31 Ocak 2024

Podbike Frikar - Araba ve e-Bisiklet arasında bir melez


Frikar, e-bisikletle benzer özelliklere sahip tek kişilik bir araç ve öncelikle işe gidip gelenleri hedefliyor.

 

Frikar nedir?

 

Podbike bunu bir e-bisiklet olarak tanımlıyor. Ancak tekerlek sayısı açısından yanlış olsa da bu, motor desteğinin 25 km/saatte kesildiği düşük güçlü elektrikli araç olduğunu anlatmanın bir yoludur. Yani, elektrik destekli pedallı araç anlamına gelir; bu da ehliyet, kayıt veya sigortaya gereksinim duymaz.


 

Firma, "Temelde mikro araba gibi kamufle edilmiş elektrik destekli pedallı araç" diyor.

 

Frikar, standart bir bisiklet römorkuyla aynı olan 84 santimetre genişliğindedir ve bu nedenle bisiklet yollarında kullanıma uygundur. Temelde tek kişilik bir araç olmasına karşın sürücünün arkasında çocuk koltuğu ekleyebileceğiniz yeterli depolama alanı bulunmaktadır.


 

Frikar'ın sıradan bir e-bisiklete göre en büyük avantajı tamamen kapalı olmasıdır. Aynı zamanda devrilmeye karşı korumalı ve darbe emici bölgelere sahip olup, dört tekerleği ve bunların süspansiyonu, güvenirlik ve daha rahat bir sürüş sağlar. Bütün bunlar elbette ağırlığı artırıyor, ancak çarpıcı bir şekilde Frikar o kadar aerodinamik ki Podbike bir yarış bisikletine benzer sürtünme sunduğunu söylüyor. Firma, 877 Wh bataryanın 50-80 km yol yapabileceğini düşünüyor.



Podbike kurucu ortağı ve teknoloji sorumlusu Per Hassel Sørensen, "Hedefimiz, günlük işe gidiş gelişler için güvenli ve sürdürülebilir alternatif sunan kişisel bir ulaşım çözümü geliştirmek" dedi. "Tüm araba yolculuklarının yüzde 50'sinden fazlasının beş kilometreden kısa olduğu göz önüne alındığında, birçok durumda bu yolculukların yerini kolaylıkla Frikar alabilir."

 

Frikar'ın fiyatı 4.995 avrodan başlıyor. 




16 Ocak 2024

Farklı bir yaklaşım: Zincirsiz e-bisiklet Rover 45


Elektrikli bisiklet Rover 45 pedallar ile arka tekerlek arasında zincir veya kayış gibi fiziksel bağlantıyı ortadan kaldırıyor ve sensörler ile hareket ediyor.

 

Elektrikli bisikletler, klasik bisikletler gibi pedallar ile arka tekerlek arasında zincir veya kayış ile fiziksel bağlantıya sahip. Ancak Rover 45 bu bağlantıyı ortadan kaldıran ilginç bir yaklaşım sunuyor. Zincir yerine sensörler aracılığıyla arka tekerlekteki motora sinyal gönderen bir çalışma biçimine sahip.


Look ve Cixi firmalarının ortaklaşa geliştirdiği bu konsept elektrikli bisiklette pedal çevrildiğinde hareketi algılayan kontrol cihazı, arka tekerlekteki motora sinyal göndererek dönmesini sağlıyor. Pedallar aynı zamanda durmak ve yavaşlamak için de kullanılabiliyor. Bu sayede rejeneratif frenlemeyle pilleri şarj etmek mümkün de oluyor.


45 km/s azami hıza sahip Rover 45, 25 km/s hızı aştığı için Avrupa'da ‘Speed Pedelec’ olarak adlandırılıyor. Arıza çıkarmaya meyilli zincir, vites vb. aktarma organları bulunmayan bisiklet bu bakımdan daha dayanıklı olma potansiyeli taşımakta.



