Kanalİstanbul: Erdoğan’ın ‘hayalim’, İmamoğlu’nun ‘cinayet’ dediği proje...
1- Kanalİstanbul, İstanbul’un gördüğü en büyük emlak spekülasyonu olduğu için zararlıdır.
2- Kanalİstanbul, İstanbul’un doğal dengesine telafisi mümkün olmayacak zararlar vereceği için zararlıdır.
3- Kanalİstanbul, Türkiye ekonomisine ağır bir yük getireceği için zararlıdır.
4- Kanalİstanbul, küresel iklim krizini derinleştireceği ve su kaynaklarını geri dönülmez ölçüde tahrip edeceği için zararlıdır.
5- Kanalİstanbul, ekolojik krizi derinleştireceği için zararlıdır.
6- Kanalİstanbul, yalnızca imar planlarını hazırlayacak olanların ve inşaatları yapacakların yararına, kamunun zararınadır.
7- Kanalİstanbul, şehircilik esaslarına ve planlamanın tüm temel ilkelerine aykırı olduğu için zararlıdır.
8- Kanalİstanbul, Türkiye’de anti demokratik gidişin ve hukukun ayaklar altına alınışının bir simgesi olarak, 2009 onanlı İstanbul Çevre Düzenli Planı’na aykırı şekilde 2011 seçim kampanyasının başlangıcı olarak ilan edildiği için zararlıdır.
9- Kanalİstanbul, bölgedeki tarım ve mera alanlarını tümüyle yok edeceği için zararlıdır.
10- Kanalİstanbul, Karadeniz ve Marmara Denizi’nde doğal yaşam dengesini alt üst ederek bir çevre felaketine dönüşeceği için zararlıdır.
Havanın gittikçe ısındığı bir gün oldu. Rüzgarın olmadığı bölümlerde öylesine sıcaktı ki üzerimizdekiler fazla bile geldi. Kadıköy vapur iskelesinde Haluk O., İhsan ve sürpriz yaparak katılan Mehmet ile buluşup gemide kahvaltımızı ederek Karaköy’e geçtik. Haliç Metro İstasyonu ayağında Meral, Hasan Ayr. ve Orhan D.’yi de aramıza alarak 8’li olarak Haliç boyunca Eyüp’e doğru bastık pedallara.
İstanbul’un bu bölgesi güzeldir, tekerler döndükçe bir film şeridi gibi gözünüzün önünden akar. Bugün Kadir Has Üniversitesi olan Tekel’in Cibali Tütün Fabrikası’nı geçmekteyiz. Geçmişi yüzyıl öncesine dayanan bir bina. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Osmanlı maliyesini denetleyen ticari bir işletme tarafından 1884 yılında kurulan tütün fabrikası, Cumhuriyet'in ilanı ile Tekel'e bağlı Cibali Tütün Fabrikası adı ile faaliyetlerine devam eder. 60-70 yıl kadar ayakta kalan fabrika eski teknolojisinden dolayı 1995 yılında kapatılır. 1999-2000 yılları arasında Kadir Has Vakfı tarafından restorasyonu tamamlanan bina 2002’de üniversitenin Cibali kampüsü olur. Muhteşem bir bina. Dönemin yapı ve yapım tekniklerinin yansımalarını içte ve dışta görürsünüz. Bir zamanlar Tekel için fotograf çektiğimde sıkça gelmiş, köşe bucak dolaşmıştım, muhasebeyi ararken J
Üniversiteyi geride bırakıp yolumuza devam ediyor ve karşımıza Bulgar Kilisesi veya Demir Kilise de denilen Sveti Stefan Kilisesi geliyor. Mimari özelliğiyle dünyada tek (diğer 2’si zaman içinde yok olmuş). Kilisenin bütün dış cephesi, yan duvarları, pencere kenarları, merdivenleri, kabartmaları, çan kulesi neredeyse hemen her şey demirden. Ortaya çıkışıyla ilgili anlatılan bir rivayete göre: İstanbul’da yaşayan Bulgarlar 19. yüzyılda Rum Patrikhanesinden ayrılarak kendileri için bağımsız bir kilise yaptırmak isterler. Zamanın Osmanlı padişahına isteklerini arz ederler. Fakat Sultan Abdülaziz, Bulgarların Fener Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise yapmalarını istemez. Bulgarların isteklerini doğrudan reddetmemek için de “Kilise inşaatını