12 Temmuz 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Erzurum II)

10 Temmuz 2018, Salı / Erzurum II (3. gün)

Çift kişilik yatakta döne döne uyudum. Herhalde dün gecenin sıkışıklığını atmak için :)) Sabah 6 buçukta uyandım ama tembellik ederek yataktan çıkmam 7 buçuk oldu. Bugün Erzurum’da ikinci günüm olacak. Biraz gezi notlarını aktararak başladım güne. Sonra 9 buçuk gibi çıkıyorum DSİ’den. Öncesinde küçük bir meyveli yoğurdu kahvaltı niyetine yemiştim. Hava daha ısınmamış. Yürüyerek Turizm Bölge Müdürlüğü’ne geldim. Broşür aldıktan sonra müdürlerden Ahmet Bey ile tanışıyor biraz sohbet ediyoruz. Bazı illerin cep uygulamalarının olduğunu, Erzurum’a da gerektiğini, çok katkı sağlayacağını anlatmaktayım. Erzincan’ın uygulamasını açıp kendisine gösteriyorum. İlgisini çekiyor. Anladığım kadarıyla bihaber. Söz ziyaret nedenime geliyor, konu bisiklet haliyle, Eurovelo’dan laf açıyorum. Biliyorsa da, ki tahmin etmiyorum, bu konuları açmak, dikkatlerini çekmek gerek. Kafasına konu girsin. Belki kullanırlar, bisiklet için bir şeyler yaparlar.

Bugün ilk işim Atatürk Evi’ni ziyaret etmek. Ücretsiz geziliyor. İki katlı. Alt salonda bir video sunum var. Oradan öğrendiğime göre bu ev 19’uncu yüzyıl sonlarında Erzurum eşrafından biri tarafından yaptırılmış. 1915-16’da dokuz ay Alman Konsolosluğu olarak kullanılmış. 12 Mart 1918 Erzurum kurtuluşunda valiliğin hizmetine verilmiş, 3 Temmuz 1919’da Vali Münir Akkaya’nın ayrılışından sonra Hüseyin Rauf ve arkadaşları M. Kemal Atatürk’le beraber burada 52 gün kalarak çalışmışlar. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924’de Atatürk, eşi Latife Hanım’la beraber gezide iken, Erzurum’daki bir deprem nedeniyle şehre gelmişler. 30 Eylül 1924’de şehrin anahtarı ve evin tapusu Atatürk’e hediye edilmiş.

Cumhuriyet Caddesi’nde yürümeye devam. Çifte Minare’ye gitmeden önce Çorbacı Yeşilkent’te ayran aşı diye bir çorbayı ayran kelimesine güvenerek ısmarlıyorum. Gene de içinde et var mı soruma yoktur cevabı alınca güzelce kaşıklıyorum. Ama ne göreyim, küçük kıyma topları koymuşlar. Fanatik değilim, düşünce bazında vejetaryenim, mecbur kalmadıkça et yemem (umarım kalmam). Buraya kadar kaşıklayınca kıymaları çıkartarak çorbayı bitiriyorum. Ama ne de olsa tadı veya yağı geçmiş suyuna. Ağzımın içi bozuluyor. İlk fırsatta sıcak bir çayla yıkamam lazım. Böyle kalamam!

Ulu Cami, dün akşam girememiştim, Necdet Bey abdestsizim dediğinden. Bugün tekim, girerim artık diyerek dalıyorum. Erzurum'un en eski camilerinden. Saltuklu emirlerinden Nasirüddin Muhammed tarafından 1179 tarihinde yaptırılmış. 7 ibadet alanı var. Orta alan daha geniş. Mihrap önü ahşap kırlangıç kubbe ile örtülü. Caminin mihrabında yalın geometrik süslemeler bulunuyor. Üçü kuzeyde ikisi doğuda toplam 5 kapılı. Sultan IV. Murat döneminde yiyecek deposu olarak kullanılan cami, değişik tarihlerde beş kez onarılmış. İçeride çocuklar oyun oynuyorlar. Hani camidir, sessizliktir; önemli değil, kimse uyarmıyor. Anlatıldığına göre İslam’ın ilk yıllarında camiler buluşma yeri, ticaretin döndüğü mekanlarmış. Yani öyle sessizliğin hüküm sürdüğü yerlerden değil.

