25 Haziran 2009

DHO

Haftalardır bu anı bekliyordum. Fikret Albayla Deniz Harp Okulu’nu ziyaret edecektik. Onun anılarını yerinde öğrenerek, hem de rahmetli dayımı anarak.

Okul komutanı bize Cumartesi günü (13.06.09) saat 11 için randevu verdi. Tuzla nereden baksan 40 km‘ydi. Bu nedenle zamanında varmak için sabah 7:45 gemisiyle Beşiktaş’tan Karaköy’e geçmek için sözleştik (belki bir öncekini seçmiş olsaydık daha rahat giderdik).

Hava kapalıydı (ilerleyen saatlerde açtı). İskeleye vardığımda Fikret Albay gelmişti bile. Fazla oyalanmadan turnikeden geçip kapıların açılmasını beklerken, birden Sarkis’i elinde 2 jantla görünce çok şaşırdım. Hayrola, sen nereye? Meğersem o da Velespit’e gidiyormuş erkenden, jantların akord ayarlarını yaptırmak için. Güzel bir tesadüf oldu ve birlikte geçtik karşıya. Karşılıklı sohbetle zaman çabucaçık geçiverdi ve gemi yanaşır yanaşmaz, zaten fazla yolcu olmadığından hemen indik.
Sarkis’le vedalaşıp sahilden Moda koyundan gidelim diye sarı balonun oraya gitmek istedik ama o bölgeyi içine alan geniş bir şantiye vardı ve geçmek mümkün değildi. Yolu biraz dolandırarak açmışlar, biz de kenarından geçerek sahilden Yelken Kulübü önünden Moda iskelesine ve oradan parkın kenarından FB stadına kadar geldik. Sonra gene Kalamış marinaya sapıp TCDD kampı önünden FB Orduevi yanından sahildeki bisiklet yoluna bağlandık. Sabah erken olmasına rağmen yollar kalabalıktı. Rahat gitme olanağı olmaması Fikret Albayı sıktı ve Caddebostan’da asfalta inerek devam ettik Maltepe’ye kadar.
Orada Kastamonulular Dayanışma Derneği (KasDer) Maltepe şubesinin kahvesinde bir kısa mola verip eşrafla sohbet edip tekrar asfalt yoldan Pendik’e devam ettik. Burada da bir mola verelim diye düşünmüştük ama bu durumda gecikebiliriz diye durmadan devam ettik ve tam zamanında lumbar ağzına geldik. Kimliklerimiz alınıp içeriye girmemize izin verildi.
Son günlerde bazı çekimler nedeniyle 2 kere gelmiştim Tevfik'le ama bisikletle girmek ve dolaşmanın ayrı bir keyifi olacaktı. Tertemiz ve düzenli bir alandan geçerek komutanlık binasının arkasına geçip bisikletlerimizi bisiklet parkına bıraktık. Okulun arazisi içinde o kadar çok bisiklet ve kullanan görmüştüm ki parkın olmasını hiç yadırgamadım. Emir subayı bizi karşılayıp Türker komutanın odasına götürdü. Soğuk içeceklerimiz geldi ve sohbet bisikletle başlayıp, okulla devam ederek çok samimi bir havada sürdü. Tanıdıklar çıktı, eski günler anlatıldı, bisiklet tutkusunun başlangıcı ve bugüne kadar olan yolu, Fikret Albayın beraberinde getirdiği belgelerle bir film şeridi gibi gözümüzün önünden aktı. Tabii iki denizcinin sadece konuştukları bisiklet değildi, eski günler ve anılar, bugünümüz ve yarınımız üzerine düşüncelerle 2,5 saatin nasıl geçtiğini anlayamadık. Tabii arada kahveler, sodalar içilerek, ve de fotoğraflar çekilerek. Artık gitme zamanımız gelmişti. Hediyelerle uğurlanarak kapıya kadar bize eşlik etti komutanımız. 

Bisikletlerimize atlayıp okulun güzel bahçesi içinden çıkışa doğru sürdük, kimliklerimizi alıp dönüş yoluna girdik.
Deniz Harp Okulu, 1773 yılında İstanbul Kasımpaşa'da kurulmuş olan ve halen İstanbul Tuzla'da bulunan Türk Deniz Kuvvetleri'ne muharip subay yetiştiren eğitim kurumudur.
Heybeliada'daki tesislerin gelişen eğitim sistemlerinin gereklerini bina ve tesis yönünden karşılayamaması, ulaşım sorunları ve Türk Donanması'nın deniz subayı ihtiyacının artması; Deniz Harp Okulu'nun istenen özelliklere uygun, geniş bir alana taşınmasını gündeme getirmiştir. Bu maksatla, Tuzla'da hazine arazileri ile istimlak edilen parsellerle 750 dönüm tutan Tuz Burnu Yarımadası'nda yeni bir Deniz Harp Okulu'nun inşası için 28 Temmuz 1977 tarihinde merhum Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından temel atılmıştır. Tuzla'daki modern Deniz Harp Okulu tesisleri, 31 Temmuz 1985 tarihinde Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından hizmete açılmış ve Heybeliada'daki tesisler Deniz Lisesi Komutanlığı'na devredilmiştir.

