19 Mayıs 2019, Pazar / Karpuzlu – Milas, 36 km (27. gün)
Bugün 19 Mayıs. Atamızın Samsun’a çıkışının 100’üncü yılı. Atatürk’ü Anma, Spor ve Gençlik Bayramı Kutlu Olsun.
Misafirhanenin nahoş durumu nedeniyle tıraş bile olmadan bir an önce çıkmak üzere hazırlandım. Dün akşam bitişikteki camiden saatlerce dini bir yayın yapıldı. Bereket Arapça, anlaşılmıyor ne dediği. Bir de Türkçe olsaydı L
Yüklenip ayrılışım 7.25. İyi oluyor böyle erken çıkmak. Pazar olmasından dolayı fazla kimse de yok ortalıkta. Bir tek tamir ekibi bekleşiyordu yolda. Bugün Milas 30 km gibi. Ama bir tırmanışı var bu yolun. 600 m’lere çıkmak lazım. Hava güzel, sabah serinliği halen sürmekte. Güneş yatık, solumda. Gölgem yola düşmüş benimle geliyor. Asfalt 2’nci sınıf. Ama güvenlik şeridi var. Şimdilik düz, tek şerit. Köylüler ineklerini geri getiriyorlar. Selamlaşıyor, bayramlarını kutluyorum. Kuş sesleri var, cıvıl cıvıl ortalık. Çiftliklerde inekler sağılıyor.
Ve tırmanış başlıyor. Başlamasıyla da çam ağaçları. Güzel bir coğrafya burası. Ama damperliler fazlasıyla geçmekte. Bunların burada işi ne? Çok da hızlılar, sanki yarış halindeler. Bir canavar bunlar. Çıkan ses ürpertici.
Rakım ağır ağır yükselmekte. Ecoile çıkıyorum. [e] 9,8 km/08.26/%20 harcandı. 444 metredeyim. %8 ile tırmanıyorum, yer yer 10-11 de gösteriyor Garmin.Uzaklarda dağlarda taş ocakları buradan görünüyor. Sağda bir çeşme. Yanaşayım da matarayı doldurayım. [e] 15 km/08.54/%40 harcandı. 556 metreye çıktık. Muğla İl Sınırına girmiş olduk zaten.Yol artık dar bir tek şerit. Ve bu damperliler peş peşe gelmekteler. Sanki tren geçiyor. Birbirlerine bağlanmış gibiler.
Saat 9.09, 17,5 km. 696 m’ye geldim. Burası zirve olabilir mi? Durdum, cevizli sucuktan iki büyük ısırık alıp enerjimi topluyorum. Kahvaltım bu.
Ama zirve burası değilmiş, devam tırmanmaya. Ecoile hızım yavaşladı, Normal’e geçtim. Biraz canlanayım. Çam ormanlarıyla örtülü Beşparmak Dağları’nın havası yolculuğa ayrı bir güzellik katıyor. Ve 701 m’ye geldim. Burası zirvesi bu yolun. Bundan sonrası iniş. Burada yol iyicene daraldı. Damperliler ancak tek geçebiliyorlar. Yani yolun tamamını kaplamaktalar. Öyle bir geliyorlar ki, lanet okuyorum hepsine. Ben de hızla inmekteyim. Uzaktan geldiklerini görüyor, seslerini işitince kenara kaçarak temkinli gitmekteyim. Birini durdurdum, “bu ne hız böyle, öldüreceksin beni!” Yavaş gidiyorum demez mi.
