10 Haziran 2009

Büyükçekmece Beşlisi

Bu hafta neresi olsun derken Büyükçekmece neden olmasın diye düşündük ve Pazar sabahı (07.06.09) saat 8 treniyle Sirkeci’den Menekşe’ye kadar gidip oradan pedalla devam etmek üzere Firuzan, Esin, Murat ve Fahri’yle buluşmaya karar verdik. Değişiklik olsun diye trenle başlamak fikri hepimize güzel geldi (Fahri biraz mırıldansa da!).

Bir saat öncesinden kalkıp hazırlandım ve havanın çok sıcak olacağını bildiğimden açık kalan yerlerime 50 faktör yağ sürüp sabah 7 buçuk gibi yola çıktım. Serinlik halen sürmekteydi. Beşiktaş’ta önce akbilimi doldurdum, sonra da 2 poğaca alıp Sirkeci’ye doğru pedalladım. Yolda telefon çaldı ve Esin, Firuzan’ın gemide olmadığını, acaba bir değişiklik mı var programda diye sorması, bende endişe uyandırdı. Ne olmuştu acaba? Yoksa Eminönü gemisi yerine Karaköy’e mi binmişti birisi. Dur bakalım varınca öğrenirim diye merakımı erteledim (sonra öğrendik ki kalkışa 20 sn kala gelmiş Firuzan. Uyku ağır basmış bu sefer. Ehh haklı da sayılır, bir gün öncesinde Şile yapmıştı. Buna da şükür :). İstasyona vardığımda beyler hazırdılar bile. Hemen ilk fotoyu birisine rica ederek çektirdik.
Az sonra da hanımlar geldi ve hemen ikinci fotoyu çekip alelacele trene yetiştik. Bisikletleri yerleştirdik ve tıngır mıngır yola çıktık. Sağa sola bakarak Menekşe istasyonuna geldik (8:45). İstasyondan inip yolda bir büfede su ihtiyacını tamamlayıp hemencecik pedallara asılmaya başladık.
K.Çekmece’ye gelmeden E5 yolundan önce sola sapıp (Menekşe Cd.) arka yoldan E5’e paralel Güney Yanyol’dan Avcılar’a doğru yöneldik. Burası oldukça dar bir yol ve araçlar çok da yakınınıza geliyor. Hele de minibüs trafiği bayağı yoğun. Birbirimizden uzaklaşmadan tek sıra halinde ve birbirimizden güç alarak bu trafiği, omuzlayarak atlattık.
Az sonra bir Go-Kart pistinden sola, çayırdan geçerek Avcılar Sahil Parkına geçtik. Buradaki çalışma tam bitmemiş ama şu durumuyla bile uzunca bir yol betonlanmış, hazırlık az çok tamamlanmış, ağaçlar dikiliyor vs. Yani tercih edebileceğiniz bir kıyı şeridi. Trafikten de kurtulmanın rahatlığıyla sohbet, etrafı seyretme falan derken sahil yolunun sonuna geldik.






Sahilden ayrılıp kısa bir tırmanışla Avcılar’in içinden (daha önceki gelişimde kullandığımız yolu ararken-bulamadık gerçi) geçerek, kahvaltı etmemişlerin mola isteği karşısında adres sorduğumuz bir hanımın tavsiyesiyle börekçiye (Lezzetli Börek&Poğaça - Dr.Sadık Ahmet Cd.) yerleştik. Sahibi veya çalışanı da gırgır birisi, az sonra önümüzde limonatalar-çaylar-börekler şeklinde bulduk kendimizi. Tadı da güzeldi, limonata da lezzetliydi, ehh bir de hatıra resmi çekelim falan derken makinem bir çekti iki çekemedi, kapanıyordu. Anlaşıldı ki pil bitmiş. Yaa bu dijital durumların 2 sorunu var işte, ya pil bitiyor, ya kart doluyor. Akşam da aklımdan geçirmiştim. Bunu epeydir kullanıyorum, ya bitmek üzereyse!!! İşte ne demeli: korkunun ecele faydası yokmuş :(. Bundan sonraki tüm fotoları Murat çekti (olmasaydı bu gezi resimsiz kalacaktı). Aslında hiçbir şey yapmadan dolaşmak da ayrı bir rahatlık ama sonra geriye birşey kalmıyor diyerek, çek abi, sunu da çek bunu da diye diye gittik :). Küçük bir Golden Retriever’in çıka gelmesi Firuzan’ı yerinden etti ve sevmek için yanına indi. Çok da şirindi kerata. Herşeyin küçüğü güzel oluyor.

