Sabah 8.30, H.Paşa’dan hareket. Levent ve arkadaşı Hüseyin ile buluşuyoruz. 40 dakikada Pendik’teyiz. Maalesef halen bisikletlere para alıyorlar (Halkalı‘da ödenmedi ama!). TCDD bu konuda nedense bisikletliye destek vermemekte ısrarlı gözüküyor. Yazıldı çizildi ama kafalar değişmedi!!!
Pendik’te şehir içinde Sabiha Gökçen yolu aramaktayız, tekrar sahile inmeyelim. Mahalle içlerinden geçip ana yola bağlanıyor (yön levhalarını takip edip), kendimizi yoğun bir otoyolda buluyoruz. Vızır vızır arabaların kenarından (bazen de aralarından) Kaynarca durağını geçip S. Gökçen’e doğru sapıyoruz. Şimdi bildiğim yoldayız, hep geldiğimiz. Aslında sahile inip sonra bu yola girmek daha rahat olacakmış. İlk bölümdeki karmakarışık trafikten kurtulurduk. Bunu da öğrenmiş olduk.
Yolumuz düz ama genelde hafif hafif tırmanan bir şekilde bizi İstanbul Park ayırımına getiriyor. Karşı yönden gelen bolca yol bisikletçisi görüyoruz. El sallıyoruz ama onlar hızlıca geçip uzaklaşıyorlar. Yarışçılar da ondan mı?!!!
Levent ve Hüseyin için bu rota ilkmiş. Eminim gideceğimiz yerleri merak ediyorlardır. Anadolu yakasında Ballıca keyifli bir yol. Fazla trafiği olmayan. Çok da tırmanışı.
Devamlı başı çekmekten yoruldum. Firuzan’a geç geç diye işaret ediyorum. O da basıyor pedallara, kayboluyor gözden. Tabii dinlenerek geldi arkamda buraya kadar :))
Sağımızda köpekler, bağlı olduklarından yanımıza gelemiyorlar. Uzaktan iletişime geçiyorlar: “Epeydir yoktunuz, nerelerdesiniz hav hav...”
Yer yer duruyor, buluşup tekrar yola koyularak Ballıca-Kurtdoğmuş sapağından sola dönüyoruz. Artık daha düşük evsafta bir yolda pedallamaktayız. Etrafımız ağaçlandı, yeşerdi. Piknikçiler bez afişlerini asmışlar: Giresunlular Derneği... vs. vs.
Bugün gene rüzgârlı bir gün, karşımızdan bizi durdurmaya çalışıyor. Bu da zaman zaman zorluyor. Kuzeydoğudan esiyor. Böyle günlerde ters yöne gidilmeli. Mesela Çekmece tarafları. Arkandan rüzgar seni ite ite gidersin.
Sol dirseğimi tam açamadığımdan bisiklet üzerindeki duruşum değişti. Mecburen diğerini de kırıyorum, bu da fazlaca bisikletin üzerine kapanmamı gerektiriyor. Yoruldukça düzeltiyorum kendimi, faydası olabildiği kadar. Belimin sol tarafında hissediyorum sıkıntıyı. Neyse, bakalım fizik ne kadar düzeltecek?
Bu rotanın en güzel bölümü Kurtdoğmuş-Ballıca ayırımda başlar. Düz dar bir yol, iki yanı ağaçlı. Çam kokusu içinde gidersiniz. Şansınız varsa ağaçlarda sincapları görürsünüz.