üç ay içinde bitirmek koşuluyla izin veririm” der. Çünkü böyle bir inşaatın o dönemin koşullarında üç ayda bitirilmesi mümkün değildir. Bunun üzerine Bulgarlar kiliseyi, Viyana’da demirden döktürüp, sonra da Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden taşıyarak Haliç’in kıyısına üç ay içinde kurarlar. Kilisenin söz verildiği sürede bittiğini gören Sultan Abdülaziz de verdiği sözü tutmak zorunda kalır. Tabii bununla ilgili yazılı belge olmadığından gerçeğinin böyle olmadığını biliyoruz. Esası İstanbul’daki Ortodokslar arası güç savaşı sonucu Bulgarların Fener Rum Patrikhanesinden ayrılmaları, buradaki eski ahşap kilisenin yerine bugünkü kilisenin yapılışı. 500 ton ağırlığındaki bu yapının denize doğru kayması, gerçekleşen restorasyon çalışması ile önlenmiş ve 2018 yılında tekrar hizmete açılmış. Zaman zaman Bulgaristan plakalı otobüsleri görebilirsiniz çevresinde.
Devam pedallamaya. Bir zamanlar, belki de halen süren, Haliç’ten deniz uçakları kalkıyordu; Burulaş, Bursa Belediyesi’ne ait şirket terminalinin önünden geçmekteyiz. Gözüme pek bir faaliyet ilişmiyor ama belki de saati değil. Aslında sudan havalanmak herhalde keyifli olsa. Düşünsenize, iskeleden ayağınızı atıp uçağa biniyorsunuz. Dünyada deniz uçakları Alaska’dan Maldivler’e dört bir yanda uçuyor. Ulaşılmaz yerlere çabuk ve pratik gidebilmeyi sağlıyor. Özellikle macera filmlerinde hep bu sahneleri görmez miyiz?
Halice bakan meyhaneler, lokantalar, oteller geçiliyor, sağımızda yapılmakta olan tramvay hattı ve hemen önünde Balat Or-Ahayim Hastanesi (veya Balat Musevi Hastanesi olarak da bilinir). Ancak tramvay hattı biraz fazla yakın geçmiş, neredeyse teğet gidiyor. Hastane başta bir sağlık ocağı olarak 1898 yılında Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'in fermanıyla ve "Hayatın Işığı" anlamına gelen Or-Ahayim Balat Sağlık Ocağı adıyla hizmete başlıyor. Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi zor dönemlerde yaralı askerlere sağlık hizmeti verdiği gibi bugün de yaşlılara, öğrencilere, muhtaçlara, sağlık hizmetine ihtiyacı olan herkese açık. Buraya da fi tarihinde bir çekim için teklif vermeye gelmiştim. Nereden beni buldular, hiç hatırlamıyorum ama herhalde fiyatım yüksek gelmiş olmalı ki iş gerçekleşmedi.
Bu şekilde Eyüp Sultan ilçesine, camisine, türbesine geldik. Bir külliye burası. Osmanlı tarihinde çok özel bir yere sahip. Tahta yeni çıkan padişahlar için tertip edilen kılıç kuşanma merasimleri, hep Eyüp Sultan türbesinin önünde gerçekleşmiş. 1458’de Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ilk cami 1766 senesinde meydana gelen depremde tamir edilemeyecek kadar büyük hasar görür, dönemin padişahı Sultan III. Selim 1798-1800 yılları arasında, bugün gördüğümüz camiyi inşa ettirir.
Ve ardından gelen, 2005 yılında hizmete açılan Piyer Loti teleferik hattı. Hiç bin(e)medim, çünkü her niyetlenişimde uzun kuyruklar vardı. İstanbul’da bir de Maçka’da teleferik vardır. Demokrasi Parkı üzerinden geçerek Taşkışla İTÜ’nün oralara varır. Bir ara lafı edilmişti, zamanın İBB’si Boğaz’ı geçerek Mecidiyeköy’den Çamlıca tepesindeki camiye bir hat döşeyecekti. Kadir Topbaş’ın seçim vaatleri arasında lanse edilmişti. 22 dakikada camiye, namaz saatine yetiştireceklerdi de ne hikmetse aniden başkanlıktan istifa etme kararı aldı(rıldı).
