Yolumuz bizi Eyüp’ten geçirip, Alibeyköy’ün kenarından Hasdal’a çıkardı. Buraya kadar düz, tek Hasdal’a hafif bir yokuşla çıkılıyor. Bir de bu otobüs işletmelerinin indirme-bindirme yeri var, orası biraz karışık, dikkat edilmeli. Yol dar ve araç çok. Hatta damperli kamyon da var. Ancak şunu da gördük, onlar bisikletliye daha saygılılar.
Hasdal yolu rahat, sağda geniş güvenlik şeridinden gidiliyor. 2 çıkış var, dikkatlice geçilmesi gereken. Kemerburgaz için 2. çıkışı kullanın. Birincisi eski çöplüğün yanından geçer, yol dardır. Bu şekilde saat 10’da Kemerburgaz’daydık. 27 km tuttu.
Eskiden gittiğimiz çaycı nedense pek suratsızlaştı. Gerçi yüzü gülmezdi ama artık iyicene sıkılmış olmalı ilgiden. Bu nedenle kendimize yeni bir yer seçtik. Küçük meydanın etrafında üç çayevi vardı. Firuzan güneşli olanını seçti ve böylece İpek Kıraathane’ye soframızı kurduk. İşletme sahibi Ayhan Bey’in ikramı manda yoğurdu da eklenince kahvaltıya geçtik.
Kemerburgaz, Gümüşdere ve civarı Batı Trakya Türklerinin yerleşim bölgeleri. Çoğu Yunanistan ve Bulgaristan’dan göçmüşler.
Rumeli, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 15. yüzyıldan itibaren Balkanlar’ın güneyine verilen addır. Rumeli, sözündeki “Rum” kelimesi “Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde olan toprak, halklar” anlamıyla kelimenin yapısına katılmıştır.
Osmanlı Türkleri, Avrupa’ya ayak bastıktan sonra, burada fethettikleri yerlere Rumeli adını verdiler. Hâlbuki bu isim evvelce bugünkü Anadolu için kullanılmış, hatta Orta Çağ Avrupa kaynaklarında Romanie şeklinde tercüme edilmiş iken bu son şekil, Rumeli’nin Anadolu’ya mütenazır olarak kullanılması gibi, Balkan yarımadasına tatbik olunmuş ve garp kaynaklarında “Peninsule romaine” tarzında da kullanılmıştır. Yeni çağlardan itibaren, Avrupa harita ve kitaplarında bu yarımadaya “Turquie d'Europe” veya “Empire Ottoman d'Europe” denildiği görülüyor ki, sonradan Türkçe neşriyatta, bu adlara muadil olmak üzere, “Avrupa-i Osmânî” ve “Rumeli-i Şâhâne” tabirleri kullanılmıştır.
11. ve 12. yüzyıllarda, Bizans egemenliği altındaki Anadolu toprakları Diyar-ı Rum (Roma ülkesi, Rum ülkesi), Anadolu’da egemen olan Selçuklulara da Rum Selçukluları (Anadolu Selçukluları) denmiştir.
Bugün "Rumeli" ismi bazı zamanlar Türkiye'nin Avrupa kıtasındaki toprakları (Edirne, Kırklareli, Tekirdağ illerinin tamamı, İstanbul ve Çanakkale illerinin Avrupa Yakası) için kullanılır.
Bazen Rumeli bölge adı ile Trakya adı denkleştirilir ama ikisinin sınırları farklıdır. “Rumeli” ve “Trakya”, aynı yer değildir, sadece kesiştikleri kısımlar vardır.
Yarım saatlik bir mola sonrası tekrar selelerin üzerine çıkıp Çiftalan yoluna sapıp Belgrad Ormanı’na yöneldik. Ormana girmeden önce sağda, Orman İşletme İdaresi’nin istasyonunda sularımızı tazelerken, nöbetçi memurla yaptığımız sohbette öğrendik ki, etrafta yığılı duran yeni-eski araçlar kaçakçılara aitmiş. İzinsiz ormanda ağaç kesen, kazı yapan, toprak alan, moloz döken... her türlü yasak işleri yapanların. Kamyondan tutun da, kepçe, minibüs, otomobil ve at arabasına kadar. Kiminin üstleri odun yüklü. Memur da diyordu: “Orman sadece ağaç değil, toprak, su, hava, hayvan, böcek, çiçek de demek. Cahil halkımız bunun idrakinde değil. Gerçi okumuşu da farklı davranmıyor”.
Orman girişinde kontrol memuruna “izninizle geçip Gümüşdere’ye gideceğiz” derseniz ücretsiz geçiş izni veriyor. Veya bize verdi!
Bu noktadan Geyik Üretme İstasyonu’na kadar tırmanırsınız, 2,5 km kadar. Ama ormanın sessizliği (arada geçen arabalarca bozulsa da), kuşların cıvıltısı, çiçeklerin-çamların kokusu, yaprakların hışırtısı, yokuşun eğimini unutturur. Sonra üçyol ağzına kadar iner ve Gümüşdere çıkışına kadar gene tırmanırsınız.
Dünkü yağmurdan sonra ormanın bazı bölümleri çamurluydu. İster istemez gene girdik. Hatta bir yer vardı, oldukça balçıktı. Geçerken saplansaydık görüntümüz farklı olabilirdi.