Karnımızın doyduğunu hissedince ödemeyi yapıp (az suböreği+limonata=3,5 lira) yola tekrar çıktık (9:45 / 9,4.km) ve Ambarlı’ya doğru bir yoldan inmeye başladık.


Sağımızda bazı büyük tekstil ve iplik fabrikaları vardı. Solda kıyıda Ambarlı dolum tesisleri kocaman haşmetiyle duruyordu. Hepsini geçerek bir yol ayırımına gelip sola (Kumcular yolu), ters yönden giderek döndük ve gene kıyıya dik ilerleyip (galiba Botaş’a mı gidiyordu bu yol) bir üst geçitte doğru yola (yöne) geçerek sapacağımız yolu gözleyerek ilerlemeye devam ettik.

Sonunda beklenen rampayı gördük (10:10 / 15.km). Sağmızda duruyordu, bir duvar gibi dimdik ve dümdüz. Adı “Eşekos Rampası”. Yakuplu’ya çıkartacaktı bizi. Haydi bastır diyerek vitesleri küçültüp vurduk kendimizi rampaya. Övünerek söyleyeyim, grup fire vermeden zirveye ulaştı. Tabii en önde kim tahmin edersiniz? Bayan F.

Tepede kısa bir nefeslenme (Fahri gene şanslı günündeydi ve para buluyordu-ama almadı. Sonra bulduğu kadarını kaybediyormuş) ve yola devam.
Geçen gelişimizde de Fahri’yle beraberdik ve geçtiğimiz yolları hatırlamaya çalışıyorduk. İnsanın kafasında kalıyor pek çok şey. Ha işte orası burasıydı, yok karpuzcu şuradaydı falan diyerek indik çıktık tepeleri. Yolda yarının bisikletçisine Murat ve Fahri tarafından teknik destek verilerek (ön teker jantında sorun vardı) devam ettik yolumuza.
Önce Beylikdüzu Merkez’i geçtik ve Gürpınar’a çok yaklaştığımız bir noktadaki kahvede (Coşkun Kıraathanesi) mola vermek için durduk. Kimimiz çay (50 krş), kimimiz ayran, kimiz soda (75 krş) içerek tazelendik ve yola devam için kalktık masadan (10:50 / 18,2.km).

Az sonra Gürpınar’a girdik. Solumuzda kocaman bir kule restoran. Gerçekten dikkat çekiciydi. Acaba dönüyormuydu da?!! Yokuş aşağıya inerek sahil şeridine vardık. Buraları Murat iyi biliyordu ve bizi çok hoş gezdirdi. Hiç beklemediğim upuzun sahili boydan boya pedalladık. Önce sola, geriye doğru sapıp tüm lokantaların, kahvaltı veren yerlerin, gazinolar ve sezlongların önünden geçip sonuna kadar gittik. Üst seviye tesislerden başlayıp mangal keyfine kadar indik. Çok değişik bir şekilde su üstünde durmaya çalışan vatandaşımızı izledik. Büyük bir gayretle kollarına taktığı 5 lt’lik pet şişelerle şaşılacak şekilde ilerlemeye çalışıyordu.
Gençlerden resmimizi çekmelerini rica ettik. Birden 2-3 hevesli çıkınca kırmayalım diye bir ona döndük poz verdik, bir diğerine ve böylecene bolca resmimiz oldu bu noktada. Biraz da bir yerlerde oturalım fikri taraftar kazanınca yer aramak için geriye döndük ve sahipsiz gibi görünen bir yeşilliğe yerleştik. Heryer paylaşılmıştı, burası boş gibi duruyordu. Değilmiş ama kimse yanımıza gelmedi. Ağacın gölgesinde otururken, birdahaki sefere buraya mayolarla gelinmesi konusunda çoğunluk hem fikir oldu. Yani trenle gelip sonrasında 1,5 saatlik bir pedalla çok güzel bir denize ulaşılıyordu. Neden olmasın ki. Gürpınar bugüne kadar hiç aklıma gelmemişti deniz için. Hep Kilyos tarafı diyorduk
 