Tuzla'nın trafiğini yararak Pendik’e geldik. Burada Sibel’le buluşma ümidine kapılmıştık ama kendisine ulaşamadık bir türlü. Telefonu açılıyordu ama cevap vermiyordu. Sonra öğrendim ki zaten uzaklardaymış, telefonu da kendi kendine açılıyormus. Biraz ters bir durum ama ne diyebilirim. Neyse biz Melemenci’ye oturduk ve çay eşliğinde menemenimizi, taze ekmeği bandırarak miğdeye indirdik. Açıkmışız bayağı. Gelmeyeli dükkanda da değişiklikler olmuş, masalar yenilenmiş, giriş ve tabela değişmis. Çok güzel olmuş. Bisikletçiler için vazgeçilmez bir uğrak yeri. Sahibi beyefendi de nazik ve hatirşinaz. Geldi bizlerle sohbet etti, albayla tanıştı.
Karnımız doyunca yola çıkmak için hazırlandık ve asfalttan devamla Kadıköy’e doğru pedallamaya başladık. Birden telefon çaldı ve hattın ucunda Mustafa (yelkenturizm). Ne yaptığımızı sorunca koordinatları verdim ve onu da çağırdım, tamam dedi Bostancı’da buluşmak üzere anlaştık. Biz devam ederken gene telefon çaldı, bu sefer de uzundur görmediğim arkadaşım Murat (Atmaca) aramaz mı. Neredesin ...şuradayım ...hadi gelsene ...tamam ...nereye ...Dragos Belediye Tesislerine ...tamam mı ...tamam dedik ve onu da bağlayıp yolumuza devam ederek Dragos’a vardık. Yolda Murat bizi, varmadan yakalamıştı bile. Son Amerika gezisi dönüşünde aldığı yeni Mtb ile gelmiş. Daha önce bu markayı görmemiştim: Klein. Güzel bir parça, Trek üretiyormuş. Haydi hep beraber devam diyerek tesislere girdik. Bisiklet için ayrılmış olan yere bisikletlerimizi bıraktık. Ancak burada öyle bir (sözüm ona) bisiklet taşıyıcısı yapmışlar ki, betondan. Tekerden çok çok küçük. Dayamaya çalıştığında jant tellerine dayanıyor tüm ağırlık ve rahatsız oluyorsun. Mecburen cama-duvara dayamak istiyorsun. Ona da personel engel olmaya çalışıyor ve o garip yerlere sokmaya zorluyor. Küçük bir tartışmayla durumu anlatıp gene doğru bildiğin yere koyuyorsun. Birşeyler yapmak istiyorlar ama normlarına uygun yapılmayınca işe yaramıyor ve amaçına ulaşmıyor. Halbuki Belediyenin Fen İşleri, mühendisleri var, var davar!!!

Bisikletleri görebileceğimiz bir acıya masa çekip soğuk bir soda eşliğinde sohbete daldık.
Birazdan Mustafa da aradı ve Bostancı İDO’nun oradan bize doğru hareket ettiğini söyledi. Biz de sana karşı geleceğiz diyerek yola çıktık. Ancak anlaşmamızda bir sorun olmuş ki Bostancı’ya vardığımız halde ona rastlamadık. Sonra anlaşıldı ki o deniz kenarındaki, bizse asfalt kenarındaki bisiklet yolundan gitmişiz. 2 bisiklet yolu olunca hangisi, neremi diye karıştırıyorsun :)), ama durum çakılınca Mustafa sürratle geri dönerek bize yetişti ve 4’lü olarak Kadıköy’e doğru pedal bastık.
Murat, Kalamış’ta bizden ayrılıp Bostancı’ya geri döndü. Arabasını orada bırakmıştı. Bizse iskeleye doğru gemiye yetişmek için Salı pazarının kurulduğu alandan geçip boğa heykeline çıkmaya çalıştık ama trafiğin içinde takılı kaldık. Arabalar, otobüsler Fikret Albayı çok sıkıştırdı ve yürüyerek devam etme gereğini gördü. Keşke dedi, ters yönden elimizde gelseydik bu kadar zor olmazdı. Haklıydı elbette. Bu durumda gemiyi kaçırdık ve bir sonrakine kaldık. Mustafa önden yetişmişti ama. Neyse banklara oturup sohbetimize devam ettik. 1 hafta sonra çıkacağı Hopa güzergahını anlattı bana. Ben de kısa notlar aldım. Belki bir gün yaparsam elimde olsun. Malum bu konuda Türkiyenin tüm rotaları için mutlaka kendisine danışmak lazım. Bisiklet için nereden gitmenin daha uygun olduğunu, yılların tecrübesinden öğrenmek için. Yarım saat çabuk geçti ve gemimiz geldi. Yeni gemilerden di. Fikret Albay da ilk biniyormuş, çok hoşuna gitti. Binişler-inişler tabii ki çok daha kolay. İçerisi de geniş ve rahat, dayadık kenarlara ve boğazı seyrederek Beşiktaş’a vardık. Ben Akaretlerden, albay ise Barbaros yokuşundan çıkmak üzere vedalastık. Eve vardığımda saat 7 buçuk olmuştu. Bu gezimiz bile 90 km’yi bulmuştu. Ortalama hızımız 14,3 km. 1511 kalori ve 65 gr yağ harcanmıştı. Ehh bir ziyaret için gayet iyiydi.

Tatlı anılarla ve dostluklarla bezenmis, sonunda iki arkadaşımı da görerek dopdolu bir gün oldu benim için.


İlginizi çekebilir: Fikret Albay