelemek zorunda kaldım. Bugün oraya gitmek istiyorum. (…) Sabah 9 buçuğa doğru evden çıkıp Kadıköy’e pedallamaktayım. Hava konusunda halen nasıl giyineceğime tam karar veremedim. O nedenle windstoppr yelek üzerimde, ama çantada ince yelek de var. Çok sıcak gelirse diye. Şort artık tamam. Bugün ince mavi gömleği giydim, kısa kollu ama kollukları da taktım. Sıcak gelirse indiririm. Hafif bulutlar var, güneşi kapatıyor, yumuşatıyor. Garmin 22,3 °C gösteriyor.


Uzundur Kadıköy’e pedallamamıştım. Böyle eski bir dostu görür gibi oluyor, etrafa bakarak-hatırlayarak sürüyorum minibüs yolundan Hasanpaşa’ya doğru. Genelde 1 saat daha erken geçerdik hep. O saatlerde daha boş oluyordu yollar. Bugün değil.


Kadıköy-Karaköy gemisini dakika farkıyla kaçırdım. Saat 10’da demir aldı ama 10 dk. sonra motor kalkıyor, hem de Eminönü’ne. Daha işime gelir. Bisikleti bindirmek de zor görünmüyor, dümdüz bir iskelesi var. Bazıları 4-5 basamaklı olabiliyor da.


Güzelce sabitledikten sonra velespiti görebileceğim bir yere oturuyorum. Biraz rüzgarlı bulunduğum mekan. Diğer yana geçeyim dedim ama orası daha beter, insanlar içeriye kaçışıyorlar.


Eminönü’nden başladım Eyüp’e doğru pedallamaya. Kağıthane’den Hasdal’a çıkıp Kemerburgaz’a, oradan Çiftalan şeklinde niyetim. Balat tarafında tur otobüsleri oldukça fazlaydı. Bazıları trafiği bile tıkadılar, bekleme yaparken. Şu sıralar çekik gözlü turistler görüyorum fazlaca. Artık Japon mı, Kore mi, belki de Çin.


Hava burada 26 derece oldu. Güneş daha çok ortada, ısıtıyor. Ama biraz karşı rüzgar da var, yavaşlatıyor. Kafamda, acaba Kağıthane’den metroya binip mi Kemerburgaz’a gitsem gibi düşünceler geçiyor. Hani Hasdal trafiğini pas geçerek. Orası pek de sevimsiz bir yoldur. Tam niyetlenmişken vaz geçip Hasdal’a dönüyorum. Eskiden bu yoldan çok gittik, gör bakalım ne olmuş diyerek.


Acıyı sever misiniz? Ben çok. Acıların kadını Bergen’den söz etmiyorum, tat olarak acı. Çoğu zaman rahatsız edici olarak algılansa da aslında evrimsel olarak hayatta kalmamızda önemli rol oynayan bir savunma mekanizması olduğu söylenir. 


Almanya'da yürütülen bir araştırmada bilim insanları bugüne kadar keşfedilmiş en acı tadı taşıyan doğal maddeyi tanımlamışlar. Bir mantar türünden elde edilen bu bileşik, insanın acı tat reseptörlerini milyarda bir oranlarda bile uyarabiliyor.


Amaropostia stiptica; Kuzey Yarımküre’nin sert ormanlarında, yapraklı ve iğne yapraklı ağaçların üzerinde yetişen bir mantar, beyazımsı, pütürlü yüzeyiyle dikkat çekici. Ancak onu asıl özel yapan içerdiği üç yeni kimyasal bileşik. Öne çıkan Oligoporin D öyle güçlü ki, bir gramı 106 su dolu küvette bile hissediliyor denilmiş gazete haberinde… Yaramazlık yapana acı biber : ))

Cumhuriyet


Bugün eskiye göre çok fazla araç var. Belki de gelmeyeli buraları daha fazla kullanılan yollara dönüştü. Bir de şu siyah minibüsler, VİP araçları mıdır nedir? Özellikle Arapları görüyorum inen binen olarak. Bunların Maybach versiyonu bile var. Günlükleri 400 dolardan başladığını okumuştum.


