1 Eylül 2020

Günübirlik Mudanya - Sudüşen - Yalova... Zafere Doğru

30.08.1922
Yunan ordusu sayıca ve her türlü silah bakımından çok üstün. İlk saldırıları başarılı oluyor ve ordumuz geri çekiliyor. Atatürk, Yunanistan için cepheyi genişletiyor ve yayıyor, Yunan ordusu da yayılmak zorunda kalıyor. Askeri bakımdan tarihe geçen Atatürk’ün emri her şeyi belirliyor; “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır.” Bu emirde artık cephe hattı yoktur, her nokta, her siper, her toprak, her tepe, yani her bulunduğun yer bir cephedir, nerede bulunuyorsan orayı savunacaksın, bir adım gerisinde siper alacaksın. Böylece “cephe çöktü” lafını tarihin çöplüğüne atıyor Mustafa Kemal.



Bugün 30 Ağustos; Zafer Bayramı... İktidar kutlanmasına izin vermiyor. Halbuki tarihimizde ne de önemli... Pandemi mandemi bahanesi... Öyle olsaydı Ayasofya’da toplu namaz kıldırırlar mıydı? 

Biz de bu muhteşem bayramda günübirlik bir tur yapalım istedik; Sudüşen Şelalesi. Hep duyduk, hep anlatıldı, şöyle güzel, böyle dik... Hadi dedik, hiç görmediğimiz bir yer, gidek J Kısa bir araştırma iki yerden gidilebildiğini gösterdi; Yalova veya Gemlik tarafından. Genelde Yalova’yı anlatır bisikletçiler. Ama biz aynı yolu gidip gelmek yerine şöyle bir rota belirledik: gemiyle Mudanya’ya, oradan Sudüşen üzerinden Yalova’ya. Sonra gene gemiyle dönüş. Biraz da gemi saatleri böylesi rotaya daha uygundu. Gerçi sonradan gördük ki isabetli karar vermişiz. Yalova tarafından çıkmak daha sıkıntılı. Ama bunu gezi notlarının içinde göreceksiniz.

8.05, İDO’nun Kadıköy’den hareket saati. Sabahın serinliğinde ve yolların boşluğunda vakitlice yetişiyoruz. 15 dk. önce demişler ama bizim neredeyse yarım saatimiz var. Dış kapıdan kolaylıkla geçtik, SMS olarak gelen kare kodu okutarak. Ama içerde güvenlikçi çantaları X-cihazından geçirmemizi istiyor. Şimdi sök-tak vs. bir hayli zahmetli iş; “el cihazıyla kontrol etseniz, açsak da gözle baksanız olmaz mı?” durumlarını kabul etmiyor. İlla geçireceksin diyor. Tartışma başlıyor ancak ne edeceksin? Çattık! Çaresiz istenileni yerine getiriyoruz. 

Hayret mi hayret. Bu terminalde bu durum ikincidir başıma geliyor. Başka hiç bir terminal X-cihazı demedi, elle-gözle kontrol etti. Burada bir sıkıntı var. Bunu İDO’ya bildireceğim. Gavur eziyeti buna derler her halde... (08.09.2020, sorduk. Gelen cevap İDO-Kadıköy)

Bir bisikletçi daha var, kalkış saatinin gelmesini beklerken onunla tanışıp bisiklet üzerinden kısa bir dostluk kuruyoruz. Ercan kardeşimiz Mudanya’ya arkadaş ziyaretine gidiyor. Fotoğrafçı aynı zamanda, çalıştığı yer için bilimsel bir kurum adı söylüyor, Ankara’da.

Deniz otobüsü fazla dolu değil. Bir miktar insan da Yenikapı’dan binip 2 saatlik yolculukta yanımızdakilerle kahvaltı işini aradan çıkarıyoruz.

Güzelyalı, İDO’nun yanaştığı iskele. Daha önce bir kere gelmiştik, İznik’e gidiyorduk. Az çok hatırlar gibiyiz ancak kafamızda kalan tam değilmiş ki, Bursa levhalarını takip ederken bir baktık otoyola çıkıyoruz. Halbuki sahilden bir yol vardı... Neyse benzinciden alınan tarifle gene iskeleye dönüyor ve sahil yoluna sapıyoruz.

