Doğu (Orient) güneşin doğuşunu-yükselişini anlatan Latince "oriri" fiilinin geçmiş zaman çekimi "oriens"den; Batı (Occident) ise güneşin batışını-düşüşünü anlatan "occidere" fiilinden türemiş yön kavramlarıdır. Doğu ve batıyı yön anlamı bakımından anlatan birebir karşıtlık zaman içinde kavramların uygar, kültürel, politik ve tarihi yönlerini de kapsar hale gelmiştir.
Politik bir kavram olarak Batı'nın ortaya çıkışı esasen MS 285 yılında Roma İmparatorluğu'nun Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye bölünmesinin eseridir. Bu bölünme ile Batı (Occident) Latin alfabesi ile yazan Roma'yı, Doğu (Orient) ise Yunan alfabesi kullanan Konstantinopolis'te örgütlenen Roma'yı betimler. Bu bölünmenin bir diğer sonucu olarak Batı artık Katolik dünyası, Doğu ise Ortodoks dünyası olur. Batı Roma İmparatorluğu ve Ortodoksluk geriledikçe Doğu İslam dünyasını tanımlamaya başlar.
Bir başka görüşe göre ise Batı kavramı 15'inci yüzyıldan sonra oluşur. Bunu sağlayansa İslam ile Hristiyan devletleri arasındaki rekabetin bu dönemde dünyanın önemli politik kavramı haline gelmesidir.
Dünya adlı gezegeni paylaşan insan türünü birbirinden ayrı gruplara hapsetmeye ve birbirinden ayrıştırmaya yarayan türlü kavramsallaştırmalar içinde, tarihsel açıdan en büyük ve etkili grupların başında yer alan "Doğulu" ve "Batılı" kavramları tarih boyunca iki tarafın diğeri ile ilgili algısını da yönlendirmiştir...
Çin'de hızlıca popüler olan gece atıştırması akımda, 18 Haziran'da Kaifeng kentindeki meşhur guan tang bao'sunu (bir tür Çin mantısı çorbası) denemek için paylaşımlı bisiklet ile yola çıkan Zhengzhou kentinden dört genç kadın, yaklaşık 50 kilometre bisiklet sürdü.
Akşam yola çıkan öğrenciler, varış noktalarında dumanı tüten bir tabak Çin mantısı çorbasının görsellerini “Gençliğin ücreti yok, Kaifeng'e gece yolculuğu var” etiketiyle sosyal medyada paylaşınca olay bir anda gece atıştırması akımına döndü.
Doğaçlama gelişen bir gezi olarak başlayan bu yolculuk, gençlik enerjisinin bir sembolüne dönüştü ve paylaşımlı bisiklet yolculuğu o kadar popüler hale geldi ki bazı geceler, bisikletlilerin yol boyunca uzanan uzun kuyrukları görülmeye başlandı.
İki kentin polisinden tedbirler geldi: Bisiklet yolu belli sürelerde kapatılıyor
Çin'in Zhengzhou kentinde ortalama 100 bin öğrenci, düzenli olarak bu akıma uyunca kentte çeşitli problemler baş gösterdi. Bunların başında trafik sıkışıklığı yer alıyor. Metro istasyonlarında bisikletlerin bitmesi, bisiklet park alanlarında yerlerin kalmaması gibi sorunlar trafik yetkililerini önlem almaya itti.
İki kentin trafik polisleri, 9 Kasım Cumartesi öğleden sonra bazı tedbirler alınacağını duyurdu. Buna göre cumartesi günleri saat 16.00'dan pazar günleri öğlene kadar, iki şehri birbirine bağlayan Zhengkai Caddesi boyunca bisiklet yollarının 'bisikletlilere kapatılacağı' belirtildi.
'Bisiklet sürmeden daha fazlası'
Henan Üniversitesi öğrencisi Liu Lulu, China Daily basın organına akımla ilgili yaptığı açıklamada "İnsanlar birlikte şarkı söyledi ve yokuş yukarı tırmanırken birbirleri için tezahürat yaptı. Gençlerin tutkusunu hissedebiliyordum. Ve bu bir bisiklet sürüşünden çok daha fazlasıydı” ifadelerini kullandı.
bisikletle İstanbul ve Çevresi gezimde ziyaret ettiğim Beykoz Cam ve Billur Müzesi gerçekten muhteşem eserlerle dolu. Mutlaka görülmesi gerekli. Ancak bisikletle gelenler için uygun bir park yeri düşünülmemiş. Bir bisiklet sevdalısı olarak ilgililere iletmeyi vazife bildim.