 
Buradaki zamanımız dolunca (biraz da karıncaların istilası buna neden oldu) B.Çekmece’ye doğru ilerlemeye devam ettik. Sahil gittikçe kalabalıklaşıyordu. Şimdi bir de kumsal çıkmıştı karşımıza. Solumuz deniz, sağımız çocuk parkları, butikler, lokantalar falan.
Arada 2 uçak, yerden yükseltilmiş, ayaklar üstünde öyle heykel gibi dikilmiş. Nedendir anlayamadım, birisi hibe mi etmişti, hava alanınını mı çağrıştırsın istemişlerdi derken daha büyük bir uçak çıkıverdi karşımıza. Eee artık bunun altında bir fotoğraf çektirelim diye durduk ve pozumuzu verdik (nasıl ama, Firuzan da pervaneye tutunmuş uçuyor). 


İDO iskelesinde (kış tarifesinde çalışmıyormuş) bir mola ve deniz anaları üzerine sohbet, sudaki ördekler ve yavrularını inceleyip, uzaktaki Aqua Park’da kayanları seyretmeye çalışıp etrafı inceledikten sonra…

…Mimarsinan köprüsüne doğru yolu öğrenip devam ettik. Assubay Orduevi’nin yanından, E5’in altından geçen bir alt geçitten geçerek karşıya ulaştık. Köprü adeta bir inci kolye gibi çıkıverdi karşımıza. Önce aynı tarihte yapılmış çeşmeyi (Sultan Süleyman Çeşmesi) ziyaret ettik (suyunun musluk suyu olduğunu öğrendiğimizde, doldurduğu suyu ağaçlara bağışladı Firuzan). Sonra da Kültür Park’ın içindeki yöre evlerini gezip, ne yeriz arayışına girdik. Ama sonrasına bıraktık seçimimizi (aslında Aydın evinde karar vermiştik de sonrasında durumlar değişince es geçmek zorunda kaldık-maalesef).

Büyükçekmece ilçesi, adını İstanbul'un denizden çok dar birer kara parçasıyla ayrılan iki gölünden biri olan Büyükçekmece gölünden almıştır. Bilindiği kadarıyla Mimarsinan Köprüsü kurulmadan önce iki yakayı birbirine bağlayan kanal üzerinde geçiş sallarla yapılırdı. Büyükçekmece kanalı, Küçükçekmece’ ye göre daha geniş olduğundan “Büyük” ünvanı aldığı bilinmektedir. Büyükçekmece kendi adıyla anılan, Büyükçekmece gölünün doğusunda geçmişte gölün ince bir kanalla suyunu denize boşalttığı bölgeye kuruludur. Arazinin büyük ve önemli bir kısmı ovadır. Ortalama yükseklik 75-80 m dolayındadır. Yüzölçümü 213 km2’dir.

M.Ö. 7.yy’ da ilk yerleşimin başladığı Büyükçekmece’ nin kurucuları Helenlerdir. MÖ.2.yy’ da Bizans egemenliğine giren Büyükçekmece Athyra adıyla bilinmektedir. İstanbul’ un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğuna bağlanan Büyükçekmece bir sayfiye ve tarım beldesi için Bizans ve Osmanlı döneminde orduların konaklama yeri olduğundan bölgede yoğun bir yerleşim olmamıştır. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Çatalca’ya bağlı bir belde olan Büyükçekmece 1987 yılında ilçe olmuştur. Burada, Mimar Sinan'ın inşa ettiği ünlü köprü ve bir kaç kervansaray kalıntısından başka önemli bir tarihi eser bulunmamaktadır.
Büyükçekmece'de ayakta kalabilmiş çeşmelerin en eskisi Köprübaşında Sokullu Mehmet Paşa Camii'nin yanı başındaki çeşmedir. Tarihi köprü ve Kervansarayla birlikte yaptırılmıştır. Klasik üslupta olup, kesme taştan üş kanatlı olarak inşa edilmiştir. Her kanadında birer çeşme ve önünde yalağı vardır. Ayna taşının üzerindeki manzum kitabede şunlar yazmaktadır: " Kaçan bu çeşmesarı itti bina / Süleyman Han Sultanı muzaffer / Bidi tarihin anın ehil tarih / Yine akdı cihana abı kevser / Sene 974 " (miladi 1566) olarak tarihlenmektedir.
Köprüye yöneldik ve üstünden taşların durumundan dolayı hoplaya zıplaya geçerek karşıya vardık. Köprü üzerinde değişik pozlarda gene birilerinden rica edip makinemizi emanet ettik.
Dünya tarafından hayranlıkla tanınan, ünlü Osmanlı Mimarı Sinan'ın eseri olan köprünün yapımına, Zigetvar seferine çıkarken Kanuni Süleyman'ın emriyle başlamıştır. Köprü II. Selim zamanında 1566-1567 yılları arasında tamamlanmış ve 73.853 akçe harcanmıştır. Köprünün yapımında yüzlerce neccar ve senktraş çalışmış, gölün suları devasa tulumbalarla çekilmiştir. Temellere 2-3 insan boyunda çakılan kazıklar aralarına akıtılan kurşunla birleştirilmiştir. Bu temel yöntemi daha sonraları Mimar Davut Ağa tarafından yapılan Yeni Cami İnşaatında da uygulanmıştır. Mimar Sinan Köprüsü 635 m uzunluğunda, 7,17 m genişliğinde 4 ayrı köprünün birleşmesiyle oluşmuştur.
 