2 Ocak 2024

Nasıl başlarsa öyle gider


Sotik döngü, 1461 yıllık döngü anlamına gelir. Adını Antik Yunanların Sirius yıldızına verdikleri ad olan Sothis’ten alır. Antik Mısırlılar Güneş takvimini ilk kullanan halktı. Fakat bir yılı 365 gün olarak saptamış, yani artık yılı hesaba katmamışlardı. Ancak göğün en parlak yıldızı olan Sirius yıldızının doğu ufkundan doğuşunu yılbaşı saydıklarından, yılbaşının her yıl planlanandan yaklaşık olarak 0,25 gün geç geldiğini (aslında 0,2425 gün) saptadılar. Ayrıca çok düzenli olduğu bilinen Nil nehrinin yıllık taşması da ortalama olarak 0,25 gün gecikiyordu. Bu sebepten Mısırlıların takvimi her yıl 0,25 gün ileri gidiyordu. Ancak Mısırlılar artık yıl uygulaması yapmadılar. Onun yerine, hesap yapıp 1460 (bugünkü hesaba göre 1461) yılda bir durumun eski haline geleceğini tahmin ettiler (1460 yıl, 365 yılın 4 ile çarpımıdır). Günümüzde bu süre "Sotik döngü" olarak bilinir. Bu yıl, yani 2024 yılı 366 gün sürecek, Şubat ayı 29 çekecek. Yani 1 gün daha uzun yaşayacağız : ))


Yeni bir yıl yeni umutlarla başlar. Yılbaşı büyük ikramiyesi de bazılarının umutlarında büyük yer kaplar. O paraya alınacaklar, yapılacaklar, yeni yıla zengin girmenin hayalleri tam listeye bakana kadar sürer. 400 milyon lira, bir başka ifadeyle 13,5 milyon dolar. Büyük para tabii. Sıkıntı yaratabilir. Düşünsenize, kimler peşinize düşecektir? Bana da bana da bana da... İnternet “Talih Kuşu mutluluk getirmedi” haberleriyle dolu. İsimler önemli değil ama yaşananlar ibretlik: 1975'te büyük ikramiyeyi kazanan MS, İstanbul ve İzmir'de para harcadıktan sonra köyüne dönerek sakin bir yaşama geçiş yaptı. Ancak, zamanla yalnız kalarak zor günler geçirdi ve hayatını donarak yitirdi. Ölümünden sonra, yastığının altında eski piyango biletleri bulundu, bu da MS’nin geçmiş hayallerine duyduğu özlemi gözler önüne serdi. /.. KŞ, 1978 ve 1999'da iki kez Millî Piyango'dan büyük ikramiye kazandı, ancak her seferinde parasını gece hayatında tüketti. KŞ, sonunda eski mesleği olan kâğıt toplamaya geri döndü. 2004'te bir kez daha şansı yüzüne güldüğünde, yine aynı şekilde parayı harcadı ve yoksulluğa geri döndü. /.. MS, 1979, 1982 ve 1984 yıllarında üç kez büyük ikramiye kazandı. Ancak MS, bu şansları değerlendiremedi. Para hırsıyla daha çok piyango bileti satın aldı, dolandırıcılara para kaptırdı ve sonunda ayakkabı boyacılığı yaparak geçimini sağlamaya başladı. 2014'te kanser tedavisi görürken hayatını kaybetti. /.. 1995'te büyük ikramiye kazanan AY, Edirne Sigorta Hastanesindeki işinden ayrıldı ve kendi işini kurmaya çalıştı ancak başarısız oldu. Mahkemeye başvurarak eski işine geri döndü. Ancak, yaşadığı sıkıntılar sonucunda cezaevine girdi ve hayatı hiçbir zaman eski düzenine kavuşmadı. /.. 1990'da büyük ikramiye kazanan CP, oğlunu bir trafik kazasında kaybettikten sonra iflas ederek zor günler yaşadı. Eşi tarafından terk edilen CP, emekli maaşı ve sınırlı imkanlarıyla yaşamını sürdürmeye çalıştı.

