Nasıl başlarsan öyle devam edersin turlarımıza devam. 2’ncisini Anadolufeneri’ne yaptık. Şöyle 80 km.lik bir daire, muhteşem keyifli bölümleri olan. Özellikle Akbaba’dan başlayıp Zerzevatçı’ya kadar aşağı yukarı 30 km.lik bir bölge. Ama sağlam 3 tırmanış sizi bu yolda bekler. İlki Akbaba’dan başlar. Uzundur ve %14’ü gösterir. İkincisi Kaynarca’dan, ilkine göre daha kısadır ama %19’u gösterir. Üçüncüsü Zerzavatçı’dan başlar, başı rahattır ama dönülen köşe (%19) sonrası dikleşir, %10’un altına düşmez. Ama işin en güzel yanı, Akbaba sonrası zirveye çıkınca neredeyse Anadolufeneri’ne kadar iner, Kaynarca’ya kadar da hiç tırmanmazsın. Yemyeşil bir bölge, tertemiz bir hava, trafiği olmayan bir yol...
Sabah gene buluşma stresi olmadan 9 buçuk gibi çıktık. Eve yakın diyebileceğimiz, Finans Merkezi dedikleri inşaat alanının altından geçen yol, nedense her sabah geçişlerimizde sulanmış oluyor. İnşaatın da çimentoları yollara kadar geldiğinden/uçtuğundan, ıslanmış, berbat bir çimento grisi üzerinde sürmekten nefret eder oldum. Hem kayganlaşması, hem sıçratması, üstelik dar bölümlerde arkandaki araçtan kaçarcasına pedallamak... Başka bir yol bulmak lazım. Bu inşaatlar daha 2 sene sürecektir.
Küçük Çamlıca, Nakkaştepe, Beylerbeyi ve sahilden Beykoz-Akbaba’ya uzandık. Boğazın bu yakası çok soğuk oluyor hep. Bugün de 6 derecenin üzerine çık(a)madı. Güneş de tepelerin arkasında olduğundan öylesine soğuktu ki hava. Ara sıra güneşli bölgelere girdikçe neredeyse ısınmak için duracaktık. Paşabahçe yokuşu biraz olsun terletti de ısındık.
Çocukluğumda evde musluktaki su içilir, durum bugünkü gibi değildi. Bugünse, şişe suyu da pahalılaşınca çeşmelerin önlerinde acayip kuyruklar görmekteyim. Ama öyle böyle değil. O kadar çok bidon var ki sıra kim bilir kaç saatte geliyordur. Merak ettim; şişelenmiş su nasıl ortaya çıktı?
İlk şişelenmiş su, 17. yüzyılda, Birleşik Krallık'ta bulunan Holy Well kuyusundan elde edildi. Bu dönemde şişelenmiş suların çoğu, doğal olarak oluşan maden sularından üretildi. Maden suları, insan sağlığına faydalı olduğuna inanıldığı için ilk çıktığı yıllarda tüketim anlamında Avrupa genelinde başarıya ulaştı. Avrupa'da düz sular temiz musluklar aracılığıyla halka ulaşsa da halk alışkanlıklarından vazgeçmedi. El yıkamak ve temizlik yapmak için musluk sularını, içmek içinse karbonatlı suları tercih ettiler.
ABD'de musluklardan akan sular temiz olmadığı için musluk sularının içilmesi insan sağlığı açısından pek sağlıklı değildi. Bu nedenle şişelenmiş su endüstrisi ortaya çıktı ve ilk şişelenmiş ticari su 18. yüzyılda satıldı. ABD'de 20. yüzyıla gelindiğinde musluk suları klorlama yöntemiyle temizlendi ve içilebilir hale getirildi. Bu durum da maden suyuna olan talebi ciddi oranda düşürdü.