Kargıcak köyünün yaylağı buraları, Kocayayla. Birden karşıma dev duvar kalıntıları ve sütunlar çıkıyor. Evet burası Labranda. Hemen sağımda girişi var. Nasıl yapsam, nereye bıraksam velespiti? Demir kapıyı açıyor içeri itiyor, gişe denilen kulübenin yakınlarına dayıyorum. Kimsecikler yok. Patika yolu izleyerek hafiften tırmanıyorum. Bir araba ve bir ev geliyor. Herhalde bekçiye ait olmalı. Sesleniyorum, ilkin ses çıkmıyor ama ikinci seslenişime gelen birisini görmekteyim. Selamlaşmalar. Baktım elinde çay bardağı, kendime de istiyorum. Bahçesine davet ediyor. Çay eşliğinde tanışıyoruz. Ali Bey, eşi, küçük kızı Emine ve annesi ile burada oturmakta. Kazı ekibi adına bekçilik yapıyor.16 ayı kalmış emekliliğine. Buranın hikayesini dinliyorum. Her sene haziran ortasında ekip gelip önce yüzey araştırması ardından temmuz eylül ayları arası kazı yapılmaktaymış. Bilkent Üniversitesi adına Fransız bir hoca. Sohbetimiz haliyle ülke meselesine de geliyor. Durumdan şikayetçi o da. Kim memnun ki? Batan bir ülkenin çocuklarıyız L
Labranda sanıldığı gibi antik kent değil, aslında bir kutsal alan, önemli bir kült merkezi. Aynı zamanda Karya bölgesinin en eski yerleşimlerinden biri. Çam ve çınar ağaçları arasında, tatlı bir esintinin olduğu bu kutsal alan, Milas ovasına hakim bir noktada benzersiz bir doğa güzelliğe sahip. Karya'nın ünlü tanrısı Zeus Labrandros'un tapınağını, Andron denilen şölen odalarını, Oikoi denilen rahip odalarını ve yüzyıllardır akan Labraunda'nın kutsal suyunu barındırıyor. Kutsal alanın üst kısmında bir mezar, gök tanrıları ile ilişkilendirilen Yarık Kaya ve daha yukardaki ise kutsal alanın Akropolis’i yer almakta. En erken buluntular MÖ 6. yüzyıla ait. En parlak dönemini ise MÖ 4. yüzyılda. Zamanında Mylasa’dan (Milas) başlayan ve ‘Kutsal Yol’ olarak adlandırılan, 14 km uzunluğunda ve 8 m genişliğinde taş kaplamalı bir yol ile ulaşılırmış. Adını antik çağlarda savaş aracı olarak kullanılan çift ağızlı balta ‘labrys’den almakta.
Fazla derinlere girmeden Labranda’yı gezdikten sonra tekrar yola koyuluyorum (10.10). İn in, damper damper durumları. Yani bu kadar çoğunu peş peşe görmemiştim. Türkiye’nin bütün kamyonlarını buraya mı toplamışlar? Maden varmış bu dağlarda; feldispat denildi. Kamyonlar mahvetmiş yolu. Bunlar hızlı gidiyorlar, içten alıyorlar virajları. Zaten yola ancak sığıyorlar. Çok kötü. Coğrafyanın içine etmişler.
11 km tırmandım, şimdi 11 km indim, yol biraz genişledi ancak evsafı halen felaket. Tümseklere çarpa çarpa sürüyorum. Frenlemek gerekiyor, salamıyorsun velespiti. Balataların eridiğini duyuyorum. Pek bir nahoş durumlar. 7 km dedi Milas’a. 700 metrelerden 50 metrelere indim. Şimdi düz bir yolda Milas’a yaklaşmaktayım. Az sonra da levhası geliyor. Çekilen bir foto ve devam; Şehir Merkezi. [e] 34,1 km/10.50/%60 harcandı. 78 m rakımdayım. Sağdan giriş yapıyorum. Yol bir müddet sonra tıkanıyor. Burada da bugün pazar varmış, onun kalabalığı. Park etmeye çalışan araçlar falan...
ÖE nerede? Soldan sap, köprüyü geçince sağ yap. Teşekkür... Ve solda ÖE-ASO yazıyor. Daracık bir kapı. İki basamak, rampa yok. Yani tekerlekli bir şey girmesin diyorlar. Tam hoplatmaya çalışırken bir bey kalmaya geldiyseniz burası değil. Çevre yolunda, Opet’in arkasında diyor. Haydaaa... Devam ama nerede bu Opet, niye çevre yolunda, merkez dışında mı ÖE? Karmakarışık burası, sorduğum kişiler de öyle bir tarif veriyorlar ki, ulan diyorum kendime, nasıl oradan merkeze geleceksin..., falan filan. Arayıp doğrulatıyorum durumu, biraz da çıkışıyorum telefondakine. Sanki onun kabahatiymiş bu kadar uzakta olması.
Velhasıl sonunda sora sora Bağdat bulunduğuna göre ÖE haydi haydi bulunuyor. Doğan Bey kaydımı yapıyor. O.K şeklinde 60 lira gecesi. 205 no bana veriliyor. Bisiklet önce dışarda kalsın denilse de itirazı sonucu içeriye alınıyor. Bunlara tabi bisiklet denilince sıradan bir şey sanıyorlar, halbuki bu, yeni nesil bisiklet. Sokakta du-ra-maz!!!