Burada belli oldu ki bu kadar yol kimseyi kesmemişti. Önümüzde zaman da vardı, biraz daha yorulalım ve yemeğe öyle oturalım fikriyle gölü dolaşma kararı alındı ve Çatalca yönüne doğru pedallamaya başladık. Tabi benzincide bir ihtiyaç molasıyla tazelenip (ve de hafifleyip). Çıktık gene tek sıra halinde yola ama, kamyon, araba vs çoktu bu yolda. Neydi onlar öyle, kocaman damperli TIR’lar. İleride bir şey olmalı ki peş peşe boş gidiyorlardı. Yol da yer yer öyle dar ki, ürpertici bir geçişleri vardı yanımızdan. Tangır tungur sesler sanki araba parçalara ayrılacak gibi gürültü çıkarıyordu. Bir de her adım başı “kendin pişir...” durumlarıyla bu yöre çok popülerdi anlaşılan. Biz de Ahmetli’ye geldigimizde manda yoğurdu ilanını görüp bir kase yoğurdu paylaşmak üzere aldık ve afiyetle yedik. Hatta kimimiz daha büyüğünü alsaydık diye iç geçirse de az sonra fazla dolu miğdenin iyi olmadığını anlayacaklardı.

 


TEM yoluna vardığımızda sağa ayrılan yola sapıp (Bahşayış-Karaağaç), golün kenarından giden güzel bir yan yola indik. Kamyon trafiği kesilmiş, kenarda piknik yapan, balık tutanlar çoğalmaya başlamıştı. Herkes kendi imkanlarını kullanıyordu. Kimi TIR’in kasasını bırakmış, önüyle gelmiş pikniğe (bilirsiniz, kocaman bir TIR, ama arkası yok), kimi beraberinde getirdiği koltuk takımını kurmuş sanki salonunda oturur gibi yayılmış. Solucan satıcıları ise müşterilerini bekliyorlardı. İlginç olan bu manzarayla indik çıktık ve Bahşayış köyüne geldik.

Çatalca'nın güneyinde Küçükçekmece Gölü'nün 12 km batısında bulunan göl, Büyükçekmece adını taşımasına karşın 12 km2'lik yüzölçümüyle, 16 km2'ye yakın Küçükçekmece Gölü'nden daha küçüktür. Göl çoğu yerde sığ, bataklık ve deniz seviyesindedir. En derin yeri 3,5 m olmakla birlikte derinliği çoğu yerde 50 cm'yi ancak bulur.

Büyükçekmece gölü doğuda Kaldırım Burnu, batıda Bababurun arasında kalan incecik ve sığ bir kanalla bağlıdır. Şimdilerde gölün önüne yapılan baraj, gölle deniz arasındaki bağlantıyı tamamen kesmiştir.