 

Dün “Nasıl biterse öyle başlar” dedik, bugünse “Nasıl başlarsa öyle gider” diyor ve sabah 9 kırk evden ayrılış saatim oluyor. Hava mülayim, dünkü gibi. Soğuk değil, ama zaten üzerimdekiler beni sıcak tutacak kalınlıkta. Bugün, tek olduğumda severek turladığım Yakacık’a gitmek istiyorum. Hiçbir toplu taşıma aracına gerek olmadan. Dün güzelce pedalladığımdan bugünü biraz daha kısa kesip evde yeni yıl kutlamasını sürdürmek, biraz film izlemek niyetindeyim. Fazla bir kalabalık yok ortalıkta, herkes herhalde daha istirahatini sürdürmekte, yani dinlenmede. Bazı yerlere uzundur gelmeyince çevredeki değişiklikler dikkat çekiyor. Kayışdağı’nın kenarından sürüyor yolum. Burada bir çiçekçi var ki vitrininde çok güzel kaktüsler oluyor. Bir göz atıp devam ediyorum. Hayret, pazar sabahı açmış dükkanını. Çamlıbel Kaynak Suları tesisi geçilip devam pedallamaya. Tel arkasındaki köpekler nedense havlamaya pek meraklı oluyorlar. Bir de agresif bir şekilde tel boyunca koşturmaktan yanalar. Hani bu ne öfke diye insan düşünmeden edemiyor? Ancak sıralanan nedenlerinin başında bölgesini koruma arzusu geldiği söylenir. Böyle durumlarda tehdit yaklaştıkça köpeğin agresifliği ve havlama yoğunluğu da arttığı gibi aynı anda yaşadığı korku duygusu da havlamanın seviyesini yükseltebilir denilmekte. Güzel, peki size bir soru: Neden ezan sesine ulurlar? Hiç gülesim olmayan bir açıklama okudum: “Köpekler ezan sesine ulurlar, çünkü ezan kutsal bir çağrıdır ve köpekler bile bu çağrıya cevap verirler, kendilerince uluyarak ibadet ederler.” Gülmeyin, Nihat Hatipoğlu’nun bile bunu teyit edercesine konuştuğu bir video var. Hele şu adamın dediklerine bir bakın; horozun ötmesi, eşeğin anırması...



Bağnazlık: Tarihin tozlu rafları eşelendiğinde dinci gericiliğin insanlık tarihinin en karanlık sayfalarına imza attığı görülecektir. Katolik, Ortodoks, Protestan, Müslüman... Fark etmiyor. Hepsi birbirinin aynısı. Bilime, akla, aydınlanmaya, ilerlemeye düşman her türden gericiliğin asırlar boyunca yol açtığı felaketler akla hayale gelmez vahşetler hep kutsal kitaplara dayandırılarak meşrulaştırıldı... Tarihte yaşananlar tarihte kalmadı ne yazık ki! Dinci bağnazlık günümüzde de hiç eksik değil. Ne kurulan mahkemeleri eksik kaldı ne de din adına işlenen katliamları. Vahşetler birbirini izledi. Ortadoğu’dan Asya’ya, Afrika’dan Avrasya’ya her tarafta bu izleri görmek mümkün. Daha kısa bir süre öncesine kadar burnumuzun dibinde İslam Devlet’ini ilan eden IŞİD’in din adına yaptıkları unutulmuş değil. Kamerun’da, Çad’da, Mali’de, Nijerya’da, Somali’de, Libya’da din adına işlenen katliamlar dinci gericilerin dünya algılarının bir yansıması. Bu coğrafyada da ne Madımaklar ne de Çorumlar, Maraşlar eksik kaldı. Hepsi de benzer bir düşünce ikliminin yansımasıydı.

 

