Yıl bitmek üzere, hep beraber bitirelim o zaman dedik ve
pazar sabahı Karaköy’de buluştuk. Şehir turu, rehberimiz Serhan. Bizi
İstanbul’da gezdirecek. Çok da güzel bir güzergah hazırlamış: Karaköy - Unkapanı - Bozdoğan Kemeri - Haşim
İşcan Geçidi - Aksaray - Fındıkzade - Topkapı - Son ışıklardan karşıya
geçip otellerin önünden sur içinden Yedikule’ye kadar iniş Yedikule’de bir
kale kapısından geçip Zeytinburnu ve oradan Belediye binasının bahçesinden
geçip ara yollardan Marmara Forum AVM’nin önüne geliş… Buradan
Yenimahalle ve Bakırköy meydan… Zuhuratbaba’da kahveler var… orada mola
verebiliriz… Zuhuratbaba’dan Ataköy… 9. Kısım… Sinan Erdem Spor Salonu’nun
önünden geçerek ve Atrium’dan devam ederek Yeni Bosna Metro İstasyonu…ve evet
asıl mola vermek istediğin yer.. Bundan sonrasını zaten biliyorsun… Havaalanı
yan yolu… Havacılık Müzesi yine Havaalanı yan yolu… Ondan sonra ya ilk ışıklardan
içeri girip GS Spor Tesisleri önünden aşağı.. Ya da devam edip Şükrü Balcı
Polis Okulu’nun oradan aşağı... mükemmelden de öte. Kaç kişi miyiz? 11’le
başladık; Haluk, Mustafa E., İhsan, Nurhan, Deniz, Ömer, Serhan, Varujan,
Levent ve bizler. Ne yani, yetmez mi? Varujan fazla gelmedi ancak, pazar dahi
çalışıyormuş, ne iştir söyletemedik. Aramıza en son katılan Mustafa E.’nin kızı
Deniz de aramızda. Harika bir şey. Gençlerin de olması hiç olmazsa yaş
ortalamamızı biraz olsun aşağıya çekiyor :))
Hava gayet güzel, bisikletlik. Hatta öğleden sonra daha da
güzelleşti. Güneş yüzünü gösterdi. Ama yeni yıl soğuk girecekmiş, tahminler
doğru çıkarsa son gün başlayan kar yağışları devam edecekmiş yılın ilk günlerinde.
Ehh bu da bize göbek yapma imkanı verir :))
Böyle 10 kişi olunca etraftan da ilgi topluyorsun. Yarış mı
var, hellooo, vat is yur neym... Fatih Camii, Karaburun (çetesiz hali),
Sulukule (çingeneler zamanı kalmamış) ve surların dibinden pedallıyoruz.
İnsanın aklına 1453 geliyor. Burada kopan kıyamet, korku, kan, yağma... 53 gün
süren kuşatma sonucu Konstantinopolis’in düşüşü. 3 gün yağmalanışı. 1058 yıllık
Doğu Roma İmparatorluğunun sonu, Ortaçağ’ın kapanıp Yeniçağ’ın başlaması... Ama
esas önemli yanı ise Bizans'tan kaçan bilim adamlarının Avrupa'ya (İtalya’ya)
gitmeleri. Bu sayede yerli halkın bilgilenmesiyle Rönesans’ın başlaması. Ve
sonuçları:
* Avrupa ülkelerinde
bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı.
* Skolastik düşünce
yıkıldı. Düşüncede serbest bir ortam doğdu.
* Deney ve gözleme
dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı.
* Kilise zayıfladı. Bu
durum Reform hareketlerini başlattı.
* Bu döneme kadar
bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans
hareketleriyle Avrupa ülkeleri öne geçti.
* Avrupa'da insan
faktörü öne çıktı. İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmaya başladılar.
İstanbul’da görmediğimiz yerler, hepimizin ilgisi yüksek,
merakla etrafı izleyerek pedallıyoruz. Bisiklet bu iş için biçilmiş kaftan.
Seyrede seyrede dolanıyorsun. Mevlanakapı, Silivrikapı, Yedikule...
Milletin karnı acıkıyor, kaptan
nerede çay içeceğiz homurtuları yükselmekte. Zeytinburnu içinden
geçmekteyiz. Sağdaki kafe, minik yer, naylonla kapatılmış, cıgaralar tütmekte,
duman dolmuş. Bize uymaz diyoruz ama çaycı 10 kişiyi kaçırmak istemiyor.
Dışarıya masa kuruluyor ve hem karınlar doyuruluyor hem susuzluk gideriliyor. Yarım
saatte 20 lira fena sayılmaz.
Veliefendi - Ataköy taraflarında bisiklet yollarındayız.
Güzel de oluyor, maviye boyalı asfalttan geçmek. Bazı bölümleri sakat olsa da.
Yeni Bosna molamızı pas geçiyoruz. Daha yeni oturduk durumları. Havaalanı en
sevdiğim yer. Uçakların kalkışı-inişi heyecan verici. İhsan duramıyor ve
kurtlarını dökmek üzere önden basıp gidiyor. Bir yerlerde buluşmak üzere :))
Saatler daha erken. Bu güzelim havada dönmeyelim, turu K.
Çekmece’ye kadar uzatalım diyoruz. Yolda burnumuza kahve kokuları geliyor.
Haluk bu sefer ön tekeri yamıyor. Son zamanlarda 3’ledi. Lastikler eskimiş
anlaşılan.
