1 Aralık 2009

Kemerburgaz - Fikret Albay'la

GPA gezimizden sonra 2 hafta binmemiştik bisiklete. Herhalde biraz dinlenme ihtiyacı, biraz da tembellik mi desem, ama Fikret Albay’la bu Pazar (22.11.09) için kısa bir gezinti yapalım istedik. Düz yol olsun diye de Kemerburgaz’ı seçtik. Arkadaşlara haber verdim ama fazla rağbet görmedi. Kimi “akrabam geldi” dedi, kimi “mimarla buluşacam” dedi, kimi ada programı yapmış kimi de moda. Birisi de sisi bahane ederek sıyırdı. Ehh ne diyelim, “maybe next time” durumları.

Biz 9:30 için 4.Levent buluşma noktamızda karar kıldık. Çok da erken olmadığından sabah keyifle uykumuzu almış olarak kalktık Firuzan’la. Zaten çoğunu geceden hazırlamıştık çantamızın. Hatta Cumartesi bisikletleri yıkamış, zincirini temizlemiştik. Halen mazot kokusu gitmemişti. Fazla birşey eksik olmadığından küçük bir kahvaltı bile edebildik. Bütün bunları yaparken telefon çaldı ve Erim de katılacağını bildirince çok sevindim, epeydir görüşmemiştik. Almanya - Hollanda yapmıştı, yeni bir katlanır bisiklet alacaktı. Konuşacağımız pek çok şey vardı, çok iyi oldu. “Gemideyim, 9 da Şişli Atatürk evindeyim” deyince biz de elimizi biraz çabuk tutup hızla buluşma noktasına doğru koyulduk. Havadaki sis daha kalkmamıştı, az bir serinlik vardı. Ama iyi geldi, pedal bastıkça da ısınınca hoş oluyor. Vardığımızda Erim gelmişti bile. Selamlaşma - kucaklaşma ve bir foto sonrası Levent’e doğru yola koyulduk.
Pazar sabahı trafik hafif de olsa başlamıştı. Ama gene de tenha sayılırdı, yani pek bir keyifli oluyor sakin sakin yollarda sürmek. Hele de İstanbul’da. Neyse 4.Levent’e yaklaşırken yeni yapılan, ülkenin en yüksek binası ünvanını alan gökdelenin üst katları sis altındaydı. Biz de üst geçitten süzülerek Yenilevent köşesine vardığımızda albay daha gelmemişti. Ama çok geçmeden göründü. Gelen olur düşüncesiyle 5 dk kadar bekleyip bir foto da burada alarak çıktık yola.
Belki Kemer’de başkaları katılabilir diyordu Fikret Albay. Seyrantepe üzerinden Oyak sitesi içinden Ayazağa’ya indik. Bu yolu ilk kullanıyordum, rahattı. Ayazağa’ya indiğimizde Cendere üzerinden Kemerburgaz’a yöneldik. Sabah sabah bizi karşılayan köpeklerin arasından, kimimiz korktu kimimiz sevdi, bu şekilde Kemer’i bulduk. Hasdal üzerinden gitmektense Kemer’e bu yol tercih edilecek bir güzergah. Hem düz hem boş. Diğeri inişli çıkışlı ve sürratle geçen otomobillerin gürültüsüyle rahatsız edici.
Kemer’e girerken albayın telefonu çaldı ama yetişemedik. Kimdi diye merak etti. Ancak vardığımızda bizi Süleyman Şatır ve Kemal Tecimen’i beklerken görmek çok güzel bir sürpriz oldu benim için. Onlar da katılmak istemişler ve hep birlikte çayevindeki yerimizi aldık. Tabii börekleri de Filiz börekçimizden alarak. Bilindiği üzere Kemer’in meşhur börekçisi.

Çarşı girişinde küçük tezgahlarıyla sebzelerini satanlar arasında bal kabağı turuncu rengiyle uzaklardan bağırıyordu, “ye beni ye beni” diye. Zaten 2 gündür ağzımızdan düşmüyordu kabak lafı, hemen ilk tezgaha sordu Firuzan: kabuklu 1,5 – soyulmuş 2,5 liraydı. 2. tezgah ise 1,5 ve soyması da ona aitti. Çok daha ucuza gelecekti. Biz çaylarla böreklerle meşgulken Firuzan da kabaklarla ilgilendi. Şimdi tezgah başına bağlanıp gelişmeleri kendisinden alalım. 

