6 Aralık 2008

Tuzla - MiniGezi

Havalar öyle güzel gidiyor ki, insanın evde durası yok. Ancak fazla da uzağa gidemeyince, biz de kısa bir gezi olarak bugün Tuzla’ya gitmeye karar verdik. Hasan’la sabah 8:15 gemisiyle Beşiktaş’tan Kadıköy’e geçmek üzere randevulaştık (02.12.08). Bari erken çıkalım da, zaten gün erken kararıyor dedik. İskeleye vardığımda daha Hasan gelmemişti, merak da ettim, çünkü genelde o hep ilk gelirdi, hani evi daha yakın mı diye, yoksa daha erkenci olmasından mı - bilemem ama, bu sabah durum tersiydi. Neyse ki, fazla beklemeden Hasan çıkageldi. Meğersem gene erkenciymiş, ama kafasına acaba gazı kapattım mı sorusu takılınca, bir pedal geri dönüp emin olmak istemiş. Aşırı bir kalabalık yoktu sabah saati için gemide, daha çok ters yönde gelen gemi doluydu. Biskletleri yerine yerleştirdikten sonra, ben kahvaltı etmediğimden, bir simit+çay aldım kendime, Hasan evden boş miğdeyle çıkmamıştı, çay istemedi. Girişteki kapalı bölüme oturup, hem sohbet, hem bedava gazeteyi karıştırınca, 20 dk çabucak geçiverdi.


İskeleden çıkınca haydi dedik, yolu biraz uzatsak da, sarı balonun oradan, İDO iskelesi yanından dolaşarak Fenerbahçe Stadı’na geldik.

Sabah sabah keyfimiz yerinde, kenardan gidiyoruz, bir 8 kişilik dolmuş oldukça yakınımdan geçerek solladı beni, bayağı tedirgin etti. Hani öyle de sıkışık değil trafik. Kırmızı ışıkta yetiştik yanına ve uyarmak istedik, yaptığının tehlikeli olduğunu, bu kadar yakın geçmemesi gerektiğini anlatmaya çalıştıksa da, anladık ki kasıtlı geçmiş. Sinirli bir ifadeyle “ezerim, çıkın kaldırıma” diye bize kaldırımı gösterdi. Biz de öfkelendik bu lafa ve ona, orasının yaya yolu olduğunu, bizim de bu yolda hakkımızın olduğunu anlatmaya çalıştıksa da, şoför büyük bir kabalıkla, kulağından soluyarak bastı gitti. Düşünsenize, daha bisikletin yolda hakkı olduğunu bilmeyen / kabul etmeyen bu şoförün elinden iyi kurtulduk, ezilmeden. Bu mesele bunlara anlatılmalı, bunların dernekleri veya odalarını ziyaret edip “bisiklete dikkat” gibisinden bir uyarı veya benzeri bir yazı bırakılmalı. Hep söyledim, trafikdeki yaşadıklarımızı, söyle bir derlesek toplasak da yayınlasak. İlgililere ulaştırsak.

Neyse dedik ve Kızıltoprak çataldaki benzinciye (BP) girip lastiklerimizin havasını tamamladık ve sahil yoluna inmeden, bizi Pendik’te bekleyen Sibel’e geç kalmamak için, araba yolundan basmaya başladık. Havanın güzelliği ile ve Hasan’la böyle yollarda çok pedal başmış olmanın deneyimiyle kısa sürede Bostancı’yı geçtik. Maltepe yakınlarında, Hasan arayı biraz açmıştı ki kafamı kaldırıdığımda, solundan otoparka girmeye çalışan bir küçük kamyonet tarafından yere doğru itildiğini ve Hasan’ın büyük bir çabayla araca direndiğini gördüm. Saliseler içinde olan bu durum karşısında şok oldum ve yanına varıp anlamaya çalıştım olanları. Kamyonetçi de durup indi araçtan ve biraz korkulu bir ifadeyle yanımıza geldi. Hasan büyük bir ustalıkla durumu toparlamış, ama gene de sol eli, aracın aynası tarafından sıkıştırılmıştı. Ama yere düşmemişti, ancak oldukça akrobatik hareketlerle sıyırmıştı kendini kazadan. Şoför dikkat etmemiş, ama sinyal verdim diyordu. “Kardeşim vermiş olabilirsin, ama üstümüze doğru direksiyon kırıp parka dalınır mı, beklesene geçsin bisiklet de öyle gir” dedik de ne oldu? Olan Hasan’a oldu ve biraz ayarı bozulmuş ön fren koluna (tekrar geçmiş olsun kardeşim).

