6 Aralık 2022

Neye niyet neye kısmet; Tuzla


Neye niyet neye kısmet derler ya, bizim de pazar gezimiz böyle oldu. Anadolufeneri’ne niyetlendik ama Tuzla’ya kısmetlendik. Çünkü hava tahmin edildiği gibi çıkmadı. Yağış vermiyordu hiç biri ama üst katta karar değişikliği olmuş ki ince ince yağdı. 

 

Sabah İhsan’la Beylerbeyi’nde buluşmak üzere  8’i 10 geçe çıkıyorum evden. Hava soğuk ama yağış mağış yok. Tek dünden kalan ıslaklıklar var. O da biraz tedirgin edici, kayma durumları olabilir. Temkinli pedallıyorum. Ancak yolun ortasında, Küçük Çamlıca taraflarındayken Firuzan arıyor, ner’desin, görmedin mi İhsan’ın mesajını diyor. Bakıyorum ve yağıştan dolayı vaz geçtiğini okuyorum. Ama buralarda yağış yok. Arıyor, anlatıyorum, o zaman gelirim diyor. (...) Şimdi Beylerbeyi’nde onu beklemekteyim. 

 

Beylerbeyi Çayevinde çaylar 5 lira olmuş. Çok zamlamışın diyorum. Aşağıda 7-10 lira diyor, sahili kastediyor. Öyle de senin okeyciler 5 liradan çay içerler mi ki? Burası kıraathane, içeride okeycilerden başka kimse yok!

 

İhsan’ın gelmesiyle; ne edelim, hava tatsız, Fener’den vaz geçip daha kısa mı turlayalım diyoruz. Tuzla yapalım diyor. Tamam. Üsküdar-Salacak-Kadıköy şeklinde Bağdat Caddesine bağlanıyor, Tuzla’ya doğru pedallyoruz.

 

Pendik Beltur’a ulaşana kadar ince ince başlayan yağmur, hafif hafif üstümüzü ıslattı bile. Arada bazı bölgelerde hiç yağmamış olmalı ki yerler kuruydu. Ancak ıslak bölümler pek bir nahoştu. Gerçi havaya rağmen gene de yollarda bisikletçiler var. Hele Yolcular grup halinde tempo bile yapıyorlar.


Telefona düşen bir mesajda, Mahsa Amini protestoları sonuç verdi: İran'da 'ahlak polisi' kapatıldı... denmiş. “Too good to be true” derler ya, yani inanmak için fazla iyi bir haber. Mollaların bu kadar kolay pes edeceklerini düşün(e)müyorum. Komşu ülkede olanları duydukça, Atatürk Devrimlerinin ne kadar da önemli, ne kadar yüce olduğunu, hele de kadına kazandırdıklarıyla... İran’da canlarını verdiler, sadece başörtüsü için. Nedir bu Ahlak Polisi denilen garabet? İrşad Devriyesi, aynı zamanda Moda Polisi olarak da bilinir, çoğunlukla kılık kıyafet kurallarına göre "uygunsuz" giyinen kadınları (ama aynı zamanda bazı erkekleri de) tutuklamak amacıyla 2005 yılında kurulan İran İslam Cumhuriyeti Kolluk Kuvvetleri'nde bir tür yardımcı ekiptir... denilmiş. Kısaca hatırlayacak olursak: 1979’daki İran İslam Devrimi sonrası ‘yanlış takılan başörtüsüyle ya da yanlış giyilen kıyafetlerle’ savaşacağını söyleyen İranlı yetkililer, kadınların kıyafetlerini, nasıl giyineceklerini ve nasıl davranacaklarını hedef alırlar ve ardından devrimin lideri Ayetullah Humeyni, başörtüsünün tüm kadınlar için işyerlerinde zorunlu olduğunu; başörtüsü takmayan kadınların ‘çıplak sayılacağını’ duyuran bir kararname yayımlar. 1981’de kadınlar ve kız çocuklarının ‘İslami tarzda’ giyinme zorunluluğu kanunlara eklenir. Bu da tüm vücudu kapatan bir kara çarşaf ve bunun içinde başı örten daha küçük bir başörtüsünü kapsıyordu. Ya da bir başörtüsü ve altına bol, kolları da kapatacak şekilde bir kıyafet giyme zorunluluğu.1983’te parlamentodan çıkan bir kararla, kamusal alanda saçlarını tam anlamıyla kapatmayan kadınların 74 kırbaçla cezalandırılabileceği belirtilir. Buna sonra 60 gün hapis cezası eklenir. Aşırı muhafazakar Mahmud Ahmedinejat seçimleri kazanınca ‘ahlak polisi’ birimini resmen oluşturur. Kadınlar çok basit gerekçelerle sıkça gözaltına alınmaya ve gelecekte kuralları çiğnemeyeceklerine dair ciddi sözler verdiklerinde salıverilirler. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ise seçildikten hemen sonra, bir kararname imzalayarak yeni bir takım kısıtlamalar getirir. Bunların içinde sokaklara çok sayıda kamera yerleştirerek kadınları takip etmek, başını düzgün şekilde örtmeyen kadınlara daha ağır cezalar işlemek, ‘danışmanlık vermek için’ karakola götürmek, internet ortamında başörtüsü karşıtı herhangi bir paylaşım yapanlara hapis cezası gibi uygulamalar da bulunur... Duyar gibi oluyorum sözlerinizi: “Nedir bu İslam’ın kadınlarla alıp veremediği?”

