6 Haziran 2009

Çiftalan Beşlisi

Kemerburgaz üzerinden gidilen Çiftalan yıllar önce arabayla yaptığım çevre gezileri sırasında keşfettiğim ilginç bir köydür. Zamanında çevresinde yapılan kömür kazıları nedeniyle köyün büyük bölümü kaymış ve o nedenle de bugün nüfusu azalmış, pek çok ev terk edilmiştir. Şimdi bu kocaman çukurlar suyla dolmuş, etrafta küçük göletler çevresinde keyifli piknik alanları oluşmuştur.

Bu mayıs ayının son Pazar günü (31.05.09) de arkadaşlarla buraya doğru ve sonra Karadeniz’e devamla bir gezi yapalım diye sözleştik. Sabah saat 9’da Fahri ve Murat’la 4.Levent’teki noktamızda buluşmaya karar verdik. Ama daha önce Firuzan ve Sarkis’le saat 8 buçukta Şişli Atatürk Evi’nde buluşacaktık. Saatimi her zamanki gibi 1 saat öncesine kurmuş olsam da nedense bu sabah çok erkenden uyandım. Bir türlü de tekrar uyuyamayınca buluşma noktasına en erken ben gelmiş oldum. Sabah çıkmadan önce gene de alışkanlık gereği meteorolojiye bir göz atıp havanın 23ºC ve az bulutlu olacağının bilgisini aldım, ama hiç de dediği gibi değildi. Kapalı ve oldukça da serindi (tüm gün boyunca da değişmedi. Gerçi böylecene terlemekten kurtulduk ama görüntülerde parlaklık yoktu). Ben de bu sefer kolsuz atlet giymiştim. Neyse ki yanımda yeleğim vardı ve onu geçirdim üzerime. Az sonra Sarkis ve ardından da Firuzan geldiler. Firuzan karşıdan (Kadıköy) geldiğinden daha erken yola çıkmıştı, üstelik de sabah sabah Akaretler yokuşunu tırmanmıştı. Ama banamısın demiyordu, bir gün önce üstelik yol grubuyla F1’e pedal basmış, o yetmeyip benimle de K.Çekmece’ye (75 km) gelmişti. Yani bisiklet üzerinde uçuyordu, tut tutabilirsen.
Selamlaşma, kucaklaşma faslından sonra ilk resmimizi çektirip Levent’e doğru yola çıktık. Yolda benzincide lastiklerimin havasını tamamlayıp (ben de sert lastik seviyorum, daha iyi yuvarlandığına inanıyorum) buluşma noktamıza vardığımızda Fahri ve Murat’ı bizi beklerken bulduk. Gene selamlaşma faslı, kısaca yolu belirleme (bu sefer Fahri’ye K.Burgaz’da mola vereceğimizi açıklayarak, hızını alamayıp Göktürk’e gidiyor sonra) ve “Çiftalan Beşlisı”nin ilk resmini çekip atladık bisikletlere tek sıra halinde çıktık yola. Maslak kavşağına gelmeden sağa ayrılan K.Burgaz / Ayazağa sapağından Çendere’ye inen yokuştan hızla süzülerek indik. Bu yol çok güzeldir, uçarçasına gidersin. Sonra Cendere yolu boyunca sanayi tesislerinin ve onların bizi selamlayan behçi köpekleri önünden geçerek, ikili, zaman zaman da üçlü sohbetlerle K.Burgaz’daki börekçimize (Filiz Börek Salonu) vardık (9:50 / 25.km).
Bu gezinin ilk güzelliği burada yenilen su böreği. Siparişlerimiz hemen geldi. Fikret albayın kulaklarını çınlattık, son gezimizde hep birlikte buradaydık. Hemen kendisine telefon ettim ve M.Ereğli’sindeki kampta ulaştım. 1 hafta olmayacaktı aramızda. Güzergahla ilgili (ve sonrasında bize Kısırkaya’ya devam etmemizi önerdi) kısa bir bilgi alarak kendisine Çiftalan Beşlisı’nden iyi tatiller dileyerek kapattık telefonu.

Kahvaltımız bitince fazla oyalanmadan tekrar yola koyulduk (10:15) ve ilk sapaktan Çiftalan’a doğru sağa ayrıldık. Buradan itibaren yolun durumu biraz bozulmaya başladı, hatta daha ileride yer yer asfaltın kalmadığı, taşlı – delikli bölümler bile vardı. Ama orman içinden giden (sağda solda bazı piknikçiler, erken olmasına rağmen “brunch mangalları”nı yakmışlardı bile) hafif inişleri çıkışları olan, yollarda cep telefonları bulunan bu güzergah bizi yormadan Çiftalan’a getirdi (11:25 / 38,5 km). Köye girmeden solumuzda Kırkmerdiven göletinden geçtik ve köyün içinden geçip sonuna doğru gittiğimiz bölümde de Topaçlı göleti, arkasında Karadeniz muhteşem görünüyordu. Hepimiz bu güzel manzara karşısında hayranlığımızı gizleyemedik. Birkaç foto çektikten sonra köy kahvesine dinlenmek için yerleştik.


