25 Ekim 2016

Şehr-i Pide, 11artı1

Dönüşlerde artık hava kararmış oluyor. Saat 7 buçuk, eve ancak vardık. Yani şu [e]’ler olmasa dönüş hiç çekilir olmazdı. Ciddi bir trafik yarmaktayız, nerdeyse 15 km. Ama [e] desteği burada kendini gösteriyor; hızlısın, aradan sıyrılıyor, gereğinde atak yaparak solluyor, yokuşlarda yavaşlamıyorsun. Bir de şu yolları boyluca geçen, kablo döşemek için açıp da sıfır kapatmadıkları kanallar olmasa. 10 cm’lik kanal çekiç gibi vuruyor bisiklete. Böyle hafiye gibi acaba neresi daha az derin diye baka baka gidiyoruz yollarda. Ve de şu hız kesmek için döşenen kasisler. Bizden başka kimseyi yavaşlatmıyor. Hele ağır vasıtaya vızıltı. Şöyle sadece 15 cm’lik bir aralık bıraksalar kenarlarda geçivereceğiz. Amaan, neresi düz ki? Deveye demişler ya boynun eğri.

Bugünkü tur bizim için 84 kilometreydi. Pidesi, dondurması, kahvesi, çayı ve Atatürk’ü olan. Bir de 4 ayaklı dostu. Böylesini hiç yaşamamıştık.

Saatlerimizi geriye alıp sabahın 9’una gidelim. Karaköy’deyiz, buluşma noktamız. Kadıköy’den Haldun ve Mustafa E. ile geçtik. Diğer arkadaşlar gelmiş bile: Serhan, Levent, Kamil ve Ali. Bir de Ümit gelecek ama halen yoldaymış. Fatih’teki Siirt Pazarı’nda kahvaltı edeceğiz yola çıkmadan önce. Keyifli bir mekan, çaylar pideler... bir yığın da yöresel gıda çeşitleri satılmakta. Biz peynirini çok seviyoruz, Otlu Van Peyniri.

Levent’le Kamil, Ümit’i beklemek üzere kalıyorlar. Bizler Haliç köprüsü üzerinden geçerek Fatih’e doğru yol alıyoruz. Hava bugün kapalı, soğuk sayılmaz ama rüzgar estiğinde serinliyor. Ancak rahatsızlık veren bir durum yok. Köprü üstü oltacılar tarafından tutulmuş. Balık bolluğundan söz ediliyordu haberlerde. Sokaklarda da palamut satıcıları çoğaldı zaten. Ama bu işin meraklıları eskiyle karşılaştırdıklarında: Nerede o günler, şimdilerde İstanbul’un sularında balıktan çok çöp poşeti yüzüyor. Ne denize girmek mümkün, ne de balık çeşitliliğine rastlamak... demekteler.












Eminönü’nden sağ yapıyor Unkapanı Köprüsü’ne doğru gidiyoruz. Yolda bir köpek bize takılıyor, bizi benimsiyor olmalı ki yanımızdan ayrılmıyor, hatta çok hızlı geçen arabaları uyarmak üzere havlayarak kovalıyor. Beyaz dişi bir sokak köpeği. Sevimli de, Ali’nin bile korkusunu yeniyor. Uysal, sevdiriyor. Bir ikinci, siyah da takılıyor. Bir ara Haldun aranıyor, arkada sanılıyor, gelmeyince merak içinde “Haldun’a bir şey mi oldu?” diye telaşlanıyoruz. Ne var ki önden gitmiş bizi beklemekte. Biz önde köpekler arkada Unkapanı yokuşunu tırmanıyoruz.

Çayevinde yerimizi almış pidelerin çıkmasına az kalmış. Köpekler de az uzağımızda yatmaktalar. Burada bakkaldan malzemeni alır (peynir, domates, biber, yumurta) fırına verirsin ve 15-20 dk sonra nefis pidelerini alırsın. Sadece de hepsine 4 lira ödersin. Bunu 10 liraya yiyemezsin pidecide.