“ Sevgili bisiklet dostları, ‘İyi Pazarlar’ dizimizin bu bölümünde sizlere Kemerburgaz pazarından sesleniyoruz. Dolaşalım, bakalım kameramız neler tespit edecek? İlk gözümüze çarpan balkabağının çokluğu. Bir tezgaha yaklaşalım biraz. Gözalıcı kavuniçi renkte bu kabaklar!

İyi günler, kaça kabağın kilosu? Soyulmuşu 2,5, kabuklusu 1,5. İsminizi alabilir miyiz? Ben “Kabakçı” Hacı Ömer, Fatih pazarında herkes beni böyle tanır. Nerenin kabağı bunlar? Adapazarı. Kendi yetiştirdiğim kabaklardan alıyorum tohumları. GDO değil benim kabaklar. Nam-ı diğer “Genetiği Değiştirilmiş Organizma” Kemerburgaz pazarının da gündeminde demek artık! Pekiii, tavsiyeniz ne olur, nasıl yapalım kabak tatlısını? Tencerede mi, yoksa fırında mı? Yo, bunu tencerede kaynatarak pişireceksiniz. Tam tamına 1,5 saat. Ancak o zaman balı çıkar bunun. Sonra da fırına 10 dakika atıp biraz kızartabilirsiniz isterseniz. Verdiğiniz bilgiler için teşekkürler. Biz biraz daha dolaşalım tezgahları, çekimden sonra uğrarız tekrar. Devam ediyoruz. Taze cevizden, koyu yeşil yapraklı kerevize kadar ne isterseniz var. Sevgili dostlar, bugünkü programımız da burada sona eriyor. Bir dahaki sefere kadar “İyi Pazarlar!”

Siz de tahmin etmişsinizdir. Daha sonra Kabakçı Hacı Ömer’in kabaklarından aldık. 3 kg’a yakın soyulmamış olarak aldığım kabak, temizlendikten sonra 2,5 kg’a düştü. 4 lira ödedim. Temizlenmiş diye hazır alsaydım: 6 küsur lira ödeyecektim. Kıssadan hisse: beğendiğiniz kabuklu parçayı alın, soydurun.”
Altı kişi olmuştuk ve bisiklet dışında birşey konuşmuyorduk. Güzergahlar, yollar, oteller, insanlar herkesin anlatacağı birşeyler vardı. Özellikle de Fikret Albay ve Süleyman Şatır doluydular. Onlardan epeyce bilgi ve ipucu kaptım. Süleyman dostumdan Şarköy’le ilgili çok yararlı yol ve konaklama bilgileri, Fikret Albay’ın son Hopa gezisinden, özellikle Karadeniz sahilinde açılan yeni tüneller, Kemal dostumdan Beypazarı’yla ilgili. Yılların birikimi ortaya çıkıyordu. 
1,5 saatten fazla oturduk kahvede. Nefis börekler, sonra demli çaylar derken hava da açınca buradan hemen dönmeyelim, biraz daha uzanalım diye yer seçmeye başladık. Tayakadın denildi ama karanlığa kalmak istemiyordu albayımız. Peki o zaman Işıklar’a kadar gidip orada bir mola sonrası dönelim konusunda herkes hemfikir olunca, ihtiyaçların da giderilmesinden sonra yola çıkıldı.

