21 Ağustos 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Hizan-Bahçesaray)

20 Ağustos 2019, Salı / Hizan - Bahçesaray, 69 km (16. gün)

Daha gün ağarmadan uyandım. Herhalde uykumu aldım ki bir türlü gözlerim kapanmıyor. Biraz daha oyalanıp 5’i az geçe kalkıp hazırlanmaya başlıyorum. Dünden kalan meyvalı yoğurdu mideye indirirken bir yandan da toparlanıyorum. Çantaları asansörle taşımak, son olarak yüzüme, kollarıma ve bacaklarıma güneş koruyucuyu sürüp çıkıyorum odadan. Bisiklet durduğu yerden alınıp yüklenip kapı önünde çekilen foto sonrası mataraları doldurmak üzere 100 metre gerideki çeşmeye yöneldim. Ve 6.55 gibi Hizan’dan çıkan yokuşu pedallamaktayım. 4 kilometrelik bir girişi var ilçenin. %3 gibi bir yokuş. Sabahın erken saati, fazla insan görünmüyor. Bir iki kişi araç beklemekte yol kenarında. Üzerimde ince yelek var. Hava açık. Bugün yolum Bahçesaray’a gidecek. 69 kilometre gibi bir mesafe olarak gösteriyor Bikeroll. Bir tırmanış var bugün ve yarın. Yarın zaten turun zirvesi olacak. Hizan 1411 metrede. 2500’i görmem lazım bugün. 

Bahçesaray-Tatvan sapağına geldim. Burada bir kontrol noktası var ama şu an kimsecikler görünmüyor. Sola sapmamla minik bir tırmanış sonrası salıyorum bisikleti. Sıkı bir iniş. Önümde bir minibüs, geçeceğim ama hızlanacak kalacağım solunda. Nitekim karşıdan da gelen oldu. İyi ki çıkmadım. Adamla aynı hızdayız, önümde gidiyor, mecburen frenletiyor beni. Basıp gitse de ben de rahatlasam. Bir de egzozunu koklatıyor bana. Gıcık oldum. Bayağı iniyoruz, %7 ile... İrtifa kaybediyorum, alçalıyoruz sayın yolcular. Kemerlerinizi bağlayın...

5 kilometre sürdü bu iniş. Şimdi solumda burada bir gölet var. Su toplama çukuru herhalde. Günün bu saati ve ışığında çok güzel görünüyor. Ters ışık, su parlamış... Yanından pedallıyorum. Yol düz. 60 km yazdı demin Bahçesaray’a. Saat 7 buçuk. 1229 metreye indim. 10,6’ncı kilometrede Gayda köyü geliyor. Solda bir ziyaret, Gavs-ı Hizani türbesi. Esas ismi Seyyid Sıbgatullah-il Arvasi olan bu zatın soyu Bağdat’tan Hizan'a gelmiş ve burada yaşadığından dolayı Gavs-ı Hizani lakabıyla anılmış. 1829’da İslami ilimlerle meşgul olmaya başlamış, Van’da bulunan Şeyh Muhyiddin’in sohbetlerine katılmış, daha sonra Cizreli Şeyh Halid, Şeyh Salih-i Sipiki, Bitlisli Şeyh Musa ve yine Bitlisli Şeyh Abdulkadir’den dersler almış. 1876 yılında burada ölmüş. Sonraki yıllarda torunlarını siyasetin sağ kanadında görüyoruz: Selahattin İnan, Abidin İnan Gaydalı, Kamran İnan, Mahmut Celadet Gaydalı, Edip Safter Gaydalı gibi.

Yılda 50 bin kişi gelirmiş buraya. Bir de Nurs köyü var bugünkü rotamın üzerinde. Said Nursi’nin doğduğu yer olduğu söyleniyor. Orası da yılda 80 bin ziyaretçi topluyormuş. Bölge için iyi bir sayı. Bu nedenle buraları inanç turizmine kazandırma düşüncesindeler. ... İnsanların ihtiyacı var. Bu dünyada bulamadığını öbür (!) dünyada bulmak.

Gayda’dan çıktım bu sefer de sağda Şeyh Muhammet Türbesi. Buraları böyle türbe/şıh benzeri meselelerle dolu anlaşılan. 