Büyükçekmece gölü denizin istilasına uğrayarak önce koy haline gelmiş, sonra lagün özelliği kazanmış eski bir vadi ağzıdır. Gölün kıyı kordonu koyun ortasına yakındır. Büyükçekmece Koyu’nun batı sahilinin kuzeydoğu yönünde uzanışı ve bu konumu ile kum ve çakılların bu yöne doğru taşınmasına uygun oluşu, öte yandan Bababurnu ile Kumburgaz arasındaki kıyının doğu tarafa doğru benzer bir kum ve çakıl taşımasına elverişli bulunmayışı nedeniyle, burada koyun ağzını kapayacak bir kıyı kordonu oluşmamıştır. Yine de Mimarsinan ve Büyükçekmece yerleşmelerini bulundukları yerdeki darlaşmanın olanak sağladığı bir birikme mevcuttur. Bu noktada koy ikiye ayrılarak kuzey kısmı lagün özelliği kazanmıştır. Mimarsinan ünlü köprüsü gölün koya yakın bölümünde, yani yeni köprünün hemen yanında yer alır. Eskiden İstanbul’un en önemli ve büyük çift dalyanlarından birinin bulunduğu Büyükçekmece Gölü günümüzde bir baraj gölüne dönüşüp, doğal yüzölçümü barajın inşası ve su toplamaya başlamasından sonra (1987) 43 km2’ye çıkmıştır.

Firuzan buraları biliyordu, daha 2 hafta önce Trakya gezisi sırasında Fikret Albayla geçmişlerdi. Bizi mola verdikleri çay bahçesine götürdü. Yerleştik, çaylar ısmarlandı, Esin kumanyasını (domates+salatalık ve pekmez suyu) paylaştırdı, ilave ekmek+peynir alındı. Murat bir de çikolata çıkarmazmı çantasından (bu gezide ilk defa kullandığı çok güzel bir bagaj çantası almıştı). Ehh hiçbir şeyimiz eksik değildi. Güzelce doyurduk karnımızı, dinlendik ve yola çıkmaya hazırlandık. Çevrede her yerde leylekler yuva kurmuştu. Bu kadar çok görmemiştik (haa bir dakika, Sazlıdere gezimizde de vardı leylek yuvaları). Fotograflanıp tekrar yol tarifini alıp B.Çekmece’ye dönmek üzere hareketlendik.
Gittik gittik, Hezarfen havaalanının yanından geçtik ve sapmamız gereken yol ayırımına geldiğimizde ne görelim: yeni ziftlenmiş. Mümkün değil buradan gitmek. Batar herşey, bisikleti sonra 2 gün uğraşırsın temizlemek için. Vaz geçtik ve diğer yöne (sola), Karaağaç yönüne doğru saptık.
 

İstanbul Hezarfen Havaalanı, Çatalca ilçesi sınırları içinde olup, Büyükçekmece Gölü’nün kuzeyinde, tam 500 dönümlük bir araziye sahiptir. 1992'den beri Türkiye’nin uluslararası tescilli ilk özel havaalanı olarak hizmet vermektedir. Genel havacılık ve eğitim uçuşlarına ağırlıklı olarak hizmet eden Hezarfen Havaalanı ismini Galata Köprüsu’nden Üsküdar’a uçtuğu rivayet edilen 17. yy Osmanlı bilim adamı Hezarfen Ahmet Çelebi’den almıştır. 680 m uzunluğunda ve 28 m eninde asfalt pisti bulunmaktadır. 05/23 doğrultusunda bulunan bu piste Mustafa Kemal Atatürk’ün manevkızı Ülku Adatepe adı verilmiştir ve pist "Küçük Ülkü Pisti" olarak adlandırılmıştır. Ayrıca motokros parkuru, 120 m uzunluğunda model uçak pisti ve helikopter pisti bulunmaktadır. Hezarfen Havaalanı, sivil ve genel havacılığa hizmetin yanında her yıl sonbaharda düzenlenen Rock’n Coke başta olmak üzere pek çok aktivitiye ev sahipliği yapmaktadır.
Hava da iyice sıcaktı artık, bir tazelenme / serinleme molası vermek için en uygun ve gölgelik yer olan mezarlıkta durduk. Minibüs’cülerden yolu öğrenip, kısa bir sohbet ve tekrar sıcağa girdik. Bunaltıyordu burada hava, rüzgar da yoktu. Ara ara gölgelerde mola verip, Karaağaç’I geçtikten sonra …





… önce Fatih Üniversitesi, sonra da Alkent 2000’in yanından geçip sağ mı sol mu diye karar vermemiz gereken kavşağa vardık (Hadımköy kavşağı). Sağ Beylikdüzü, sol Esenyurt. Murat’in tavsiyesi üzerine sola sapıp (çok doğru karar vermişiz) Mercedes Türk tesislerinin yanından, BİM, Vakko gibi büyük binaları geçip Esenyurt belediyesinin asma köprüsünden ve ilçenin trafiği içinden, alt geçitler, tüneller, kavşaklar, aklınıza ne gelirse geride bırakarak Firuzköy Bulvarından (Borusan Oto sağımızda) Avcılar’a ulaştık.

