12 Ocak 2009

Tuzla'ya kaçamak


Nereye gidelim - ne yapalım dediğimizde akla ilk gelen hep Tuzla oluyor, çünkü hem yolu kolay, Pendik’e kadar sahilden giden bisiklet yolu (sonrası da pek kalabalık değil), hem de düz oluşu nedense herkesin kabul ettiği bir rota oluveriyor, uzak da sayılmaz 45 km (x2). Havalar geçen hafta çok güzel günler yaptı. Cumartesi de böyle bir gündü, gökyüzünde parlak bir güneş vardı (ki insanın içini enerjiyle dolduruyordu), ortalık ışıl ışıldı, beraberindeki soğuk ise hiç rahatsız etmiyordu, hatta aşırı terlememize bile engel oldu.

5 arkadaş sözleştik ve sırayla buluşma noktasında olmaya karar verdik. Sabah 8:45 ile Beşiktaş’tan Kadıköy’e geçecektim (10.01.09). Emre de Teşvikiye’de oturduğundan, onunla iskele önünde buluşuruz dedik.


Biraz erken geldim bu sefer iskeleye, baktım daha gemi gelmemiş, ama etrafta bekleyen yolcu ve kalabalık da yok, biraz hayret ettim. Hani Cumartesi, belki hafta içi kadar kalabalık olmazdı ama bu kadar da sakın olması?!!! Biraz oyalandım, etrafı izledim, sonra gişe memuresinin “Kadıköy seferleri diğer iskeleye alınmıştır” anonsuyla fark ettim ki, bir bez afiş aşmışlar, 10 Ocak’tan itibaren değiştiğini söyleyen, ben dikkat etmemişim!

Hemen bisiklete atlayıp, neredeyse kalkmakta olan gemiye son sürat pedal basıp giriverdim, Emre de arkamdan dalıverdi. Oh çektik, kaçırsaydık Üsküdar üzerinden yolumuz bayağı uzayacak ve geç kalacaktık. Evet artık Beşiktaş - Kadıköy seferleri motorların yanındaki iskeleden yapılacakmış, bilginize.

Alt bölüme yerleştik ve çay+sandviç eşliğinde kahvaltımı yaptım (Emre evde halletmiş o işi), ve Kadıköy’e kadar sohbetle zaman geçiverdi. Emre’yle neredeyse 3 aydır pedal basmıyoruz, çünkü son orman gezisinde düşüp dirseğini kırmıştı ve kolunu 2,5 ay tam kullanamadı. Şansına sol koldu da hayatı bloke olmadı. Kameramanlığı sağ elle idare etti, ama gene de iki kola ihtiyaç duyuluyor. Neredeyse eskisine yakın açabiliyormuş dirseğini, doktorların beklentisinin üstünde. Tekrar geçmiş olsun arkadaşım, iyi atlattın bu işi. Yaşadıklarını tekrar dinlemek beni kaza riskinin burnumuzun ucunda olduğunu, her zaman çok çok dikkatlı olmamız gerektiğini hatırlattı, ve de kasksız kullanılmamasını. Hele orman yollarında belki de dizlik+dirseklik bile kullanmak gerekiyor.

Sohbetin ortasında telefon çaldı ve Hakkı (sahil yolunda bizi bekliyor olacaktı) babasının rahatsızlığından dolayı bugün katılamayacağını söyledi, tabii ki sağlık ve aile herşeyden önce gelir. Ancak dün (Pazar) öğreniyorum ki maalesef babası 2 saat sonra aralarından ayrılmış. Buradan tekrar arkadaşımızın açısını paylaşır, başsağlığı dileriz.

Kadıköy’den bastık pedallara, Moda’ya doğru çıkmadan sağdaki benzincide biraz havaları tamamlayalım istedik. İşte aksilik ya, Emre’nin lastik sibobu içine kaçtı ve pompanın tabancası bir türlü havayı tamamlayamıyor, terslik. Off poff diye diye birazını tamalayıp bir lastikçiye gidelim dedik ve FB stadını geçince, Bağdat Caddesi başında, solda bir lastik tamircisinde uğraşarak, sibobu penseyle kavrayıp, lastiği yandan sıkıştırıp ve de lastikçinin kancalı pompa uçuyla sibobu yakalayıp, sonuçta 60 psi havayı lastiğe basabildik. Oh be dedik, amma iş çıkardı başımıza bir hava basmak, epey de zaman kaybettik. 10’da Haluk bizi Bostancı’da bekliyor olacaktı, 15 dk’mız kalmıştı. Artık sahilden gidersek yetişemezdik ve mecburen araba yolundan asfalttan gittik ve öyle bir bastık ki pedallara, zamanında oradaydık. Haluk gelmiş, çayını ısmarlamış bizi bekliyordu. Yeni bisikleti de pırıl pırıl parlıyordu, gezimizin bir amacı da bisikleti ıslatmaktı. Bir türlü fırsat olamadı daha önce. Güle güle kullan arkadaşım yeni oyuncağını:)