Zamanın Silahtarağa Elektrik Santralı, bugün Bilgi Üniversitesi’nin kullanımında olan alan da geçilip Alibeyköy içinden bastık pedallara kuvvetlice. Tarihinde mısır tarlaları ile bilindiğinden bugün sembol olarak mısır seçilmiş. Osmanlı'nın son döneminde semt 790 bin dönümlük meralarıyla sarayın ve Osmanlı ordusunun et ihtiyacını karşılamak için yetiştirilen kasaplık koyunların beslendiği bir yer. Günümüzde bu meralardan eser yok. İnşaatlar her yerde. Ecnebinin biri ne doğru bir laf etmişti: 1453’de aldınız İstanbul’u ama halen yerleşemediniz. Bir de Kanal çıkardılar değil mi? Yüzyılın felaketine imza atmak istiyorlar. Rant uğruna. Yabancıya gitmesin diye!
Daha önce defalarca geçtiğimiz yerler değişime uğramış, her taraf kazılı. Gazi Mahallesi’nden geçmekteyiz. 12 Mart 1995 günü, kimlikleri hala belirlenemeyen kişilerce bir taksiden 3 kahvehane ve bir pastaneye açılan ateş sonucu üç gün sürecek kanlı olayların başladı yer. Protesto yürüyüşüne polisin sert tepkisi, gruba ateş açması, kontrgerilla aktörleri, 22 kişinin ölümü (7’si polis kurşunuyla), sokağa çıkma yasakları... Cehennemin yaşandığı mahalle bugün sakin görünüyor J
Ara sıra gelen rampalar, buluşmak için bekleyişlerle sürüyor yolumuz. Kimi yerlerde yol inşaatı nedeniyle iterek geçtik, otoyolun kenarında kulaklarımız sızladı, şoför adaylarının eğitimleri arasından dikkatlice sıyrıldık. Ve Eski Edirne Yolu’nu bitirip geldik Şamlar Tabiat Parkı yol ayırımına. Soldan sapıyoruz. Yokuş aşağı inen dar bir yol. Trafiği var, araçlar yakın geçmekte. Genişletme çalışmaları başlamış. Mesire girişleri birbirine karışmış. Vatandaş yola arabasını bırakmış yürüyerek girmekte. Burası için orta sınıfın yeryüzü cenneti de diyorlar. Şamlar Ormanı, fıstık çamları ve değişik ağaç türlerini barındıran, geniş düzlükler, yürüyüş yolları, tilki, şahin ve diğer yabani hayvanlarıyla yaklaşık 50 bin dönümlük bir alan (Kanal’a kurban edilecek).
Sağdan, Eski Şamlar olarak bilinen sapaktan kendimizi yokuş aşağı bırakarak, hızla baraj kenarına doğru inmekteyiz. Sultan Mahmut Han, av esnasında Arnavutköy deresinden (Azatlı Deresi) gelen suyun çokluğunu görerek buraya bir su bendi yaptırıp, suyun gücünden yararlanarak da barut üretmek ister. Üretim için Şam’dan ustalar, İngiltere’den de değirmen taşları getirtir. Yarımburgaz mağaralarına yakın bir mahalde depolar yaptırmak suretiyle de barutlar depolanır. Bu köyün kuruluşu Şam’dan gelen ustalara iskan olarak açılmış ve adına da Şamlular Kariyesi (köyü) denilmiş. Yakın tarihimizde bölge (1991-1996 yılları arası inşa edilen) Sazlıdere Barajı nedeniyle sular altında kaldığından, köy halkı 1 kilometre uzaklıkta devlet tarafından kendilerine ayrılmış olan bölgeye yerleştirildi. Ancak köyün sular altında kalmayan bölgelerinde bugün halen yerleşim devam etmekte. Genel olarak köy Eski ve Yeni Şamlar olmak üzere ikiye ayrılmış durumda.