O zaman sisliydi hava, bugün ise güneşli. Deniz otobüsünün içi de klimayla soğutulduğundan şimdi dışarısı cehennem gibi sıcak geliyor. Ve başlıyoruz tırmanmaya. Yani hiç aklımda bu rampalar kalmamış. Tepelere çıkıyor, iniyor, gene çıkıyor iniyor, %10-11’leri görüyoruz... Tam bir deve sırtı bu yol. Bir de dar. Bursalılar da hızlılar. Zırt diye geçiyor, karşıdakini bekleme yok. Mecbur kalırsa bizi itiyor kenara. Bir de çoğu Tofaş, gaza dönüştürülmüş. Egzozlarından çıkan tüp gaz kokusu L

Ama tepelere çıktıkça deniz çok güzel gözüküyor. Her şey ayağımızın altında gibi. Etrafta ne de çok site, villa, bina var. Yaptıkça yapmışlar ve halen de devam ediyorlar. Bazıların konumu çok güzel. Kaptan köşkü gibi denize bakıyor.

Yol kenarındaki incir ağaçlarının üstleri dolu. Vatandaşın biri sepetiyle topluyordu. Yola bu kadar yakın yemişlerin durumunu bilemiyorum. Sadece kabuklarında mıdır yoksa içlerine de geçer mi egzoz gazı?

Altıntaş geçildi, Kurşunlu’ya doğru yol alıyoruz. Geçtikçe hafızamız da canlanıyor. Bu binayı hatırlıyorum, şurada durmuştuk, burası orası mı... falan filan şeklinde sürüyoruz. 

Kurşunlu’da artık yol düz sayılır. Sağdan yeni bir yol inşası görünüyor. Anlaşılan dışından dolaştıracaklar. İsabetli olur. (Bu yol, 9 yıldır projelendirildiği halde bitirilebilmiş değil L) Solumuzda antik bir yapı geçiliyor. Çevredeki dükkanların isminden manastır olduğunu çıkartıyorum. Restore edilecek bir hali kalmamış, üzerinde otlar bürümüş, resmen yeşillenmiş, terk edilmiş kaderine. (9’uncu yy’dan kalma Hagios Aberkios Manastırı bu L)

Kurşunlu tam bir sayfiye yeri. Kıyı boyunca yayılmış kafeler, lokantalar, marketler, dükkanlar, siteler... Kıyıya yakın sürdüğümüzde plaja gelmiş insanlar, yüzenler, banklar, piknik masalarında yemek yiyenler..., insan dolu ortalık. İnternet üzerinden araştırdığımda eski bir Rum köyü olduğunu ve kuruluşunun Roma dönemine kadar indiği açıklanıyor. 787 yılındaki İznik Konsülünde Kurşunlu’dan temsilcilerin katılmış olması, 9. yüzyıllardaki adının Elogmoi ve 20. yüzyıla kadar bu adla gelmesi, halkının tümü Hristiyan olmakla birlikte az sayıda Türklerin de yaşadığı, Sultan I. Murad’ın vakıf köyü, Sinan Paşa’nın yaptırdığı bir cami, Kurtuluş Savaşı sırasında tümüyle yakılması, halen iki kilise kalıntısının bulunması (depo olarak kullanılan 1803 tarihli Hagios Taxiarchoi Kilisesi ile belediyenin karşısındaki tepede sadece temelleri kalan diğeri) ve beldenin en önemli ve en eski yapısı, sahildeki Aziz Aberkios veya Theotokos Manastır Kilisesi (ki önünden geçtik ve de zor durumda olduğunu gördük) Kurşunlu’nun değerleri arasında sayılır.

Gemlik’e yaklaştık. Yol zaten kıyıdan uzaklaştı, içlere doğru döndü. Otoyola çıkmadan ulaşabilir miyiz ilçeye? Karşımıza çıkan bakkala soralım, hem de serinletici bir şeyler içeriz diyor ve önüne yanaşıyoruz. Bisikletimizi merak edip yanımıza gelen Rafet Bey’den aldığımız bilgilerle; mecburen otoyoldan gidilmesi gerektiğini, ancak önümüze çıkacak bir üst geçitten, ki motosikletlerin de kullandığı Borusan Köprüsü’nden karşıya geçebileceğimizi ve yolu uzatmadan Gemlik’e varabileceğimizi öğreniyoruz.