From: Mustafa Dorsay
Subject: Beykoz Cam ve Billur Müzesi
Date: 4 November 2024 09:44:35 GMT+3
To: Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı
Konu: Beykoz Cam ve Billur Müzesi
İstanbul, 4 Kasım 2024
Sayın İlgili,
Geçtiğimiz hafta Beykoz Cam ve Billur Müzenizi ziyaret ettim. Çok etkilendim. Gerçekten muhteşem eserler var ve son derece doğru ve etkili bir sergileme seçilmiş / hazırlanmış. Tek kelimeyle kutlarım.
Mekan ve bahçesi ise bir başka güzel. Ancak bu güzelliğin içinde bir eksiklik var. Bisikletle gelen ziyaretçilere bir bisiklet parkı düşünülmemiş. Gidin otoparka bırakın deniliyor. Orada da bisikleti koyacak / dayayacak yer yok. Yere mi yatırmamız isteniyor?
Bisiklet, alternatif ulaşım aracı olarak artık yaşamımızın içinde yer almakta. Özellikle bisiklet turizmi, İstanbul’u bisikletle keşfetmek gibi, hem bireysel olarak, hem de turizm acentelerin programlarında yer bulmakta. Bisiklet yolları çoğalmakta, toplu taşıma araçlarında bisiklete yer açılmakta, “şeridi paylaş” gibi uyarılar ile toplumda bisiklet algısı gelişmekte.
Bunları göz önünde tutarak siz de müze bahçesinde bisiklete uygun bir park yeri yapamaz mısınız? Güneşten etkilenmemesi için üstü örtülü, kolayca / rahatça yaslanması için dayanakları olan, çalınmasına karşı alınmış önlemiyle...
Bir başka konu ise “fotoğraf çekimi”. Uyarılar var çekilmesi yasak diye. Ancak cep telefonuyla çekilmesine izin var. Hangisi geçerli? Veya çekim yasağı neyi kapsıyor? Profesyonel çekim zaten izin ile yapıla biliniyor. Hatıra çekim işinin de nasıl olabileceği açıklanmış sayfanızda. Peki kompakt cep kameraları mı yasak? Bugünkü cep telefonlarının özellikleri son derece profesyonel çekimler yapmaya uygun. Neden elimdeki kompakt kameraya izin verilmedi? Personel mi yasağı yanlış anlıyor? Yasak işareti ne anlamda konulmuş ve uygulanmakta? Neden kompakt kamera ile çekim olamıyor da cep telefonu ile olabiliyor?
Uzun soluklu turlara çıktığımda rotamı, yolun durumunu, yön, rakım ve uzaklık gibi pek çok bilgiyi önceden hesaplayıp / belirleyip, profilini çıkartır, haritasını oluştururum. Bu iş için de farklı uygulamalardan yararlanmaktayım. Bunlardan birisi de Komoot.
Bugün size bu uygulamayı tanıtmak istiyorum. Kullanmadıysanız eminim hoşunuza gidecek, işinize yarayacaktır. İlkin şunu söyleyeyim; Komoot uygulamasını ve web sürümünü ücretsiz kullanabiliyor, daha sonra ek ürünler satın almak isteyip istemediğinize karar verebiliyorsunuz. Ben almadım mesela. Web sitesini kullanmak, uygulamayı indirmek ve tur planlamak her zaman ücretsiz, yani “beleş” (*). Kaydolduktan sonra özelliklerini keşfedebilirsiniz.
(*) Bu beleş sözcüğü nedense çok hoşuma gider. Söylenişi, kulağa gelişi... Suriye turumuzda Arapça olan bu sözcüğü çok kullandık. Beleş mi değil mi diye sorduk. Karşılığı olan “bedava” kelimesini TDK “Farsça ‘bād’ + Arapça ‘hevā’ sözcüklerinin birleşiminden oluştuğunu gösterir. Yani ikisi de Türkçeye devşirilip gelmiştir.
Komoot’un hikayesine gelince: 2010 yılında, Avusturya ve Almanya'dan altı arkadaş tarafından kurulmuş olup merkezi Almanya'da.Uygulama 2013 yılında başlatılmış. Bisiklet dışında yürüyüş, koşu gibi çeşitli aktiviteler için de rotalar oluşturulabiliyor. Uygulama OpenStreetMap’i kullanmakta. Youtube’da tanıtımını yapan pek çok video var, bakabilirsiniz ama gerek de yok. Karmaşık değil, hemen anlaşılıyor. Hani Türkçesi de hoş; komut!
