7 Ağustos 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Gölbaşı-Çağlayancerit)

5 Ağustos 2018, Pazar / Gölbaşı – Çağlayancerit, 42 km. (29. gün)

Kahvaltı dahil olduğundan ve de geç kalmak istemediğimden hazırlanıp 7’de salondayım. Açık büfe. Karpuz da var, harika. Ne çok karpuz istiyor canım tahmin edemezsiniz. Aş ermek derler ya. Biraz peynir zeytin ve iki yumurta ile karnımı doyurdum. Rahat ettim bu otelde. Oda büyüktü. Tek sıkıntısı önünden otoyol geçtiğinden araç trafiği, özellikle de kamyonların canavar kornaları. Pencere açık yattığımdan olduğu gibi odadaydı. 7.35 otelden ayrılışım. Resepsiyondaki Gamze Hanıma sordum: “Neden et yemiyorsunuz?” Kokusundan hoşlanmadığını, sadece bir miktar tavuk yediğini, balığı da sevmediğini söylüyor.

Hava açık. Erken daha, sıcaklar kendini belli etmiyor. Batı yönüne gidiyorum. Bugün Çağlayancerit, Maraş’ın ilçesi, 40 kilometrelik bir mesafe. Buraya göre daha yüksekte. Sulak bir bölgeymiş. Zaten Çağlayan adı oradan gelmekte. Gölbaşı çıkışı yol 2 buçuk kilometre kadar kilit taş sonra asfalta dönüyor. Ama asfalt pek parlak değil, 2’nci sınıf. Aşınmış, tekerlerin gitmediği orta kısım düzgün. Şimdilik duble. Sağında geniş şerit var. Anayoldan ayrılıp köy yolundan gideceğim. 14 kilometre daha kısa. Ama sapışı kaçırmışım. Benzincidekiler 300 metre geride kaldı diyorlar.

Şimdi, asfaltı ikinci sınıf bir köy yolundayım. Biraz da dalgalı. Tren yolundan geçip yeşilliklerin arasından kıvrılan tek şeritlik bir yol bu. Ama çok güzelleşti etraf. Rampası falan da öyle yok sayılır. Hafif çıkışlar, bazı inişlerle sürmekteyim. Solumda bir göl var, Azaplı Gölü. Bu göl ve daha ilerdeki İnekli Gölü yağışların fazla olduğu dönemlerde Gölbaşı Gölü ile doğal olarak açılan kanallarla birbirine bağlandıklarını dün öğrenmiştim. Biraz tarif almıştım ama nedense Çağlayancerit levhası dikilmemiş. Aşağıazaplı köyünde az kalsın sağdan gidiyordum ki çocuklar uyardı soldan gitmemi.

Buraları bana başka bölgeleri, daha önceki yerleri hatırlatıyor. Hafızamın derinliklerinde saklı duran anılar, yüzeye çıkan hava kabarcıkları gibi yükselmekte. Neresiydi, orası mı burası mı diye düşünerek çok güzel bir coğrafyada pedallıyorum. Yaban domuzu çıkabilir uyarı levhası geceleri dikkat edilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Solumda çayırlarda keçiler, koyunlar ve inekler otluyorlar. Beni fark eden iki köpek uzaklardan havlayarak müthiş bir hızla bana doğru koşmakta. Pek bir hevesli görünüyorlar beni yakalamaya. Ve sürüsünü korumakta olan çoban köpeği onları tehdit olarak algıladığından o da onlara doğru koşuyor. Ben de ne olur ne olmaz bu kargaşada telef olmayayım diye hızla pedal basıp uzaklaşmaya çalışıyorum. Köşeyi dönünce ağaçlar giriyor araya. Ne oldu orada çok merak ediyorum? Kalabalık bir inek sürüsü çıkıyor önüme, yolu geçmekte. İki çoban zorlukla hayvanları kontrol altında tutabiliyor. “Mööö...” Uzun uzun “mööö...” Bir de azgın var aralarında. İş tutmak istiyor, olmuyor.

Pazar olmasından dolayı mıdır fazla insan yok ortalıkta. Tek bu kestirme yolu kullanan araçlar geçmekte. Bazıları 4-5 araba peş peşe, grup halinde. Dacia’nın SUV’undan çok görüyorum. Herhalde en ucuz bu olsa. 19’uncu kilometredeyim. Saat 8.35 ve 899 metre rakım. Solumda sıra sıra giden ceviz ağaçları. Çağlayancerit zaten ceviziyle meşhur. [e] 25 km/09.15/%20 harcandı. 