Bakkalda soğuk çay ve soda içerken iki küçük çocukla tanıştık. Gazoz alacak paraları çıkışmayınca onlara ısmarladıklarımızı içerlerken biraz sohbet ediyoruz. İki kardeşler, büyük 8, küçük 4 yaşında. Cin gibiler. İsimleriniz nedir sorumuza: “Ben yutuber Ege, o Enes” diye cevap veriyor abi. Ne, YouTuber mı? Ne yapıyorsun orada? - Video çekiyor ve yüklüyorum... – Nasıl yani? – Cep telefonuyla... Şaştık kaldık. 8 yaşında daha ve işi kapmış, zamanı yakalamış. Ancak “bugün ne bayramı” sorumuzda çuvallıyor, “Kurban bayramı” diyor L

Otoyolda bir trafik var ki sormayın. Hızla ve gürültüyle yanımızdan geçmekte araçlar. İyi ki güvenlik şeridi bulunuyor. Ve üst geçidin gelmesiyle bu hengâmeden kurtuluyor, rampasından bisikletlerle çıkıyor, üzerinde bir hatıra fotosu çektiriyor ve Gemlik’in içine doğru pedal basıyoruz. 

Gemlik bayraklarla süslenmiş. Gerçi sadece Gemlik değil, yollarda her yer bayrağımızla süslü. İnsanımız 30 Ağustos’u kutluyor, her türlü engele karşın. 

Bir tarihlerde, e-bisi’yi yeni aldığım günlerde bir turla buradan geçmiş, hatta gecelemiştim de. Gemlik güzel, bugün de o gün de hoşuma gidiyor. Tarihi MÖ 12. yüzyıla kadar uzanır. Bir efsaneye göre Gemlik’e gelen Herkül’ün, kaybolan arkadaşı Syrus’un adını verdiği söylenir. MÖ 630’da ise Milet’ten gelen kolonilerce Kios adı ile yeniden kurulur. Kentin bitişiğindeki ırmağın adını alan Gemlik, tarih boyunca, bulunduğu coğrafi konum itibariyle zengin bir liman ve ticaret kenti olmuştur. Sürekli istilalara maruz kalan bu kent birçok medeniyete de bu nedenle ev sahipliği yapmıştır. Ancak gerek Roma, Bizans, gerekse Selçuklu ve Osmanlı hakimiyeti altına girdiği dönemlerde dahi, kentte sürdürülen ticaret hiçbir aksaklığa uğramaksızın devam etmiştir. Zeytin diyarı Gemlik, tarihte olduğu gibi günümüzde de Türkiye’nin en lezzetli zeytinlerinin yetiştirildiği ve ticaretinin yapıldığı önemli bir liman kentidir.

Sahiline inip Mado’dan aldığımız birer top dondurmayla biraz iştahımızı kesiyor, körfezdeki su fışkırtma gösterisini izliyor (kutlama çok önemli olmasa da hiç yoktan iyidir), mola vermeyip yola devam ediyoruz.

Ara sokaklardan geçip, gene biraz tırmanıp geldiğimiz Armutlu yolunda hızla ilerlemekteyiz. Solumuz deniz, muhteşem bir mavi. Gemlik Körfezi, karşı kıyıda Kurşunlu. Oralardan buralara geldik. Kumla çok uzak değil. 7-8 kilometre sonra Büyükkumla sapağını görmemizle anayoldan ayrılıp beldeye dalıyoruz. Dikçe bir yokuştan inip geldiğimiz sahil, deniz sefası yapanlarla kaynıyor. Jet ski ile gösteriler var. Adı Kumla ama kumu pek de matah gibi görünmüyor gözüme. Bugün belde olan köy eskiden 2 km içeride imiş. Şimdi orası Küçükkumla. Zamanla sahile doğru genişleyince büyük ve küçük olarak iki yer ortaya çıkmış. Eski köy yerinde çok sayıda yapı kalıntısı bulunduğu, bunların 16’ncı yüzyılda yapılmış olan Hacımuhi Cami ve büyük ölçüde yıkılmış olan Eski Cami ile Arap Hamam adını taşıyan iki hamam olduğu anlatılmakta.