Orman sonrası stabilize bir yoldan Gümüşdere’ye inilir. Bu mevsimde ortalık sakindir. Yazın, deniz sezonunda burası ve kıyısı oldukça kalabalıklaşır. Caminin yakınındaki kahvenin bahçesine yerleştik. Kahvaltıdan olsa halen toktuk. Sadece kuruyemiş, biraz çikolatayla yetindik, çay eşliğinde.
Köyün köpekleri güneşe serilmişler, tembellik yapıyorlar. Kediler biraz daha uyanıklar. Biz bile mayıştık. Saat 13’ü gösteriyordu ki gene yola koyulduk.
Ve rampayla karşılaştık. Düşünmeyeceksin, aklına başka şeyler getir. Çok sevdiğin bir parçayı mırıldan veya bir filmi hatırla. Ama rampayı asla düşünme.
Yol kaymış, heyelan veya sel suyu almış götürmüş. Yamaçtan yuvarlanılmasın diye kenarlara beton bariyerler konulmuş. Bu da yolu daraltmış. Yanınızdan yakın geçmekte araçlar. Fakat şu beton mikserleri de gıcık. Hem teğet geçiyor, hem de yanınızda vites değiştiriyor. Bir egzoz çıkartıyor ki kendinizi kara bir dumanın içinde buluyorsunuz. El kol işaretinden bir şey anladıysa arap olayım. Zaten dumandan olmuşuz!
‘Her çıkışın inişi, her inişin çıkışı’, bu bir atasözü mü? Ama kesinlikle bisikletçi sözü. Uskumruköy’e indik, Zekeriyaköy’e çıktık. Ormandan beri inip çıkıyoruz. Ama dedim ya, düşünmeyeceksin.
Zekeriyaköy’de eskiden çeşmenin karşısında makul bir kahve vardı. Orası bakkal olmuş. Caminin yanındakine yerleştik. Önümüzde gene bir tırmanış olduğundan, mideleri boş bırakalım diye sadece çay-soda istedik. Burası kağıtçıların yeriymiş. Etrafta oynayan adamlar. Kahvedeki fiyatlar da iskambillik olmuş. Soda 125, çay 75 krş. Çaycı da suratsız.
Çeşmeden suyumuzu tazeleyip, mutlaka suyunu tadın-çok tatlı, gene tırmanmaya geçtik. Ta ki Sarıyer tepelerine çıkana dek. Artık bundan sonra rampa olmayacak. Bu sevinçle Maden’den uçarak geldik Sarıyer karmaşasına. Pazar buraları bisikletle bile geçilmez oluyor. Tünele rağmen araba sayısında azalma yok.
İstinye’ye kadar bastık pedallara, kah ortadan, kah sağdan, ama devamlı. Karnım acıktı, biraz da enerjim düştü. Mahalle arasında bulduğumuz çayevine tezgahı kurduk gene, kalanları temizlemek üzere. Serhan da tam hazırlıklı gelmiş. Peynir, yumurta, çikolata, istemediğin kadar. Ye, ye bitmiyor. Bu kaçıncı yumurta böyle Serhan? Anlaşıldı, yumurta diyetine girmiş :)) Çayları caddede içtiniz mi 1,5 - 2 lira, içerlerde ise 75 krş. Tercih sizin.
Boğaz trafiğini ortadan giderek yarmaktayız. Önde Firuzan, ardından Serhan. Ben de onlara yetişmeye çalışıyorum. Biraz yoruldum, az da sıkıldım. Popo da artık kızarmaya başladı, hissediyorum. Firuzan gözü kara, motorları bile yoldan döndürüyor. 17.20, Beşiktaş’tayız, aaa ne görelim, Serhan gelmiş bizi bekliyor. Ne ara?
Herkes saatine bakıyor, benimki 81 km diyor, Serhan 80 diyor, Firu ise 79,4. Sonuçta uydu verilerini esas aldık ve aşağıdaki değerleri oybirliğiyle kabul ettik (bizim Kızıltoprak-Kadıköy gidiş-gelişleri de eklemiş Garmin).
17.45 vapuru gelince
ayrıldık Serhan’dan. Ayrılmadan önce Sarkis’e rastlamak da günün başka bir
keyfiydi.
Gümüşdere Turu
Karaköy-Eyüp-Hasdal-Kemerburgaz-Belgrad Ormanı-Gümüşdere-Zekeriyaköy-Sarıyer-İstinye-Beşiktaş
Tur tarihi: 24 Mart 2013
Kat edilen mesafe: 82,22 km.
Ortalama hız: 13,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi: 5 saat 59 dk., dışarıda geçen süre: 11 saat 13 dk.
En yüksek sıcaklık: 25 ˚C, en düşük: 10 ˚C, ortalama: 14,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış): 1544 m, kaybı (iniş): 1544 m.
Tur bilgisi: Karaköy’den Hasdal’a kadar yol neredeyse düz. Hasdal’a hafif bir çıkış var. Kemerburgaz’a kadar hafif inişli çıkışlı, rahat bir yol. Kemerburgaz’dan sonra Belgrad Ormanı içi dik çıkış ve inişli. Yol asfalt. Gümüşdere’ye stabilize iniş. Gümüşdere-Uskumruköy-Zekeriyaköy yolu asfalt ve dik çıkışlı-inişli. Boğaz sahil yolu düz ama trafik yoğun.
Kemerburgaz, Gümüşdere ve Zekeriyaköy’de karın doyuracak bakkal, lokanta, çayevi mevcut.
Bu bölgeye yapılmış turlar