Değişik bir coğrafyadan geçmekteyim. Bisikletin üzerinde böyle kayarak gidilirken, çok da hızlı olmadığından, etrafı keyifle izleyebiliyorsun. Kalkan kuşlar, otlaktaki hayvanlar, yoldaki böcekler, uçuşan kelebekler... Karadeniz Bölgesi’nden sonra en çok fındık Hizan ilçesinde yetişiyormuş. Yaylacık, Çalışkanlar, Yolbilen ve Sarıtaş başta olmak üzere yaklaşık 15 köy ve civarında. Bir de bölgenin en önemli gelir kaynağı karakovan balı. Yarışmalarda derece alan, yurt dışına ihraç edilen.

İn in in, devamlı in. Kaç kilometre oldu? Sanırım 15 (?) olmuştur. Sonunda asfalt kaymaklaştı, genişledi ama daha çizgileri yok... derken dönemeci döndüğümde yol çalışmasının yapıldığını görüyorum. Asfalt döşenmekte, oldukça geniş bir yol olacak gibi. Bir köprü, Büyükdere’nin kolları olsa bu üzerinden geçtiğim. Bir kaç foto alıp şimdi bitmemiş toprak yolda (19. km) ve muhteşem (!) bir toz bulutu içindeyim L Sanki sis var. Göz gözü görmüyor. Peş peşe geçen araçların umurlarında değil, toz kalkmış, taş sıçramış..., basmış gaza eğleniyor L Benden sonra tufan durumları yani. Ne laftır bu da. Nereden çıkmış ki?

Fransa Kralı XV. Louis, kendinden başkasını düşünmeyen, halkın sorunlarıyla ilgilenmeyen bir kişiymiş. Ülkede düzen iyice bozulmuş ama kral, zevk ve eğlence içinde yaşam sürüyormuş. Çevresindeki adamları; “Kralım, halkın öfkesi büyüyor. Günün birinde krallığınız tehlikeye girecek.” diye uyardıklarında; “Ne olursa olsun, nasıl olsa ben yaşarken sanatım sürer.” dermiş. Ötesini, benden sonra kral olacaklar düşünsün, isterse benden sonra tufan olsun!”

Yani, zaten ardından gelen XVI. Louis de giyotinle idam edilmedi mi? XV’inci doğru bilmiş.

Çalışan ekiple selamlaşıyoruz. Kendime yolun solunda, bazen sağında toz bulutunun tersi yönde yer bulup ağır bir tempoyla ilerlemekteyim. Sağımızda akan bir çay. Orada da çalışma var. Duvar örülmekte, beton dökülmekte. Yanaşıp izliyorum çalışmayı. Kepçe operatörü öyle maharetli ki, kepçeyi eli gibi kullanıyor. Akan çayın içinden irili taşlar çıkartıp örülmekte olan duvara yığmakta. Sonra üzerine küçükleri ve dere kumu. Adam adeta duvarı hazırlıyor. Üzerine bir tek çimento dökmek kalıyor. Zaten kamyonlar da sıralarını beklemekteler. Merakla yanıma gelen işçilere nereli olduğumu, nereden gelip nereye gittiğimi anlatıyorum. Hemen bir selfie alıyorlar.

4 kilometre sürdü bu berbat yol. Üstüm başım toz toprak içinde. Karayolları sitesinde bu durumdan hiç söz etmiyor. Sanki bize sürpriz hazırlama isteğinde. Aaaa diyorsun, ne güzel yol inşaatı geldi... Şimdi b**tan bir yolda parça parça “asfalt-toprak” şeklinde devam ediyorum. İşçiler anlatmıştı; üç dört sene önce sel gelmiş, burada bir nehir var yanımda, o bütün yolun altını oymuş. Şimdi işte o çöken duvarı örüyor beton döküyorlar. [e] 27 km/08.48/%20 harcandı. 1231 metre rakımdayım.

Bu yol böyle felaket. En kötü kısmını geçtik herhalde, ama burası Pervari’ye kadar sürüyor gibi, sıkıntılı. 32 kilometre sonra Soğuksu’ya geldim. Solda yan yana üç bakkal. Birine yanaşıp limonlu soğuk çay içiyorum. Burada 3 lira.