Büyükkumla'nın içinden geçip anayoldan hemen sağ, Sudüşen ve Haydariye olarak sapıyor, Küçükkumla’ya girmiyor ve turun en sıkı tırmanışına başlıyoruz. 30 metrelerdeyiz ve 400 metreleri aşacağız. 5 km’lik bir tırmanış. Tam da öğle sıcağına denk geldi. Güneş tepemizde başladık yükselmeye. Saymıştım, 13 dönemeç geçeceğiz. Firu ısrarla içten alıyor. Benim için mümkün değil. Ne gereği var diyor ve dıştan dönüyorum. Karşıdan bereket fazla araç gelmiyor. Çoğu bizim yönümüzde. Çevirdikçe pedalları yükseliyor, yükseldikçe Kumla küçülüyor, gerilerde kalıyor. Normal’e çıkıyorum. Batarya hızla erimekte. Sola geçtiğimde sahildeki yapılaşmayı daha net görebiliyorum. Her yeri doldurmuşlar. Yanımızdan geçen araçlar bize korna ile destek vermekte. Bu sıcakta bisikletle buraya çıkanın aklı olmasa diye düşünüyorlardır. Son İznik turunda da aynı saatte aynı işi Boyalıca’dan yapmıştık. Yani alışığız diyorum onlara J Kafamdan terler boşalıyor. Tuz gözlerimi yakıyor. Güneş ışınları dimdik. Kavurucu bir sıcaklık var. Oflaya puflaya tırmanıyorum. %10’un altına inmiyor eğim, 10-13 arası gidiyor. Nadiren %9 oluyor. Bereket yolun durumu iyi. Aksi durumda sıkıntılı olurdu bu tırmanış.

Çevir çevir sonunda her yere çıkılıyor J 40 dakika sonra kendimizi 405 metrelerde buluyoruz. Bulmamızla da çok güzel bir yere geldiğimiz anlaşılıyor. Hava burada aşağıdaki kadar sıcak değil. Şimdi düz seyreden bir yoldan hafifçe kayarak, sağda solda prefabrik evleri-bahçeleri geçerek Haydariye köyüne yaklaşmaktayız. İnsanlar bahçelerinde çalışmaktalar. Güzel evler var. Burada yaşanır... dedirtiyor gördüklerimiz. Uzaklarda, aralıklarla dizili rüzgar pervaneleri dönmekte, RES. Bu enerji kaynakları, -doğru yapıldığında- muhteşem bir şey.

Haydariye; eski adı Eyriceova veya Haydaroba olup, halk arasında Erciva
olarak anılmaktadır. Eğri bir ovada kurulduğu için bu adı almış. 1880'li yıllarda Gürcü göçmenler tarafından kurulmuştur. Köyün başlıca geçimi ormancılıktır. 1930 yılında alınan bir kararla adı Eyriceova olmasına karşın sonra tekrar Haydariye olarak değiştirilmiştir. 

Köy camisinin bulunduğu alanda, 100 yıllık Çınarların çevrelediği parktaki  kahveye yerleşip, yan masada oturan beylerle tanışıp, onların sorularını cevaplayıp, sohbet edip, 2’şer çay içip (biri onlardan ısmarlama J), biraz tıkınıp, yarım saat sonra Samanlı Dağlarının üzerindeki güzel Haydariye’den ayrılıyor, tekrar yola koyuluyoruz (14.34). Fazla da rehavete gerek yok, 17’de Yalova’dan gemimiz kalkıyor ve daha 35 km var önümüzde.

Yol buradan sonra bozuldu. Asfalt 2’nci sınıf oldu. Hani şu zift üzerine dökülen mıcırın silindirle ezildiği, sürtünmenin çok olduğu yollardan. Eğim %0-3-5 arası değişiyor. İniş ama pedal çevirmen gerekebiliyor. Yer yer çökmüş, bazı bölümler toprak, dar bir yol.

Orman içinden geçiyoruz. Çevre yemyeşil, kesilmiş istiflenmiş odunlar kenarlarda bekliyor, yol üzerindeki çeşmelerden sular akıyor. Haliyle piknikçilerin istilasına uğramış buraları, hamaklar gerilmiş, ateşler yakılmış, mangallar kurulmuş... Sonra da orman yangını LLL Hep duyuyoruz.