Sağdaki bakkaldan alınan, tam da soğumamış bir soda, bakkalla yapılan nereden nereye konuşması. Bakkalın yemek veya başka ihtiyaç için teklifte bulunması (Teşekkürler.) ve yola devam. Bozlar köyüne gelmişim bile. Buradan sağa sapacağım. Bugünkü yolun hafif tırmanışları başlayacak. Ama öncesinde ikinci bir soda ve de ayran ile biraz dinleniyorum.

Saptıktan sonra çevre daha da güzelleşiyor. Daha yeşil, daha çok ağaç var, çam ve kavakla dolu. Biraz tırmanıyorum sonra kıvrılan, sağım yar olan, dibi kavak ağaçlarıyla dolu bir vadi, muhtemel orada Aksu deresi akmakta. Ceviz ağaçları peş peşe dizili. Üstleri dolu. Herhalde bir ay sonra olgunlaşırlar. Burası ilk bölümden daha da güzel. Asfalt 2’nci sınıf olarak sürmekte. Maraş il sınırına girdim.

Her şey çok güzel, bu yol da. Yemyeşil etraf. Bölge sulak, besbelli. Sağımdan akan suyun sesi bana kadar geliyor. Serinliği de. Yol boyunca ceviz ağaçları sıralı. [e] 35,9 km/10.00/%40 harcandı. Tepede rüzgar pervaneleri var, ama dönmüyorlar. Yeni mi kurulmakta acaba? 

Bu şekilde Akdere mahallesine geldim. Fazla kalmadı hedefime belki 5-6 kilometre. Saat daha erken. 10’u az geçmekte. Bir soda daha içiyorum. Bu arada bakkalın önündeki vatandaşla da yol-yolculuk-yorgunluk-zahmet gibi meseleleri konuşuyoruz. “Zoru başardığında daha mutlu oluyorsun. Hazır pişmiş gelince kıymeti anlaşılmıyor!” Felsefe mi yapmış oldum adamlara?

Çağlayancerit ilçesi coğrafik konumu itibariyle ceviz bölgesi. Adeta ilçe ceviz için yaratılmış tüm şartlara sahip denilebilir. Yöresel adı goz olan Çağlayancerit cevizi bölgenin çok ciddi bir geçim kaynağı. 1100-1500 metrelerde yetişmekte.

En az insanlık tarihi kadar eski bir meyve olan ceviz, tarihin en kadim tanığı. Cevizin ana vatanının İran olduğu, oradan Türkiye, Yunanistan, İtalya, İspanya, Hindistan, Çin ve Japonya'ya yayıldığı biliniyor. Yunanlıların ve Romalıların MÖ 300'lü yıllarda ceviz yağı kullandıkları da tarihi kayıtlarda yer alıyor. Eski medeniyetler sadece yemek yapımında değil, saçlarını ve giysilerini boyamak için de ceviz kullanmış. Romalılar, kötülüğü kovması, sağlık ve bereket getirmesi için düğüne gelen konukların üzerine ceviz atarlarmış. Orta Çağ Avrupası'nda cevizin yıldırımdan, sara nöbetinden, savaşlardan ve şeytani güçlerden koruduğuna inanılırmış. Babil'in Asma Bahçeleri'nde kocaman ağaçlarda yetişen ceviz, Pers ülkesinde sadece saraylıların yiyebileceği bir meyveymiş. Fransız köylüleri, eve bereket getirsin diye tavana içi ceviz dolu bir çanta asarlarmış. Gelinler ise ileride doğacak bebeklerine emzirebilecek bol sütleri olsun diye şehrin en büyük ceviz ağacının etrafında dönerek dans ederlermiş. Uzun ince şekli ve tatlımsı aromasıyla ayırt edilen Pecan cevizi, ağaçlarının çevresinde kamp kuran Amerikan yerlileri için özel bir anlam taşırmış.

Ve Çağlayancerit’e tırmanılıyor. Levha mevha yok girişte. Uzunca bir yol ilçenin içinden geçmekte. Bolca tamirci var dizili, yan yana, karşılıklı. ÖE ilçenin çıkışında, jandarmadan sonra deniliyor. 