Ve beklenen tırmanış noktasındayım. Sağdan Pervari’ye gidiliyor, düz Bahçesaray. Haydi bakalım diyerek dalıyorum yola. Artık tamirat mamirat yok, rampa var. 1350 metreden başladım. [e] 32 km/09.17/%40 harcandı. %9’la 10’la tırmanıyoruz. Uzun bir yokuş var önümde. 2500 metreye ulaşmam lazım. Gözüm yükseklik göstergesinde. Ama devamlı bakarsan olmuyor, unutacaksın. Ve hatırlayıp baktığında yükseldiğini görmen moral oluyor. Devamlı sudan 2-3 yudum alıp içimi serinletiyorum. Yüksek dağlar, dik yamaç ve vadiler, muhteşem manzarayı izleyerek, tertemiz havayı soluyarak kıvrıla kıvrıla çıkıyoruz. Yanımdaki küçük derecikten cılız bir su akmakta. Her şey geride kaldıkça altımda küçülüyor. Karşı yamaçlarda tek tük evler var. Köylüler otları kurutmuş, eşeğe yüklemiş, köyüne taşımakta. Bebeler beni görünce koşarak yanıma gelmekteler. Kadınlar su dolu bidonları taşıyorlar. Yanlarından geçerken bana bakmıyorlar. Neyse ki köpek çıkmıyor yoluma. Dağlar çok etkileyici ama. Sanki ortasında gidiyor gibiyim. Buraları kışın ne oluyordur, kapanıyordur yollar. Nasıl çıkarsın ki, zincir yeter mi?

36’ncı kilometrede Nurs sapağı geldi, gidecek olursan(ız) sola dön(ün). [e] 36,7 km/09.45/%60 harcandıNormal’le çıkıyorum, %13 gösteriyor Garmin. Normal’in yetmediği yerde mecburen High’a alıyorum. Öyle veya böyle ince ince yükseliyorum. Sağdan kıvrılan yol tepede bir çeşmenin yanına çıkıyor. Bir köy burası. Matarayı tazelerken yanaşan bir araç dolusu dede Nurs’a gitmekteler. Beni önce yabancı sanıp sonra Türk çıkınca ayak üstü sohbet ediyoruz. Geliş sebebim merak ediliyor haliyle. Dindar bir grup, çekilen bir foto sonrası bol dualarla yolcu ediliyorum.

Buraya kadarki bölümde bir hayli dik eğimleri geçtim, kesin %9’un altında değil. Hatta sertleşince %13-14 oldu. 39,6 kilometredeyim, tek çentik (%20) kaldı. Eco 14/Normal 12/High 10 km gidersin diyor. Ama ben değiştiriyorum bataryayı. Saat 10.07 ve 1641 metre rakımdayım. 

Bataryayı değiştirdikten sonra yaptığım kalkışta bir ara %17 oldu, sonra 15’e düştü eğim. Sıkıydı, Highkonuma alarak çıkabildim. [e] 41,8 km/10.57/%20 harcandı-2. Şimdi %10-13, 14’le çıkıyorum. Rakım 1909 metre.

Çık çk çık... Daha 500 metre yükselmen lazım. Bir minik düzlük ve bir bakkal. Rafları boş gibi ama içeriden çıka gelenlerle sohbete başlıyoruz. Konuşkan biri var, hemen nereden nerelisin diyor. Anlatıyorum detaylıca. Meraklarını gidermek ve de bir başka dünyanın insanını az da olsa tanıtmak için. Kendisi Van’da Tıp 3’de. Çok seviniyorum okumasına, hele de Tıp. Bravo diyorum. Bir Yurtiçi Kargo arabası paket bırakmak üzere yanaşıyor. Okulla ilişkim olduğunu duyunca kızı üniversiteyi kazanmış, %50 burs vermişler, acaba daha fazlasını isteyebilir miyiz düşüncesinde. Yani, isteyenin bir yüzü diyorum, dene. Bana, “arabanın kasası boş, atayım seni” diyor. Olmaz, İstanbul’a ayıp olur. Çıkıp zirvenin fotosunu yollayacağım onlara. Sonra inanmıyorlar J Geleceğin doktoru, bu tepeyi çıkarsam artık eğim düşüyormuş diyor. Ama tepe olarak gösterdiği yer de of anam of durumları.