2 karşıya geçiş, 2 yol ayırımı vardır bu güzergahta. Birinde çok fena akan trafik olur. Diğerlerini kolaylıkla geçtim ama bunda beklemek zorundayım, çok hızlılar ve peş peşe gelmekteler. Neyse ki bir boşluk oluşuyor ve karşıya koşarak geçiyorum. Gelen araba selektör attı, uyandırmak için olsa. Diğer yol ayırımında TIR düşünceli davranıyor ve arkamda bekliyor. Böyle bir dev ve önünde bir fare gibi olmak, acaba sürücü ne düşünüyordur bu durumda? Benim aklıma güçlü-güçsüz hikayesi olarak anlatılan, Eski Ahit’te geçen mitolojik bir efsanenin kahramanları, Davud ve Golyat geliyor. Efsane Filistin’de geçer ve aynı soydan gelen İsrailoğulları ve Filistinlilerin savaşı esnasında yaşanır. Bilirsiniz, küçük cüssesine ve acemiliğine rağmen savaşçı bir devi yenmenin hikayesi.


Yahudiler ve Araplar'ın aynı kökenden (*), Sami ırkından olduğu biliniyordu ama genetik bir araştırma bugüne kadar yapılmamıştı. Amerikalı bilim adamları Yahudiler'le Filistinliler'in, Suriyeli ve Lübnanlı Araplar'ın genetik açıdan kardeş olduğunu ispat etti. Ancak bu 2 kardeş bugün dahi sürekli savaşıyorlar.


(*) Yani bir başka ifadeyle; aynı babadan farklı annelerden gelen soyları ile üvey kardeş olan iki devlet İsrail ve Filistin. Hz. İbrahim'in (cariyesi Hacer'den olan) büyük oğlu Hz. İsmail, Arapların atası, eşi Şare'den olan küçük oğlu Hz. İshak ise İsrailoğullarının atasıdır.


Havaalanı yolundan Kemeburgaz olarak ayrılıyor, hafif çıkıp sonra inen yokuşun geldiği göbekten U dönüşü atıp Göktürk’e yöneliyorum. Solumda kahvaltılık mekanlar geliyor, ızgara mızgara falan da var, etraf araba dolu, herkes buraya mı gelmiş? Bu ne ilgi böyle?


Ve sağdan Çiftalan olarak saparak devam ediyorum. Bu arada karar değiştirdim, rüzgar da var, ama esas Giro d’Italia’nin son etabı, Roma koşulacak bugün. 9 Mayıs’ta başladılar, toplam 3443 km.yi bulacak. 3 hafta boyunca sadece 3 gün dinlendiler. Tour de France ve Vuelta a España ile birlikte Giro bisikletin prestijli büyük turlarından sayılır. O nedenle 21. etaba yetişmek istiyorum. Yani 5’de evde olabilirsem iyi olur. Bu durumda Çiftalan yerine Gümüşdere’ye gidece’m. O nedenle Belgrad Ormanı’na girip içinden giden yolu kullanaca’m.


Orman Şefliği’ne doğru giden bu yolun sağında çeşitli villa siteler, özel mülk yazılı yerler, anaokulu falan geçildi, solda ise bir su işletmesi. Ayriyeten dikkatimi çeken turuncu bir kablo, sanırım bu fiber internet kablosu olmalı, gömül(e)memiş çalıların üzerinde kilometrelerce gidiyordu. Öyle döşemişler.


Ormana giriş beleş olmuş. Eskiden bu gişede para alınırdı, şimdi oturan moturan yok. İyi mi oldu bilemedim! Belki para biraz süzüyordu kalabalığı, şimdi yallah tazyik, giren çıkan belli değil.


Tırmanıyorum. Yol dar, tek yöndü bu da çift olmuş. Karşı karşıya geldiklerinde kıl payı geçiyorlar. Hatta bir noktada geçemediler bile, biri az toprağa inmek zorunda kaldı. (…) Bayağı tırmanılıyormuş, unutmuşum. Sanki daha kısa sanıyordum. Tepe noktasında önünde hep foto çektirdiğimiz “Geyik Üreme Alanı” yazısı olurdu, kalkmış. Yeri piknik yapan bir aileye mekan olmuş.