Müdür Fikret Beyi telefonla arayıp vardığımı bildiriyor daha açılmamış olan çay bahçesinde gölgede dinlenmekteyim. Birazdan çalan telefonumla geldiğini öğrendiğim müdür bey, odasında tanıştıktan sonra kaydımı yapıyor ve 20 liraya beni 117 nolu odaya yerleştiriyor. Bu fiyatla Adıyaman’daki 52,5’luktan daha iyi bir oda.

Açıl-saçıl-yayıl, duş ve uzanmaca. Öğle sıcağının geçmesini bekliyorum. Telefonla önümüzdeki günlerde kalacağım yerleri ayarlamaktayım. Kozan’da yer olmadığını öğrendim :(( İki otel alternatifi var. Bunlar da 75-80 liraya. ÖE’de 50 olacaktı yer olsaydı. 

Çağlayancerit: Engizek dağının aşağı eteklerinde kurulan Çağlayancerit bölgesi Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi sırasında 1086’da Selçuklu komutanlarından Emir Buldacı tarafından fethedilmiştir. Selçuklu idaresi sonrası bölge Dulkadir Beyliğinin eline geçmiştir. Bu dönemde buraya yakın olan Göynük nahiyesine bağlıdır. Dulkadir Beyliği zamanında Oğuzların Cerit aşiretine bağlı Türkmenlerin yurdu olmuştur. Bölgede Çağlayancerit, Küçükcerit ve Yumaklıcerit gibi yerleşim birimleri kurulmuştur. Çağlayancerit’in olduğu yerlerde suların bol olmasından dolayı bu isim verilmiştir. 1986 yılına kadar köy statüsünde olan Çağlayancerit bu tarihte kaza haline getirilmiştir. Türkiye’de köyden kasaba olmadan kaza haline getirilen nadir yerleşim yerlerinden biridir.

Fikret Bey 500 metre ileride bir balık lokantasından söz etmişti. Salatası çok güzelmiş. Saat 4, ben de yemeğe oraya gideyim. Böylecene yarın çıkacağım yolu da görmüş olurum. Evet, yarınki yolun başında 8 kilometrelik bir tırmanış var. Sağlam bir tırmanış. Sıcakta yürümek pek hoş olmasa da sonunda Şelale Lokantası’na varıyorum. Önü araba içi insan dolu. Bir masaya yerleşiyor, bana uyan sadece peynirli pide var, ısmarlıyorum. Beraberinde ayran ve ikramları salata geliyor. Ama salatayı hiç beğenmedim. Tadı ve kokusu içimi kaldırdı. Balıklı tahtada mı, yoksa kokan bıçakla mı doğramışlar nedir? Bırakıyor, pideyi sürahi ayran ve acı biber ile yiyorum. Hepsi 15 lira tutuyor. Çay eşliğinde biraz etrafı ve dışarısını izledikten sonra masamı kalabalık bir aileye bırakarak ayrılıyorum mekandan. 

ÖE’nin bahçesinde içilen bir sade, Vehbi ile e-motor/batarya/tork gibi konular sonrası odaya geçip vazifemi tamamlamakla meşgulüm.

Gelelim dün bıraktığımız Şampanya’nın serüvenine: Tarihteki ünlü isimlerin şampanyaya olan tutkusu bilinen bir gerçektir. Paris’te şampanyanın moda haline gelmesinde Fransa Kralı XIV. Louis (1638-1715) ve metresi Madam de Maintenon‘un gösterişli davetlerinde şampanya sunmalarının rolü büyük olmuştur.
Marie Antoinette

Şampanyayla ilgili çok ilginç bir bilgi de Fransa Kralı XVI. Louis ve Kraliçe Marie-Antoinette ile ilgilidir. Yayvan şampanya kadehi Marie-Antoinette’in göğüslerinin kalıbı alınarak yapılmış, Heidsieck bu kadehler şerefine Marie-Antoinette adında bir şampanya üretmiş ve kraliçeye takdim etmiştir. Bu ihtişamlı günlerden sonra Fransız Devriminde (1789) Kral XVI. Louis yakalanır, 11 Aralık 1792’de vatana ihanet suçuyla yargılanır, 21 Ocak 1793’de giyotinle idam cezasına çarptırılır. Kral XVI. Louis son bir kez ailesiyle yemek yer ve bu yemekte Kraliçe Marie-Antoinette ile bir şişe Heidsieck içtikleri rivayet edilir. Fransız Devrimi çok sayıda şampanya müşterisi kaybettirir. El konulan şampanya üreticilerinin defterlerinden giyotine gönderilecek kişiler saptanır.