2 bin metreye geldim, devam ediyorum. Burada güzel esmeye başladı. Bu sıcakta ilaç gibi. Yamaçlardan sular akıyor, kanallardan aşağıya doğru. [e] 45 km/11.16/%40 harcandı-2. 2100 m R. %14-15, High’la çıkıyorum. Destek hızla tükeniyor. [e] 47,5 km/11.45/%60 harcandı-2. 2323 m R, daha tırmanacağım. Yaz mevsiminde bu yüksek yaylalara hayvancılık için göçebeler gelip, kış başlarken yaylaları terk ediyorlarmış. Van’daki arkadaşlardan dinlemiştim: taze yoncayı inek yerse içinde şişiyor, patlatıyormuş hayvanı. Onun için kurusu yediriliyor(muş). Bilir miydiniz? Hiç aklıma gelmezdi.

Ve öyle böyle, off puf diye diye zirveye ulaşıyorum. 2378 metre diyor Garmin. Saat 12, tam öğle vakti. 50 kilometre oldu. Burada da bir kule ve askeri karargah var. Minibüs beklemekte. Selamlaşıyoruz, yanıma gelenle “ne var ne yok” şeklindeki konuşma sonrası onlar geldiğim yöne hareket ediyorlar. Bir kaç foto çekerken gene kuleden “devam et” anonsu yapılıyor. “Amma heyecanlısınız! Bu kadar tırmandık, biraz nefeslensek olmaz mı?”

Ve bu zahmetin mükafatı büyük oluyor elbette. Uçuyorum, bisiklette değil uçaktayım sanki. Frenlemesem havalanacağım. S virajları mecburen frenleyerek alabiliyorum. Yoksa yoldan çıkar kaybolursun yarların arasında. Balatalardan gelen ses eridiklerini söylüyor. 140 kilo kolay durmuyor, asılacaksın. Disk fren iyi ki? Herhalde balataları değiştirmem gerekecek vardığımda. Burada bu işi becerecek bisikletçi bulunacağını sanmıyorum. İş başa düşecek.

İnanılmaz dimdik bölümü geçtikten sonra yüzde 3-4’le inilen güzel bir yoldayım. Gene hızlıyım ama frenlemem gerekmiyor. Tek durum delikleri kolla. Arada kaçınca güm diye çarpıyorum. Sağımda akan çayda kadınlar ellerindeki sopalarla ortalarındaki postlara vurmakta-dövmekteler. Bir yandan da türküler söylenmekte. Hoş bir görüntü. İki tarafı kavak ağaçlarıyla kapanmış keyifli bir yolda süzülerek ilerliyorum. Tek tük geçilen taş evler. Bir belgesel film izler gibiyim. Sıyrılmış kavak ağaçları, biçilmiş ağaç kütükleri yatmakta, otlar balyalanmış, üzerleri naylonla örtülü. Kenarda ara sıra yürüyenler... Çıkışın mükafatı. O kadar tırmandık ama karşılığı çok güzel. İniş muhteşem.

Çok çok güzel buraları. Bu mevsimde bile yeşil. Bu tabii ki akan çayın marifeti. Suyu var buranın. Ve geldim Kırmızı Köprü’ye. Solumda. Müküs Çayı üzerinde yer alan ve kitabesi olmayan köprünün yapım tarihi bilinmiyor. Uzmanlar 16. veya 17. yüzyılda inşa edildiğini düşünüyorlar. Tek gözlü, Osmanlı ve Selçuklu döneminde sık rastlanan sivri kemer mimari tarzında. Adı tuğlalarının renginden dolayı. Uzunluğu 45,5 metre genişliği 4,35 metre imiş. Köprünün her iki girişinde bulunan birer oda, yapıyı savunmak için bekleyen nöbetçilerin ya da yolcuların dinlenmesi amacıyla yapılmış. Fotolar alırken yanaşan bey beni çaya davet ediyor. Daha iyisi olamazdı. Hemen yakındaki su üstü kahveye giriyoruz. Zaten oturanlar var, aralarına girip tanışma faslı sonrası sohbete başlıyoruz. Malum konular, aralarında da İstanbul Zeytinburnu’nda yıllarca oturmuş-çalışmış olanlar var. Orası burası, çaylar-sular-otlar-fotolar derken yanlarında yarım saatten fazla bir zamanı geçiriyorum. İçlerinden ikisi de Bahçesaray MEB müdürlüğünde telefonla tanıştığım Vezir Beyin amca oğulları çıkmasın. Küçük dünya işte buna derler J

Kırmızı Köprü’den ayrılışım 13.13. 66,5 kilometredeyim. 1534 metre rakımda Bahçesaray’a doğru yol iniyor yavaş yavaş. 5 kilometre kaldı. Onu da tamamlasam da bisikleti park etsem artık. 