Tüm bunları yaparken sorun yaşamadık, öyle veya böyle idare ettik trafikte. Avcılar sahiline tekrar döndüğümüzde burası artık sabahın sessisliğini taşımıyordu. Tezgahlar açılmış, alıcılar-satıcılar ortalıkta. Çimlerin üzeri insan doluydu. Herkes bir ağaç gölgesini kapmış yemeğini yiyor veya uzanmış uyuyordu. Biz de birşeyler yemek, Murat’in jet çayını içmek için kendimize bir gölge bulup yayıldık. Amanım neler vardı çantada çayın dışında, ballı ve çikolatalı ekmekler. Herkese 1 tane. Eeee yemezmisin? Herkes iştahına göre bir tane seçti. Ama esas jet çayı. Bu ne lezetli çay böyle (hazırlayana tekrar teşekkürler). Bunca zamandır termosta durmasına rağmen tadı hiç bozulmamıştı. Esin çayı çok sever, tam not verdi. Afiyetle içtik.

Kalkalım artık diyerek, daha 3 saat yolumuz vardı, hareketlendik. Gene sahilden Go-Kart pistine kadar, sonra dar yoldan ve Florya’ya kadar asfalttan (Atatürk Köşkünün yanından). Sonra tekrar sahile dönüp Yeşilköy’e kadar, oradan gene asfalttan Bakırköy’e kadar. 





Yolda bir bisikletli arkadaşla (Tansu) tanışıp Samatya’ya kadar 6 kişi olarak sahilden sürdük ama burası gidilecek gibi değil, insan istilasına uğramıştı. Adım başı mangal ve yelleyenler. Her birinden ayrı duman ve koku yükseliyordu, kimi et, kimi balık, kimi sucuk pişiriyordu. Kokular karışmış, nahoş bir durum vardı önümüzde. Bir de Esin’in arka lastiği patlayınca (Murat ve Fahri’nin el çabukluğuyla hemencecik tamir edildi ama. Ancak bir çivi girmişti, 2 cm boyunda. 2 yerden delmiş. Nasıl girebildi-hayret edilecek şey) bu kokuları daha fazla koklamak zorunda kalmamız bizi Esin’in itirazı üzerine buradan koparıp asfalta indirdi.
 

 

 
Buradan hızla giderek Sirkeci üzerinden Karaköy iskelesine vardık. Saat 8:40’ı gösteriyordu. 20 dk. sonra gemileri vardı Kadıköy’lülerin. Vedalaşıp yanlarından ayrıldık ve Dolmabahçe’den Maçka’ya çıkarak Fahri ve Murat’tan Nişantaşı’nda ayrılarak eve geri dönmüş oldum. 

Saat 9:15’i gösteriyordu. Menekşe-B.Çekmece-Karaköy 114 km tutmuştu, 7:50:30 saat. Ortalama 14,5 km ile 2260 kalori ve 155 gr yağ tüketilmişti :). Gevşeme ve duş, sonrasında telefon çaldı ve diğer ucunda Sarkis, geziyi merak etmiş. Bir gün önce Şile’ye gidiş-gelişte 190 km yapmış olduğundan Pazar gününü toparlanmak için ayırmış, katılamadı bu gezimize. Ona azıcık özetleyerek neler kaçırdığını anlattım ve haftaya kadar diye veda ederek telefonu kapattık.


Daha sonra Firuzan’la günümüzün keyfini telefonda paylaştıktan sonra ben de dinlenmek için yattım.
Yol: Sirkeci > Menekşe (trenle) > Gürpınar (20 km) > B.Çekmece > Bahşayış > Karaağaç > Esenyurt > Avcılar > Florya > Bakırköy > Eminönü > Karaköy (114 km)

Çok güzel geçti bu gezi de. Herkese teşekkürler. Özellikle de Murat’a, nefis belgeselleri için.