12 Ağustos 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Iğdır II)

11 Ağustos 2019, Pazar / Iğdır II (7. gün)

Kurban Bayramı, 1’inci gün. Sabah erken uyanıyorum. Bugün 2’nci günüm olacak Iğdır’da. Dönüş trenimi ayarlamak için önce TCDD sayfasına bağlanıyor ve 6 Eylül için Kurtalan Ekspresine -neredeyse vagonun yarısı satılmış bile- bir yer satın alıyorum. Bu sefer dingile yakın düşüyorum. Biletler 30 gün öncesinden satışa çıkıyor, gecikmemeli yoksa kalmıyor. Tek bir yataklı vagonu koymuşlar, dikkat! Ardından Kamil Koç sayfasına girip 7 Eylül için 11.30’a Ankara-İstanbul biletini alıyorum. Tren gecikir diye araya 3 saat koydum.

8 buçuk gibi kahvaltı etmek üzere ÖE’den çıktım. Sokaklar bomboş, sanki çıkma yasağı var gibi. Tek tük araç veya insan görünmekte. Herkes herhalde kurban derdinde. Tabii açık yer de yok. Yürüyorum belki bulurum umuduyla. Bir çayevi açmış, şimdi bir de simit-poğaça-börek gibi şeyler satan yer bulmalıyım. Yürümeye devam. Halen ortalıkta kurbanlık hayvanlar var. “Ucuza verecem” diye bağırıyor satıcı.

Yürüdükçe Iğdır’da yönümü ve konumumu daha net seçebiliyorum. Dün bir hayli buralarda dolaştım, feci kalabalıktı ortalık. Pek bir şey görünmüyordu insan selinden dolayı. Bugünse tam tersi. Simit Sarayı benzeri bir dükkan açmış. Girip üç farklı poğaça (zeytin-patates-peynir) ve bir de simit alıp (16,50) çıkıyor, çayevine geri dönmekteyim.

Bir yandan limonlu çay (1-) eşliğinde poğaçaları mideye indirirken diğer yandan bayram kutlamalarını falan okumaktayım. Evet, Müslümanların kurban istemlerinin arkasında ne yatmakta? Cennet yolu mu açılıyor, sırat köprüsünden mi geçiliyor? Anlatılan İbrahim’in oğlunu kurban etme isteğine karşılık yollanan bir koçun boğazlanması ve bu geleneğin sürdürülmesi. Ama daha önceleri de kurban veriliyordu. Yani Müslümanlardan önce bu ritüelin altında ne yatıyordu? Bir kere kelime olarak ‘kurban’ın dilimizdeki kökeni, adak, hediye, yakın olma, yaklaşma, yakınlık gösterme, hediye verme gibi anlamlar içeren, İbranice ‘korban’ ve Arapça ‘K-R-B’ sözcüğüne dayanmakta. Ancak dilimize sözcüğün ‘yakınlaşma’ anlamının dolaylı olarak geçtiği söyleniyor. Dinler ve Toplumlarda Kurban Ritüeli Tarihi başlıklı yazıdan öğreniyoruz ki: Kurban kavramı üzerine yapılan çalışmalar, kurban ritüellerinin çok tanrılı pagan kültürlerden, tek tanrılı dinlere değin bazı benzer anlamlar ve gerekçeler taşıdığını, ancak uygulamalar konusunda farklılıklar olduğunu ortaya koyar. Kurban kavramının, doğaüstünü denetlemeye yönelik büyü ve bir tür hediye verme eylemi olarak doğduğunu söyleyebiliriz ve kısaca şöyle tanımlayabiliriz: “Kurban, dinsel ya da kutsal amaçlarla sembolik bir sunumun yok edilmesini içeren bir verme eylemidir.” Çok kapsamlı bir makale, olayı tarihi geçmişinden başlayarak ele almış, oldukça uzun. Tamamını buraya koyamadım, okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