Bir garip köydür Çiftalan. Hem İstanbuldadır, hem çok uzaktadır. Eyüp kazasının Kemerburgaz nahiyesine bağlı bir köydür. Karadeniz kıyısına yakın bir tepede konumlanmış olup, kuzeyi Karadeniz, diğer yönleri ise Belgrad Ormanları ile çevrilidir. Eskilerin Çiftalanı, hayvancılık ve ormancılıkla uğraşan köylülerden oluşan bir yerdi. Değerli linyit yataklarının bulunmasından sonra köyün dört tarafı madencilerce deşildi. Her tarafa şantiyeler kuruldu, ocaklar açıldı. Yaklaşık 20 yıl madenci istilası altında kalan köy, taşkömürünün İstanbul'da yasaklanmasından sonra madenciler tarafından terkedildi. Geride kalan köy; yolları yıkılmış, kahvesi yıkılmış, okulu kapatılmış, hanelerinin birçoğu terkedilmiş, mezarlığı bile kazılmış haldeki Çiftalandır. Bir garip halde şimdi Karadeniz'e bakar koca köy ve kocamış ahalisi.

Çiftalan; kuzeyde Karadeniz, batıda Kısırkaya, güneyde Kemerburgaz ve doğuda Ağaçlı köyleriyle çevrilidir. Yaklaşık nüfusu 150 kişidir. Ormancılık, mandacılık ve devecilik köyün uğraşları arasındadır. İlkokulu varolmakla beraber eğitim vermemektedir. Öğrenciler Kemerburgaz'daki okullara devam ederler. Köyün ulaşımı sadece özel araçlarla olup, minibüs veya otobüs taşımacılığı yoktur. Öyle mahrum bir köydür bu garip Çiftalan.

Çayları yudumlarken (bir köy için 50 Krs. fazlaydı) Kısırkaya yolunun da tarifini aldık. Murat’in bisikleti kimimiz tarafından denenerek tam not aldı, Sarkis ise Firuzan’in fren kolarının açılarını düzeltti, Fahri yeni ganimetiyle oynadı ve artık yola çıkma zamanı denilip köye veda edildi (12:00). Köye varmadan gelen bir yol ayırımında sahil yazılı tabeladan saparak önce yanlışlıkla bir şantiye binasına kadar gidip sonra doğru yolu öğrenerek artık toprak, hatta yer yer kum veya taş olan yoldan ilerlemeye başladık. Bozuk olması hızımızı düşürüyordu ama çevre güzeldi. Etraf sapsarı çiçek açmış (katır tırnağımıydı acaba adı) çalılarla doluydu. Tek tük küçük sanayi binaları. Biraz sonra Sarıyer Belediyesi’nin Kısırlaştırma ve Rehabilitasyon Merkezi’ne geldik. Murat’la kısa bir ziyaret için içeriye baktık, Fahri’de bu arada irice bir taşın üzerinden geçemeyerek bisikletten düşmüş (geçmiş olsun tekrardan, şansızlık işte) ama gene de kısmetli gününde, nereye baksa birşeyler buluyordu. Bu sefer de bir şemsiye çıktı karşısına. Ve tekrar yola koyulup, geçen kamyonların tozundan kurtulmak için rüzgara göre konum alıp Kısırkaya asfaltına çıktık (13:00 / 49.km - zaten daha önce deniz ve uzakta Kısırkaya görünmüştü). 10 km yolu 1 saatte almıştık.

Buradan sonrasını biliyorduk, çünkü daha 4 hafta önce gelmiştik. Yolda ilginç bir araçla karşılaştık, 6 tekerli bu arazi aracı tank gibi ilerliyordu. Yani direksiyonu yoktu, döneceğiniz tarafın devrini düşürüyorsunuz ve öyle dönebiliyordu. Biraz sohbet ve teknik bilgi aldıktan sonra yanlarından ayrılıp Gümüşdere köyüne girdik (13:10 / 50.km). Çay bahçesine yerleştik, açıkanlar hemen yemeğe koştular. Biz de Firuzan’la sandviçi paylaşarak karnımızı doyurduk. Daha sonra yan masadaki beylerle Murat’in sohbeti sırasında Yusuf beyden, köyün köklerinin Kurtuluş savaşından sonra Selanik tarafından gelen göçmenlerin oluşturduğunu, her yıl da oralara geziler düzenlediklerini öğrendik. Güzel bilgiler aldık, aslında bisikletle gidilse ne güzel olurdu diye hayaller hep kuruyoruz Sarkis’le.

Emekli av köpeği Bobi’ye Firuzan tarafından bakım yapıldı. Bir kumru cesaretle masamıza kadar yaklastı ve daha sonra bir serçeyle susamları paylaşmaya başladı. Gümüşdere’nin bu çay bahçesi çok keyifli ve rahat. Çaylar da 40 Krş.