Bugün ‘Ya Kanal Ya İstanbul’ olarak bir protesto yürüyüşü olacak, Sazlıbosna’dan Şamlar’a (*). Polis çoktan gelip konuşlanmış. TOMA bile indirmişler su kenarına. Etrafta dolanan, sırtında ‘Çevik Kuvvet’ yazılı polisler, ellerinde ağır silahlar. Her zaman oturduğumuz kahvehane ne olmuş dersiniz? Kanal Emlak Ofisi. Burasını hiç bu kadar kalabalık görmemiştik. Kenarda tezgah açmış bir çay ocağının taburelerine yerleşiyor, kanal nedeniyle yok olacak çevreye bakıyoruz. Etrafta balık tutanlar, piknik yapanlar, çekirdek çıtlatanlar... Buradaki cami 1839 tarihlidir ve de koruma altındadır. Dikdörtgen planlı, kesme taştan, çatısı da kiremit kaplı. Minaresi 1995’de yıkılınca yenisini betondan diktiler.
Dönüşümüzü baraj göleti kıyısından yapıyor, su yolu boyunca, yeşilliklerin arasından, dün yağan yağmurdan halen ıslak ve çamur olan toprak yoldan devam ederek.
Bölgede Paleolitik Çağdan kalma mağaralar var. Elde edilen veriler Yarımburgaz'ın şimdilik Alt/Orta Pleistosen ve belki de Orta Pleistosen'e ait olabileceğini göstermekte. Bu da Yarımburgaz'ın Türkiye'nin bugün için bilinen en eski yerleşim yeri olduğunu ortaya koymakta ve Avrupa kıtasının yerleşiminde de bir görev görmüş olabileceğini düşündürmekte. Bölge 2001 yılında 1. Derece Arkeolojik-Doğal Sit Alanı statüsüne alındı. Ama önceleri bu 400 bin yıllık mağaraları film seti olarak kullanırdık. Hiç bir izin almadan. En son Muhteşem Yüzyıl’ın 43. ve 44. bölümlerindeki bazı önemli sahneler ve bir diğer dizinin de (Leyla ile Mecnun) bazı sahneleri bu mağaralarda çekildiği için büyük tepki toplamıştı.
Lostra salonu, İstanbul 1930 / Taksi şoförü, İstanbul 1930 /
AOÇ Karadeniz havuzu, Ankara 1939 /
Ortahisar Ortaokulu öğretmen ve çalışanları, Trabzon 1960
|
Küçükçekmece Gölü kıyısı mahşer günü. Patene-bisiklete binen bebeler, sağa sola yalpalayarak yürüyenler, durup durup selfie çekenler... Şöyle insanların profiline bakıyorum da, tuhaf bir mutasyon gözlemleniyor. 100 yıl içinde ileriye gideceğine geriye düşen bir toplum. İçler acısı!
Acıkmış mideleri sakinleştirmek için Küçükçekmece’de velespitleri rahatlıkla park edebileceğimiz, herkese hitap edecek yer arayışındayız. Orası mı burası mı derken Yılmaz Et Lokantası’nda karar kılınıyor. Bize fazla bir seçenek yok; piyaz, yoğurt ve kadayıf. Diğerleri hepsi etli. Burada kuru fasulyeye kanarya deniliyor. Garsonun “az kanarya, kanaryası bol olsun, kanaryalı pilav “ diye seslendiğini duyunca merak ediyoruz, neden kanarya? Bunun yanıtını alamıyorum ama fasulyenin tarihçesini merak ettiğimde bakın neler öğreniyorum: orijini Amerika kıtası. Başta Meksika olmak üzere Güney ve Orta Amerika’da da halkın bir numaralı gıdası. Fasulyenin Avrupa kıtasına gelişi 16’ncı yüzyıl. Dindar bir Katolik olan ve çok sayıda Kızılderili’yi katletmesiyle tanınan Hernán Cortés (**), 1528 yılında, o sırada görevde olan Papa VII. Clement’e hediye olarak fasulye tohumları getirir. Papa da bu tohumları ekmesi için yardımcısı Piero Valireano’ya verir. Piero, fasulyeleri yetiştirir ve o güne dek baklayla yapılan birtakım yemekleri bu yeni ürünle pişirtir. Çok beğenilir ve ‘fagioli’ adıyla önce İtalya’ya, buradan da tüm Avrupa’ya yayılır. Bizim fasulye de adını ‘fagioli’ sözcüğünden almış. Mutfağımıza girişi 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru; yani sadece 150 yıldır sofralarımızı şenlendirmekte. Şimdi size zor bir soru: Mevlana neden domates yemezdi? J
(**) Hernán Cortés (1485-1547); Meksika'yı ele geçiren, Aztek uygarlığına son veren, yüzbinlerce yerlinin katledilmesinden sorumlu olan İspanyol kaşif, sömürgeci ve asker.