Atatürk, 29 Ekim 1933 Cumhuriyet Bayramı töreninde.
Cumhuriyetimizin 101'inci Yılı Kutlu Olsun.
Havalar güzel gidiyor. Değerlendirmek için bugün Beykoz-Anadolufeneri taraflarına gitmek istiyorum. Sabah 9’a doğru yola koyuldum. Erken saatlerde serin oluyor. Yokuş inilirken esen rüzgar kulaklarımı üşütmesin diye kafamda Buff da var. Evin yanından inen yokuşa saldım bisikleti. Hızla indiğim anayolun bir bölümündeki çalışma halen sonlanmamış. Finans Merkezi dediler, yıllardır süren inşaatlar ve yol çalışmaları bitmedi. Yol tek şerit olunca arkamda biriken araçlar tedirgin ediyor. Kaçmak için hızla pedal çevirmekteyim. Asfaltta ıslak bölümler de var, bayram nedeniyle yıkadılar mı yoksa? Kaldırımlar kuru çünkü. Büyükçe bir kavşağın çalışmalarına başlanmış. Ciddi bir alan. Uzundur geçmedim buralardan. Havadan giden yollar-viyadükler falan hazır bile. Ama binaları öylesine yakın dikmişler ki. Neredeyse birinin camından diğerine tuz bile alıp vereceksin. Küçük bir alana sıkışmış insanlar gibi dip dibe dizili, iç içe geçmiş hepsi.
Tepeleri çıkıyor-iniyor-kıvrılıyor, bildiğim ama uzundur geçmediğim yollardan Altunizade’ye gelip Nakkaştepe yönüne doğru devam ediyorum. Beylerbeyi’ne inmek için bu sefer Koç Topluluğu’na doğru sapmayıp Bulgurlu-Küplüce-Kirazlıtepe diye yazan yola, düz devam ediyorum. Kimdi şimdi hatırlamıyorum, bu yolu önermiş, ama diktir demişti. Haklıymış. Birazdan dimdik bir yokuşu frenleyerek inmekteyim. Burnum yeri gösteriyor. Böyle aralara sıkışmış bir otel (New Beylerbeyi) önünden geçip, halen kalmış eski küçük evlerin arasından süren yol beni sonunda Beylerbeyi’ne indirdi.
Garmin 13,2 °C göstermekte. Boğazın bu yakası hep soğuktur, çünkü güneş sabahları karşı kıyıya vurur. Yazın iyi de bu mevsimde pek değil. Kuleli’nin önündeki kıyı oltacıların istilasına uğramış, araçlarını da askeriyenin önüne park etmişler. Trafik ekibi anons yaparak kaldırmalarını istemekte. Bu kadar rahat bir ülke olabilir mi? İstediğin yere park edebilir, ters yönde gidebilir, kaldırımı işgal edebilir, kural mural tanımadan aracını kullanabilirsin. Bir de özgürlük yok derler!
Boğaz yolunun durumu pek parlak değil. Hoplamadan zıplamadan gidemiyorum. Çukur, tümsek, kazılmış kanal, lağım kapağı... ardı ardına gelmekte. Ondan kaç-bundan kaç-araç altında kalaca’m.
Beykoz’a yaklaşmaktayım. Hep merak etmişimdir adı nereden gelir? Yıldırım Bayezid 1402 yılında Beykoz’u almış. O zamana kadar Amikos olan adını “Beylerin Köyü” anlamında Beykoz olarak değiştirmiş (koz Farsçada köy anlamına geliyor)... şeklinde bir açıklama var. Süper. Ve Paşabahçe Cam Fabrikası önünde polis yolu araç trafiğine kapamış. Tören varmış meydanda, ama bisikletle geçebildim. Belediyenin önü kalabalık. Sandalyeler dizili, bayraklar, flamalar, mehter takımı hazır ve nazır. Önümde bir heyet yürümekte. Belediye başkanı olabilir, kılığına kiyafetine bakacak olursam. Beraberinde üniformalı bir deniz subayı ve siyah giysiler içinde adamlar. Karşılardan bir trampet sesi geliyor. Ve yaklaşan kortej, bando, öğrenciler, öğretmenleri, önlerinde okul isimleri yazılı, sıra sıra ilerlemekteler.