Boş sokaklarda dolaşmaktayım. Dünkü alış verişlerin çöpleri yer yer duruyor. Belediye tamamını temizleyememiş herhalde. Sokaklar öyle tertemiz değil Iğdır’da. Fotolar çekiyorum bolca. Bazı ilginç vitrinler gözüme çarpıyor. Yurt dışından gelen araçların çoğu Belçika plakalı. Demek buradan oralara çok işçi yollamışız. Neydi o, ben çocukken 60’lı yıllarda gelen ilk kafiledekiler. Hiç görgüsü olmayan insanları yolladık. Şimdi 3’üncü nesilleri orada. Kimi uyum sağladı, oralı oldu. kimi halen “nichts sprechen”in ötesine geçemedi. Ama bir de orada yaşayıp buraya karışanlar var, oylarıyla benim buradaki yaşamım üzerine ahkam kesenler. Bunlara hep diyorum: “Çok beğeniyorsan orada durma buraya gel.” Gelir mi, oranın nimetinden faydalanıp burada hava atmak varken. 

Öğlene doğru ÖE’ye dönüp sıcak hava biraz hafifleyene kadar odada tabletten dergi, haber, makale okumaktayım. Biraz da arkadaşlarla WA üzerinden dalga geçmece.

Saat 4 buçuk gibi karnımı doyurmak üzere çıkış yapıyorum. Merkezde bir şey bulamayacağımı bilip Valiyolu’na yöneldim. Orada bazı yerler açılmıştır umuduyla. Ve de öyle oluyor.  My Bistro diye bir yerde kendime menemen, yanına da ayran istiyorum. Hem etrafı kesiyor hem tıkınmaktayım. 18 lira tutuyor. Malzemeyi biraz bol koyun dedim. Normalde iki yumurtalı 10 liraydı.

Yan sokakların girişlerinde hareketli bariyerler konulmuş. Onlarla sokaklardan araç geçişi engellenmekte. Böylece bu yol geceleri kapanınca piyasası oluyor Iğdır’ın. Ama ben o saate kadar beklemek istemiyor hafiften dönüş için yola çıkıyorum. Şehri boydan boya geçen anayolun diğer tarafına doğru yürüyüp, daha berbat durumda olan sokaklardan yürüyerek -burada binaların önleri düzgün ama arkaları değil, yani bir nevi dekor gibi görünüyor- gene ana caddeye çıkıp Iğdır Üniversitesi Uygulama Oteli önünden geçerken internetten fiyatlarına bakarak: kamu 60-/misafir 80- (O.K) olduğunu öğrenip bildiğim sokaklara dalıyorum. İşbank’tan yapılan takviye sonrası içilen iki çay ile biraz kurumuş olan boğazımı ıslattım. Hava az olsun serinledi, hafif bir esinti var. Bu iyi geliyor şehrin bunaltıcı sıcağında.
Tek 70-/Çift 140- (O.K)

Iğdır’da İranlı dükkanları çokça; kuruyemiş, lokum, pirinç gibi malzemeler satan. Bir de Azeriler var. Doğru dürüst bir park göremedim Iğdır’da. Büyük yeşil ağaçlı alanlar. Hatta şöyle ortasında su-havuz olsa da serinletse. Hani Ankara’nın Gençlik Parkı gibi mekan buraya çok yakışır.

Dönüş yolunda nerdeyse ÖE’ye gelmişken aradığım İ.DO dondurmacısına rastlamaz mıyım?! Meğer hemen yanı başındaymış. Birer top limon ve damla sakızlı (3-) ile yakındaki marketten yarın için alınan suyla ÖE’ye dönmüş oldum.