11 kişiyiz, gelsin çaylar (1TL) ayranlar (1,5 TL), gitsin boşlar şeklinde önümüzdeki pideleri afiyetle mideye indiriyoruz. Bolca da sohbet bir yandan. Aramızda Serhan’ın 2 arkadaşı da var, Güner ve Levent II. (karıştırmayalım diye II. diyorum). Bugün ilk kez birlikte pedallayacağız. Turumuz Küçükçekmece’ye doğru uzanacak. Ama en önemlisi Florya Atatürk Deniz Köşkü’nü de ziyaret edeceğiz. Bu günlerde Atatürk’ün değerinin ne de büyük olduğu tekrar tekrar anlaşılmakta. Başkan olacağım diye her şeyi devreye sokan “kandırılmış” zihniyete karşın.

Van Peyniri kilosu 25 lira. Otlu ve otsuz olarak yarımşar kilo alıp çantaya atıyoruz. Çekilen aile fotografı ardından grup Fatih Akdeniz Caddesi’nden inmek, sonrasında Fındıkzade üzerinden Silivri Kapı’dan çıkarak Zeytinburnu, Yeşilköy, Florya şeklinde yol almak üzere pedalları döndürmeye başlıyor. Köpekler de bizimle ayaklanıyorlar. Sanmıştım ki kahvenin orada kalacaklar ama hiç de niyetleri yok gibi.

Bir köpek yeryüzünde sizi, sizin kendinizi sevdiğinizden daha çok seven tek yaratıktır.
Josh Billings

Vatan Caddesi 29 Ekim provaları nedeniyle trafiğe kapatılmış. Bariyerlerin boşluklarından geçip pedallıyoruz. Birazdan sert bir polis sesi megafonla bize seslenmekte: Çıkın oradan! Balıklı Rum Hastanesi geçiliyor sahil yoluna doğru iniyoruz, köpeklerin birisi geride kalmış beyaz olan bizi bırakmıyor, peşimizde. Yoğun trafik içindeyiz, Bakırköy tarafında yollar perişan olmuş. 4 şerit yapacağız diye trafik alt üst. Halen anlayamadılar ki yol genişletmekle çözüm üretemiyorsun. Toplu ulaşım ağını geliştirmediğin müddetçe her şey aynı hatta daha beter olur. Deniz trafiği nedense bir türlü ele alınmıyor. Paralel hat, aynı yakada hat... Vızır vızır motorlar olmalı. Tabii bir de ulaşım ücretleri, 3 araç değiştiren vatandaş neredeyse 10 lira ödemekte. Dönüşünü de ekleyince :(( İDO çok pahalıya geçiyor. Bir de deniz ulaşımı daha ucuz derler. İstanbul trafiğinde her gün 5 bin otobüs, 30 bin servis aracı, 17 bin taksi, 6.500 minibüs dolanıyor. İstanbul’da her gün otobüslere, minibüslere binen-inen sayısı 8 milyon. Taksilere binen inen sayısı 1 milyon. Servis araçlarına binen-inen sayısı ise 2 milyon diyor Güngör Uras yazısında. Devamında Çarpık şehirleşme, şehirlerde günlük ulaşım derdini artırıyor. Çarpık şehirleşme demek, şehirlerimizin “Nazım Plan”larının olmaması demektir. Yeni yapılaşmanın bir ana plana bağlı olmaması, insanların konutları ile işyerleri arasındaki mesafenin giderek büyümesi, insanların işyerlerine ulaşmak, çocukların okula ulaşmak için sabahları kilometrelerce yolda saatler harcaması, akşamları eve dönerken aynı çilenin yaşanması demektir. Özel arabası olsun olmasın insanların bir günlük yaşamlarının uzun bölümü yollarda geçiyor.

Nereleri geçtik bir bilseniz, 4 ayaklı dostumuz bizi bırakmadı, bizimle koşuyor. Sahil yolundan Ataköy’ün içi, sonrasında Yenibosna Metro İstasyonu yakınında bir mola. O da biz de dinlenmeye ihtiyaç duyuyoruz. Suyunu ve pideden kalanları veriyoruz. Biz çaylarımızı içerken o da uzanıyor.