Etrafta biten-başlayan inşaatlar geçilerek geldim Yakacık’a. Asırlık Çınar ağaçlarının altında ve çevresinde bulunan bir kaç çayevinden birine, her zaman geldiğimizde oturduğumuz, bir hanımın servis yaptığı, sahibesi bildiğimiz (ama olmadığını bugün öğrendiğim), boş bir masaya oturuyor, büyük çay (10-) ısmarlıyorum. Hazırladığım sandviçleri yerken kendisiyle de sohbet etme fırsatım oluyor. Çevredeki bir kaç çaycı arasından sizi seçtik, kadınlara destek olsun düşüncesiyle diyorum. Teşekkür ediyor ve neredensiniz diye soruyor. Anlatıyorum; işte şu kadar senedir Ümraniye’de, öncesinde Şişli’de vs. vs... Siz? Ege’den diyor, Denizli. Harika. Geldim, buradaki kahveye ortak oldum. Ama civar insanı çekemedi, dışardan birisini ortak istemedi ve bana zorla sattırdılar hissemi kendilerinden birine. Hoppala! Bunlar bir çeşit mafya, bölgeyi kendilerine kapatmışlar, Siirtliler. Ne olaylar yaşandı, ne tehditler alındı, sormayın, bezdim, korktum, sattım. Şimdi yanlarında çalışıyorum. Haydaaa... Buraları zamanında Ermeni nüfusunun yaşadığı, ayazmasıyla, çay bahçesiyle, üzüm bayramıyla, aşk öyküsüyle bilinen, yüzyıllarca İstanbul’un balkonu olmuş bir yer. Sen kalk Siirt’ten gel bağdakini kov-yerleş. Sonra kimseyi sokma! İnternette biraz araştırınca İstanbul’da bir Kürt gettosu, Siirt Mahallesi. Bu mahallelerin başında Kartal Yakacık'ta bulunan Siirt Mahallesi geldiği yazılı. Buraya yapılmış helikopter destekli şafak operasyonuna bile rastlarsınız. Varujan, çocukken buraya pikniğe geldiğini, ne denli güzel zamanlar geçirdiğini hep anlatır. Yani daha 50-60 sene öncesi buraları üzüm bağları, zeytinlikler, bahçelerle kaplı. Kısaca tarihçesini okursak: Yakacık; bulunduğu Aydos, Uludağ’dan sonra çevredeki en yüksek tepe. Ayazma ise Yakacık’ın da en serin yeri. Ermeniler her yıl 15 Ağustos’ta Üzüm Bayramını kutlarlarmış burada. Topladıkları üzümleri Kartal’daki kilisenin papazına okuturlar, Ayazma’da törenle yerlermiş. Padişahlardan biri Yakacık’ta keklik, karatavuk avına çıkmış. Bir seferinde Ayazma çevresinde rastladığı Hasan Çolpan adlı kişiye “Burada çay-kahve kurabiye satın. Geldiğimizde para atarız” demiş. Bu niyetle yapılan kulübe şimdiki Çay Bahçesinin Çay Ocağının olduğu noktadadır. Lokum-kürdan koyulur, Padişah geldiğinde 1 altın bırakırmış. Tengiz ailesi Yakacık Meydanında Çınaraltı Kahvesini işletiyormuş. 1933 yılında Hasan Basri Tengiz Milli Emlakten kiralayarak Ayazma Meydanındaki Çay Bahçesini açmış. Babası “Burada ne yapacaksınız?” diyerek çok kızmış. Daha sonra yeni oluşturulan İstanbul Belediyesinin kiracısı olmuşlar. Çay bahçesinin alanı, üst tarafında bulunan kalıntı halindeki Ermeni Kilisesinin bahçesiymiş aslında. Meydana adını veren Ayazma bu kilisenin içinden çıkan suyun adıymış. Yeni doğan çocuklar burada vaftiz edilirlermiş. Ayazmadan çıkan su Çay Bahçesinin ortasında bulunan havuza akıtılırmış. 1936 yılında Yakacık’ın aşağısına İstanbul’un ilk Verem Hastanesi yapılmış. Çay Bahçesine hastalar da gelmeye başlamış. İnsanların birbirine hastalık bulaştırmamasına dikkat ederler, her hasta için ayrı bardak-tabak-çatal-kaşık bulundururlarmış. 1943 yılında Kartal Belediyesi kurulur. Mülkiyet onlara geçtiğinde Bahçe Kartal’ın kiracısı olur. 1950’lerde aşağı bölgeye Ankara Yolu yapılmış. Sonra da fabrikalar. Manzara biraz değişmiş tabii. Ama yine de özelliğini çok fazla kaybetmemiş buraları. Ayazma Çay Bahçesindeki havuzda karpuz soğuturlarmış. Bahçedeki servilerin ve çınarların asırlarca orada olduğu söylenir. Gelenlere sadece çay satılır, tabak-çatal-kaşık kiralanırmış. Tahta masa-sandalyeler bulunurmuş. 1950’lerin ortalarına kadar Meydanın kotu daha düşükmüş. Dolayısıyla bugün yoldan 2-3 m aşağıda kalan Çeşme yolun üzerindeymiş o yıllarda... Sonra yıl yıl işler değişiyor, bozuluyor. Önce tahta masa-sandalyelerin yerini plastik olanlar alıyor, lahmacun-pide satılmaya başlanıyor, Üzüm Bayramı kutlamaları kalkıyor, çeşmenin suyu kuruyor, ahşap kilisenin bahçesi halı saha oluyor, etrafta gökdelenler yükseliyor... Ama burada yaşanan aşk bir film konusu bile olabilir: 1960’lı yılların ortaları, 10 Mayıs. Yakacık’ta ayrı otellerde kalan bir kadınla bir erkek, Ayazma Çay Bahçesinde tanışırlar. Kadın bekâr, Erkek evlidir. Doğal olarak evlenmeleri olanak dışıdır. Her yıl 10 Mayısta burada buluşmaya karar verirler. Sonraki yıllarda kadın da evlenir. Kadın kocasıyla gelmeye devam eder. Kocası başka masada oturur, onlar birlikte oturup konuşurlar. Her defasında erkek ortası delik bir metal pul getirir. Onu bahçenin sol alt köşesindeki servi ağacına çakarlar. Erkek, kadının gelmediği yıllar pulun kenarını yırtar. Öyle çakar ağaca. Bir süre sonra kadın hiç gelmemeye başlar. Bir süre sonra da erkek. 2000’li yılların sonlarına kadar sürer bu olay. 40 yılı aşkın... 