[e] 69,9 km/13.41/%80 harcandı-2. 1623 m R. Bahçesaray’a girdim. Merkeze iniliyor ama MEB ve ÖE geride kalmış. Yuh bana sorsana inmeden. Bataryada da tek çentik var, Eco’yla geri çıkıyor, MEB’i buluyor, Vezir Beyin yanındayım. Çayım da önümde. Sağ olsun kalacak yerle ilgilendi, ayarladı, büyük bir dostluk, misafirperverlik gösterdi. ÖE’de az geride, buluyor, Danyel Beyle tanışıyor, 40 lirayı ödeyip kaydoluyor ve 310 yerleşiyorum. 

Su = hayat, üzerimden tuzu akıttıkça rahatlatıyor, serinletiyor. Öğle güneşinde öyle bir ısınmışım ki, kavrulmuşum adeta. Bu su ne de iyi geliyor.

Bahçesaray; Siirt ili Pervari ilçesi’ne bağlı nahiye (bucak) iken 1964 yılında Van ili Gevaş ilçesi’ne bağlanmış, 1988 yılında ilçe olmuştur. Deniz seviyesinden 1670 metre yüksekliğinde, çetin arazi ve tabiat şartlarına sahip, etrafı sarp, yüksek dağ ve tepelerle çevrili dar bir alanda bulunmaktadır. 

Danyel Beyden kamu olarak ücret alması gerektiğini hatırlatınca 20 lira da iade alıyorum. Ohh ne âlâ Muallâ. Otostopla da merkeze inip ilk lokantada bulamıyor, yanındakinde (Merkez Et Lokantası) iki yumurtalı bir menemenin gelmesini beklemekteyim, ilçenin ortasından çağlayarak akan Müküs Çayının kenarındaki masalarda. Suyun sesi öyle yüksek ki, adeta buranın melodisi. İlçe ismini 19. yüzyılda Kırım Bahçesaray'dan gelen Kırım Tatar Göçmenlerine ithafen aldığı söyleniyor. Ancak Kürtçe adı Miks/Müküs (*). 1915 öncesi çoğunluklu bir Ermeni nüfusu var. Yani Kırımla nasıl bir ilişkisi var anlayamadım?

(*) Müküs; Arapça bir kelime olup, meks kelimesinin çoğuludur. Lügat anlamı; öşürler, borçlar, vergiler ve bunların toplamıdır. Ayrıca toplanma yeri ve üs anlamında kullanılır. 

Geçmiş yıllarda adına Kültür ve Sanat Festivali düzenlenen, Kürt edebiyatının Yunus Emre'si olarak bilinen, 16-17. yüzyıl şairlerinden Feqîyê Teyran buralı, yani Bahçesaraylı. Bu sene düzenlendi mi bilemiyorum, ancak 2013 yılında festivali iki cephede, ayrı ayrı etkinliklerle kutlamışlar. Bir tarafta Valilik ve Bahçesaray, diğer tarafta BDP. Siyaset kültüre de yansımış. Geçmişin kavgası sürmekte. Umarım bu kavganın bir yere var(a)madığını görmüşlerdir.

Klasik Kürt edebiyatının en önemli ve en tanınan mutasavvıf-şairlerinden biri olan Feqîyê Teyran (1560-1640) gerek şiir dilinin sadeliği ve gerekse de işlediği tasavvufî konulara hâkimiyeti ile klasik Kürt edebiyatında ayırt edici bir yere sahiptir. Özellikle tasavvufî ve irfanî şiirler yazmış olan Feqîyê Teyran'ın eserleri, günümüze kadar hem sözlü hem de yazılı şekilde aktarıla gelmiştir.

Rivayet göre kuşların dilini öğrenir ve Zümrüt-ü Anka'nın sesini duymak için yollara düşer, diyar diyar dolaşır. Yaşar Kemal'in "Karıncanın Su İçtiği" isimli romanın sekizinci bölümünde masalsı bir şekilde Feqiyê Teyran anlatılmakta imiş. Bunun dışında Kültür ve Turizm Bakanlığı basımını gerçekleştirdiği Feqiyê Teyran’ın “Divan”ı ile birlikte Kürt edebiyatının en önemli yapıtları arasında sayılan 10 eseri gelecek dönem çevirisini yaparak yayımlamayı planlıyor diye okumuştum araştırmalar sırasında.