Şimdi güneş tepemizde, rüzgar da artık bize karşı değil. Ballıca’nın girişi sakin. Fazla kalabalık da sayılmaz burası. Tek kahvesi var, oraya yerleşiyoruz (Karaylar Krathanesi. Kr özellikle bitişik yazılmış). Bakınıyorum etrafıma, var mı değişiklik? Ama aynı kalmış Ballıca. Çaycı Ramazan Bey bizi hatırlıyor ve yanımıza geliyor. Uzundur yoktuk, arayı kapatmak için sohbet ediyoruz. Esin’in öğrencisi gelmiş, onu anlatıyor. Çaylar gene aynı, 50 kuruş. Değişmemiş. Bunu mevzu etmiştim zamanında. Küçücük köyde çaylar pahalı demiştim. Gelirim giderim, hep anlatır bunu :))
Masaya yayılıp yanımızdakilerle karnımızı doyuruyoruz. Hüseyin boş gelmiş, bakkaldan bir şeyler alarak katılıyor.
Peş peşe çayları yudumlayıp etrafı izleyerek geçiyor zaman. Ama bunu değiştiren bir durum: Hüseyin’in lastiği sönük. Meğerse her gezide patlarmış. Hele Muğla turunda 15’er kere patlamış. Bayağı fazla. Bir sorun olmalı. Herhalde batan şeyi bulamıyorlar, kalıyor içinde, gene patlatıyor. Başka ne olabilir ki? Patla, patla... sıkar adamı.
Camide kova var, su doldurup patlağı buluyoruz. Bir de supaptan kaçıyor hava. Onu da sıkıştırıyoruz. Havasını basıp yola koyulacağız. Ayrılmadan bir tur atalım, ineklere uğrayalım diye köy içine sapıyoruz. İnekler her yerde, boy boy. Bir kadın, bahçesine dalmış olanları kovalıyor. Bolca resim çekiyoruz.
Ama tatsız bir durum: Bu sefer Hüseyin’in ön lastiği sönük. Hoppala! Gerçekten bir kurşun döktürmeli Hüseyin J Bu kadar sık patlayan lastik de çekilmez ki!
Bu arada bir şeyi paylaşayım: cımbız ve supap anahtarı. Fikret Albay’dan öğrendim, yanımda bir cımbız taşıyorum. Şimdi lastik patladı, elimizle lastiğin içini yokluyoruz. Bulduk dikeni, çıkardık. Ama onun dibi kaldı. İleride batıp gene patlatacak. O nedenle lastiği iyicene büküp dikenin dibini cımbızla çıkartmak lazım-mutlaka! İkincisi supap anahtarı. Lastikçilerde bulunur. Hem kapaktır hem de ucu supabı söker-takar. Ayriyeten beraberinizde yedek supap da bulundurun. Neyin gerekeceği hiç belli olmuyor. Tabii bu dediğim araba supabı olanlar için.
Neyse Hüseyin ön lastiği de yamıyor ve nihayet dönüşe geçebiliyoruz (bu arada belirtmeliyim ki Hüseyin’in eli çabuk. Dakikasında işi bitiriyor. Patlak uzmanı olmuş). Oldukça düz, yer yer de inişli bir asfalttan Okan Üniversitesi’nin yanına, sonra hafif tırmanışları olan kıvrımlı bir yoldan Tepeören’e geliyoruz. Rüzgar arkamızdaydı. Biraz rahatladık.
Süt neden beyazdır?
Hayvanlar yedikleri
yiyeceklerin rengi ne olursa olsun ürettikleri besinlerin bu renkler ile
alakası yoktur. İnekler aslında verdiğimiz bu örneğe uygun en ideal
hayvanlardır. Bir inek çevresinde bulunan yeşil renkli otlardan başka pek bir
şey yemez. Bunun sonucunda ise beyaz renkli süt her defasında kusursuz bir
şekilde üretilmektedir.
İneklerin midesi insanlardan farklı olarak 4 odacıklıdır. Bu odacıklarda gelen yiyecekler çözülür ve moleküler
bir hale getirilir. Moleküllerin ise herhangi bir rengi yoktur. Peki renksiz
moleküllerden beyaz renkli süt nasıl meydana gelmektedir? Süt içinde bulunan Kalsiyum
Kasinat süte beyaz rengi veren asıl maddedir.