Odanın durumu iyi. Yayılıp-saçılıp-yıkanıp-uzanıp-kestirip... Müze falan gezmek istiyorum, fazla da zamanım yok. Çık piyasaya oğlum diyerek ÖE’den alınan yol bilgileri sonrası minibüs beklemekteyim. Burada ancak duraktan biniliyormuş. Güneşin altında bekle bekle, gelen yok alan yok. Bir beyden rica ediyorum götürmesini. O da ancak kısa mesafeye taşıyor. Ama durmam gereken yeri gösteriyor.
3 lira 25 verip Müze yakınında iniyorum. Ancak geldiğim bina tadilatta. Hoppala, göremeyecek miyiz müzesini? Biraz sinirlenerek, biraz hayal kırıklığına uğrayarak arka yoldan yakındaki pazara ulaşıyorum. Burası da toparlanmak üzere. Erken başlayıp erken biten köylü pazarı. Severin böyle yerleri ama.
Nerede yemek yiyeceğiz? Pazar günü lokantalar kapalı olurmuş Milas’ta. Bu daha da iyi. Nerede buranın merkezi, çarşısı falan diye soruyorum. Anlamadım, merkezsiz mi burası? Her yer merkez mi?! PTT yokuşunu çık sonra in, orada belki şansın olur diyorlar.
Önümde yürüyen bir hanım, pazar torbaları ile yokuş çıkmakta. Yaşı da var, genç değil yani. Yardım teklif ediyor iki torbasını kapıyor beraber çıkıyoruz, konuşa konuşa. Turhan Selçuk Müzesi pazar günü nedeniyle kapalı. Hoppala, etti mi iki out’a atış. Gördüğümüz lokantalar da kapalı. Neyse kendisi de aynı yöne gittiğinden en azından paketleri taşımış oluyorum. Hemşirelik, avukatlık yapmış vakt-i zamanında. Evine geldiğimizde paketleri teslim edip veda ediyorum. Bir köşe sonra solda bir lokantada (Damak) bulduğum az az mercimek çorbası+kuru+pilav+ayran’a 17 lira ödüyorum. Tam bu esnada hanımı yoldan geçerken görmekteyim. Beni arıyor. Otlu börek paketlemiş getirmiş. Belki yemek bulamadım diye. Nasıl bir zarafet değil mi, ne ince düşünce? Teşekkür ediyor çaya davet ediyorum ama oruçluyum diyor.
Yemek sonrası Gümüşkesen Anıt Mezarı var sırada. Nasıl gidilir, nerede? Tepede. Hadi gene dolmuş beklersin. Bunlar da seyrek geçiyorlar, 15 dakikada birmiş. Burada in-bin uzak-yakın aynı para; 3.25. Şoför ineceğim yeri unutuyor, biraz yukarıda bırakıyor. Yürürsün geri bir de görürsün ki burası da tadilatta. Haydaaa..., etti mi üç out. Yani büyük bir “Yuh” çekiyorum. O kadar gel sonra göreme. Biraz tahta perdenin üzerinde uzanarak fotosunu hiç olmazsa çekeyim diye cambazlık yapmaktayım. Bu da mı olacaktı?! Görebildiğim kadarıyla; dikdörtgen bir mezar odası ile bu odanın üzerindeki paye ve sütunların taşıdığı piramit gibi gittikçe daralan bir örtüden ibaret. MS 2’nci yy’da yapılmış.
Yokuşu geri yürümekteyim. Bir soda içeyim. Kızılay 75 krş. Bu soda fiyatlarını da bir türlü anlayamadım. Nedir bunun gerçek fiyatı? Kimi 75 derken başkası 1, hatta 1,25-1,5 diyor. Yani tam körün öpme durumları.
Bir sade kahve ile verilen mola sırasında okeycileri inceleme fırsatı; alınan taşın nasıl yerleştirildiği, bırakılan taşın nasıl masaya yapıştırıldığı, nasıl laf atıldığı, kazanınca nasıl sevinildiği...
Kahvenin tarihçesini bilir misiniz? Daha doğrusu Türk Kahvesi’nin: Kahve çekirdeği 8. yüzyılda Habeşistan’da bulunmuş, işlenip içilmeye başladığı ve dünyaya yayıldığı yer ise 14. yüzyılda Yemen olmuş. O çekirdekler günümüze sağ salim ulaşana kadar ne badireler atlatmış ne badireler... Hem Hristiyan hem de Müslüman dünyasında yasaklarla boğuşmuş.