Yakacık’tan Kartal’a inmek, ama farklı bir yol olsun istiyorum. Alınan tarifle, fi tarihinde de geçtiğim, şimdi pek de ayrıntılı hatırlamadığım yoldan devam ederek, nefis manzaralı, eskiden kalmış evlerin önünden geçerek, bir yerde sorma zorunda olup, dimdik yokuştan hızla inerek, sokak aralarından sürüp kendimi Pendik’e giden yolda buluyorum. Bundan sonrası bilindik. Sahil yoluna inip İstmarin önünden Kartal’a ve sahil tarafına geçip bisiklet yolundan Bostancı’ya. Metroya binip İMES’te inip evin yolunu tutmaca.

 




 




















Nasıl başlarsa öyle gider: Dudullu-Yakacık-Pendik-Kartal-Bostancı-(metro) İMES-Dudullu

 

Tur tarihi: 1 Ocak 2024

Alınan yol: 42,16 km
Ortalama hız: 18,6 km/s

En yüksek hız: 46,5 km/s
Bisiklete biniş süresi 2 s 16 dk, dışarıda geçen süre 3 s 17 dk

En yüksek sıcaklık 21 ˚C, en düşük 12 ˚C, ortalama 14,6 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 540,8 m, kaybı (iniş) 534,8 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 222,3 m

 

Garmin yol bilgileri Nasıl başlarsa öyle gider 

 

Relive yol bilgileri Nasıl başlarsa öyle gider 




























1 Ocak 2024

Keşif Turları; Boyalık - Dursunköy


Yılın 365’inci günü, sonuna geldik yani. Bir koca yıl da uçup gitti. Zaman ne de çabuk geçiyor, veya yaşlandıkça hızlanıyor mu? Size de çocukken zaman sonsuzmuş gibi gelir miydi? Dersler hiç bitmeyecek, bir sonraki yıl gelmeyecek, büyümek için uzunca beklemek gerekecek... Cek cek... Bilim, çocukken geçen 5 yılın yetişkinlikten yaşlılığa geçen 40 yılla eşit hissedildiğini söylüyor. Nasıl m? Bilim bu duruma birkaç teoriyle açıklık getirmekte. Oran, biyolojik saat ve gençlik pınarı teorileri (*)... Ama şimdi bunlardan önce senenin son gezisini anlatayım. 