Evliya Çelebi seyahatnamesinde Erzurum'da bulunan Çifte Minareli Medrese'yi, yani o zamanki adı ile Eski Medrese Cami’yi şu sözlerle anlatır: "Ulu Cami'nin doğusunda duvar duvara bitişik durumdadır. Çifte minarelidir. Bazıları, Akkoyunlu padişahları tarafından yaptırılmıştır, derler. Bazıları da Uzun Hasan tarafından yapıldığını söyler. Velhasıl, eski bir mabettir. Nice kere Erzurum kuşatıldığında, atılan toplardan bu camiinin çoğu yeri yıkılmış, vakıfları da olmadığından harab olup gitmiştir. Tebriz kapısının iç tarafından emsalsiz bir kapı ve iki yüksek minaresi vardır ki, bu minareler Çin kasesi ve güneş gibi olup, ışık vurunca insanın gözü kamaşır, ikinci defa bakmak imkansızdır. ... Cami harab olduğundan, Sultan Dördüncü Murat tamir ettirip içinde balyemez toplar dökmek için bir top imalathanesi yaptırmıştı. Halen bütün aletleri oradadır. Bu cami tamir edilse, yeryüzünde eşi bulunmaz bir eser olur."

Çifte Minareli Medrese muhteşem bir yapı. Erzurum'un sembolü haline gelmiş bir Selçuklu eseri. Genelde 13’üncü yüzyılın sonlarında yaptırıldığı kabul edilmekte. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi de deniliyor. Taç kapısında bu­lunan bezemelerde ağırlıklı olarak bitkisel öğeler kullanılmış. Kapının batı tarafında çift başlı kar­tal, ağzı açık iki yılan ve dilimli yapraktan oluşan hayat ağacı, doğu tarafında ise yaprak ve kartal işlemesi yer almakta.

Burası iki katlı, dört eyvanlı ve açık avlulu medreseler grubunun en önemli örneği. Avlusu dört yönden revaklarla çevrili ve her iki tarafında öğrenci ve öğretmen odaları sıralanmış. Medresenin zemin katında on dokuz, üst katında ise on sekiz oda var. 

Medrese, IV. Murat'ın emri ile bir süre tophane olarak, daha sonra da kışla olarak, 1932'de Sipahi Ocağı'na tahsis edilip yurt olarak kullanılmış. 1942-1967 yılları arasında Erzurum Müzesi burada. Ne var ki burası da müzeden habersiz insanlar tarafından gürültüye boğulmuş, çocuk parkına dönmüş durumda (!). Sekiz asırlık bu mekanlar duvarlara tırmanan bebeler, bağıra çağıra konuşanlar, her türlü kendini bilmez insanla dolu. Yetkililer şikayetimi iletiyorum. “Haklısınız, elimizden bir şey gelmiyor.” — “Yazın şuraya kocaman bir yazı, sessiz olun diye. Biz de onu gösterelim insanlara.” Çaresizliği yüzünden okunuyor. “O zaman Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ben bildireceğim.”

Medreseden ayrılmadan önce dinlediğim bir öyküyü paylaşayım. Dikkat edecek olursanız minarelerin birbirine benzemediğini, bitmemiş durumda olduğunu görürsünüz. Buna ilişkin anlatılan bir rivayet var, usta çırak ilişkisini konu eden. Şöyle ki: Çifte Minareleri usta ile çırağı yapmaya başlamışlar. Usta bir minareye başlamış, çırağı ötekine. Günler geçtikçe minareler de yükselirmiş. Ne var ki, çırağın yaptığı minare, ustanın yaptığından daha güzel, daha göz alıcı olmuş. Usta bunun farkına varmış ama, ağzını açıp tek kelime söylemeyi de gururuna yedirememiş. Çırak ise, ustasını geçtiğine inanmış. O da anlayamadığı bir gurura, bir büyüklüğe kapılmış.

Sıcak bir yaz günü. Usta-çırak, harıl harıl minareleri örüyorlarmış. Bir ara çırak dayanamamış, alnındaki terleri silerek, öteki minarede çalışan ustasına seslenmiş: “Usta, bana bir su getir!” Bunu duyan ustanın elinden malası düşüvermiş. Gururu incinmiş, gönül kâsesi çatlamış, gözleri bulanmış: “Usta idim oldum çırak, At kendini aşağı bırak!” diyerek kendisini aşağı bırakıvermiş. Bu durumu gören çırak, işlediği kusuru o zaman anlamış, üzülmüş. Elinden malasını atmış: “Çırak iken oldum üstat, Ne durursun kendini at!” diyerek, o da kendini aşağı bırakıvermiş. Her ikisi de oracıkta can vermişler. Gel gör ki, minareler yarım kalmış. O günden bugüne tamamlanamamışlar. 