Beykoz merkeze kadar yol kapalıydı. Keyifle pedalladım. Araç olmaması ne güzel. Devam ediyorum, Beykoz Çayırı ve Akbaba’ya doğru. Aklıma Cam Müzesi geliyor. Biri anlatmıştı buralarda olduğunu. O zamanlar da işaretlemiştim haritada. Bugün oraya gideyim, Anadolufeneri’ne başka zaman giderim diyor, durup kenarda haritadan yolu buluyor, sağdan Elmalı-Kavacık-Çevreyolu diye sapıyorum. Yolun durumu süper, asfalt kaymak. Hafif çıkılıyor, araç trafiği var ama, İETT otobüsleri de geçmekte. Türk-Alman Üniversitesi geliyor. Bayağı bina görüyorum. 2010 yılında kurulmuş. Ama fikir çok eskilere gitmekteymiş. 1912 gibi erken bir tarihte, İstanbul Boğazı'nda bir Alman-Osmanlı üniversitesi kurmak amacıyla Berlin'de kurulan komitenin çalışmaları 1957, 1990, 2007, 2008 gibi tarihlerde şekillenerek günümüze ulaşmış. 5 fakülteden oluşan TAÜ'de öğrenim ücretsiz.
Ve birazdan geldiğim kavşaktan sağ yapıp, Beykoz Cam ve Billur Müzesi de çok uzak değil, girişindeyim. 65+ ile duhûl olacağım. Görevli uyarıyor, “Bisiklet parkımız yok, otoparka bırakıp yürüyeceksiniz. İçeride kullanmak Yasak!” İterek gitsem. “Yas-sak!”
Güzel ve büyükçe bir bahçe içinden geçip otoparka geliyor ama devam ediyorum müzeye doğru. Tabii hemen görevliler tarafından karşılanıp buraya koyamayacağım uyarısını alıyorum. “Şuraya koysam, şimdi otoparka kadar çıkmasam.” Olmaz, gelin arkada deponun oraya koyalım diyor görevli ve beni yönlendiriyor.
Müzeyi gezmeden önce tarihçesine bir bakmamız lazım: Osmanlı döneminde kurulan ve adını devrinin en önemli cam fabrikası olan Beykoz Cam ve Billurât Fabrika-i Hümâyûnu’ndan alan Beykoz Cam ve Billur Müzesi, 19. yüzyılın önemli vezirlerinden Abraham Paşa’nın (*) görkemli malikânesi içindeki köşkler, kuşhaneler, havuzlar, tiyatro binası ve ahır yaptırdığı tarihi binada.
Kafeteryanın yanından bahçeyi geçip müze girişinde galoş giymem isteniyor ve elimdeki fotograf makinesini kullanamayacağım, istersem telefonla çekim yapabileceğim söyleniyor. Hoppala! Telefonlar artık öylesine müthiş fotolar çekmekteler ki, bu makine yanında tıfıl kalır desem de sempatik güler yüzlü memure cevap veremiyor. Öyle demesi tembih edilmiş ona da, ne yapsın! Bunu müdüriyete yazmam lazım (**). Gerçi yazsan da değişen olmuyor! İşte “mastürbasyon” zaten yaptığımız.
Mekan büyüleyici, eserler daha da büyüleyici. Cam sanatının gelişim evrelerini adım adım izlemekteyim. Memlûkler döneminde yapılan cam eşyalardan Avrupa’da Osmanlı sarayları için üretilmiş eşsiz eşyaya, envaiçeşit cam ve kristal görülmekte. Sarayda kullanılan büyük su şişeleri, renkli parfüm şişeleri, tabaklar, avizeler, vazolar, ibrikler, gaz lambaları gibi eşi olmayan eserler, estetik ve zarafetiyle göz kamaştırıyor. Müzede, Dolmabahçe Sarayı’ndan getirilen camdan su fıskiyesi ile Fransız yapımı aynalı saltanat arabası da yer almakta. İnanılmaz bir yer. Burasını nasıl olmuş da daha önce görmemişim? Gerçi açılışı 2021’de olmuş. Yani öylesine eski değil.
