24 Mayıs 2019, Cuma / Datça Mesudiye II (32. gün)
Gece üstümdeki pikenin hafifliği biraz uykuyu da hafifletmiş olsa da 8 buçuğa kadar uyudum. Bugün ikinci günüm Elvira’da. Hem sohbet ediyor hem kahvaltı ediyoruz. Kediler de (3 tane var onda) etrafımızda. Özellikle siyah olan masada. Alışmış. Bir şey almadan uzaklaşmıyor.
Dün akşamki su kesintisi sürmekte. Süreceği de söyleniyor. Neyse ki deposu varmış da WC ihtiyacımı rahat gidebiliyorum. Bu durum da alt yapının eksik olduğunu, daha doğrusu yapılaşma ile yet(e)mediğinin göstergesi.
Merkeze, köye iniyoruz. Remzi ve Deren çoktan başlamışlar çalışmaya. Hatta akşam biz gittikten sonra gece mesaisi bile yapmışlar. Deren İzmirli, Elvira’nın tanıdığı, yardımcısı. Bu işte de devrede. Keyifli bir genç.
Ülkemizde işçilerle çalışmak bir hayli zor. Yani adam çalıştırmak demek istiyorum. Hele de böyle köylerde. Fazla seçenek olmadığından en kafasızıyla iş yapmak durumundasın. İşte burada da bu durum mevcut. Demircisi ayrı bir karakter, tesisatçısı bir başka. Hidrofor nedeniyle Marmaris’e inmekten söz ediliyor. Datça’da bulunmayanlar oradan temin ediliyor. Az da bir yol değil, 2x85 km.
Bugün hava güzel, güneşli. Dünkü sıkıntılı durum kalkmış. Öğlen yemeği hazırlığı yapılmakta. Elvira bir hayli titiz ve steril çalışıyor. Mantarların kabukları soyuluyor, havuçlar rendeleniyor, soğanlar doğranıyor... Bir yanda da mercimek ve patates haşlanmakta.
Güzel bir öğle yemeği sonrası Marmaris’e gitmek yerine hidroforun Datça’ya yollanmasının daha çabuk ve kolay olacağına karar verildi. Ve gerekli temaslar sağlandı.
Akşam üstü Remzi ile birlikte hem hidroforu almak hem de pazardan alış veriş yapmak üzere Datça’ya iniyoruz. Güzel bir pazar, esas günü cumartesiymiş ama cumadan kuruluyormuş. Ancak sebze meyve öylesine zamlandı ki. Her şey ateş pahası. Burada bile kendini belli ediyor. Ben de ufak tefek bir şeyler alıyorum.
Hep merak ederim deyimler nereden çıkmış diye. Bu “ateş pahası” sözünün de ilginç bir hikayesi var. Rivayet olunur ki; vaktiyle Osmanlı padişahlarından biri, yanında yardımcılarıyla birlikte ava çıkmış. Av peşinde koşarlarken İstanbul çevresinden epey uzaklaşmışlar ve vakit epeyce ilerlemiş. O sırada hava birden bozmuş ve şiddetli bir yağmur başlamış. Hünkar ve adamları hemen en yakın kulübeye sığınmışlar. Sığındıkları kulübe odunculuk yapan bir garibe aitmiş. Adamı tedirgin etmemek için kim olduklarını söylemeseler de, oduncu giyim kuşamlarından mühim şahsiyetler olduklarını anlamış. Bol ateş yakıp, kulübeyi iyice ısıtmış. Dışarda ıslanıp üşüyen padişah ve adamları durumdan çok memnun kalmışlar. Bu memnuniyetle padişah bir ara: “Doğrusu bu ateş bin altına değer” demiş. Geceyi orada geçirdikten sonra yola çıkacakları vakit, oduncuya kaç para borçlu olduklarını sormuşlar. Oduncu fırsat bu fırsat diye düşünüp:“Bin bir altın yeter beyzadem” demiş. Parayı fazla bulan vekilharç hemen atlamış: “Çok fazla istemedin mi?” Oduncu: “Yemek ve yatak bedeli bir altın, ateşin bin altın ettiğini de zaten siz söylediniz.” Padişah adamın kıvrak zekası karşısında gülümseyip bin bir altını ödetmiş. O gün bugündür çok pahalı ürünlerle karşılaşıldığı durumlarda "ateş pahası" denilmeye başlanmış ve giderek halk diline yerleşmiş.
Akşam yemeği tatlı bir sohbetle ev içinde geçiyor. Hava güneş battıktan sonra çok serinledi. Ben de üstüme bir şey almamıştım, Elvira da üşüdü. İçeride yemek daha rahat oldu böylecene.
Elvira ve Remzi apart’larını yaparlarken kırlangıç da
taşıdığı malzemeyle yuvasını hazırlamakta
|
Villa White by Night
|
33. gün (devamı) Mesudiye III – 31. gün (öncesi) Bodrum-Datça Mesudiye
[bisikletle]Türkiye: Pergamon ve Sagalassos