Üç Kümbetler’in yakınında bir kahvede 2 limonlu-süzgeçli çay içiyorum. Bir yandan da yanımdaki beyle sohbetteyim. Haliyle çevrenin karmaşıklığı, geç kalınmış düzenleme konuşuluyor. Anladığım kadarıyla kişi belediye başkanına muhalif ama karşı masadaki taraf. Başlıyor aralarında bir tartışma. Sonrasında genç bir bey de muhalif olarak dahil olunca konu genişliyor ve artan ev fiyatlarını, yerine getirilmemiş projeleri öğrenmiş oluyorum.

Buraya gelmeden havuzlu meydanda kurulu olan, çadırdaki sergiyi ziyaret etmiştim. Oltu Taşı konusunda geniş bilgi edindim. Bizdeki taş dışında Rus taşı dedikleri, Gürcistan’dan gelen, sıkıştırılmış toz olan Oltu Taşı da kullanılmaktaymış. Ama küçük bir tespihin 100 liradan başlaması beni oldukça şaşırtıyor. Alayım hatıra diye düşünüyordum ama 100 lira da çok.

Taşhan’a gene de uğruyor, çadırdaki genç beyin abisiyle tanışıyor, diğer mağazalara da bakıyorum. Yüz dükkanın hepsi aynı şeyi, Oltu Taşı’ndan tespih, yüzük, gerdanlık, takı ve çeşitli hediyelik eşya satmakta. Para kazanıyorlar anlaşılan. Bu han 70’li yıllardan sonra “Tespihçiler Çarşısı” olmuş. Yakın tarihimizde hapishane olarak kullanılan tarihi yapı ayrıca şehrin elektrik ihtiyacının karşılandığı trafo merkezi olarak da işlev görmüş. Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Rüstem Paşa tarafından 1561 yılında yaptırılmış bir kervansaray. Zamanında yolcuların gece-gündüz her çeşit ihtiyaçlarının karşılandığı yer. Günümüze ulaşamadığından imarethane, mescit, dinlenme yeri, bezirgân dükkanları, deve, eşek, öküz, manda ve atların bağlandığı bölümleri göremiyoruz. Erzurum’un serhat şehri olması nedeniyle buraya “ribat” denilmekte. Ribatlar, sınırları korumak amacıyla içerisinde 40-50 civarında akıncı birliğinin bulunduğu bir çeşit ileri karakol binalar. Rüstem Paşa Kervansarayı, dikdörtgen bir avlu çevresinde, kesme taştan yapılmış revakların arkasına sıralanmış odalardan oluşan iki katlı bir yapı. 1965 yılında önemli bir restorasyondan geçmiş. 

Kongre Binası’na doğru devam ediyorum. Erzurum’un güzel yanı esiyor olması, neredeyse 1900 metre rakımda, ama gene de gölgede yürümek gerekiyor. Sıcak bir yaz havası var. Kenardan kenardan yürürken bir de ne fark edeyim, ayakkabın altına yapışmış bir çiklet. Çiğneyip yola tükürmüş kendini bilmezin teki. Basmışım, girmiş tırtıllara. Dur, uğraş, kazımaya çalış şimdi işin yoksa :((

Kongre Binası’nın yeni bitmiş restorasyonu. 23 Temmuz’da açacaklar. Üst kat Resim Heykel Müzesi. Müdür Sezer Beyle tanışıyorum. Bana ayrıntılı bilgiler veriyor, odasında çay içiyor ve uzunca konuşuyoruz. Sanattan, tarihten, off road arabasından...

Kongre Binası; Erzurum Kongresinin toplandığı ilk bina 1864'de Mıgırdiç Sanasaryan tarafından yaptırılmış ve Sanasaryan Koleji (Ermeni Kız Yatılı Okulu) olarak eğitim vermiş, 23 Temmuz - 7 Ağustos tarihlerinde Erzurum Kongresinin yapıldığı mekan olarak bilinir. Cumhuriyet öncesinde bina satın alınarak devlete kazandırılmıştır. Bina 1924 sonlarında esaslı bir yangın geçirmiş ve ahşap kısım tamamen yanmıştır. Yangından sonra onarılan bina, Gazi İlkokulu olarak 1926'da hizmete açılmış, zaman içerisinde Yapı Sanat, Güzel Sanatlar Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi olarak varlığını devam ettirmiştir. Okulun bir salonu 1960'da Atatürk ve Erzurum Kongresi Müzesi olarak ziyarete açılmış, 2011-2013 yılları arasında TBMM tarafından yapılan restorasyon sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Günümüzde Kongre Binası, Atatürk Resim Heykel Müzesi ve Galerisi Müdürlüğü olarak hizmet vermektedir. 