Derken telefon çaldı ve Sibel çoktan Kartal’dayım demez mi. Erken gelmiş, halbuki onbuçuk demistik, şimdi gene pedallara yüklenmek gerekiyordu. Ama civardan bir yerden, daha Haluk için bir yün eldiven bakacaktık, kısa parmaklılar elini üşütmüştü. Frenin metalleri bayağı buz kesiyor soğuk havada. Artık buna vakit yoktu, Kartal’dan hallederiz dedik ve hızlanmaya başladık. Kıyı yolu gerçekten çok keyif veriyor, ah diyor her seferinde insan, şu yollar daha uzun olsa, sadece Kadıköy de olmasa, Bakırköy’dekilerini de yapsalar, onunla yetinmeyip boğaza da bir yol yapsalar, ah vah diye diye ömür geçecek. Sözüm ona 600 km bisiklet yolu olacaktı İstanbul’da, nerede, seçim öncesi hatırlarlar dedim ama boşuna umutlanmışız.

Kartal’a yaklaştığımızda Sibel’in de bize doğru geldiğini fark ettik. Durduk, indik, fotolar çekildi ve de ne görelim, konuşmamız üzerine Kartal’dan bir çift yün eldiven de almış beklediği zaman içinde. İşte düşünceli olmak buna derim, Sibel zaten her zaman çok dikkatli ve hassas bir arkadaş olduğunu gösteriyor. Konuşulan hiçbir şeyi atlamıyor ve doğru bildiğini de söylemekten kaçınmıyor. Hiç değişme sakın, hep böyle ol :)

Ohh be Haluk’un elleri bayram etti ve hadi artık yola koyulalım deyip atladık bisikletlere.

Pendik’i geçtikten sonra bisiklet yolu bitiyor ve hepimiz asfalta inip, tek sıra halinde düzenli bir şekilde askeriyenin, sonra tersanelerin önünden disiplinli bir grup olarak yolumuza devam ettik. Küçük bir mola verdik, ayakta biraz kasları gevşetme hareketlerimiz, önünde durduğumuz pastanenin ilgisini çekti ve bizi salona davet ettilerse de, fazla soğumadan tekrar yola koyulmak daha doğru geldi.

Rahat bir tempoyla saat 12 gibi Tuzla’da olduk. Önce kıyı boyunca ilerleyip, villaların olduğu kısma kadar gittik.

Öylesine çok kiralık yer vardı ki, acaba dedik yazın burası nasıl olur, kalabalık, gürültülü olur mu? Çünkü bu mevsimde çok sakin buraları, kaçtır geliyoruz, fazla insan görmüyoruz.

Gene meşhur şelaleli restoranın altında bir hatıra resmiyle (bize yardıma koşan sevimli garson kardeşimize teşekkür ederiz buradan:)), bu bölgeyi noktalayıp çay ve yiyecek ihtiyacımızın ağırlık kazanmasıyla, yanımızdakileri yiyebileceğimiz ve her gelişimizde gittiğimiz çayevine doğru yöneldik.

Yoldan Emre de kendine bir yarım ekmek+köfte alarak (“Köfte Burada“ diye kocaman yazmış dükkan, 5 lira ve hiç boş ısırmadım der Emre) çaycıda konuşlandık (Tuzla vergi dairesi yanı).

Herkes malzemesini ortaya çıkardı, sohbetler başladı. Haluk’un doktor olması, her zaman olduğu gibi konuşmanın zaman zaman tıp alanına kaymasına neden olsa da (herkesin bir Dr sorusu var çünkü), gene de havanın güzelliği hepimiz tarafından sıkça dile getirildi. Çaycı bu sefer okey oyununa fazlaca daldığı için (50 krş’a sattığı çaydan daha fazla kazanıyordu ki-bırakmak istemedi:)) serviste aksamalar yaşandı, ve bizler de üşümeye başlayınca, haydi ısınalım diye güneşe çıkalım istedik ve muhabbete başka bir yerde devam etmek üzere şimdilik son verdik.

Tuzla’nin keyifli bir çarşısı var, herşey bulmak mümkün. Çok güzel bir fırını var, özellikle acı badem kurabiyesini çok seviyorum. İlk defa dikkat ettim ki “Kuruluş 1878” yazmışlar kapısına, 130 sene eder ki bayağı eski. Gelecek sefer alış verişe girdiğimde soracağım tarihçesini.