 

Bekle(t)mek-yetiş(eme)mek... Bunlar haliyle geriyor. Olmaması büyük bir rahatlık. İstediğin gibi kalkar, hareket edersin. Ben de senenin son gününde bir keşif yapmak üzere, acele etmeden hazırlanıp yola çıktım. Amacım Yeni Havaalanı tarafını pedallamak, yeni rotalar çıkartmak. Bunun için önce Bostancı’dan trene (B1) binip Sirkeci’ye geldim, sonra Eminönü’nden tramvaya (T5) binip Alibeyköy Metro istasyonuna, oradan da metroyla (M7) Kağıthane’ye ve devamında gene metroyla (M11) Y.Havaalanı’na vardım. Yeryüzüne çıkıp pedallamaya başladığımda saat 12.12’yi gösteriyordu. Yani evden buraya gelmem 2 buçuk saatimi almıştı. Bu yolun bir bölümünü daha önce pedalladığımdan nasıl hareket edeceğimi biliyor, acemilik çekmiyorum. Tayakadın’a sapmayıp otoyoldan devam, ancak biraz kavşaklarda dönüp durunca herhalde yön duygumu kaybetmiş olacağım ki bir yerde kararsızlığa düşüyorum. Düz Arnavutköy olarak mı yoksa sağdan Çatalca diye mi gidiyorduk? Google yardımcı oluyor ve Çatalca olarak gitmem gerektiği belli olup devam ediyorum. Birazdan da yön duygum geri geliyor. Hava kapalı ama kasvetli değil, soğuk da değil. Gerçi üzerimde beni sıcak tutacak giysiler var.


Firuzan’la çıktığımız bir keşif turunda Boyalık köyüne inmiş (bkz. Keşif Turları; Balaban), sonra bir daire çizerek Baklalı üzerinden geri dönmüştük. Bugün düz devam edip Dursunköy üzerinden sürdüreceğim yolumu. O kısmı ilk defa pedallıyor olacağım.


Ana yoldan Boyalık köyüne, bugün Arnavutköy ilçesinin mahallesi oluyor, uzunca bir yoldan iniliyor, bir çocuk köyü ve araç kiralama servisi yakınından geçerek. Köy küçük, bir camisi var, nüfusu da 700 kişiymiş. Cami karşısındaki kahvede hem dinleniyor hem yanımdaki sandviçle karnımı doyuruyorum. Çaylar 6 lira, köy için fazla, genelde 5’den gidiyor şu sıralar. Ortalık sakin, yeni yıl heyecanı sarmamış Boyalıklıları. Ezanın okunmasıyla bir iki kişi ayaklanıyor. Ama pek de koşturan görmüyorum. Köyün geçmişine ilişkin bulabildiğim bilgiler ışığında öğrendiklerim; bugün başta ‘Kanal’, mega projelerin baskısı altındaki Kuzey Ormanları yerleşimlerinin geçmişleri Osmanlı dönemine dayanmakta, bazı köylerin kuruluşları Fatih devrine kadar gitmektedir. Nitekim Baklalı, Dursunköy, Boyalık gibi kendilerini “gacal”, dışardan göçle gelen değil, o yerin yerlisi olarak tanımlayan yerleşimler, Fatih Sultan Mehmet’in sur dışını iskân ettirdiği zaman kurulmuş olabilirler. Fatih’in sur içi kadar sur dışının iskânının gelişmesine önem vermesinin bir nedeni, buraların güvenliğinin temini ise, ikincisi, bölgenin bereketli topraklarından faydalanılarak İstanbul’un gıda ihtiyacının sağlanmasıdır. Burada bir parantez açarak, kent içi veya kente yakın tarımın yaşamsal önem kazandığı iklim krizi ve pandemi çağında, her vesileyle Fatih’i dile getirenlerin, sur dışı tarım arazilerinin İstanbul için hayati önemini yok sayarak buraları rant uğruna betona gömme emellerini söylemeden de geçmeyelim.