Bir ara hukuk öğrenimi gördü, fakat yarım bıraktı. Küba'nın işgaline katıldı, daha sonra da Aztek İmparatorluğu'nun dillere destan olan varlığını yağmalamak için Meksika'ya geçti. Son Aztek İmparatoru II. Moktezuma'yı yenerek büyük bir varlık edindi. Ancak canını bağışlama konusunda verdiği sözde durmayarak II. Moktezuma'yı öldürttü. Aşırı sert hareketleri ve elde ettiği büyük varlık, İspanyol Sarayı'nı tedirgin etti. İspanya'ya çağrılıp, yetkileri azaltıldı. Daha sonra Kaliforniya bölgesine yeni yağma seferleri düzenlediyse de eskisi kadar başarılı olamadı. 1541'de ülkesine dönüp
Andrea Doria komutasında Cezayir üzerine yapılan bir sefere katıldıysa da, Barbaros Hayrettin Paşa tarafından komuta edilen donanmanın saldırısı sonucunda geri çekildi. Neredeyse boğulmak üzere olduğu bu saldırıdan canını zor kurtardı ve İspanya’ya geri döndü. 1547 yılında, dizanteriye bağlı hastalıklar yüzünden Seville’de borç içinde öldü.
Küçükçekmece’de Marmaray’a geçebilmek bir işkence. Nuh Nebi’den kalma bir alt geçit, tekerlekli araç için rampası olmayan, taşıyarak indir taşıyarak çıkart. Asansör koymuşlar ama müsveddelik, çalışmıyor. Ama tüm engellere karşın trene biniyor, kimimiz ön kimimiz son vagona yerleşerek, dönüş yolunu tutuyoruz.
(*) Kanal İstanbul projesine karşı 11 kilometrelik yürüyüş düzenleyen Yaşam Savunucuları, “Bizler yaşam alanlarımız için hem yerelde hem genelde örgütlü mücadeleyi büyüteceğiz. Biz ‘tercihimiz İstanbul’dur’ derken, aslında yaşamı tercih ediyoruz” dedi.
Ya Kanal Ya İstanbul: Dudullu-Kadıköy-(gemi) Karaköy-Eminönü-Eyüp-Alibeyköy-Sultangazi-Habipler-Şamlar-Küçükçekmece-(tren) Bostancı-Dudullu
Tur tarihi: 2 Şubat 2020
Kat edilen mesafe: 77,81 km.
Ortalama hız: 13,8 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 37 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 36 dk.
En yüksek sıcaklık 26 ˚C, en düşük 10 ˚C, ortalama 16,9 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 896 m, kaybı (iniş) 908 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 238 m.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 37 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 36 dk.
En yüksek sıcaklık 26 ˚C, en düşük 10 ˚C, ortalama 16,9 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 896 m, kaybı (iniş) 908 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 238 m.
Garmin yol bilgileri Ya Kanal Ya İstanbul
Relive yol bilgileri Ya Kanal Ya İstanbul
Bölgeye yapılmış geziler Şamlar, Eyy-Vallah, Şamlar, Uzay kadar Uzak değil, Şamlar; Dünya Günü
İlginizi çekebilir Sazlıbosna, Sebeb-i İlhan, Sazlıdere Beşlisi