Samanlı Dağlarının Gemlik Körfezine bakan yamaçlarından kıvrıla kıvrıla indik, sert dönemeçleri döndük, sularımızı doldurduk ve 9 km sonra büyük bir kalabalığa gelmemizle Sudüşen’e vardığımızı anladık. Anayoldan ayrılıp dik bir yokuştan iniyoruz. Bisikletler elde. Çok fazla insan var. Pazar gitmeyin demişlerdi. Haklılar. Küçücük bir alan insan kaynıyor. Girişte bir kafeterya, dereye kurulmuş masalarda oturanlar, ayaklarını suya sokanlar, sağa sola koşuşturan garsonlar, büfeler, Diriliş kıyafetleri ile hatıra fotosu çektirenler, bağıran çağıran bebeler... Ne ararsan var. 

Şelale, Çınar, Gürgen ve Meşe ağaçlarıyla kaplı vadide, Nacaklı Deresi üzerinde 10 metre yükseklikten düşüyor. Dibinde, akan sular minik de bir havuz oluşturmuş. Birkaç foto çekiyor, ancak kalabalıktan dolayı fazla dur(a)mayıp ayrılıyor, indiğimiz 200 metrelik dik rampayı iterek çıkıyoruz. 

Ayrılmadan şunu ifade edeyim, kesinlikle “Tatil günü gelmeyin!”

Biraz telaş alıyor bizi. Saatler 15.30’u geçti. Önümüzde 22 km en az daha yol var. Kaçırırsak gemiyi bir sonraki 18’de. Biletler de yanar. Bu arada unuttum söylemeyi: İst-Mudanya 66-, Yalova-Pendik 42-, toplam 2 kişi için 108- lira tuttu gemi. Her şey ne de pahalılaştı değil mi? Doları 7’de tutamıyorlar, yıl sonuna varmadan 8 olacağı söyleniyor L Sat sat, Cumhuriyetin tüm kazanımlarını sat, sonra da laf at, beğenme, adını bile anma, bayramını yasakla...!!!

Sudüşen sonrası iniş sanıyordum, ne gezer. Tam bir deve sırtı daha. İn-çık sürüyor yolumuz. Asfaltın kalitesi de kötü. Gitmiyor bisiklet. Bir de araç trafiği var. Kesildim resmen. Değil Normal, High ile bile gidemiyorum. Dalağım şişti, sinir oldum. Üstüne gemiyi kaçıracağız paniği de eklenince geride kaldım. Firu aldı başını gitti. Kafamda düşünceler dönüp duruyor: Arasam mı İDO’yu, bileti bir sonrakine değiştirsem mi, daha az mı oyalansaydık şelalede, yanlış mı hesapladım zamanı...L

Firu ben gecikince beklemiş. Yeniden bir araya geliyor ve hızla ilerlemeye çalışıyoruz. 427 metrelere yükseldikten sonra yol tekrar inmeye başlıyor 220’lere ve ardından gene in-çık şeklinde 350 metrelere. Demiştim ya, Mudanya tarafından gelmekle isabet etmişiz diye. Aynen. Yalova üzerinden bu yolun çıkılması bence daha kötü. Mudanya’dan dişini sıkıp çıktın mı Sudüşen’e kadar ciddi bir tırmanış yok. Ama Yalova’dan sürekli in-çık durumları...

Nihayet iniş noktasına geldik. Bu biraz moral veriyor bana. Bir taraftan da saate ve KM-göstergesine bakıyorum. Başaracağız gibi. Artık sürekli inerek Termal’e yaklaşmaktayız. Sağımızda Gökçe Barajının oluşturduğu gölet. Rüya gibi. Yeşil bir çevrenin içinde parlayan mavilik. Hızla inerken arada göz kenarından ona da bir bakış atmaktayım. Ama dikkati yola vermek gerek. Boş değil ortalık. Bir de kaza yaşamayalım!