Odadayım ve size dünkü, V. Murat’ın akli dengesinin bozulduğu gerekçe gösterilerek  padişahlık makamından indirildikten sonraki yaşamını anlatayım: II. Abdülhamid tarafından ailesi ile birlikte zorunlu ikamete mecbur edildi. Taraftarları onun sağlığının iyi olduğu ve haksız yere hal‘edildiği propagandasını yayıyorlardı. Bunun üzerine II. Abdülhamid onu, yerli ve yabancı doktorlardan oluşan bir heyete muayene ettirerek hastalığının sürdüğüne ve tedavisinin imkânsız olduğuna dair rapor aldı.
V. Murat

Onu yeniden padişah yapmak isteyenler tarafından üç defa kaçırma girişimi düzenlenmiştir. İlki, tahttan indirilişinden üç ay sonra gerçekleşti; İkisi Türk, ikisi yabancı olan dört kişilik bir komite, Murad'ı Avrupa'ya kaçırmak ve hükümdarlığını kabul ettirmek için kadın kılığında Çırağan Sarayı'na girmeye çalışırken yakalandı. İkinci kaçırma girişimi Cleanti Scalieri-Aziz Bey mason komitesi tarafından düzenlendi. Scalieri vasıtasıyla mason örgütlerine mensubiyeti bulunan V. Murad, Fransız Obediyanslarına bağlı Terakki (Proodos) Locası'nda yer almıştı. Bu localarda ilkeler ‘…vicdanlarda hürriyet, adalette eşitlik, ilişkilerde kardeşlik…’ olarak tanımlanıyordu. Çeşitli dinler, çeşitli milliyetler ve çeşitli mezheplerin zenginliğinde bölünmüş imparatorluk yapısı, özgürlük, eşitlik, kardeşlik kavramlarıyla bir arada tutulmaya çalışılıyor, bu yapıyı kaynaştıracak söylemler loca içerisinde yüksek seslerle dillendiriliyordu. V. Murad, imparatorluğun yeni değerlere geçişi olarak görülmüştü, bu yüzden onu yeniden tahta çıkarmayı denediler. Murad'ı kaçırarak bir camide biat edip yeniden padişah ilân etmeyi tasarlayan komite üyeleri içlerinden birinin ihbarı üzerine harekete geçmeden yakalandı. 20 Mayıs 1878 günü gerçekleşen üçüncü girişim Çırağan Baskını olarak bilinir. Baskını düzenleyen Ali Suavi'nin öldürülmesi ile sonuçlanmıştır.

Ali Suavi vakasından sonra eski padişah ailesiyle beraber Çırağan'ın bugün Beşiktaş Anadolu Lisesi olarak kullanılan harem binasına nakledildi. Bu olaya kadar tanınan bir takım serbestlikler tamamen kaldırılmış ve eski padişah ailesi ile beraber pek çok mahrumiyetlere maruz kalmıştır. Akıl sağlığına tekrar kavuştuğu yönündeki söylentilerin maiyetindeki bazı kalfalar tarafından ortalığa yayılması bu tedbirlerin alınmasında etkili olmuştur. Çırağan'ın dışarı ile tamamen irtibatının kesilmesi ve sıkı bir tarassut altına alınması bu dönemdedir. Ailesi ve maiyetindekilerle beraber kalabalık bir grubu oluşturmuşlar ve bu zümreye "Çırağanlılar" adı verilmiştir.

Akıl sağlığına kavuşan sabık padişah günlerini piyano çalarak, torunlarına ithaf ettiği besteler yaparak ve onların müzik yönünde eğitimleriyle ilgilenerek geçirdi. 28 yıl süren bu uzun mahrumiyet yıllarında ailesi genişlemekle beraber kayıplar da yaşanmıştır. Çırağan yıllarında iki kızı, sekiz torunu ve Şehzade Ahmed Nihat Efendi'nin oğlu olan torun çocuğu Şehzade Ali Vasıb Efendi dünyaya gelmişlerdir (1903).