BirGün


Devam pedallamaya. Çevre güzel, yeşillik. Kurban-adak satışlarının yapıldığını yazan bir iki yer, köyün arıtma tesisi, O-7 Kuzey Marmara Otoyol’un altından, Bayburt-Gümüşhane-Sarıkamış’lılara ait mezarlıkların kenarından geçen yol geldiği bir ayırımda sol yaparsanız Baklalı, bense sağ Dursunköy olarak sürdürüyorum. Bölge keyifli, buraları “Kanal İstanbul” yalanıyla satılmaya çalışıldı, internette “Kanal güzergahında, Kanal manzaralı, Yenişehir proje alanında” gibi laflarla yapılmış bolca kandırmaca görebilirsiniz. 2015 yılında söylenenlere bugün gülüyoruz: “Her Şey Düşüncede Başlar-2023 Vizyonu-Kanal İstanbul-Çılgın Proje: Burası bir dünya ulaştırma merkezi olacak. Yeni bir iş sahası doğacak. İstanbul sanayileşmenin de bel kemiği oldu ama artık taşıyamıyor. İzmit Körfezi de doldu. En ideal yer burası. Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne göre bir zararımız yok. Burada hukuken bir ada doğdu. Türk adası oluyor. Uluslararası hukuk açısından kontrol tamamen bizde olacak. Savunmamızı da güçlendirecektir..." Anlat anlat durumlarıDünyanın en büyük çevre felaketini yaratacak bir projeydi. Bereket kimse kaynak sağlamadı da elinde patladı. 


Dursunköy bana daha büyükmüş gibi göründü ancak nüfusu sadece 450 kişi kadarmış. Daha yeni mola verdiğimden şöyle kısa bir köy turu atıp devam ediyorum. Bir iki köpek heveslenip biraz peşimi kovalıyorlar ama yol kaçmaya müsait olduğundan hızla uzaklaşmaktayım bölgelerinden. Arnavutköy-Çilingir tarafından gelen yol kavşağından düz devam ederek sürdürüyorum pedallamayı. Düz gidip inen yol uzakta tırmandıracağını müjdeliyor. Ve %7-8, bazen 9, hatta 10 bile gösteren 1,5 km.lik bir tırmanış sonunda %4’lerle 2,5 km.yi buluyor. Geldiğim kavşakta, solumdan Sazlıbosna’ya, sağımdan Hadımköy’e gidilmekte. Bense düz devam edip sanayinin içine giriyor, sonra sağdan dimdik bir yokuştan inip dimdik bir yokuştan tırmanıyorum. Yol da çatlamış, yer yer sertleşmiş çimento artıklarıyla gidilmez olmuş. Hiç gidilesi, tavsiye olacak bir yol değil, her yer sanayi. Yani şöyle yapmak en iyisi; Sazlıbosna-Şamlar ve Sazlıdere Barajı kenarından giden toprak yol ki güzel havada son derece keyifli de olacaktır, Halkalı’ya.


Dön dolan, sonunda Hadımköy’den gelen yola bağlanıyorum. Ve daha sonra da Mercedes-Türk’ün gelmesiyle nereye çıktığımı anlıyorum. Bundan sonrasını sıkça geçtik. Hatta en son geçen pazar Noel Baba II turunda.


Bataryanın 2’ncisini doldurmamış %60’lık haliyle almıştım yanıma. Tırmanışlar birinciyi harcayınca neden yarım bataryayı aldığıma kızıyorum.  Neyle karşılaşacağın bilinmez, her daim hazırlıklı ol sürprizlere, ful çık, için rahat olsun. O nedenle olabildiğince Eco sürüş modunda kullanıyorum son bölümü. Ama fazla tırmanışım yok artık. Hatta bazı bölümlerde uzunca inişler var ve orada pedal bile çevrilmiyor.

 

Halkalı’ya gelmemle, tren öncesi merak ettiğim, bundan böyle kullanacağım Nükleer Araştırma Merkezinin oradaki iç yolu da öğreniyor, ve 15.30 trenine binip Bostancı, oradan da metroyla İMES ve eve varışım 17.15 gibi oluyor. Böylece “Nasıl biterse öyle başlar” sözünü de gerçekleştirmiş oldum. Yarın da “Nasıl başlarsa öyle gider” sözünü gerçekleştirirsem, 2024 bolca pedallanan bir yıl olsun, hepimize.