Maden kaynakları yüzyıllardır Almanya'da su kaynakları olarak kullanıldı. Almanlar maden sularını sevdiler. Selters ve Gerolstein'da bulunan doğal karbonatlı maden kaynakları ülke genelinde popüler oldu. Popüler olan bu sulara erişim pahalı olduğu için 1767 yılına kadar sadece Alman seçkinler erişim sağlayabildi. Kimyager Joseph Priestley, bulduğu bir demleme yöntemi sayesinde suyu karbonatlamayı (*) icat etti ve bunun hakkında makale yazdı. Birkaç yıl sonra amatör bilim insanı Jacob Schweppe, Priestley'in yöntemini ileriye taşıdı ve ilk pratik gazlı su üretim sürecini geliştirdi. Schweppe'nin kurduğu şirket Almanya'da bulunan herhangi bir kaynaktan su alıp onu karbonize edebilmekteydi. Schweppe'nin şirketi sayesinde her statüdeki Alman vatandaşları, aynı kalitedeki karbonatlı suyu içebilme imkanına sahip olmuştur... denilmekte. Bu arada belirteyim, Jacob Schweppe, gazlı içecek şirketi Schweppes'in kurucusudur.
(*) Karbonik asit alabilen maddelere bu gazı vererek onları karbonat durumuna dönüştürmek.
İstanbul’un 39 ilçeleri arasında yer alan Beykoz nüfusunun %68’inin İstanbul nüfusuna kayıtlı olmadığı, kayıtlı olanların arasında Giresunluların %10’la ilk sırada yer aldığı, Kastamonu, Ordu, Rize ve Trabzonluların önemli yer tutuğu, ilçe nüfusunun coğrafi bölgelere dağılımında %44 ile Karadeniz bölgesinin ilk sırada geldiği anlatılıyor. Yani ilçenin yarıya yakını Karadenizli. Zaten İstanbul’da nereye gitsen illaki bir Karadenizli görmez misin?!
Beykoz çayırı sonrası Akbaba diye sapınca, otobüslerin son durağı da geçilip solda çevrelenmiş, başlamak üzere hazırlık yapılmış, Tokatköyü Evleri gibisinden yazılardan anlaşılıyor ki, milleti polis gücüyle evlerinden çıkarttıkları, direnişlerin yapıldığını okuduğumuz yer burası. Asılı görsellere bakacak olursak burada öylesine bir yapılaşma öngörülmüş ki, 776 konut ve 47 işyerinden söz ediliyor, bölgeyi öldürecek-bitirecek, buradan geçişlerimizi de zora sokacak.
Akbaba kahvaltı noktamız. Her zaman ki gibi orman masalarına oturuyor -ama gecenin rutubetinden öylesine ıslanmışlar ki, kurulamak gerekti- içilen çaylar (büyük 7,5) eşliğinde sandviçlerimizi mideye indiriyoruz. Yol için köy fırınından alınan kurabiyelerle ayrılıyor ve hemen ardından gelen Anadolu–kavağı/feneri yokuşuna vuruyoruz bisikletleri. Zank diye rampa karşına burada çıkar. Başlarsın duvarı tırmanmaya. Tek avantajlı yanı, güvenlik şeridinin geniş olması. Yoldan gitmek zorunda değilsin, araçlar arkanda birikmez.
Uzunca bir yokuş çıkılıp tepe noktasına vardın mı sal kendini, pedallamadan Fenerdesin. Buraya ilişkin çok şeyler anlattım önceki turlarımızda. Tekrar etmeyeyim, buradan okuyabilirsiniz > Korona günlerinde bisikletle kaçamak; Anadolufeneri
Fenerden sonra da gene kıvrılarak iner, yazın ful çeken plajın kenarından, askeriyenin kapısı önünden (buradan geçiş izni verseler Riva’ya kadar yol gözüküyor haritada) ve dümdüz bir yolda LLL (laylaylom) pedallarsın, Kaynarca’ya kadar... Bayılacaksınız bu yola-bölgeye.
Beykoz’un bir köyü olan Kaynarca’nın nüfusunu 93 Harbinden sonra gelen Lazların oluşturduğu söyleniyor. 93 Harbi, ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, II. Abdülhamit ve II. Alexander döneminde yapılmış olan bir savaştır. Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir. Hem Osmanlı Devleti'nin batı sınırındaki Tuna (Balkan) Cephesi'nde, hem de doğu sınırındaki Kafkas Cephesi'nde savaşılmıştır. Savaşa hazırlıksız yakalanan Osmanlı Devleti çok ağır bir yenilgi almıştır. Savaşın başlıca sebepleri; Osmanlı Devleti'nde yaşanan azınlık isyanları, Rusya ve Batı Avrupa ülkelerinde, Osmanlı Devleti'nde yaşayan Hristiyanların insan haklarının çiğnendiği konusunda oluşan tek taraflı kamuoyu, Rusya'nın Balkanlardaki genişleme siyaseti, Romanya ve Bulgaristan'ın bağımsızlık istekleri ve Panslavizm akımıdır. Avrupa'nın büyük güçleri savaşı önlemek için İstanbul'da Tersane Konferansı'nı toplamışlar, ancak Osmanlı Devleti'ne yaptıkları taleplerin reddedilmesi üzerine savaş patlak vermiştir.