Papa yasaklı içecek ilan etmiş. Marsilya’da doktorlar tarafından sağlığa zararlı bulunarak içilmemesi önerilmiş. İngiltere’de kahvenin ve beraberinde kahvehanelerin yayılmaya başlaması kraliyeti rahatsız edince yasaklanmış. 1732’de bu kez Prusya Kralı Büyük Frederik ülkesinde kahveyi yasaklamış.
Kahve Osmanlı’ya Yavuz Sultan Selim döneminde, Yemen Valisi Özdemir Paşa sayesinde gelmiş. Paşa, Yemen’de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul’a getirmiş. Sarayda kısa zamanda çok sevilmiş. Hatta saray görevleri arasına ‘kahvecibaşı’ adıyla yeni bir rütbe eklenmiş. Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli kahvecibaşı, sır tutmasını bilenler arasından seçilirmiş.
Kanuni Sultan Süleyman dönemi önemli çünkü hem ilk kahvehane onun zamanında açılmış, hem de kahveye ilk yasak getiren oymuş. Ne ironidir ki büyük aşkı Hürrem Sultan tam bir kahve müdavimiymiş. 1544 yılında Tahtakale’de açılan ilk Osmanlı kahvehanesini, iki Suriyeli Arap işletmeye başlamış. İkinci ironi 3. Murat dönemine denk gelmiş. Sadece İstanbul’daki kahvehane sayısı 600’ü geçmiş. Buna rağmen kahveye yasak koyan ikinci padişah olmuş. Yasaklarda, kahvehanelerin devlet yönetimini eleştirmek için toplanma noktaları haline gelmesi etkili olmuş.
Ne hikaye değil mi? Merak ettiyseniz, devamını yarın anlatacağım. Sırada elimdeki haritada işaretlediğim yerleri bulmaca. Uzunyuva Hekatomnos Anıt Mezarı’nın bulunduğu Arkeopark... Müze buraya taşınmış, gittiğim yer çoktan terk edilmiş. Güzel de niye müze diye orası gösteriliyor?
65’le rahatça giriş yapıyorum. Burada restore edilen eski bir Milas konağının üst katı Etnografya Bölümü olmuş. Konak yaşamı anlatılmakta. Giriş katı ise Hekatomnos Anıt Mezarını anlatan duvar resimleri ve mezarda bulunan eserlerin replikalarının yer aldığı bölüm.
Sonra UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne kabul edilmiş, Karya Uygarlığının kudretli kralı Mausolos'un babası Hekatomnos'a ait olan 2 bin 400 yıllık anıt mezarı geliyor. Bu mezarın, dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Bodrum’daki Halikarnas Mozolesi'nin prototipi olduğu, araştırmalar sonucu ortaya çıkmış. Her iki mezar anıtı da mimar Piteos tarafından planlanmış.
Bölge şehrin merkezinde olmasına rağmen, yüzeyden yaklaşık 18 metre aşağıda bulunan mezar odası içindeki altın varaklı resimler ve lahit boyaları, 3 yıl süren soygun boyunca defineciler tarafından karot makinaları ile açılan boşluklardan sızan su yüzünden zarar görmüş. Mezar odasındaki, dört yüzü yüksek kabartmalarla yapılmış, mezar sahibi ve onun ailesine yönelik sahneler içeren lahit, uğradığı saldırıda paramparça edilmiş. Böylesine rahat çalışabilmeleri nasıl mümkün olabilmiş acaba? Neticede burası dağ başında değil ki!
Ve en sonunda Milas’a özgü halıların sergilendiği bir Halı Müzesi geliyor. İki katlı binayı dikkatlice geziyorum. Fotoğraf çekmeye izin vermiyorlar ama (ne varsa sakladıkları?).
Milas halılarında, halıya adını veren desenlerin yanı sıra halılara işlenen, yöreye özgü pek çok motif var. Bunlardan bazıları ala boncuk, köpek izi, tavuk ayağı, eli belinde, karanfil, bakla çiçeği, patlıcan, tütün yaprağı, gemici suyu, çıngıllı Cafer, yengeç, yılan, hayat ağacı, testere, anahtar, göl, kandil gibi adlarla biliniyor. Bu halılarda en çok göze çarpan ve ana renk olarak kullanılan kırmızı ve kırmızının çeşitli tonlarıyla, sarı ve sarının tonları. Hakim renk olarak görülen ve genelde göbeğin, mihrabın ve suların zeminini oluşturan bu renklerin üzerinde veya aralarında siyah, kurşuni, mavi, yeşil, kahverengi, deve tüyü, beyaz renklerde motifler dokunmuş. Siyah renk genellikle suların ve desenlerin konturu olarak kullanılmış.