Çıktığım gibi iniyorum, hızla. Ve geldiğim yol ayrımı noktasında, kafenin önünde böyle yan yana dizili scooter motorlar, rengarenk. Herhalde kiralık olsa. Başka bir şey gelmiyor aklıma. Hoş da görünüyorlar, şeker gibi. (…) Soldan saptım orman dışına giden yola, Gümüşdere için. Ancak etraf insan kaynıyor, tüm İstanbul buraya mı akmış, sağ-sol, tepeler, her yer piknikçilerle dolu. Beleş olduğundan mıdır? 


Yolum hafif yükseliyor, evsafı bozuluyor, piknikçiler seyreliyor, ıslak bölgeler geliyor. Artık uzaklaşmış gibiyim kalabalıktan derken Kömürcü Bendi diye gene bir piknik alanı beliriyor. Gene yayılmış insanlar her yerde. Devam, ıslak bölümleri dikkatlice geçerek, iyicene bozulan yol, asfaltın döküldüğü, toprak kısımların ortaya çıktığı, çukurların, tümseklerin arttığı kısımlar… Buralara bile, tepelere, iç kısımlara gelmişler. Ve bend duvarına çıkmış gençler, bendin oluşturduğu küçük gölet kıyısına inmiş piknikçiler… Geride ateş yasağı vardı, burayı denetleyen yok ki hepsi ateşini yakmış!


Geçtiğim bölge çok güzel. Ormanın tam ortasındayım. Etrafım ağaçlarla kaplı, yemyeşil çevrem. Hava 20,2 °C burada. 46 km geride kalmış. Toprak bir yolda ilerliyorum. Bir taraftan da hatırlamaya çalışmaktayım. Geçtim daha önce, kaç defa hatırlamıyorum ama geçtim. Ne var ki bugün sanki değişmiş gibi. Ne değişebilir ki? Yol aynı olmalı. Belki de ben unuttum! Aslında gezi notlarıma bir göz atsam her şey netleşir.


“Doğaya hoyratça davranan toplumlarda insanlar arasındaki ilişkiler de hoyratça oluyor.


Solumda çayırlara yayılmış bir aile. Arabayla girmişler ortasına. Ateş, elbette yakılmalı. Kadınları görüyorum, erkekler nerede? Ama çöpler ortada. Şöyle bir tepeye toplanmış. Yani alıp götürülemez. Ayıp mıdır? Şu bizim insan genelimizin çöple olan ilişkisi diye bir akademik çalışma yapılabilir, belki de yapılmıştır. Bu arada ülkemizin yurt dışından da çöp aldığını biliyoruz. 2023 yılında 623 bin ton plastik! Demek yerli ve millisi yetmemiş… Duymuşunuzdur siz de; Singapur'da yere çöp atmak çok ciddi bir suçtur ve bin dolara kadar para cezası uygulanabilir. Çevre temizliği konusunda son derece hassas olan ülkede, kamu düzeni ve temizlik bu tür kurallarla sıkı bir şekilde korunur.


Çıktım bir tepeye. Bir yol sağdan diğeri soldan gidiyor. Hangisine gitmeliyim? Google da tam net bilgi vermiyor, sanki sol gibi. Sağdan yürüyerek gelen gence soruyorum. O da pek net değil ama ileride çevre yolunun viyadüğünden söz etmesi, haritada da görmüştüm, soldan devam ediyorum. 


Az çok hatırlamaya başladım buraları. Yokuş aşağı toprak bir yol, kıl! Frenleyerek, taşları, çukurları, kanalları kollayarak, ıslak bölümlerde daha da dikkatlı olarak inmekteyim. Düzelmiştir sanmıştım ama aynen bıraktığım gibi. Ve geldim viyadüğün ayaklarına. Biraz durayım. Burada herhalde bir atlı spor kulübü olmalı ki 2 genç at üzerinde dıgıdık dıgıdık gelmekteler. Bir de araba eşlik ediyor. İndiğim yokuşu mu çıkacaklar?