İçimize dert oldu. Ne yapacağız? Nereye kadar gelebilir? Geri dönüş yolunu bulur mu? Firu bulur diyor. Ama bir şekilde bırakıp kaçmak da içimizden gelmiyor. Yeşilköy tarafında bir deniyoruz arayı açmayı ama toplanma noktasında izimizi bulup yanımıza geliyor. Grubun 12. adamı oldu resmen. Tempoyu ona göre ayarlamak zorundayız. Fazla hızlı gitsek gözden kaybolunca içimizde bir endişe. Aman başına bir şey gelmesin. Ne var ki çok akıllı. Kavşakları dikkatlice geçiyor, gereğinde kaldırımdan koşuyor, bazen 2 bisiklet arasında yerini alıyor. Bu durumda biz de onu kolluyoruz.

Çoğumuz köpeğimizle konuşurken onların insan olmadığını unuturuz.
Julia Glass

Florya’ya geldik. Köpek nerede? Arkada değil. Çok mu açtık arayı? Firu da ben de endişeye kapıldık. Burada bırakamayız. Buraya kadar koşturduk, şimdi kaç. İçimize sinmiyor. Firu geri pedallıyor. Arkadaşlara telefon edip biz köpeği bekliyoruz siz devam edin diyor, Atatürk Deniz Köşkü’ne girdiklerini öğreniyorum.

Florya içinde sokakta, etrafına bakınırken buldum diyor Firuzan. Hemen trafiği kesip yanına vardığımda sevinçle peşimden gelmeye başladı. İçimden bir yük kalkıyor. Ama bir daha böyle bir şeye girişmeyeceğimi anlamış oluyorum. Asla takılmasına göz yummayacağım bir hayvanın.

Biz köşke, o denize. Öyle susamış ki deniz suyunu içiyor, vücudunu serinletmek için suya giriyor. Sonra kapının önüne uzanarak bizim çıkışımızı beklemekte.

Florya Atatürk Deniz Köşkü: Marmara Denizi kıyısında, Yeşilköy ile Küçükçekmece arasında bir yerleşim bölgesi olan Florya’nın 19. yüzyılda sönük bir avcı uğrağı konumunda olduğu bilinmektedir. Atatürk’ün buraya olan ilgisiyle önem kazanan Florya giderek yazlık bir dinlenme merkezine dönüşmüştür. Atatürk için İstanbul Belediyesi tarafından 1935 yılında açılan proje yarışmasını kazanan mimar Seyfi Arkan’a yaptırılan köşk, yazlık bir konut olarak deniz tabanına çakılan sütunlar üzerine yapılmış ve karaya bir köprüyle bağlanmıştır. 1935 yılı 14 Ağustos tarihinde kullanıma açılan köşkte Mustafa Kemal Atatürk, 1936 yılının Haziran ve Temmuz aylarında uzunca bir süre yaşamış, siyasî ve bilimsel toplantılar için köşkü özellikle kullanmış, aralarında İngiliz Kralı VIII. Edward ve Madam Simpson’un da bulunduğu kimi önemli konukları burada ağırlamıştır. Köşk, Atatürk tarafından son olarak 28 Mayıs 1938 günü kullanılmış, kendisinin ölümünden sonra bu yapılar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın yazlık konutu olarak İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren dönemlerinde kullanılmıştır. 16 Eylül 1988 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’nca, Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devredilen bu yapılar topluluğu, restorasyonu tamamlandıktan sonra dönemi içinde modern bir anlayışla inşa edilmiş köşkün tarzına uyacak dönem eşyası ile tefriş edilerek Atatürk Müzesi haline getirilmiştir. Atatürk Köşkü’nün arkasında karada yapılmış olan Yaverlik ve Genel Sekreterlik binalarının bir kısmı günümüze ulaşmamış, kalanlar ise onarılarak TBMM sosyal tesisleri haline getirilmiştir.