 

(*) İlk Teori; Oran Teorisi: Bu teoriye göre 5 yıl ile 40 yıl aynı hızda algılanıyor. Beynimiz zamanı, belirli bir noktaya kadar yaşanan süre üzerinden hesaplıyor. Örneğin; 2 yaşında bir çocuk için 1 yıllık zaman ömrünün yarısını ifade ederken yaş ilerledikçe, her yıl, hayatın toplam yüzdesinde daha küçük bir orana denk geliyor. Bu durumda 10 yaşındaki halimiz için 1 yıl hayatımızın onda biri anlamına gelirken; aynı zaman dilimi 20 yaşına geldiğimizde hayatımızın yüzde beşini ifade ediyor. Bu açıdan baktığımızda, 10 ila 20 yaş arasındaki 10 yıllık süreç, 5-10 yaş arasında geçen 5 yıllık süreç kadar hızlı geçmiş gibi geliyor. Yaş ilerledikçe bu durum daha da enteresan bir hal alarak; 40 ile 80 yaş arasındaki 40 yıllık süreç, 5 yıllık bir zaman kadar kısa sürmüş gibi hissettiriyor. Yani bizim de zaman algımız logaritmik şekilde hızlanıyor. Ömrümüz kısalırken hayatı algılama hızımız artıyor.

 

İkinci Teori; Biyolojik Saat: Beynimizin zamanı ölçmesi yalnızca logaritmik değil. Aynı zamanda da bedenlerimizin de bir saati bulunuyor: Biyolojik saat... Biyolojik saatimizin hızı, biz yaş aldıkça yavaşlıyor ve bu da kalp atışlarımızı nefes alışımızı yavaşlatıyor. Böylece zamanın daha hızlı geçiyor olduğunu hissediyoruz. Kalp ritmini ve nefesi bir saatin tik takları olarak düşünürsek, gençken bir dakikaya sığdırdığımız tik takların sayısının yaşlılığımızda aynı olmadığını söyleyebilmek mümkün. Bir yetişkinden ve bir çocuktan 1 dakika geçtiğini düşündükleri zaman haber vermesini isteyip, beklediğimizde; kuvvetle muhtemel ikisinin cevap verme süreleri birbirinden farklılık gösterecektir. Çocuklar tahminen daha kısa sürelerde 1 dakikanın dolduğunu söylerken; yetişkinler tam tersi 1 dakika dolduktan sonra sürenin bittiğini ifade edebilir.

 

Üçüncü Teori; Gençlik Pınarı: Sıra dışı olaylar veya tecrübeler yaşadığımızda beynimizin salgıladığı dopamin, zaman algımızın farklılaşması anlamında bir diğer faktör… Çocukluk ve gençlik dönemlerinde yaşadığımız deneyimlerimizin büyük bir çoğunluğu alışılmışın dışında gerçekleşiyor. Öyle ki, bunlar yaşamımızın ilk örnekleridir. Bu gibi özgün tecrübeler beynin daha fazla enerji sarf etmesini sağlar ve işlenmesi için de daha fazla zaman gerektirir. Bu yüzden gençken, beyinlerimiz dünyayı anlamaya çalıştığı için daha hareketli ve daha detaylara odaklıdır. Ancak belli bir süre sonra beynimizin işlerin nasıl yürüdüğünü anlamasıyla dikkate alınacak detaylar da azalır. Beyin yavaşlamaya başlar ve bu da zamanın daha hızlı aktığını düşünmemize sebep olur.

DengeDanışmanlık
























Keşif Turları; Boyalık-Dursunköy: Dudullu-Bostancı-(tren) Sirkeci-Eminönü-(tramvay) Alibeyköy Metro-(metro) Kağıthane-(metro) Y.Havalimanı-Boyalık-Dursunköy-Hadımköy Sanayii-Ömerli-Bahçeşehir-Altınşehir-Halkalı-(tren) Bostancı-(metro) İMES-Dudullu

 

Tur tarihi: 31 Aralık 2023

Alınan yol: 67,53 km
Ortalama hız: 22,3 km/s

En yüksek hız: 52,5 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 01 dk, dışarıda geçen süre 7 s 44 dk

En yüksek sıcaklık 22 ˚C, en düşük 13 ˚C, ortalama 15,6 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1079,7 m, kaybı (iniş) 1094,6 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 186,3 m

 

Garmin yol bilgileri Keşif Turları; Boyalık-Dursunköy

 

Relive yol bilgileri Keşif Turları; Boyalık-Dursunköy