Halı, önce Orta Asya bozkır ve steplerinde görülmeye başlandı. Ardından Türkmenlerin batıya göç etmesiyle birlikte önce İran, sonra Anadolu’ya geçti. Halı, geçtiği her yerde orada yaşayanların yaşam tarzından izleri de bünyesine katıyordu. Özellikle Anadolu’ya gelen Türkmenlerin göçebe kültürünün vazgeçilmezi olmaya devam etti.
Güzel bilgiler öğrenerek ayrılıyorum müzeden. Tarif üzerine Firuz Bey Cami bulunuyor, dıştan fotoğraflanıyor. Bir de medresesi var yanında... Caminin kitabesi günümüze kadar gelebilmiş. Buradan öğrenilen bilgiye göre 1394 yılında Menteşe Valisi Hoca Firuz Bey tarafından inşa ettirilmiş. Cami, Evliya Çelebi'nin Seyahatname’sinde Gök Cami olarak adlandırılmış. Firuz Bey Cami, günümüze kadar birçok tadilattan ve restorasyondan geçmiş. Mimari açıdan ters T planlı olan ibadet mekanının yapımında kesme taş kullanılmış. Son cemaat yeri üç bölümlü ve cami özellikle taş işçiliğiyle dikkatleri üzerine çekmekte olduğu anlatılmakta.
Ve çay ile bir mola veriyorum. Burada bana turistik broşürler hediye ediliyor. Böylecene daha ayrıntılı bilgiler ediniyorum. Baltalı Kapı Meydanı’na giderken yol üstündeki Ağa Cami görülüyor, bolca fotolar çekiliyor.
Ağa Cami; Milas'ın mimari açıdan en küçük camilerinden sayılıyor. 1737 yılında Abdülaziz Ağa tarafından inşa ettirilmiş. Caminin mimarisi dikdörtgen planlı. Yanında bulunan minaresi 1885 yılında yapılmış. Minarenin banisi ise Abdülaziz Ağa'nın soyundan gelen Mehmet Bey'in annesi Refia Hanım. Caminin üzeri kırma çatı ile örtülmüş olup, ibadet mekanı iki nefli olduğu anlatılıyor.
Baltalı Kapı; antik dönemden günümüze ulaşabilen en önemli kalıntılardan biri. Milas'a su taşımak amacıyla yapılmış su kemeriyle iç içe olan Baltalı Kapı, MS 2’nci yüzyıla tarihleniyor. İsmini kilit taşı üzerindeki antik çağlarda "Labrys" adındaki çift yüzlü kabartmadan alan Baltalı Kapı, kentin kuzey kapısıymış o dönemlerde. Antik dönemde Zeus Labrandos Festivali'nin geçtiği güzergah üzerine inşa edildiğini okuyorum.
Havanın durumu da bu arada değişti, kapattı. Yağar mı? Yoktu öyle bir tahmin. 100 Yıl etkinlikleri için meydanda bir orkestra ses provası yapmakta. Akşam da Fener Alayı varmış. Dinlemek için yakındaki bir cafe’de doppio espresso içmekteyim. Ancak espresso’yu beğenmediğimi söylemek zorundayım. Köpük oluşturamamışlar.
Macar Evleri’ni de dıştan fotoğraflayıp, Migros’tan alınan büyük bir kefir ile ÖE’ye döndüm. Yazıyı yazarken börekleri yedim, odadaki internet sayesinde Bohren dinlemekteyim. “Çok iyi geliyor bu müzik ruhuma” derler ya.