(*) Abraham Paşa (1833-1918), Osmanlı İmparatorluğu ile Mısır Hidivliği arasında önemli rol oynamış bir Ermeni vezirdir. Ama hayatı çok ilginç. Şöyle ki: Abraham Paşa, bir sarraf ailesinin oğlu olup asıl adı Abraham Eramyan. Abdülaziz’in yakın dostu, ana dili gibi Türkçe ve Arapça bilen, Fransızca konuşan, boğazın iki yakasında, Karadeniz’e kadar uzanan geniş arazilerin sahibi, Beyoğlu ve İstanbul’un sayılı zenginlerinden. Büyük mal varlığı ve parasal servete sahip olduğu söylenen ve lüks yaşam düşkünü Abraham Eramyan, ava, borsaya ve kumara olan tutkusuyla da ünlü. Meşrutiyette (1876) II. Abdülhamit Han tarafından Ayan azalığına bile (dönemin senato üyeliği) tayin edilmiş.
Abraham Paşa’nın Beyoğlu’nda yaptırdığı ve Cercle d’Orient Kulübüne kiraladığı konak ile Büyükdere’deki Kocataş Yalısı dönemin en görkemli yapılarındandır. Hayatı boyunca lüks içinde yaşayan Abraham Paşa bir süre sonra para sıkıntısı çekmeye başlamış. Osmanlı Bankasından 1891’de aldığı borç karşılığında Beyoğlu’ndaki konak ve arsasını ipotek ettirmiş. 1893’te tekrar avans alan Paşa 1896’da borcunun bir kısmı karşılığında bütün hisse ve tahvillerini bankaya aktarmak zorunda kalmış, borcunun kalanını da iki sene sonra konağını devrederek tasfiye edebilmiş.
Mülkiyeti bu şekilde Osmanlı Bankasına geçen bina (Cercle d’Orient) 1919 yılında borsa simsarı olan Manuk Manukyan’a satılır. Sonrasında H. Arditi ve A. Saltiel isimli organizatörler burayı alarak Rose-Noir adıyla Rus gece kulübü olarak işletirler.
Kafeteryada otursam mı? Ama şimdi rehavete kapılmadan tekrar yola koyul, yolun daha uzun diyor içimdeki ses. Ve çıkış denilen levhaları izleyerek ayrılıyorum müzeden (11.30). Burası pazartesi hariç tüm hafta 9-17 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Kaçırmayın!
Çıkıştan sol yapıp mezarlığın içinden devam ediyorum. Elmalı üzerinden Görele ve devamla Ümraniye’ye gitmek üzere. İlginç bir mahalleden geçmekteyim. Eski iki katlı evlerden oluşan, sanki başka bir diyardayım. Zaman durmuş burada, kim bilir ne zamandan kalma? Bakkalları, kedileri ve sakinleriyle... Ama acaba doğru yolda mıyım? Olmadığımı sahile indiğimde anlıyorum. Beykoz merkezdeyim gene, dön dolaş aynı yere gelmişim. Sol değil sağ mı yapmalıydım? Haydi, şimdi tekrar Akbaba yönüne pedalla. Neyse, bozma keyfini diyorum içimden. Aynı film tekrar oynuyor. TAÜ önünden geçip Elmalı diye devam ediyorum bu sefer.
NUN Okulları şeklinde sürekli gösterilen bir yer. Yol üzeri solumda kocaman yapılar, yüksek duvarlar ve kapılarında bir sembol, böyle kıvrılan U olan sonra tekrar dönen, tepesine bir alamet figürü yerleştirilmiş (**). Ha bu ne’dür? Merakla interneti kurcalıyor ve anlıyorum, rengi hemencecik belli oluyor... Berat Albayrak çıkıyor kurucuları arasında, aynı isimde bir vakıf. Sitelerine girip biraz dolanıyorum. Denilmiş ki: Sınıflarımız, en fazla 20 kişilik olmakla birlikte ortaokul ve lise kademelerinde kız ve erkek sınıfları ayrı olarak tutulmuştur... Sonra bu öğrenciler bahçede bir araya gelmiyorlar mı? Yoksa haremlik selamlık şeklinde mi bahçeler de? Bitmiyor internette yazılanlar: İstanbul Beykoz’da Türk Alman Üniversitesinin biraz ilerisine ormanın içine bir kampüs gibi bir şey yapılıyor. Normal bir firmanın veya eğitim kuruluşunun asla o kadar yeşillik alanı kesip üstüne beton yığını bloklar dikmesi mümkün olamazdı sanırım, ama konu hükümete yakın bir okul olunca o izinler de alınır, o ağaçlar da kesilir olabiliyor. İstanbul’da yer mi kalmadı da geldiniz bu kadar ücra bir yeri betonlaştırıyorsunuz acaba?... İster inan ister inanma durumları. Yönetim kadrosuna bakıyorum da, 16 kişiden oluşmakta. 7’si erkek 9’u kadın. Kadınların 2’si hariç hepsi tesettürlü...