Dom Pierre Pérignon’un büyük çabaları ile şampanya asil bir içki olup her ne kadar saraylara girse de şampanyayı dünya çapında bir içki yapan dul Nicole-Barbe Cliquot Ponsardin’dir. O dönemde Cliquot’nun en önemli müşterileri Ruslardır ve şampanyayı ayakta tutan Rus pazarıdır. Rus Seferi Napoléon için kırılma noktası olmuştur. 7 Eylül 1812 günü gerçekleşen Borodino Muharebesinde Napoléon’un ordusu Moskova’ya girer. Rus Çarı barış antlaşmasına yanaşmaz; kırk gün Çarı boşuna bekleyen Napoléon kış şartlarından dolayı Rus topraklarından geri çekilmek zorunda kalır ve ordusunun büyük bir bölümünü bu geri çekilme sırasında kaybeder. Napoléon iki kez iktidardan indirilir. Bir rivayete göre, Paris’e teslim olmaya gitmeden önce dostu Moët ile son bir kez şampanya içmiştir. Champagne bölgesi bu kez Ruslar tarafından işgal edilir. Bu bölgede bir türlü huzur içinde üretim yapılamamaktadır. Zaten ikinci fermantasyon sırasında şişelerdeki basınçtan dolayı şişeler patlamakta ve neredeyse şarapların yarısı ziyan olmaktadır. Bir de üzerine Filoksera (Asma biti.) salgını ortaya çıkmış ve milyonlarca hektar bağın kurumasına neden olmuştur. İlk defa 1874’te Almanya’da görülen Filoksera zararlısı Amerika kökenlidir ve göçmenlerle Avrupa’ya yayılmıştır.

1900’lere gelindiğinde şampanya satışları yılda 30 milyon şişeyi bulmuştur. Artık eğlence yerlerinin vazgeçilmez içkisidir. Şampanya, müşterilere Kan Kan dansçılarının jartiyerlerinde flüt kadehlerde sunulur. Aktrislerin ayakkabılarından şampanya içmek de moda olmuştur.

Peki Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında ne oldu dersiniz? Onu da yarına bırakayım.















Gölbaşı - Çağlayancerit 
Tur tarihi: 5 Ağustos 2018
Kat edilen mesafe: 41,99 km.
Ortalama hız: 17,4 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 2 sa 24 dk., dışarıda geçen süre 3 sa 3 dk. 
En yüksek sıcaklık  34 ˚C, en düşük  25 ˚C, ortalama 30,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 489 m, kaybı (iniş) 293 m.
En düşük irtifa 880 m, en yüksek 1108 m.

Garmin yol bilgileri Gölbaşı-Çağlayancerit

Relive yol bilgileri Gölbaşı- Çağlayancerit

        

Çağlayancerit ÖE 0344 3512445 / 0505 9329769 Fikret Bey, Md.

7.35 otelden ayrılışım.




Asfaltı ikinci sınıf bir köy yolundayım. Biraz da
dalgalı. Tren yolundan geçip yeşilliklerin arasından kıvrılan
 tek şeritlik bir yol bu. Ama çok güzelleşti etraf.

Solumda bir göl var, Azaplı Gölü. Bu göl ve daha ilerdeki
 İnekli Gölü yağışların fazla olduğu dönemlerde
Gölbaşı Gölü ile doğa olarak açılan kanallarla
birbirine bağlandıklarını dün öğrenmiştim. 



Kalabalık bir inek sürüsü çıkıyor önüme, yolu
geçmekte. İki çoban zorlukla hayvanları
 kontrol altında tutabiliyor. 

Çevre daha da güzelleşti. Daha yeşil, daha çok ağaç
 var, çam ve kavakla dolu. 



Biraz tırmanıyorum sonra kıvrılan, sağım yar 
olan, dibi kavak ağaçlarıyla dolu bir vadi, muhtemel 
orada Aksu deresi akmakta.

Korkuluk

Çağlayancerit Devlet Hastanesi


Çağlayancerit

Çağlayancerit ÖE






Şelale Lokantası


Şelale Lokantası




Çağlayancerit ÖE


















30. gün (devamı) Çağlayancerit-Kahramanmaraş – 28. gün (öncesi) Adıyaman-Gölbaşı




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km