Türünün Son Örneği 10 İlkel Kabile: Batak Kabilesi; Filipinler’in Palawan Adasında yaşayan Batak kabilesi, gezegenin, genetik olarak en farklı insanlarını barındıran bir kabile. Onlar, Afrikalılara en uzak akraba ırklar olan, Negrito ve Australoid ırkına ait olduklarını ve hepimizin bu ırktan geldiğini düşünüyorlar. Bu da 70.000 yıl önce Afrika’yı terk eden ilk gruplardan biri olduklarını gösteriyor ve yaklaşık 20.000 yıl sonra Asya kıtasından Filipinlere geçtikleri düşünülüyor. Batak kabilesinden tipik bir Negritos, kısa boylu ve kıvırcık, yün gibi saçlara sahip olur. Geleneksel olarak, kadınlar sarong giyer; erkekler ise ya hiç bir şey giymez ya da belirli yerlerini kapatmak için g-string, tüy veya takı kullanırlar. Bütün topluluk hep beraber avlanırlar ve kendi el yapımı davullarıyla ritim tutup dans ederek kutlama yaparlar. Genel olarak onlar, ormanın derinliklerine saklanmayı, dışarıdaki insanlarla ilgilenmemeyi tercih eden, utangaç ve barışçıl insanlar. Tıpkı diğer birçok yerli kabile gibi onların da hastalıklar, toprak istilaları ve modern sömürüler yüzünden nüfusları azaldı. Şu anda yaklaşık 300-500 civarında üyesi bulunuyor. İronik bir şekilde, şu anda yüz yüze oldukları en büyük tehlike çevrecilik. Filipin hükümeti belli alanlarda ormanları yok etmeyi yasakladı ki bu iyi bir şey gibi görünüyor fakat Batak kabilesinin ormanlık arazileri yakarak tarım arazisi açma gibi bir gelenekleri var ama artık bugünkü koşullarda bu yasak. Bu da yiyeceklerini yetiştiremedikleri için de çoğunun yetersiz beslenmeye maruz kalmasına neden oluyor.
Karpuzlu - Milas
Tur tarihi: 19 Mayıs 2019
Kat edilen mesafe: 36,24 km.
Ortalama hız: 13,6 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 2 sa 39 dk., dışarıda geçen süre 3 sa 43 dk.
En yüksek sıcaklık 33 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 24 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 759 m, kaybı (iniş) 785 m.
En düşük irtifa 35 m, en yüksek 704 m.
Garmin yol bilgileri Karpuzlu-Milas
Relive yol bilgileri Karpuzlu-Milas
Milas ÖE 0252-5125028
07.25
|
Hava güzel, sabah serinliği halen sürmekte |
Güneş yatık, solumda. Gölgem yola düşmüş benimle geliyor |
Asfalt 2’nci sınıf. Ama güvenlik şeridi var. Şimdilik düz, tek şerit |
Kuş sesleri var, cıvıl cıvıl ortalık
|
Ve tırmanış başlıyor. Başlamasıyla da çam
ağaçları. Güzel bir coğrafya burası
|
Uzaklarda dağlarda taş ocakları buradan görünüyor |
Çam ormanlarıyla örtülü Beşparmak Dağları’nın havası yolculuğa ayrı bir güzellik katıyor |
Yol artık dar bir tek şerit. Ve bu damperliler peş peşe gelmekteler. Sanki tren geçiyor. Birbirlerine bağlanmış gibiler |
Kargıcak köyünün yaylağı buraları, Kocayayla |
Birden karşıma dev duvar kalıntıları ve sütunlar çıkıyor... |
Burada yol iyicene daraldı. Damperliler ancak tek geçebiliyorlar. Yani yolun tamamını kaplamaktalar. Öyle bir geliyorlar ki, lanet okuyorum hepsine |
Evet burası Labranda. Hemen sağımda girişi var. Nasıl yapsam, nereye bıraksam velespiti? |
Demir kapıyı açıyor içeri itiyor, gişe denilen kulübenin yakınlarına
dayıyorum. Kimsecikler yok. Patika yolu izleyerek
hafiften tırmanıyorum...
|
Labranda
|
Andron A
|
Zeus Tapınağı
|
Oikoi Yapısı Rahip Evi
|
Zeus Tapınağı ve arkada Oikoi Yapısı
|
Teras Evler
|
Labranda Güney Hamamı
|
Labranda sakinlerinden
|
Labranda’yı gezdikten sonra tekrar yola koyuluyorum. İn in,
damper damper durumları. Yani bu kadar çoğunu peş peşe
görmemiştim. Türkiye’nin bütün kamyonlarını
buraya mı toplamışlar?
|
5 in 5 çık yapmak istemedim L
|
11 km tırmandım, şimdi 11 km indim, yol biraz genişledi ancak evsafı halen felaket |
700 metrelerden 50 metrelere indim. Şimdi düz bir yolda Milas’a yaklaşmaktayım |
Yol bir müddet sonra tıkanıyor. Burada da bugün pazar varmış,
onun kalabalığı. Park etmeye çalışan araçlar falan...