Yaklaşık bir yıl süren savaşta Osmanlı orduları savunma savaşı yapmıştır. Batılı devletler ise tarafsız kalarak savaşı bitirmek için ara buluculuk yapmıştır. Özellikle Balkanlarda bu olaylar neticesinde etnik temizlikler yaşanmış ve yer yer kıyımlar görülmüştür. Sonunda batıdaki Osmanlı savunma hatlarını kıran Rus ordularının önü açılmış, dirençle karşılaşmadan İstanbul'un eşiğine (Yeşilköy) kadar ilerleyerek Osmanlı Devleti'nin varlığını tehdit etmiş ve bunun sonucunda Osmanlı Devleti Ayastefanos Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Ancak Batı Avrupa ülkelerinin bu antlaşmanın koşullarından hoşnut kalmamaları sonucu bu antlaşma geçerliliğini yitirmiş ve yeniden imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti, çok fazla toprak kaybetmiş, Balkanlardaki nüfuzunu büyük ölçüde yitirmiştir. Balkanlar'da ve Kafkasya'da sayıları 1 milyonu aşkın Osmanlı vatandaşı mülteci konumuna düşmüş, savaş süresince ve savaştan sonra Anadolu'ya dev göç dalgaları yaşanmıştır. Ayrıca Batum'da yaşayan Müslüman Lazlar ve Gürcüler Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalmışlardır.
Şimdi Kaynarca yokuşundayız. Buradaki ikinci duvarı da tırmanırsan çok keyifli bir ormandan geçerek indiğin nokta, Dereseki rampasından gelen yolla buluşur. Riva yoluna çıkıp sağa, Kavacık’a doğru ve 1 km sonra MŞP diye sol, Zerzevatçı’ya doğru devam edin.
Zerzevatçı köy camisinin önü kalabalık, araç ve insan dolu. Belli ki mevlit var. Köy kahvesi, adını Zerbucks koymuşlar, iyi de bir espri olmuş, sanırım belediyeye ait. Birer çayla (3-) nefesleniyoruz.
Sırada 3’üncü yokuş var. Dediğim gibi yumuşak başlar sona doğru dikleşir. Tırmanılıp gelinen Acarlar-Görele döner kavşağında hemen soldan inen yolu seçtik. Belki bir kere gitmişizdir, pek de hatırlamıyorum ama yokuş aşağı inen yol bizi anayola çıkarttı. Aslında ilk başta nereye çıktığımızı anlayamasak da sağdan devam edip geldiğimiz kavşakta sol Polonezköy, sağ Çavuşbaşı yazısını görünce hangi yönde olduğumuzu anlıyoruz.
Bundan sonrası Ümraniye’ye kadar gidilen bir yol. Elmalı Barajı kıyısındaki çayırların kenarından geçen, inilen çıkılan, yer yer yol üzerindeki sertleşmiş çimentoların verdiği sıkıntılar, Hekimbaşı’ndan sonra trafiğin yoğunlaştığı, Ümraniye içinde bunaltıcı olduğu... Nihayetinde eve vardık.
Anadolufeneri 2023; ...öyle devam edersin: Dudullu-K.Çamlıca-Nakkaştepe-Beylerbeyi-Beykoz-Akbaba-A.Feneri-Kaynarca-Zerzevatçı-Çavuşbaşı-Hekimbaşı-Ümraniye-Dudullu
Tur tarihi: 8 Ocak 2023
Alınan yol: 77,14 km
Ortalama hız: 17,6 km/s
En yüksek hız: 54,3 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 s 22 dk, dışarıda geçen süre 5 s 39 dk
En yüksek sıcaklık 18 ˚C, en düşük 6 ˚C, ortalama 10,3 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1391,3 m, kaybı (iniş) 1375,7 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 240 m
Garmin yol bilgiler
Relive yol bilgiler