Geçen gün okuduğum HBT dergisinin 231. sayısında dikkat çekici bir makale vardı: Sperm hakkında 7 ilginç bilgi. 4 ve 5’i paylaşmak istiyorum.
Antony
 van Leeuwenhoek

4- Bir Hollandalı tarafından keşfedildi. > Hollandalı mikroskop yapımcısı Antony
 van Leeuwenhoek,
 mikroskop merceğinde
incelediği
 kendi meni örneğinde,
 “mikroskobik hayvancıkların” yılan balığı
 gibi hareket ettiğini gördüğü 1677 yılına kadar sperm bulunamamıştı. (Meraklısına: van Leeuwenhoek, incelediği numunenin mastürbasyondan ziyade evlilik ilişkisinden geriye kalan “fazlalıktan” geldiğini söylemişti.) Van Leeuwenhoek ilk raporunda, sperm için “Vücutları yuvarlak, ancak önden körelmiş ve geriye uzayan, ince bir kuyrukla tamamlanmış,” diye yazmıştı. 
“Spermistler”, sperm hücrelerinin 
başı içinde küçük insansı yaşam
 formalarını görebildiklerini 
bile iddia etmişti.

5- Uzun zaman yanlış anlaşıldı. > Antony van Leeuwenhoek sperm sıvısında
 yeni bir hücre
 dünyası keşfetmiş olabilir, 
ancak spermlerin yumurtaları
 döllemek için 
nasıl çalıştığı konusunda uzun 
süren bir yanılgı yaşanıyordu.
 David Friedman’ın 2001’de
 yayımlanan “A Mind of its Own: A Cultural History of the Penis” kitabına göre, döllenme süreci 1879’a kadar kanıtlanmamıştı. 1600’lerde araştırmacılar, insanların yumurta veya sperm içinde minyatür olarak kıvrılmış olarak şekillendirildiğine inanıyorlardı. Bu teoriye inanan “Spermistler”, sperm hücrelerinin başı içinde küçük insansı yaşam formalarını görebildiklerini bile iddia etmişti. Spermistler, kadınların sadece erkek spermi için bir inkübatör (kuluçka makinesi) işlevi gördüğünü savunuyordu. 

Termal sonrası Çınar ağaçlarının arasından süren muhteşem yola girmemizle yetişeceğimiz kesinleşmiş oluyor. Kaptırdık gidiyoruz. Yalova içinden geçerken, terminale varmadan bir Mado ödülü daha. Girmeden kapıda Vedat’la karşılaşmak güzel bir sürpriz oluyor. 

Kapıların açılmasına daha var. Masaj koltuklarında 2’şer liraya biraz sırtımıza yapılan mekanik mıncıklama iyi geliyor. Kare kodu okutarak, çantalara bile bakılmadan gemiye biniyor, bisikletleri yerleştirip salonda yerimizi alıp 45 dakikalık dönüş yolculuğuna başlıyoruz.

Pendik’ten trene binip Süreyyapaşa Plajı’nda inip Başıbüyük üzerinden eve vardığımızda saatler 7 buçuğu geçmekte, geride bıraktığımız yol ise 101 kilometreydi.














Günübirlik Mudanya-Sudüşen-Yalova... Zafere Doğru: Dudullu-Kadıköy-(gemi) Mudanya Güzelyalı-Gemlik-Sudüşen Şelalesi-Termal-Yalova-(gemi) Pendik-(tren) Süreyyapaşa Plajı-Başıbüyük-Dudullu

Tur tarihi: 30 Ağustos 2020
Kat edilen mesafe: 97,76 km.
Ortalama hız: 16,1 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 5 dk., dışarıda geçen süre 12 sa. 47 dk.
En yüksek sıcaklık 39 ˚C, en düşük 24 ˚C, ortalama 31,8 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 2439 m, kaybı (iniş) 2451 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 431 m.





Sabahın serinliğinde ve yolların boşluğunda
 hızlıca Kadıköy’e yol alıyoruz.

Gemini kıçına bisikletler sabitleniyor.

28.11.2010’da yandı. Bitiremediler Haydarpaşa’yı bir türlü.



10.17, Mudanya Güzelyalı.


Etrafta ne de çok site, villa, bina var. Yaptıkça
yapmışlar ve halen de devam ediyorlar.


Bazıların evlerin konumu çok güzel. Kaptan
 köşkü gibi denize bakıyor.