Şimdi ihtiyaç malumunuz yüznumaradır. Kibarca tuvalet, hatta son zamanlarda bu da ayıp olunca lavabo sorulur olundu. Bizde bunun dışında hela, kenef, ayakyolu, WC, 00 gibi birçok isim de kullanılır. WC, İngilizce ismindeki “Water Closet”in baş harfleridir. Yüznumaranın hikayesi ise şöyledir: Eskiden Fransa’da tuvaletler koridorun uçlarındaydı. Odaların her birine, birer numara verilirken, tuvaletlere numarasız demişler ve “00” diye isaretlemişlerdi. Fransızca’daki “numarasız” kelimesi ile “100 numara” kelimesi hemen hemen aynı telaffuz edildiğinden, bizde Fransızcası biraz kıt birinin tercüme hatası sonucu “yüznumara” olarak yerleşmiştir (Tamer Korugan / Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi, Aykırı Yayıncılık 2001).
Halen onarımı süren kemerlerin altından ve sonra Göktürk içinden geçerek (Yeşil bisiklete uğradık ama kapalıydı) eski yoldan ki yeni otoyola nazaran çok çok daha keyifli, ve de bomboş çunkü araçlar yeniyi tercih ediyorlar, inekler ve mandalar arasından geçip güneşin sıcaklığıyla aheste aheste pedalları çevirdik. Kimimiz telefonda konuşarak, kimimiz fotograf çekerek, yan yana, peş peşe devam ettik sürmeye.
İSTAÇ’ ın kokuları arasından Işıklar’a az kala lastik patlağı anonsuyla durmak zorunda kaldık. Kemal’in ön lastiği patlamıştı. Kısa sürede yeni iç lastiğin takılmasıyla yolumuza devam ederek kurbanlıkların yanından geçip Işıklar’a vardık. Lastiğin tamiri sırasında içimiz sımsıcak oldu. Hava çok güzeldi, parlak bir ışık ve rahatlatıcı.
Kahvede güneş banyosu yaparak ara verdiğimiz konulara dönüp herkes kendi macerasının devamını anlatarak yayıldık. Mesela kaç tane Ereğli olduğunu biliyormusunuz? 4 tane olduğunu söyledi Fikret Albay. Haydi sayın bakalım. Erim buldu, biz bulamadık.

Biraz bisküvi+çay, biraz Erim’in kuruyemişlerinden otlanarak dönme vaktinin geldiğine karar verip tornistan ettik. 
Dönüşte mola vermeden geldiğimiz yoldan tempo arttırarak, Kemal’in ön lastiğini 2. defa yamayarak (dış lastik eskimiş, hatta çürümüştü. O nedenle yoldaki en ufak çıkıntı iç lastiği patlatıyordu), yolda öldüğünü sandığımız ama yanına vardığımızda yatacağı yeri şaşırmış bir köpeğin hiç istifini bozmaması karşısında acaba intihar mı etmeye niyetli düşünceleri arasında (bizi çok telaşlandırdı, gelen her arabaya “aman dikkat yolda köpek yatıyor” dedirtti) Cendere’deki ayrılma noktasına ulaştık.
Buradan Süleyman, Kemal ve Erim düz Kağıthane yönüne, biz ise Fikret Albay’la Ayazağa’dan Oyak üzerinden Seyrantepe’ye çıkmak üzere ikiye ayrıldık. Hareket halinde olduğumuzdan inmeden el sallayarak vedalaşıp sola döndük. Rampa başında Fikret Albay’ın “siz çıkın ben iteceğim” demesiyle dik yokuşa kendimizi vurup, biraz öfleyerek pöfleyerek sanayi içlerinde bir yerlere çıktık. Sonrasında iç yollardan Levent’te Figen&Ozan’lara uğrayıp nefis bir çay eşliğinde simit ve muhammaraya yumularak açlığımızı biraz olsun dindirdik. Havadan mıdır suyundan mıdır bir iştah ki üzerinize afiyet. “ Bence muhammaranın lezzetinden :)” diyordu Firuzan, haklıydı. Çok güzel hazırlanmıştı, ceviz ve acı biber, simit de zaten çok yakışıyor bu işe.

Akşam 7 buçuğa doğru Fethiye’den getirdikleri peynirimizi de almış olarak eve geri dönmüştük. Bu küçük gezimizde de gene 76 km yapmış (ortalamamız 16,3), 4:40 saat pedallamış ve 1418 kalori ve 102 gr yağdan kurtulmuştum. Ama akşamki yemekle herhalde eksilenleri gene yerine koyduk.

Bayramda acilen yakmamız lazım. 
Yol: N.taşı > 4.Levent > Seyrantepe > Ayazağa > Cendere > K.burgaz > Işıklar ve dönüş 76 km.

Not: Süleyman Şatır tarafından yollanan fotolar eklendi, teşekkürler (26.12.09).

İlginizi çekebilir Kemerburgaz-Pas Çözücü