Viyadük sonrası daha dik ve beter bir yokuş karşımda. Yağmur suları da toprağı kanal kanal oymuş. Ona girme bundan kaçın derken teker kayıyor ama iyi toparlıyorum, ancak frenleyerek kontrol edebildim. Ve daha dikkatlice yokuşu inip sağda solda bahçe içinde ‘Tiny House’lar, kimi yeni kimi eski evler, uzaklarda malikane tarzı bir yer… Güzel yer seçmiş herkes. Kim bilir ne zamandan beri buradalar? İstanbul’un yakın çevresi, Anadolu veya Avrupa yakası olsun, fark etmiyor, muhteşem evler var, doğa içinde, turlarımda görüyorum. Hep de imreniyorum, itiraf edeyim.


Gümüşdere’ye girmek üzereyim. Soldaki hayratta suyumu tazeliyor, biraz alt kısma çıkıyor, az geri dönüp köy içinde hafif gidip, bu arada bu kısımlarını hiç görmemiştim, çok değişik, komik görünümlü evler de var, hep oturduğumuz köy kahvesine varıyorum. Bir mola, bir çay, bir sandviç için Çınar ağacının altındaki boş masaların birine konuşlandım. Arkalardan okeycilerin heyecanlı sesleri buraya kadar gelmekte, birbirlerine takılıyor, kaybedeni tiye alıyorlar.


Çay 10 lira artık (en düşük) her yerde. Kuruşla konuşurduk, kalmadı. Parası bile yok. En düşük para 10 lira oldu pazarlarda. “Bu kardeşinize yetkiyi verin size ekonomi nasıl yönetilir göstereyim.” Verildi yetki görüldü etki!


2 çay içiyor, 2 sandviç yiyor, dinleniyor ve 20 dk sonra ayrılıyorum (13.30) Gümüşdere’den, ama önce kısaca tarihçesine bir bakalım: Domuz Dere ismiyle Rum yerleşimi idi. Rumların yerine Selanik'ten Fuştanlı Pomaklar iskân edildi. Gümüşdere'nin adı, bölgedeki gümüş cevheri yataklarından gelmektedir. Bu cevherler Bizans döneminde de değerli bulunmuş ve bölgede madencilik faaliyetleri yapılmıştır. Osmanlı döneminde ise Gümüşdere, İstanbul'un önemli limanlarından biri olan Kilyos'un yanında bulunması nedeniyle ticaret açısından da önemli hale gelmiştir. Semtte bulunan tarihi evler, kiliseler ve çeşmeler de bu dönemde inşa edilmiştir. Gümüşdere, Cumhuriyet dönemiyle birlikte tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir bölge haline gelmiştir. 

Vikipedi


Gümüşdere önünden hızla iniyor, köy sonrası gelen yokuşu tırmanıyor ve Arıköy önünden de hızla inerek çevre yolunun altından geçip Uskumruköy’e doğru pedallıyorum. Göstergede tek çentik görünüyor. Uskumru’da değiştiririm diyorum ama zank diye bitiyor batarya, yokuşun ortasında. Kenar kısımları tamamlanmamış bir yol burası. İnşaat faaliyetleri de sürmekte. Pek de ters yerde oldu bu iş şimdi! Çaresiz iniliyor, bisiklet önce uyarı levhalarına dayanıyor, taşımayıp devriliyor, ayağı kullanıyor ve yedek batarya takılıyor.


Uskumru’nun içinden geçerken Safranbolu Yoğurt Mayalı Ekmek diye bir yazı ilgimi çekiyor ve fırına girip 60 liraya bir tane alıyorum. Devam, sırasıyla Zekeriyaköy, çık çık çık tırman sonra in, ardından Sarıyer ve kalabalık sahil yolundan Beşiktaş’a doğru ilerle. Bu arada sahil yolunda sürüyle renkli Vespa görüyor olmam sanki bir Vespa Festivali mi var diye düşündürüyor. Hatta bir Vespa’nın otomobille kazası bile vardı. Aracı çekiyorlardı, Vespa’yı da düştüğü yerden çıkartmaktaydılar.