Haydi hayırlısı dedik ve hemen yakında kurşun döktürmeye karar verdik (yok burasını attım :)) Tekrar başladık pedallamaya, bu sefer ön fren bozuk Hasan’ın. Neyse ki yolda büfe de bulduğumuz bir pense ile sıkıştırıp düzelttik arızayı.

Tam 10:30’da Pendik’deydik (30 km yazdı saat). Biz gelmiştik de Nişantası’ndan, Pendik’te oturan Sibel’den eser yoktu (hep öyle olmaz mı, yaknda olan geç kalır). Haydi bir arayalım cepten dememize kalmadan, ışıkların arasından karşıya geçtiğini görünce rahatladık. Fazla oyalanmadan yola koyulduk ve İDO’yu geçince kaldırıma çıkalım dedik. Ama o ne durum, her yer cam. Mümkün değil patlatmadan lastiği gitmek. Ya bu ne garip durumdur, bu adamların, illaki içtikleri şişeleri kırmaları mı gerekir? Yoksa alkol mü bu isteği ortaya çıkarır - bilinmez. Bir zamanlar buna takılmış ve Kartal-Pendik-İBB belediyelerine yaz-çiz yoluyla şikayet etmiş ve büyük bir uğraşı sonucu temizletmiştik, ama akşam gelenler tekrar ortalığı şişe kırıklarıyla doldurmuştular. Başa çıkmak mümkün değil, ama bir yolunu da bulmalıyız. Depozitoyu yüksek tutmak bir çare olabilir mi?

Pendik çıkışına vardığımızda, Hasan aldığı bir telefon sonucu geri dönmek zorunda olduğunu açıklayınca üzülmedik desem yalan olur, ama konu önemliydi onun için ve biz de sesimizi çıkartmadık ve bir hatıra resmi çektirip onu azat ettik.

Biz askeriyenin önünden devamla, tershaneleri geçerek 1 saat gibi bir zaman içinde, keyifle Tuzla’ya vardık (12 km daha eklendi).

Tuzla, Osmanlı öncesi de bir yerleşim birimiydi ve ilk bulgular Kalkolotik çağa kadar geri gitmekte. Yapılan kazılarda, o döneme ait çıkan çanak, çömlek ve kültür eşyaları bu bölgede yerleşim olduğunu gösterir. Yanı sıra, Bizans devrine ait de pek çok mimari unsura rastlanmış, manastır ve kiliseler ortaya çıkmıştır. Tuzla 1400 yılında Yıldırım Beyazıt zamanında kesin olarak Osmanlı yönetimine geçmiştir. O dönemde Rumlar’dan, Türkler’den oluşan halk, geçimini balıkçılık, zeytincilik ve tütün işletmeciliği ile sağlarmış. Daha sonra Lozan antlaşmasıyla buradaki Rumlar göç etmişler. 1992 yılında, İstanbul’un 32. ilçesi olan ve 80’lerin sonuna kadar balıkçılık ve çiftçiliğin hüküm sürdüğü Tuzla, bugün büyük bir tersane görünümündedir. Bu da çevreye ağır bir kirlilik getirmekte ve yaşamı olumsuz etkilemektedir.

Sibel için buraya kadar gelmek bir ilk olduğundan, yüzündeki mutluluk ifadesini fotoğraflarda görebilirsiniz. Sahildeki yürüyüş yolunun sonuna, kum iskelesine vardık.

Vinçlerin koca kamyonları doldurup doldurup yollamalarını izledik ve kıyıya paralel küçük tersane ve villaların arasından biraz dolaşıp yol bitince, …

…karnımızın zil çalmasıyla birşeyler aramak için geri döndük. Parkın içinde yapay bir şelalesi olan lokanta-cafe’nin akan suları, merakımızı uyandırdı.

Sibel cesaretiyle önden gidip keşif yaptı ve ben de onu izledim. Altı nargile deposu ve çocuk bisikletlerinin atıldığı ilginç bir yerde, üstümüzden akan şırıl şırıl suyu izledik.