Peki tüm bunların mantıklı bir
açıklaması varken dışkı neden kahverengi veya idrar neden sarıdır? Dışkının
kahverengi olmasını sağlayan en önemli nedenlerden biri bağırsaklarda bulunan
sindirim enzimlerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca bağırsaklarda ve böbreklerde
bulunan safra sıvısı ise yine idrara sarı rengi veren ayrıca dışkıya kahverengi
veren kimyasaldır.
İstanbul Park’ın yakınlarından geçerken gürültülü motor sesleri bize kadar geldi. Araba mıydı, motosiklet miydi bunlar? Dikkatlice baktığımızda motosiklet olduklarını fark ettik. Antrenman mı yapıyorlardı, kurtlarını mı döküyorlardı?
Tepeören, adından da anlaşıldığı gibi tepede. Dört yöne giden bir kavşağın üstünde. İştahımıza da diyecek yok. Gene açıktık. Nerede doyurabiliriz? Bakınıyoruz, aranıyoruz, etrafta etçiler bol ama biz pideciye yerleşiyoruz. 7,5 lira peynirli, 8,5 karışık. Porsiyonlar bayağı büyük. Salata yanında ikram. Şişirdik karınlarımızı. Bu şekilde tepeden kendimizi salıyoruz, dönüş yoluna. Buradan itibaren İçmeler’e kadar hep iniş (neredeyse!) olacak.
Yorulmadan döne döne dolanıp geldik Tuzla yoluna ve Kaynarca üzerinden Pendik’e. İstasyonu elimizle koymuş gibi buluyoruz.
Trenin kalkışına 3 dakika var. Alelacele vagonlara yerleşip velespitleri de bağlayıp tıngır mıngır giden trenle evlere doğru yol almaktayız. Biz Kızıltoprak’ta ineceğiz, Levent ve Hüseyin H.Paşa’dan devam edecekler.
Bugünü de böylecene 61 kilometreyle tamamlamış oluyoruz.
Ballıca Turu
Ballıca Turu
Rota: Haydarpaşa-Pendik (trenle)-Ballıca-Tepeören-Kaynarca-Pendik-H.Paşa (trenle)
Tur tarihi: 9 Eylül 2012
Kat edilen mesafe: 61,06 km
Ortalama hız: 15,5 km/s.
Bisiklete biniş süresi: 3 saat 56 dk., dışarıda geçen zaman: 12 saat 42 dk.
En yüksek sıcaklık: 32 ˚C, en düşük: 22 ˚C, ortalama 28,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış): 662 m, kaybı (iniş): 568 m.
Garmin yol bilgileri için: Ballıca
Tur bilgisi: Tren pazar olduğundan mesai saati uygulaması yapmıyor. Ancak tam bilet kesiyor bisiklete.
Pendik’ten Sabiha Gökçen ayrımına kadar yer yer düz ama hafif tırmanış, sonra dikleşen bir çıkış ve Ballıca-Kurtdoğmuş sapağına kadar iniş. Buraya kadar yol kaymak asfalt ve güvenlik şeridi var. Ancak solunuzdan hızla araç geçmekte. Sapaktan sonra yol daralıyor, asfalt 2. sınıf oluyor ama daha sakin ve boş.
Ballıca’dan Okan Üniversitesi’ne kadar düz ve iniş. Sonra Tepeören’e doğru hafif hafif çıkış. Tepeören’den sahile (Tuzla) İçmeler’e kadar iniş. Sahil yolu Pendik’e kadar düz, hafif çıkış ve inişli. Kaynarca içi kalabalık ve trafikli.
Ballıca’da bir kahve ve bakkal var. Lokanta yok. Tepeören’de lokanta, kebapçı ve pideci var. Bakkal ve fırın da.
İlginizi çekebilir Ballıca Trio, AltınPedallar 9 Doğurdu, 11 Nisan Ballıca, şimdi haberler...