Masaya oturan, yaşlı diyorum ama benden 3 yaş küçük beyle yapılan sohbette; Müküs Çayı’nda bol miktarda alabalık bulunduğu, oldukça kıymetli bir tür olan kırmızı benekli alabalıkların Bahçesaray ve Çatak’ta yaşadığı, soğuk ve temiz suları seven kırmızı benekli alabalıkların avlanmasının yasak olduğunu öğreniyorum. Samimi, ilgili bir insan, bana Subaşına (Çeşmebaşı) gitmek üzere bir taksiyi 20 liraya ayarlıyor. İlçenin 2 kilometre kadar kuzeyine gidiyoruz. Ceviz bahçeleri yol boyunca, Bahçesaray’ın baldan sonra en önemli ekonomik değeri. Vardığımız yerde araçlar var. Boş değil ortalık. Şoför Hakan Bey bana gideceğim yeri gösteriyor. Kendi arabada beklemekte. Çayın üzerinden geçen minik ahşap köprü sonrası kayalıkları tırmanıp kocaman bir mağaranın ağzına geliyorum; Subaşı. Muhteşem bir yer. Dicle Irmağı’nın bir kolu olan Müküs Çayı dev mağaranın içinden, hiç bir kıpırtı belli etmeden doğuyor ve mağara dışında coşarak akmaya başlıyor. Ama öyle böyle değil, delicesine. Tam rafting’lik (zaten yarışmaları yapılıyor). Oldukça fazla sayıda insan var etrafta. Burası Bahçesaraylıların düğün yerleri, piknik yerleri, eğlence yerleri..., hayatları. 

Hava hafiften serinlemekte, gün sona eriyor. İlçeye dönüp, merkezde A101’den alınan meyveli yoğurt ile jandarmaya giden araçtan beni de bırakmalarını rica ederek ÖE’ye dönmekteyim. 

Bugünkü rampa balataları yedi bitirdi. Artık yanımda bolca yedek taşıyorum. İlk defa fren balatalarını başarılı bir şekilde değiştirmenin mutluluğu içinde odaya geçip bürokratik işleri tamamlıyorum. Bürokratik dediğim; fotoların – ses kayıtlarının yüklenmesi, gezi notlarının yazılması, ertesi güne ilişkin durumların gözden geçirilmesi... vb.

Işığı söndürmeden Tarihte Bugün’e bir göz atalım:
  • 1940 - Sürgündeki Rus devrimci Leon Troçki, Mexico City'de saldırıya uğradı ve ertesi gün öldü.
  • 1952 - Napoli'de yapılan Avrupa Güzellik yarışmasında Türkiye güzeli Günseli Başar birinci oldu.
  • 1968 - Sovyetler 200.000 asker ve 5.000 tankla Prag'a girdi.
  • 2009 - Usain Bolt, 2009 Dünya Atletizm Şampiyonası'nda 200 m’de 19.19 ile Dünya Rekoru'nu yeniledi.

Leon (Lev) Troçki (07.11.1879-21.08.1940); 1917 Rus Devrimi'nin önde gelen isimlerinden. Sovyetler Birliği'nin kurulmasında, ihtilâl sonrası iç isyanların ve ayaklanmaların bastırılmasında birinci derecede rol oynadı. Kızıl Ordu’nun kurucusu olarak kabul edilir. Lenin'in ardından Sovyetlerin ikinci adamı oldu. Lenin'in ölümünden sonra Stalin ile giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti, uzun yıllar Sovyetler Birliği'nde Bolşevik Parti üyesi olarak kalan Troçki, Bolşevik Parti'ye karşı bir işçi ayaklanması örgütlenmesi ve işçi sınıfı iktidarına karşı silahlı ayaklanmayı teşvik etmeyle suçlandı ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı (1929-1933 yılları arasında İstanbul Büyükada'da yaşamıştır). Daha sonra Dördüncü Enternasyonalin lideri olarak kaleme aldığı İhanete Uğrayan Devrim gibi eserlerinde Stalinizm eleştirisi yapmaya devam etti. 
Vikizero