Erzurum Kongresi'nin önemi nedir? Hangi kararlar alınmıştır?

Kongreye çoğunluğu işgal altındaki 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van'dan gelen 62 delege katılmış; 2 hafta süren kongrede alınan kararlar Kurtuluş Mücadelesi'nde izlenen çizgide, önemli ölçüde belirleyici olmuştur.

Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış; yoklamanın ardından yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa kongre başkanlığına getirilmiştir.

Erzurum Kongresi'nin önemi ve özellikleri

1- Manda ve himaye reddedilerek ilk kez ulusal bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar verilmiştir.
2- İlk kez milli sınırlardan bahsedilmiş ve Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı anda Türk vatanı olan toprakların parçalanamayacağı açıklanmıştır.
3- Toplanış şekli bakımından bölgesel olmasına karşın aldığı kararlar bakımından milli bir kongredir.
4- İlk defa geçici bir hükümetin kurulacağından bahsedilmiştir.
5- Erzurum Kongresi, Sivas Kongresine bir ön hazırlık çalışması niteliğindedir.
6- İlk kez başkanlığını Mustafa Kemal'in yaptığı dokuz kişilik bir Temsil Heyeti oluşturuldu. Bu Temsil Heyeti bir hükümet gibi görev yapacaktır. (Temsil Heyeti'nin görevi TBMM'nin açılmasına kadar devam edecektir.)
7- Erzurum Kongresinin bir önemi de Batı Anadolu'da Yunan kuvvetlerine karşı mücadele eden Kuvâ-i Milliye üzerinde büyük moral etkisi yaptığı.
8- Erzurum Kongresi Mustafa Kemal'in sivil olarak görev aldığı ilk yerdir. Bölgesel bir kongredir.

Öğretmenevi (ÖE) neredeymiş diye arayarak, GPS’den yön bulmaya çalışarak, yolluk kuruyemiş alarak, karnımı doyurmak için bir iki lokantada pek bir şey bulamayarak, dün gördüğüm Atatürk Evi yakınındaki Huzur Lokantası’nda karar kılarak devam ediyorum. Aynı yemekler, az az kuru-bulgur ve tam cacık ve su, onların ikramları küçük tabakta dereotlu yoğurt, ezme ve çoban salata ile taze yeşil biber. 16 lira ile hesaplaşıyoruz.

Öğretmenevi bayağı büyük ve güzel. Lobisi, resepsiyonu... Gerçek bir otel gibi. Ancak DSİ bisiklet için daha pratik oldu. Elimdekileri bırakmak, biraz da dinlenmek üzere misafirhaneye dönüyorum. Hava çok ısındı.

Yapılması gerek iki telefon konuşması: Erzincan DSİ’yi arayıp yer durumunu tekrar sormak, doluluğun devam ettiğini öğrenip (5 odaları varmış zaten.) otelden yer ayırtmak; Kelkit ÖE de düğün nedeniyle dolu olduğundan orada da otel bulmak. Biraz tabletten haberlere göz atıp yeni düzene ilişkin gariplikleri okumak; son tren kazasına demiryolundaki yol bekçilerinin kaldırılması, yol bakım ihalesinin iptal edilmesi gibi ihmallerin sebep olduğunu acıyla öğrenip, kahrolmakla geçen bir zaman. Az da ayakları uzatıp havanın serinlemesini beklerken yeni arkadaşım Necdet Beyin telefonuyla kendime geliyorum, 1 saat sonra buluşacağız. 

5 buçuk gibi dün gördüğüm, burada olmasına çok sevindiğim Gloria Jean’s Coffees’e doğru çıktım DSİ’den. Yarın gideceğim yol da hemen DSİ’nin yakınından başlıyor. Buraya Erzurum’un batı yakası diyelim. Yani buradan yeni Erzurum başlıyor olmalı. Evlerin 7-8 katlı apartmanlara dönüştüğü, altlarında kafelerin lokantaların mağazaların olduğu bulvarların bulunduğu muhit. 

Gloria Jean’s Coffees dolu, gençlerle. Kendime içeride bir masa buluyorum. Doppio espresso ısmarlıyorum. Anlamadıklarını görünce duble diyerek düzeltiyorum. Bu sırada Necdet de arıyor: “Buraya gelsenize, kahve içer sohbet ederiz. DSİ’nin yanından inen yokuşun ortalarında, sol kolda. Kocaman adını göreceksiniz zaten, turuncuyla yazılmış.” Kısa bir yer tarifi, konum da yolluyorum. Bu arada espresso da geliyor ama tadı pek alıştığım gibi değil. Yumuşak, sulu, sanki bir Americano gibi. Köpük de öyle yoğun ve altın sarısı değil. Durumu iletiyorum. Servis yapan genç nazik: “Size bir yenisini yaptırayım.” Biraz iştahım kaçtı. “Aman tek olsun bu sefer!” Ancak gelen de aynı. Nedense bildiğim aradığım lezzet yok. Belki ağzımın tadı kaçtı diye fazla da üstelemiyorum. Genç nezaketini sürdürüyor: “Almayalım sizden parasını o zaman.”