Lokantaları, pidecileri, köftecileri, manavları, balıkçıları ve de kaçamaklarıyla çok şirin bir ilçemiz Tuzla.

Daha önceki gezimizde geçmiş tarihini biraz özetlemiştim. Bugünse biraz tersanelerin durumundan söz edeyim: 1969 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Aydınlar bölgesi “Tuzla Özel Sektör Tersaneler Bölgesi” olarak kabul edildi ve 1980‘den itibaren de Haliç ve İst. Boğazı’ndaki tersane sahipleri Milli Emlak’tan 49 yıllığına kiraladıkları yerlerde gemi ve yat yaparak Türkiye’nin isminin her geçen gün dünya gemi inşaat sanayinde belirli bir yere gelmesini sağladılar. Tuzla ismi bir marka oldu. Ancak 2006 yılının ortasında İBB Meclisi Tuzla’nın nazım planında değişiklik yaparak daha önce sanayi ve tersane alanı olan yerleri, yeni planla birlikte çalışma alanı olarak belirledi. Bu da tersanelerin kapanması anlamına geliyor. Sanayiciler bu durumdan çok endişeliler.

Yani sıra tersanelerin ismi, işçi ölümleriyle de sık sık gündeme geldi. 7 ayda 17 işçinin ölümü (son 8 yılda 52 işçi) dikkatleri tekrar buradaki iş koşullarına ve sosyal güvenlik konularına çekti. Sendika, riskli işlerin taşeronlar aracılığıyla sigortasız işçilere yaptırıldığını, ölüm raporlarının değiştirilerek olayların örtbas edildiğini, yakınlarının da “kan parası” verilerek susturulduğunu ileri sürüyor.

İnsan yaşamı bu kadar ucuz olabilir mi? İşçinin şartlarını gözetmeden sadece kar amacı güden bu tür işletmeleri kınıyor ve en kısa zamanda çözüm getirilmesini talep ediyoruz.
Hava da serinlemeye başlamıştı, saat 2’ye geliyordu, artık dönelim istedik ...

... ve gene disiplinli bir grup olarak yolumuza koyulduk.

İhtiyaç molası için Shell’de durduk. Gerçekten artık benzincilerin WC standardı yükseldi. Eskiden neydi o iş, giremessin - edemessin.

Yolda yerel seçim öncesi yaptıklarını büyük puntolarla duyuran belediye başkanlarının afişleri önünden, tersanelerin yanından (halen 150 küsur gündür grevde olanlar var, ne büyük kayıp her iki taraf için) Tuzla’yi geride bırakıp ...

... Pendik’e vardık. Burada Sibel’in bildiği (ne de olsa onun bölgesi) güzel bir kahvede (kahvaltı da veriyormuş sabahları) oturup çayımızı içtik (gene 50 krş), ve kalan sohbetimizi tamamlayıp Sibel’den ayrıldık.

Bizler üçümüz Maltepe’de kısa bir çay molası daha verip, araba yolundan Bostancı’ya kadar geldik ve burada Haluk bizden ayrıldı ve Emre’yle ben, Bağdat Caddesi'nin kalabalık ve egzost kokulu olmasından, kendimizi sahil bisiklet yoluna transfer ederek devam ettik. Yolda birbirimizle küçük bir çarpışma kazasını ucuz atlatıp (gene de Emre’nin çevik bir kedi gibi bisikletin üzerinden düşmesine engel olamadan), Velespit’te teknik bir mola verdik. Emre frenlerini, kopan arka jant telini, eğrilmiş göbek milini düzelttirdi, bense vites ayarlarını kontrol ettirdim. Sonra Emre Beylerbeyi’ne doğru saptı, ben de Beşiktaş’a geçip, her zamanki Akaretler yolundan eve vardığımda saat 5 olmuştu. 94 km yol, 6 saate yakın bir zaman bisiklet üstünde, 16,2 km ortalama hız, 1657 cal ve 113 gr yağ yakmış olmanın rahatlığı içinde kasları gevşetme ve uzatma herekelerini (bunu artık öğrendim ve her tur dönüşünde yapıyorum - öneririm) de yaparak duşun altına girdim. Güzel bir gün oldu, havadaki ışık gerçekten çok moral vericiydi, dostluk ve sohbet ise sıcacıktı. Gelecek gezide buluşmak üzere ...

Kaynak:
Not: Hava fotoğrafı için Denizhaber’e teşekkür ederim.

İlginizi çekebilir Ormanlı-Terkos