Günse­li Başar (22.01.1932-20.04.2013); 1955'te İstanbul Üniversitesi Merkez Binası bahçesine yapılan Atatürk ve Türk Gençliği Anıtı'ndaki kız heykelinin de modelliğini yapmıştır. Kendisine teklif edilen bu modellikle ilgili “Bu kadar ulvi bir şeye hayır diyemezdim. Çünkü Ata'nın yanında bulunarak Türk genç kızını temsil etmek benim için bir onurdu.” diyen Başar, heykel çalışmalarının yaklaşık 1 yıl sürdüğünü, üzerinde Helenistik bir el­bise ile sağ kolunu elinde meşale tutar gibi havaya uzatarak, sağ bacağını ise bir asker gibi öne atarak modellik yaptığını, ayrıca heykelin formunun oluşturulmasında kollarının ve bacaklarının kalıplarının alındığını söylemiştir. 




Bahçesaray ÖE 0432-7512433

Bahçesaray MEB 0432-7512166 / 0542-2780960 Vezir bey













Hizan - Bahçesaray
Tur tarihi: 20 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 69,69 km
Ortalama hız: 13,7 km/sa
Bisiklete biniş süresi 5 sa 5 dk, dışarıda geçen süre 7 sa 31 dk
En yüksek sıcaklık 39 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 30,1 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 2081 m, kaybı (iniş) 1914 m
En düşük irtifa 1041 m, en yüksek 2473 m

Garmin yol bilgileri Hizan-Bahçesaray

Relive yol bilgileri Hizan-Bahçesaray



Hizan ÖE’den ayrılışım 06.45

4 km’lik bir girişi var ilçenin. %3 gibi bir yokuş

Sabahın erken saati, fazla insan görünmüyor. 1-2 kişi araç
 beklemekte yol kenarında. Üzerimde ince yelek var. Hava açık

Bahçesaray-Tatvan sapağına geldim. Burada bir
 kontrol noktası var ama şu an kimsecikler görünmüyor


Solumda burada bir gölet var. Su toplama çukuru herhalde.
 Günün bu saati ve ışığında çok güzel görünüyor. Ters 
ışık, su parlamış... Yanından pedallıyorum. Yol düz




Değişik bir coğrafyadan geçmekteyim. Bisikletin üzerinde
 böyle kayarak gidilirken, çok da hızlı
 olmadığından, etrafı keyifle izleyebiliyorsun

Kalkan kuşlar, otlaktaki hayvanlar, yoldaki
 böcekler, uçuşan kelebekler...


İn in in, devamlı in. Kaç km oldu? Sonunda asfalt 
kaymaklaştı, genişledi ama daha çizgileri yok... 


Dönemeci döndüğümde yol çalışmasının yapıldığını görüyorum

Asfalt döşenmekte, oldukça geniş bir yol olacak gibi. Bir
 köprü, Büyükdere’nin kolları olsa bu üzerinden geçtiğim

Bitmemiş toprak yolda ve muhteşem (!) bir toz bulutu içindeyim L

Sanki sis var. Göz gözü görmüyor. Peş peşe geçen araçların 
umurlarında değil, toz kalkmış, taş sıçramış..., basmış gaza eğleniyor

Kendime yolun solunda, bazen sağında toz bulutunun
 tersi yönde yer bulup ağır bir tempoyla ilerlemekteyim

Sağımızda akan bir çay. Orada da çalışma
 var. Duvar örülmekte, beton dökülmekte

Merakla yanıma gelen işçilere nereli olduğumu, nereden
 gelip nereye gittiğimi anlatıyorum. Hemen bir selfie alıyorlar



4 km sürdü bu berbat yol. Üstüm başım toz toprak
 içinde. Karayolları sitesinde bu durumdan hiç söz etmiyor. Sanki
 bize sürpriz hazırlama isteğinde. Aaaa diyorsun, ne
 güzel yol inşaatı geldi... 