Bununla beraber Fehime Sultan'ın annesi Meyliservet Kadınefendi, kızı Aliye Sultan, torunu Celile Sultan, Selahaddin Efendi'nin ölü doğan iki oğlu ve üç gelini vefat etmiş, bu kayıplar eski padişahı derinden sarsmıştır. Özellikle büyük bir sevgiyle bağlı olduğu annesi Şevkefza Valide Sultan'ın vefatından sonra günlerce kimseyle görüşmemiş, yemek yemeyi bile reddederek kederini uzun zaman yaşamış, eski günlerindeki hayata bağlı halinden eser kalmamıştır. Kızı Hatice Sultan'ın, II. Abdülhamit'in damatlarından Kemaleddin Paşa ile giriştiği bir gönül ilişkisinin açığa çıkması üzerine şeker hastalığına yakalanmış ve bu rahatsızlığına eşlik eden kanlı basurunda etkisiyle 29 Ağustos 1904'te vefat etmiştir.

Vasiyet ettiği türbeye gömülmesine II. Abdülhamid izin vermedi; sessiz sedasız ve gösterişsiz şekilde Yeni Cami Türbesi'nde annesinin yanına defnedilmesi emredildi. Cenazesi Topkapı Sarayı'na nakledilmiş, padişahlara mahsus şekilde Hırka-i Saadet Dairesi'nde gasledilerek teçhiz ve tekfini yapıldıktan sonra cenaze namazı için Sirkeci'ye getirilmiştir. Burada halkın dikkatini çekmemek ve herhangi bir taşkınlığı engellemek için askeri birlikler kordon oluşturarak sıkı tedbir almalarına rağmen, bazı gruplar kordonu aşarak tabuta ulaşmışlar ve eski padişaha duydukları saygıyı göstermişlerdir. Yeni Cami haziresinde Turhan Valide Sultan Türbesi'ne ek olarak inşa edilen Cedid Havatin Türbesi'nde annesinin yanına defnedildi.

Osmanlı padişahlarının yaşamları, hepsini tek tek okumak lazım. Eminim çok ilginç gelecektir. V. Murad da iyi derece Fransızca konuşan, Fransa’dan getirttiği kitapları ve gazeteleri okuyan, edebiyata oldukça düşkün, devrin büyük şairleri ile sohbette bulunan, müziğe meraklı, piyano çalan, Batı müziği tarzında besteler yapan Osmanlının 33’üncü padişahıydı.


Iğdır ÖE

Sokaklar bomboş, sanki çıkma yasağı var gibi

Tabii açık yer de yok. Yürüyorum belki bulurum umuduyla

Herkes herhalde kurban derdinde



Halen pazarlıklar sürmekte

Kurtulma şansları var mı?

Bir çayevi açmış, şimdi bir de simit-poğaça-börek gibi
 şeyler satan yer bulmalıyım... İşte burası

Nuh Nebi Camisi

Yürüdükçe Iğdır’da yönümü ve konumumu daha net seçebiliyorum.
 Dün bir hayli buralarda dolaştım, feci kalabalıktı ortalık

Baca durumu

Bir yandan limonlu çay eşliğinde poğaçaları mideye indirirken
 diğer yandan bayram kutlamalarını falan okumaktayım



Merkezde bir şey bulamayacağımı bilip Valiyolu’na
 yöneldim, karnımı doyurmak üzere

My Bistro


Şehri boydan boya geçen anayolun diğer tarafına doğru yürüyüp, 
daha berbat durumda olan sokaklardan yürüyerek ...

... Burada binaların önleri düzgün ama arkaları değil,
 yani bir nevi dekor gibi görünüyor

Hava az olsun serinledi, hafif bir esinti var. Bu
 iyi geliyor şehrin bunaltıcı sıcağında

Nuh Nebi Cami arkası


Yuvayı erkek leylek yapar

Böyle bir ayakkabıyla bisiklete binsem ne havam olur değil mi?

Dönüş yolunda nerdeyse ÖE’ye gelmişken aradığım İ.DO
 dondurmacısına rastlamaz mıyım




















8. gün (devamı) Iğdır-Doğubayazıt – 6. gün (öncesi) Tuzluca-Iğdır






[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km