Hava gün içinde ısındı, ara sıra kollukları indirdim, ama winstopper’i çıkartmadım. Zaten halen öksürük sürmekte, daha tam toparlayamadım kendimi. Boğaz’ın Avrupa yakasını uzundur pedallamamıştım. Sıkışık trafiği, ters park edenleri, umursamasızca arabasını yolun ortasında bırakan, işgüzar valeler ve de aceleci motorcular. Özellikle kuryeciler, ellerinde telefon adres mi arıyorlar, zırt pırt aralardan fırlamalar… Biri az kalsın üzerime çıkacaktı, hop mop diye bağırmamış olsaydım.


Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçip metroyla İmam Hatip’e gelip eve pedallamak artık fazla zor değil. Her taraf kalabalık, her türden insan dolanıyor. Millet kendini sokağa atmış. 


Biz ise kendimizi eve atmadan güzel bir parça dinleyelim: Chan Chan


1984 yılında Compay Segundo tarafından bestelenen “Chan Chan” Küba’dan dünyaya bir armağandır. Şarkı, bir ev inşa eden ve kum almak için sahile giden bir adam ve bir kadının (Chan Chan ve Juanica) hikayesini anlatır. Bu hikayenin kökeni, Compay Segundo'nun on iki yaşındayken öğrendiği bir çiftçi şarkısıdır.



YouTube nasıl da hayatımızın bir parçasına dönüştü? Dünya avucumuzun içine girdi. Bugün bizde erişime kapalı olan DW kanalından aktarıyorum: Her şey üç eski PayPal çalışanının çılgın bir fikri olarak başladı: Jawed Karim, Chad Hurley ve Steve Chen. Alan adlarını 2005 Sevgililer Günü'nde etkinleştirdiklerinde, bunun nereye varacağı hakkında fikirleri yoktu.


Karim, 2007'de Illinois Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada, "Yeni ürünümüzü nasıl tanımlayacağımızı bile bilmiyorduk. İlgi çekmek için başlangıçta buna yeni bir tür flört sitesi adını verdik." diyordu. “Ne var ki kimse katılmak istemedi. Kadınlara video yüklemeleri için 20 dolar teklif eden reklamlar bile işe yaramadı. Ancak insanlar evcil hayvanlarının veya tatil deneyimlerinin videolarını yüklediler.”


Ve stratejilerini değiştirdiler. "Bunu çok ilginç bulduk. Kendi kendimize şöyle dedik: 'Neden kullanıcıların YouTube'un ne hakkında olduğuna karar vermesine izin vermiyoruz?' Haziran ayına kadar web sitesini tamamen yeniden tasarladık ve daha açık ve ilgi çekici hale getirdik. İşe yaradı," diyor Karim.


Lansmanından sadece bir yıl sonra, kullanıcılar YouTube'a karşı hevesliydi. Kullanıcı dostu arayüzü ve bir hesap ve bir kamera ile kendi içeriğinizi oluşturup dünya çapında paylaşabileceğiniz fikri çok iyi karşılandı.


O zamanlar bile içerik “like” ile beğenilebiliyor ve yorumlanabiliyordu. Kasım 2006'da Google şirketin potansiyelini fark etti ve YouTube'un çoğunluk hissesini 1,65 milyar dolara satın aldı.

DW


Not: Bu gezi notlarımda görülen sulu boya çalışmaları arkadaşım Esra’ya ait. Daha fazlasını buradan görebilirsiniz > EG



























bisikletle 1 Haz…: Dudullu-Kadıköy-(gemi) Eminönü-Eyüp-Hasdal-Kemerburgaz-Belgrad Ormanı-Gümüşdere-Zekeriyaköy-Sarıyer-Beşiktaş-(gemi) Üsküdar-(metro) İmam Hatip-Dudullu


Tur tarihi: 1 Haziran 2025

Alınan yol: 87,46 km
Ortalama hız: 17,5 km/s

En yüksek hız: 51,9 km/s
Bisiklete biniş süresi 5 s, dışarıda geçen süre 7 s 49 dk

En yüksek sıcaklık 32 ˚C, en düşük 20 ˚C, ortalama 25,3 ˚C
Yükselti kazancı 
(çıkış) 938 m, kaybı (iniş) 1063 m
En düşük yükselti 16 m, en yüksek 239,6 m

 

Garmin yol bilgileri bisikletle 1 Haz…


Relive yol bilgileri bisikletle 1 Haz…