Vikipedi


Pendik’te içilen birer çay. Uzaklarda tepelerde sis mi yağış mı, anlayamadık ama bir şeyler oluyor. Acaba ne’tsek? Devama karar veriyor, tekrar yola koyuluyoruz. İşin ilginci Tersane taraflarına geldiğimizde değil yağış, ıslaklıktan eser bile yok. Yani buraya hiç düşmemiş damlalar. Tuhaf bir hava var bugün. 

 

Tuzla’da İhsan’ın önerdiği, daha önce Firuzan’la uğradıklarında Oğuz Cafe’de yedikleri menemenden ısmarlıyoruz. Eminim sevmeyeni yoktur. Gerçi kimi yerde melemen de deniliyor. Son zamanlarda soğanlı mı soğansız mı tartışması da yapıldı. Ben evde soğanlı hazırlarım. Belki de soğanı çok sevdiğimdendir. Ama insanın annesi nasıl yapıyorsa damak tadı da öyle gelişmiyor mu? Araştırmacıların çoğunun ortak fikri, mübadele ile gelen Girit Türkleri tarafından yapıldığı ve adını ilçeden aldığıdır. (...) Birazdan sahanda servis edilen menemene, beraberinde gelen çaylar eşliğinde ekmekle dalıyoruz. Bir de taze acı biber olsaydı içinde tam olacaktı. Yemek sırasında İhsan’dan menemenle ilgili başka bir şey öğreniyorum: Samsun-Çorum yolu üzerindeki Çakallı mevkiinde bulunan bir lokanta, muhteşem lezzette hazırladığı menemeni yöreye has ekmekle servis ediyormuş. Bayıldım buna ve hemen not ettim. O bölgeyi kapsayan bir rotam var, gittiğimde uğrarım.


Yemek sonrası İhsan’ın Hasfırın 1878’den aldığı Hindistan Cevizli Koko ile ağzımızı tatlandırıyoruz. Yani bu da ayrı bir lezzet. Dediği gibi var, insan kendine hakim ol(a)masa daha fazlasını yer. Merak ettim, nereden çıkmış-gelmiş bu lezzet? Şunları buldum: Yurt dışında makaron olarak biliniyor bu ve benzeri kurabiyeler; Fransızlar ve İtalyanlar takılmışlar. Bazıları pastel tonlarda, bazıları rengarenk. Hikaye 1000 yıldan fazla geriye, 600-700'lerin Arap imparatorluğuna kadar uzanıyor. Araplar, Kuzey Afrika üzerinden bugünkü Sicilya'ya doğru yayıldıklarında, varsayabileceğiniz gibi yiyeceklerini de yanlarında getirirler. Bunlardan biri de baldan ve öğütülmüş fındık unundan yapılmış tatlı bir kurabiyedir, olası Antep fıstığı, ama badem veya diğer sert kabuklu yemişler de olabilir.

 

Sicilyalılar, yer fıstığından yapıldığı için bu yiyeceğe "maccheroni" adını verirler ve maccheroni, öğütülmüş bir şeyden -fındık, buğday, her neyse- yapılmış, tuzlu veya tatlı herhangi bir yiyeceğe göndermede bulunur. Zamanla tatlı maccheroni, mayalama için yumurta akı içerecek şekilde gelişir ve İtalyan yarımadasında çok iyi bilinen acı bademleri kullanır. Öğütülmüş bademlerden yapılan, şekerle tatlandırılmış ve yumurta akı ile mayalanmış bu kurabiye, aşağı yukarı bugün hala İtalyan makaronu olarak bildiğimiz şeydir (İtalyanlar bunu "Amaretti" olarak bilirler. Çünkü maccheroni artık o kadar geniş bir anlama gelmektedir ki).

 

Peki Fransızlara nasıl geçti ki bu kurabiye?