Tepelere çıktıkça deniz çok güzel gözüküyor. Her
 şey ayağımızın altında gibi.



Kurşunlu. 9. yy’dan kalma Hagios Aberkios Manastırı,
 sağda görünen.

Kurşunlu’da artık yol düz sayılır. 

Gemlik’e yaklaştık. Yol zaten kıyıdan
 uzaklaştı, içlere doğru döndü.


Otoyolda bir trafik var ki sormayın. Hızla ve
 gürültüyle yanımızdan geçmekte araçlar. 


İyi ki güvenlik şeridi bulunuyor.


Ve üst geçidin gelmesiyle bu hengâmeden kurtuluyor,
 rampasından bisikletlerle çıkıyoruz.


Gemlik bayraklarla süslenmiş. Gerçi sadece Gemlik
 değil, yollarda her yer bayrağımızla süslü. İnsanımız
 30 Ağustos’u kutluyor, her türlü engele karşın. 


Gemlik’in sahiline inip körfezdeki su fışkırtma gösterisini 
izliyor, mola vermeyip yola devam ediyoruz.

Balık Pazarı Cami; Paragia-Pazariotissa Kilisesi
 iken 1922’de camiye çevrilmiştir.

Ara sokaklardan geçip, gene biraz tırmanıp...

... geldiğimiz Armutlu yolunda hızla ilerlemekteyiz. 

Büyükkumla



Sahil deniz sefası yapanlarla kaynıyor. Jet ski ile gösteriler var.


Büyükkumla’nın içinden geçip...

... anayoldan hemen sağ, Sudüşen ve Haydariye olarak sapıyoruz.

Çevirdikçe pedalları yükseliyor, yükseldikçe
 Kumla küçülüyor, gerilerde kalıyor. 


Uzaklarda, aralıklarla dizili rüzgar pervaneleri dönmekte, RES. 

Hava burada aşağıdaki kadar sıcak değil. Şimdi düz seyreden
 bir yoldan hafifçe kayarak, sağda solda prefabrik
 evleri-bahçeleri geçerek Haydariye köyüne yaklaşmaktayız.


Haydariye. Köy camisinin bulunduğu alanda, 100 yıllık
 Çınarların çevrelediği parktaki  kahveye yerleşiyoruz.


Sultan Sofrası, Kahvaltı Evi, Haydariye. 
Yol boyunca tabelaları asılıydı.

Yol Haydariye’deb sonra bozuldu. Asfalt 2’nci sınıf oldu.


Orman içinden geçiyoruz. Çevre yemyeşil, kesilmiş
 istiflenmiş odunlar kenarlarda bekliyor.


Yol üzerindeki çeşmelerden sular akıyor. Haliyle 
piknikçilerin istilasına uğramış buraları.


Samanlı Dağlarının Gemlik Körfezine bakan
 yamaçlarından kıvrıla kıvrıla indik...

... sert dönemeçleri döndük, sularımızı doldurduk.

Sudüşen, küçücük bir alan insan kaynıyor.

Dereye kurulmuş masalarda oturanlar, ayaklarını suya sokanlar,
 sağa sola koşuşturan garsonlar, büfeler, Diriliş kıyafetleri 
ile hatıra fotosu çektirenler, bağıran çağıran bebeler... 


Şelale, Çınar, Gürgen ve Meşe ağaçlarıyla kaplı vadide,
Nacaklı Deresi üzerinde 10 m yükseklikten düşüyor. 

Birkaç foto çekiyor, ancak kalabalıktan dolayı
 fazla dur(a)mayıp ayrılıyor...

... indiğimiz 200 m’lik dik rampayı iterek çıkıyoruz. 

Termal sonrası Çınar ağaçlarının arasından süren muhteşem yola
 girmemizle yetişeceğimiz kesinleşmiş oluyor. Kaptırdık gidiyoruz. 

Yalova

Hem bisiklet, hem merdiven, hem kova, hem
 maske... Bu insanı alkışlamak lazım.

Yalova’nın bisiklet yolları...

... işgal edilmiş L

Rahatı yerinde. Benden sonra yürüyen merdivenleri
 koşarak çıktı diyor Firuzan. Marmaray Süreyyapaşa Plajı.





























































































































































Katkıları için Tahsin’e teşekkürler.