|
Milas ÖE
|
Atatürk Blv. Bisiklet Yolu
|
Müze tadilatta görünüyor. Ancak bahçesinden foto alabiliyorum L
|
Mahpushane
|
Arka yoldan yakındaki pazara ulaşıyorum. Burası
da toparlanmak üzere...
|
Erken başlayıp erken biten köylü pazarı. Severin böyle yerleri ama... |
Pazar olduğundan dükkanların çoğu kapalı
|
Damak Lokantası
|
Bu mavi renkli yolları görmeye bayılıyorum J
|
Gümüşkesen Anıt Mezarı da tadilatta. Büyük bir "Yuh".
O kadar gel sonra göreme. Tahta perdenin üzerinde uzanarak
fotosunu ancak çekebiliyorum...
|
Seni çok seven birisi var, senin için yanıyor, ölüp kavruluyor.
İsminin de baş harfi D ile G arasında bir harf J
|
Sırada elimdeki haritada işaretlediğim yerleri bulmaca.
Uzunyuva Hekatomnos Anıt Mezarı’nın bulunduğu Arkeopark...
|
Müze buraya taşınmış... |
Restore edilen eski bir Milas konağının üst katı Etnografya Bölümü
olmuş. Konak yaşamı anlatılmakta..., Mutfak
|
Gelin Odası
|
Başoda
|
UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne kabul edilmiş,
Karya Uygarlığının kudretli kralı Mausolos'un babası Hekatomnos'a
ait olan 2 bin 400 yıllık anıt mezarı
|
Mezar odasındaki, dört yüzü yüksek kabartmalarla yapılmış,
mezar sahibi ve onun ailesine yönelik sahneler içeren lahit,
uğradığı saldırıda paramparça edilmiş...
|
Uzunyuva’nın sakinlerinden
|
Milas’a özgü halıların sergilendiği Halı Müzesi’nde
fotoğraf çekmeye izin vermiyorlar ama
bir tane ceple alıyorum J
|
Hekatomnos'un Anıt Mezarı
|
Muhteşem binalar var J
|
Firuz Bey Camisi, 1394 |
Bir de medresesi var yanında... Caminin kitabesi günümüze kadar gelebilmiş |
Mimari açıdan ters T planlı olan ibadet mekanının yapımında kesme taş kullanılmış |
Milas bacasının dört tarafının açık olarak yapılması baca
tıkanmalarını ve soba tütmesini engellemektedir. Üzeri kapalı, geniş
ağızlı bacalar, yörenin geleneksel çatı örtüsü malzemesi olan...
|
... 28 adet yağlı kiremitle çok çabuk yapılabilmekte
olup bacaların onarımı da kolaydır
|
Ağa Cami (1737 ) |
Minaresi 1885 yılında yapılmış
|
Caminin mimarisi dikdörtgen planlı |
Baltalı Kapı |
İsmini kilit taşı üzerindeki antik çağlarda "Labrys" adındaki çift yüzlü kabartmadan alan Baltalı Kapı, kentin kuzey kapısıymış o dönemlerde |
Milas'a su taşımak amacıyla yapılmış su kemeriyle
iç içe olan Baltalı Kapı, MS 2’nci yüzyıla tarihleniyor
|
Antik dönemde Zeus Labrandos Festivali'nin
geçtiği güzergah üzerine inşa edilmiş
|
Macar Evleri; 1930 yılında Akgün Ailesi tarafından Rodos’tan
gelen Macar usta ve sanatkarlara yaptırılmış. Orta Avrupa ve
Akdeniz mimari özellikleri taşımaktadır
|
Nedime Beler Kız Öğrenci Yurdu
|
Madam Murat’ın Evi; Murat Salih Menteşe tarafından Fransız
eşi Suzan Menteşe için yaptırılmış. Aile uzun yıllar burada
oturmuş. Bugün torunları oturmakta.
|
Dinlemek için yakındaki bir cafe’de doppio espresso içmekteyim. Ancak espresso’yu beğenmediğimi söylemek zorundayım. Köpük oluşturamamışlar |
Milas ÖE
|
28. gün (devamı) Milas-Bodrum – 26. gün (öncesi) Koçarlı-Karpuzlu
[bisikletle]Türkiye: Pergamon ve Sagalassos