Adını Zekeriya Baba adlı yatırdan alan Zekeriyaköy topografik olarak Kilyos’un arkasındaki vadi içinde kalır. Zekeriyaköy'ün tam olarak ne zaman kurulduğu bilinmemekle beraber geçmişinin 18. yüzyıla kadar uzandığı bilinmektedir. Zekeriyaköy'e 93 Harbi sırasında savaşın yol açtığı büyük göç dalgası sonucunda Kafkas ve Kırım çıkışlı birkaç aile yerleştirilmiş, ayrıca zaman içinde Karadeniz Bölgesi'nden de göçler almıştır.
1980'lere kadar 2 katlı ve bahçeli 70 kadar evden oluşan bir köy ve bir mesire yeri görünümündeyken, özellikle 1987’den itibaren köklü bir değişim sürecine girdi. Zekeriyeköy'ün çehresi 1990'lardan itibaren hızla değişmeye başlarken, özellikle Marmara depreminden sonra önemli bir çekim merkezi haline geldi. Şehir merkezine yakın ama sakin bir ortam tercih eden üst gelir grubuna mensup İstanbulluların itibar ettiği, pahalı villalardan oluşan sitelerin yer aldığı bir bölgeye dönüştü. Günümüzde nüfusu 10,000'i aşmış olmasına rağmen hala orman köyü statüsündedir.
Köyün adı bazı eski kaynaklarda Kiraz Köy olarak geçer. Bunun nedeni de sultani, dalbastı ve dragaani gibi çok değişik kiraz cinsine sahip olmasıdır.


Maden üzerinden Sarıyer’e mermi hızıyla indik (16:30 / 64.km) ve Sarıyer’in kalabalık trafiğinde slalom yaparak Beşiktaş yönüne doğru pedalladık. Ancak bu arada bende, bedenimde bir kıpırtı hisseder oldum. Sanki içimde bir enerji gittikçe büyümekteydi. Adeta içimden dışarıya çıkmaya çalışıyordu. Gittikçe yükselen bu gücü pedallarıma aktardım ve nasıl oluyor, nedir bu durum diye şaşkınlık içinde ileriye doğru fırlar gibi uçmaya başladım. Bu çayda birşey vardı sanki, içine gençlik iksiri mı katmıştı Murat’ın hanımı, neydi bilemedim ama her ne idiyse çok hoşuma gitti ve Firuzan’i ilk defa ensesinde takip ettim (adına jetçay dedi Firuzan). Murat da peşimdeydi, Sarkis ve Fahri gerilerde kaldılar. Onlara tesir etmedi herhalde. Bu hızla Baltalimanı ayrılık noktasına geldik. Fahri ve Murat buradan yukarıya, Sanayı’ye doğru çıkacaklardı (sonra telefonda öğrendik ki, lastiğe batan bir raptiye ile tamirciye kadar idare etmişler).

Bizler ise düz devam ederek Bebek’te adaşım Mustafa’ya (Yelkenturizm) da rastlayıp Arnavutköy’de hasret giderdik. Epeydir pedallamamıştık kendisiyle, artık aramızda tekrar görmek istiyorduk. Sonra Ortaköy yalısında 2 saatlik bir temaşa molası vererek gelen geçeni seyrederek üçlü sohbetimizi artık hava soğudu (soğumasaydı herhalde gece yarısına kadar oturacaktılar) diye keserek Beşiktaş’ta Firuzan’ı gemisine yolcu ederek Sarkis’le Akaretleri tırmandık. BJK’nın 6 yıllık hasreti etrafı savaş alanına çevirmişti. Yollar kapalıydı, taraftarlar ortalıkta tepiniyorlardı, biz de aralarından sessizce geçerek Nişantaşı’nı bulduk. Ben sağa, Sarkis düz devam ederek evlerimize vardık. Saat 8’i geçmişti (nerdeyse 12 saatır sokaktaydım). 89,5 km yolu 5 saat 56 dakikada almışız. Yani ortalama hızımız 15,1 km oluyordu. 1875 kalori ve 147,70 gr yağdan olmuştum. Ehh kısa günün karıydı bu. Neyse kas gevşetme, duş ve yemekten sonra yorgunluğumu fark ettim ve tv’nin karşısında sızmadan yatağa girdim.
Yol: Nışantaşı > Kemerburgaz (25 km) > Çiftalan (38,5 km) > Kısırkaya (49 km) > Gümüşdere (50 km) > Uskumruköy (55 km) > Zekeriyaköy (56 km) > Sarıyer (64 km)


Keyifli ve neşeli bir geziydi, gelecek geziye kadar ya sabır...
Not: Murat’a fotograf katkısından dolayı çok teşekkür ederim.

Kaynakça:


Bu bölgeye yapılmış dğer geziler Çiftalan Onbirlisi

İlginizi çekebilir Tuzla - MiniGezi