Florya-Menekşe... diye devam. Buraları biraz toparlamışlar.
Nedense her yere “tarihi” damgasını vuruyorlar; tarihi balıkçı, ... köfteci, ...
şekerci, ... fasulyeci, her yer tarihi olmuş!
Florya sahilden devam ediyoruz. Yazın buralarda iğne atsanız yere düşmez. Gerçi gene de bir kalabalık var ama sürülüyor. Yeşilköy’de Nurhan’ın isteğiyle bir çay molası, biraz kazıkça ama: çay 2-, kahve 5- lira :(( Özgür Sürüş Topluluğu da buralarda. Bisikletçiler nedense gruplaşma, ayrışma merakındalar (veya ihtiyacında). Saysür grubunda bunalanlar ÖST’yi oluşturmuşlar.
Florya sahilden devam ediyoruz. Yazın buralarda iğne atsanız yere düşmez. Gerçi gene de bir kalabalık var ama sürülüyor. Yeşilköy’de Nurhan’ın isteğiyle bir çay molası, biraz kazıkça ama: çay 2-, kahve 5- lira :(( Özgür Sürüş Topluluğu da buralarda. Bisikletçiler nedense gruplaşma, ayrışma merakındalar (veya ihtiyacında). Saysür grubunda bunalanlar ÖST’yi oluşturmuşlar.
Evet, Roma dondurmacısında tango yaparak yalanmaktayız. Ahh Esin de olsaydı birlikte yapsaydık. Tango işin şakası tabii :))Tango, Arjantin çıkışlı bu dansın dramatik duygusu, dans sırasında çok zengin doğaçlama fırsatları yaratması, dansın özünde aşk ve melankoli tutkusunun yatmasından ileri gelmekte. Müziğinin temel çalgısı Alman icadı olan fakat ismini Arjantin Tangosu ile duyuran akordeonun akrabası bandoneon. Peki “tango” sözcüğü nereden gelmektedir? Tango sözcüğünün dilbilimde kesin bir kökeni yoktur. “Tango” adının, Afrika tamtamlarının çıkardığı "tan-go" seslerinden ya da Latince dokunmak anlamına gelen "tangere" fiilinden türediği sanılmaktadır. Tango kelimesi aynı zamanda Latin Amerika'da çok geniş bir siyahi topluluk tarafından kullanılmaya başlandı. Tango, Buenos Aires’de, o dönem alt sınıf olarak adlandırılan, fakir ve en temel sosyal haklardan bile yararlanamayan insanlar tarafından yaratılmıştı, sonrasında üstlere çıktı. Bizde ise Cumhuriyetin ilanıyla oluşan çok sesli müzik gelişimi ile Tango sevilmiş ve yayılmıştır. Necip Celal, Fehmi Ege ve Necdet Koyutürk pek çok tango besteleyerek Tangonun Türkiye'de sevilmesi ve yayılmasını sağlamışlardır. Bir zamanların ayıplanan ve hor görülen dansı, artık günümüzde ışıltılı dans salonlarında uygulanan, nezih bir eğlence halini aldı. Yaşam da böyle bir şey değil mi? Başta ret ettiğini sonra kabul ediyorsun. Peki niye bu direnme?
Yeşilyurt’ta Nurhan, bir tereddüt sonucu dar aralıktan
geçemeyince kendini yerde buluyor. Şansa sıkıntısız atlatıyor (tekrar geçmiş
olsun). Aslında bunu bazen ben de yaşıyorum. Bir yerden geçerken kendinden emin
olarak pedal çevireceksin. Acaba mı – olur mu diye karasızlığa düştüğünde başka
şeyler olabiliyor. Söylemesi!!!
Bakırköy tarafları gene kalabalık. Bisiklet yolunu
kavrayamayan, özürlü yolu sanan, mangal için fırsat gören... çokça insanımız
dolanmakta, boy göstermekte. Evet, her şeyin özü “eğitim”. İnsanı eğitmezsen o
da kendini her şeyin üstünde görür. Sınırlarını bilemez. Hatta algılayamaz bile
durumunu. Ama bizim şansımız ne yazık ki kaçtı. Öylesine eğitimsiz bir toplum
çıktı ki ortaya, bizden sonra gelenlerin hali acınası. Bu da bizim ayıbımız,
böyle bir miras bırakıyoruz çocuklarımıza.
Bakırköy-Eminönü yolunu hızla, peş peşe pedallıyoruz.
Eminönü ayrılma noktamız. Serhan, Deniz, Nurhan ve Levent Beşiktaş yolcusu.
İhsan, Mustafa E., Haluk ve biz Kadıköy. Ama Eminönü vapurunu kaçırınca
Karaköy’den binelim diyerek devam ediyoruz. Ancak saatler pazar gününe göre
değişmiş, Haluk’un nefis közde kahvesiyle oyalanıyoruz. Ve Kadıköy dağılma
noktamız.
Tur tarihi: 27 Aralık 2015
Kat edilen mesafe: 89,08 km.
Ortalama hız: 14 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 21 dk., dışarıda geçen
süre 10 sa. 11 dk.
Sıcaklık: alt 6 ˚C, üst 23 ˚C, ortalama 13,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 709 m., kaybı (iniş) 713 m.
İrtifa: alt 0 m., üst 123 m.
Garmin yol bilgileri 2015, “SonTur”
Foto katkıları için Levent’e teşekkürler.