 

1500'lerde, en öndeki İtalyan ailelerinden birinden gelen Catherine de Medici, Fransız kraliyetiyle evlenir ve Fransa'ya taşınır. Kendisinden yaklaşık 800 yıl önceki Araplar gibi o da en sevdiği kurabiyelerini yanında götürür. Böylelikle Catherine de Medici, İtalyan "maccheroni"yi Fransızlara tanıtır. İtalyan maccheroni, Fransız mutfağına kabul edildikten sonra doğrudan Fransızcaya "macaron" olarak çevrilir. 1900'lerin başına kadar, kendi adını taşıyan bir fırına sahip olan Lauduree adlı bir adamın torunu Pierre Desfontaines, iki makaronu çikolatalı ganaj dolgusunun etrafına sıkıştırır. Pierre bu sandviçi büyükbabasının fırınıyla tanıştırır ve o andan başlayarak Fransız makaronu, İtalyan kökeninden resmi olarak ayrılır ve bu form artık yaygın olarak bilinen makaron haline gelir.

 

İyi de Hindistan cevizi bunun neresinde?

 

Badem ununu öğütülmüş Hindistan cevizi ile değiştirmeyi akla getirmek zor olmasa. Hindistan cevizinin popülaritesi 1500'lerde Vasco de Gama tarafından Avrupa'ya tanıtılmasından, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri'ndeki uluslararası gıda patlamasına kadar arttıkça, şefler ve fırıncılar bu malzemeleri kullanmanın yeni yollarını ararlar. Ve badem ununun kıyılmış Hindistan cevizi ile değiştirilmesi -kimine göre- çok da parlak bir fikir olarak kabul edilir.

 

Artık bugünkü şekli, orijinal İtalyan acıbadem kurabiyesi veya Amaretto'dan oldukça farklı, kesinlikle de Fransız macaron kurabiyesinden de farklıdır. Ancak bu durumun büyük ölçüde "unun" boyutundan kaynaklanmakta olduğu -bu kurabiyelerde çok ince öğütülmüş fındık unu kullanılırken, Hindistan cevizli kurabiyelerde kullanılan çok daha kaba bir un vardır- bunun dışında hepsi aynıdır.

Danny


Yani Koko deyip geçmeyin. Bakın ne de çok hikayesi var-mış : )) Evet, bundan sonra menemen ve çaylara 60’şar liramızı bırakıp dönüşe geçiyoruz. Gelmeyeli Tuzla amma büyümüş, amma çok yer açılmış. Süper olmuş. Bence İstanbul’un en güzel ilçelerinden. Zaten diyordu İhsan, geçen sene 450 bin olan daireler 1,5’a çıktı. Demek ki sadece ben değilim burasını beğenen. 

 

Hava tekrar kapadı, soğudu da. Hızlı bir tempoyla Maltepe’ye kadar geliyoruz. Burada ayrılıp ben Başıbüyük üzerinden evin yolunu tutuyorum. Bugün dikkat çekici 4 kaza vardı yollarda. Yağıştan olsa araçlar kaymış çarpışmışlardı. Ayriyeten bir de kanalizasyonları açmaya çalışan belediye ekibi. Hepsi tıkanmış olmalı ki hararetle içinden toprak moprak çıkartılıyordu.

 

Geziyi sonlandırırken size bir müzisyeni tanıtmak istiyorum: Flamenko ile cazı harmanlayarak farklı bir soluk getiren, eleştirmenler tarafından “Flamenkonun yeni kralı”, “Son yüz yılın en iyi şarkıcısı” olarak nitelendirilen... Diego el Cigala. 

 

Asıl adı Diego Ramn Jiménez Salazar olan Diego el Cigala, solo kariyerine 1998 yılında “Undebel” adlı albümüyle başlar. 2014 yılında piyasaya çıkan ve piyanist Bebo Valdés'le kaydettiği Lágrimas Negras albümü ile Grammy, Premios de la Música, The Ondas ödüllerini kazanırken, İspanya, Arjantin ve Meksika'da platin rakamlarına ulaşır. Flamenko ile cazı birleştiren bu albüm, Latin müziğine yepyeni bir soluk getirirken New York Times tarafından yılın albümü seçilir.

 

Dünyanın dört bir yanından dinleyici kitlesine sahip sanatçı, Bebo Valdés, Jerry González, Tomatito, Raimundo Amador, Josemi Carmona ve Salif Keita gibi isimlerle çalışmalar yaptı. Burada Puerto Rico'lu müzisyenlerle gerçekleştirdiği El Ratón adlı parçasını dinliyoruz... 

























Neye niyet neye kısmet; Tuzla: Dudullu-Beylerbeyi-Üsküdar-Kadıköy-Pendik-Tuzla-Maltepe-Başıbüyük-Dudullu

 

Tur tarihi: 4 Aralık 2022

Alınan yol: 96,55 km
Ortalama hız: 20,6 km/s

En yüksek hız: 45,2 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 sa 41 dk, dışarıda geçen süre 6 sa 55 dk

En yüksek sıcaklık 20 ˚C, en düşük 8 ˚C, ortalama 10,9 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1082,1 m, kaybı (iniş) 1058,7 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 167,6 m

 

Garmin yol bilgiler Neye niyet neye kısmet; Tuzla

 

Relive yol bilgiler Neye niyet neye kısmet; Tuzla