(**) NÛN; ن, Arap alfabesinin yirmi beşinci harfi.
Devam pedallamaya, tırman tırman geliyorum bir kavşağa, sağ Kavacık, düz Elmalı. Bir de NUN gösterilmiş sola. Ben haliyle düz devam ediyor ve Elmalı’ya dış binalarından başlıyorum girmeye. Eğimsiz giden yolun sağı solu kimi eskimiş, kimi yenilenmiş evler, haliyle bazı bilinen yeşil marketler karşılıklı yer almış. Herhalde burası da Karadeniz bölgesinden göç edenlerce tutulmuş. TÜİK verilerine göre Beykoz’da en çok hangi ilden vatandaş var? Giresun. İstanbulluların en fazla bulunduğu ilçe ise Kadıköy’müş. 39 ilçenin 12’sinde Sivaslılar, 5’inde de Tokatlılar çoğunluktalar. Onun dışında Türkiye’nin her tarafından göç almıştır İstanbul. Taşı toprağı altın dememişler mi gelsinler diye?!
Eğimsiz yolun sonunda bir tırmanış geliyor. Ve ardından sol Örnektepe’yi gösteriyor. Bense Görele olarak devam etmek istiyorum. Mecburen Google haritayı açıp konumumu bulmaya çalışmaktayım. İlk geçtiğim yerler burası. Nedense hiç merak etmemişim. Gerçi grupla olunca hep bilindik yerlere gidiliyordu. Anca tek olduğumda keşif yapabiliyorum. Toygar Caddesinden devam et diyor yönbul. Ben de öyle yapıyor, Hilal Tekstil diye bir işyerinin önünden, güzel bir bölge içinden geçerek Riva yoluna çıkıyorum. Şimdi hangi yöne peki? Elimdeki telefonun küçük ekranı iş görmüyor. Oraya kaydır, buraya kaydır, büyüt-küçült... adamı deli eder. En iyisi birine sorayım. Etrafta da kimsecikler yok derken evinin önünde bir şeyler kesen birinin yardımıyla yönümü belirleyebiliyorum. Sağdan git, 2’nci ışıklarda cebe girerek sola döne ve devam, Görele’desin.
Bundan sonrasını biliyorum. Acar Blu önünden devam, Cavuşbaşı diye soldan inilen yokuş beni Elmalı Baraj Göleti’ne getiriyor. Çıkıyor-iniyor ve Beykoz Kapalı Yüzme Havuzu / Yemek Üretim Dağıtım Merkezi önünde durup yanımdaki 2 sandviçi yiyor, bataryayı değiştiriyor (12.57/56,3 km/20,7 °C/18,1 km/s ort.) ve devamla Hekimbaşı-Ümraniye şeklinde evin yolunu tutuyorum.
Turu gene keyifli bir parçayla bitirmek isterim; Phoria’dan Mass. Ama önce grubu tanıyalım: İngiltere Brighton çıkışlı 5 gencin kurduğu Alternatif – Indie dünyasının parlayan yüzleri Phoria; Trewin Howard (vokal), Jeb Hardwick (gitar), Ed Sanderson (keyboard, vokal) Tim Douglas (bas, synth) ve Seryn Burden (davul) ’dan oluşmakta. Grubun sound’u, temiz gitar melodileri, çok deneysel olmayan keyboard ve synth ile bütünleşen, rüyadaymışsınız hissi veren vokallerin bileşimi.
bisikletle Beykoz Cam ve Billur Müzesi: Dudullu-K. Çamlıca-Nakkaştepe-Beylerbeyi-Beykoz-Elmalı-Görele-Çavuşbaşı-Ümraniye-Dudullu
Tur tarihi: 29 Ekim 2024
Alınan yol: 67,38 km Ortalama hız: 18,6 km/s
En yüksek hız: 52,5 km/s Bisiklete biniş süresi 3 s 37 dk, dışarıda geçen süre 4 s 54 dk
En yüksek sıcaklık 22 ˚C, en düşük 12 ˚C, ortalama 27 ˚C Yükselti kazancı (çıkış) 925 m, kaybı (iniş) 915 m En düşük yükselti 0 m, en yüksek 260,2 m