Şimdi b**tan bir yolda parça parça “asfalt-toprak”
 şeklinde devam ediyorum

32 km sonra Soğuksu’ya geldim. Solda yan yana üç 
bakkal. Birine yanaşıp limonlu soğuk çay içiyorum

Ve beklenen tırmanış. Haydi bakalım diyerek dalıyorum
 yola. Artık tamirat mamirat yok, rampa var. 1350 m’den başladım

%9’la 10’la tırmanıyoruz. Uzun bir yokuş var
 önümde. 2500 m’ye ulaşmam lazım



Yüksek dağlar, dik yamaç ve vadiler, muhteşem manzarayı
 izleyerek, tertemiz havayı soluyarak kıvrıla kıvrıla çıkıyoruz

Yanımdaki küçük derecikten cılız bir su akmakta

36. km’de Nurs sapağı geldi, gidecek olursanız düz devam edin

Sağdan kıvrılan yol tepede bir çeşmenin yanına çıktı 


Her şey geride kaldıkça altımda küçülüyor. Karşı yamaçlarda... 

... tek tük evler var 

Dağlar çok etkileyici ama. Sanki ortasında gidiyor
 gibiyim. Buraları kışın ne oluyordur, kapanıyordur
 yollar. Nasıl çıkarsın ki, zincir yeter mi?

Köylüler otları kurutmuş, eşeğe yüklemiş, köyüne taşımakta

Yamaçlardan sular akıyor, kanallardan aşağıya doğru

2000 m’ye geldim, devam ediyorum. Burada
 güzel esmeye başladı. Bu sıcakta ilaç gibi 

2323 m rakım, daha tırmanacağım

Ve öyle böyle, off puf diye diye zirveye ulaşıyorum. 2378 m
 diyor Garmin. Saat 12, tam öğle vakti. 50 km oldu

Bu zahmetin mükafatı büyük oluyor elbette. Uçuyorum,
 bisiklette değil uçaktayım sanki. Frenlemesem havalanacağım 


S virajları mecburen frenleyerek alabiliyorum. Yoksa yoldan
 çıkar kaybolursun yarların arasında. Balatalardan gelen ses
 eridiklerini söylüyor. 140 kg kolay durmuyor, asılacaksın

İnanılmaz dimdik bölümü geçtikten sonra %3-4’le inilen güzel 
bir yoldayım. Gene hızlıyım ama frenlemem gerekmiyor. Tek
 durum delikleri kolla. Arada kaçınca güm diye çarpıyorum

Çok çok güzel buraları. Bu mevsimde bile yeşil. Bu 
tabii ki akan çayın marifeti. Suyu var buranın


Ve geldim Kırmızı Köprü’ye. Solumda. Müküs Çayı üzerinde
 yer alan ve kitabesi olmayan köprünün yapım tarihi bilinmiyor.
 Uzmanlar 16. veya 17. yy’da inşa edildiğini düşünüyorlar

Mehmet, Hasan, Halil, Feyzullah, Tahsin,
 Mustafa Beyler ve de küçük bey ile, Kırmızı Köprü

Kırmızı Köprü’den ayrılışım 13.13. 66,5 km’deyim. 1534 m
 rakımda Bahçesaray’a doğru yol iniyor yavaş yavaş

5 km kaldı. Onu da tamamlasam da bisikleti park etsem artık

Zorlu bir yoldan sonra Feqîyê Teyran’ın diyarındayım

Bahçesaray’a girdim

Merkeze iniliyor ama MEB ve ÖE geride 
kalmış. Yuh bana sorsana inmeden

Bahçesaray ÖE





2 yumurtalı bir menemenin gelmesini beklemekteyim, ilçenin
 ortasından çağlayarak akan Müküs Çayının kenarındaki masalarda.
 Suyun sesi öyle yüksek ki, adeta buranın melodisi


Merkez Et Lokantası

Subaşına (Çeşmebaşı) ulaşmak üzere ilçenin
 2 km kadar kuzeyine gidiyoruz

Çayın üzerinden geçen minik ahşap köprü sonrası kayalıkları
 tırmanıp kocaman bir mağaranın ağzına
 geliyorum; Subaşı. Muhteşem bir yer


Dicle Irmağı’nın bir kolu olan Müküs Çayı dev mağaranın
 içinden, hiç bir kıpırtı belli etmeden doğuyor ve mağara
 dışında coşarak akmaya başlıyor...

Ama öyle böyle değil, delicesine




Hava hafiften serinlemekte, gün sona eriyor. İlçeye dönüp,
 merkezde A101’den alınan meyveli yoğurt ile ÖE’ye dönmekteyim































17. gün (devamı) Bahçesaray-Çatak – 15. gün (öncesi) Tatvan-Hizan





[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km