Necdet Beyle güzelce sohbetteyiz. Hayatın her köşesinden, her olaydan söz ediyoruz. Biraz o anlatıyor biraz ben. Otellerde teknik müdürken yaşadıkları, eski Erzurum günleri... Bugün okuluna ve mahallesine gitmiş. Oradaki değişimler karşısında hayrete düşmüş. Dün kararlaştırdığımız gibi kadayıf dolması arayacaktık bu bölgede. “Muammer Usta diye bir yer önermişlerdi bana DSİ’nin güvenliğinden. Ona bakalım mı?” Hesabı istediğimde doppio espresso için (2x7) 14,- TL yazıldığını görünce şaşa kaldım. Gene aynı durum. Balıkesir Akhisar’da da olmuştu. Hiç bir yerde tek ile çift iki katı fiyatında olmaz. 1-2 lira en fazla oynar. GJC’deki bu uygulama anlaşılır gibi değil. Gerçi nazik servis elemanı beğenmediğim espresso’nun ücretini almıyor ama yanlışlıkla yazılan fiyatı görünce bunu mutlaka merkezinize bildireceğim. Burada bir terslik söz konusu.

Muammer Usta’nın kadayıf dolmasını az çok beğeniyor Necdet Bey. “Eskiyi andırıyor, en azından yumuşak.” diyor. Lezzetler değişmiş, ucuzlatmak için değiştirmişler belki de. Eski tadı da bilen arayan kalmayınca herkes artık bunu kabul eder olmuş. Böyle bir kanaate varmış olduk :))

Birer kadayıf dolması sonrası merkeze doğru yürümekteyiz. Hava serinleyince rahatlamış Erzurum. Dün istasyondan geldiğim yolu geçerek, Migros’tan alınan birer soda, Hacıbey Lokantası’nda içilen çay eşliğinde, yazdığı deneme kitabından (internet ortamında satışa sunmuş), gençken Uludağ Üniversitesi’nde yakaladığı sahtekarlık, başına gelenler, ileriye dönük düşünceleri ile sürdürüyoruz muhabbetimizi. Fikirleri ile çağdaş bir insan. Burada kalsaydı belki farklı biri olurdu. Batının etkisi haliyle görülüyor. Bunu kendi de söylüyor. Ortam tabii ki insanı biçimlendiriyor. Görmek-duymak-okumak geliştiriyor kişiyi. Erzurum’da eski günlerde hiç böyle kara çarşaflı, kapalı kadınların olmadığını, çok daha çağdaş bir şehir olduğunu, Nurcuların etkisiyle bu kapanmaların başladığını anlatıyor. Hatta eski-yeni Erzurum diye bir araştırmayı da yapmak/yazmak isteğinde. Değişimi sergilemek. Türkiye sistematik bir şekilde gerilemeye sokuldu. Düşünmeyen-sorgulamayan, biat edenlerin topluluğu. 

Havuzlu meydana kadar birlikte yürüdükten sonra ayrıldık. Yarın yola çıkacağımdan fazla geç kalmak istemiyorum. Daha eşyaları toplamam lazım.

DSİ Misafirhane


Erzurum Belediyesi


İşlenmemiş Oltu Taşı

Atatürk Evi

Atatürk Evi İçi







Çorbacı Yeşilkent


Yakutiye Medresesi

Ulu Cami

Ulu Cami İçi







Çifte Minareli Medrese İçi


Çifte Minareli Medrese İçi






Çifte Minareli Medrese İçi


Taşhan


Tespihçiler Çarşısı, Taşhan


Taşhan Avlusu





Kongre Binası


Belediye dışında cadde yapan mı var?




Huzur Lokantası

Yazın yanlışı.



DSİ Misafirhane

Espresso’nun tadı pek alıştığım gibi değil. Yumuşak, sulu, sanki bir 
Americano gibi. Köpük de öyle yoğun ve altın sarısı değil.

Necdet Bey ile.

Muammer Usta’nın kadayıf dolması.




Erzurum by Night.



























4. gün (devamı) Erzurum-Aşkale – 1. gün (öncesi) İstanbul-Ankara-Erzurum 




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km