Sonra Tuzla sahilindeki yemek yenilen yerler arasından, ikimizin de zevkine hitap edebilecek bir yeri, uzun bir gel-git sonrası, “Şark Sofrası” nı seçtik (Akbank’ın yanında).

Antep mutfağı, lahmacun, kebap ve pide çeşitleri arasından, bir çorba ve kaşarlı pide de karar kıldık. Ama hızımızı alamayıp bir de künefe paylaşmak istedik. Bakalım nasıl yapıyorlar? Güzeldi, çok tatlı olmaması Sibel’in hoşuna gitti.

Çaylar müesseseden olunca bolca içtim:)) Fiyatlar pek ucuz gelmedi bize, çorba 3, pide 7,5, lahmacun 1,5, künefe 5, kebaplar da 12-15 lira arasıydı. Adam başı 13 lira fazla gözüktü gözümüze. Sibel sahibiyle konuştu ve grup olarak gelindiğinde %10 indirim hakkını alıverdi oracıkta (burası bisikletçi uğrak yeri). Konuş konuş ama dönmek de lazım, gün uzun sürmüyor diyerek atladık bisikletlerimize ve dönüşe geçtik. Yol çok rahattı, fazla trafik yoktu, sorun yaşamadan tersanelerin (Kaynarca) önüne geldiğimizde, elektrik direğinin nasıl bir Bispark’a çevrilmiş olduğunu görüp, bunun bir anı resmini çekelim dedik (böyle ilginç örnekler toplamak güzel oluyor).

Sibel de kendi bisikletini ekleyerek diğer bisikletlere arkadaşlık etmesini sağladı. İspark yetkilerine buradan seslenerek, oraya da bir Bispark yapmaları gerektiğini göstermek istiyoruz. Çünkü Bostancı’daki parkın her geçişimde dolu olduğunu görmek beni çok mutlu ediyor, demek ki bir gereksinimmiş.

Pendik’e vardığımızda Sibel bana kahve içebileceğimiz güzel bir yeri, Pendik Tenis Kulübü’nü önerdi.

Gerçekten keyifli, oynayanları izleyebildiğiniz, şu sıralar da üye olmak isteyenlere avantajlı olanakların sunulduğunu Nejla Hanım’dan (yöneticisi) aldığımız bilgilerle öğrenerek ,Türk kahvelerimizi yudumladık (kahveler 2,5 lira).

Güneş kaybolmadan ben kaybolayım diyerek Sibel’e vedalaşıp, Kadıköy’den 17:45 gemisiyle Beşiktaş’a, oradan da Akaretler yokuşu üzerinden Nişantaşı’na vasıl oldum. 10 saat temiz hava, 85 km yol ile bu küçük turumuzu da bitirmiş olduk.

Bu gezide gözüme 2 şey takıldı:

1. Yol kenarlarındaki beyaz cam düğmeler (ne isim vereceğimi bilemedim). Bunları kim yerleştirdiyse Pendik’te çoktu, başka yerlerde de önüme çıkmıştı (Ataköy tarafları).

Bunlar yüzünden kaldırıma uzak gitmek zorundasınız, sürekli üstünden geçince rahatsız ediyor ve ters acıyla da girerseniz hakimiyetinizi sarsabiliyor. Yanınızdan arabalar yakın geçiyorlar mecburen, siz yolun içinde olduğunuzdan. Bazıları eksilmiş, o zaman da deliğine girmemek için kollamalısınız. Yani bisikletliyi düşünerek tek birşey yapılmamış, yok sayılmışız. İşte bir arada durmak ve sesimizi toplu çıkarmak için bir neden daha. Doğru dürüst bisiklet yolu istiyoruz!

2. Bostancı - Caddebostan sahil bisiklet yolu zifir karanlık. Sokak lambaları orada neden yanmaz (uzun zamandır). Hani Belediye aşıkları mı düşünmektedir? Bir de hayalet bisikletçiler var, ışık mışık yakmadan, vın diye geçiveriyor yanınızdan. Herhalde yayaların ödleri kopuyordur bunlardan. O nedenle belki herkes banklara oturmuş korkudan birbirlerine sarılmış.

Bir başka gezide hep beraber olmak dileğiyle kazasız belasız yolculuk dilerim.

Kaynakça:
Bu bölgeye yapılmış başka gezi Tuzla'ya kaçamak