Müthiş duygulandırıcı bir mekan. Atatürk’ün kişisel eşyalarını görmekteyiz. Mayosu, bornozu, havlusu, terliği, şapkası, ayakkabıları...  ve bunları giymiş fotoğrafları. Kürek çektiği tekne. Çalışma masası, yatağı, manevi kızı küçük Ülkü’nün odası, misafir odaları... Mutlaka görmelisiniz. Gitmek isterseniz köşk pazartesi ve perşembe dışında ziyarete açık.

Güner ve Levent II. buradan ayrılmaktalar. Biz 9 kişi +1 dönüş yoluna geçiyoruz. Florya sahi yolundan pedallamaktayız. Bölge köpekleri yabancı köpek görünce neden havlar saldırırlar anlayamam. Bu kadar mı bölgelerini korumaktalar? Bizimki de böyle bir kaç saldırıya maruz kalıyor. Araya girerek, koruma altına alarak uzaklaşıyoruz.

Köpeğin görüş açısına göre sahibi boyu uzatılmış ve aşırı zeki bir köpektir.
Mabel Louise Robinson

Alaçatı Muhallebicisi’nde yenilen dondurmalar (topu 3 TL), sonrasında Roma Dondurmacısı’nda yenilenlerle (topu 2,25 TL) karşılaştırıldığında (aradaki fiyat farkını da kattığımızda) Roma 2 adım öne geçiyor.

Haldun Bakırköy’de İDO’ya binerek ayrılıyor aramızdan. Kalan 8 kişi +1 Bakırköy keşmekeşini biraz kalan bisiklet yolundan, biraz sahilden, biraz da yoldan pedallayarak geçiyor, Yenikapı mola yerine (Caffé Nero) varıyoruz. 4 ayaklı dostumuz buraya kadar bizle koştu. 46 km yol yaptı. Maraton sayılır bu. Şimdi yorgunluktan yatıyor. Suyunu ve pideleri önüne koyuyoruz. Bolca su içiyor, az da pide, aralarından seçerek. Sonra kıvrılıp uyuyor (sanıyoruz). Firuzan bu yaz Gobi çölünde yarışan atletin peşinden koşan köpek haberini hatırlatıyor.

Avustralyalı koşucu Dion Leonard, Gobi Çölünü geçerken peşine takılan ve finale kadar kalan 125 km boyunca kendisini yalnız bırakamayan sokak köpeğini sahiplenmek ve İskoçya’daki evine götürmek istediğini duyurdu.









Ancak Gobi, Urumçi’deki (Çin) konaklama yerinde karantinaya alınmayı beklerken kaçmış. Bulunması için ödüller de konulmuş ancak... bulunmuuuş. Evet bulunmuş. Pekin’de 120 günlük karantina sonrası Edinburgh (İngiltere) yolcusu :))

Bizim köpeğimiz uyumakta. Burada kalsın Eminönü’nde nasıl ayrılacağız diye usulca sıvışmaya çalışıyoruz. Tam Firu ve ben de bisikletlere atlarken bizi fark ediyor ve kalkıyor. Ancak Yenikapı’da kalıyor, devam etmiyor. Ya burası onun mekanıydı veya sevdi, belki de yeter bu bisikletçilerden çektiğim, su ve kuru pide dışında bir şey vermediler. O kadar refakat ettik dedi. Bilemiyorum, düşündükçe de içim buruluyor. Neydi, neden, niçin, nasıl... ? Başını okşayamadan ayrıldık. Orada kalmasını istedim herhalde! Eminönü’nde nasıl ayrılacaktık ki?

Ali Yenikapı’da durmamış eve ayrılmıştı. Mustafa E. ise Sirkeci’den Üsküdar’a geçmek, Kamil Eminönü’nde 18.20 Beykoz vapurunu beklemek, Serhan ve Levent Beşiktaş’a, biz de Kadıköy’e geçmek üzere dağılıyoruz.

Hayvan deyip geçme 

Türlü türlü hayvan var 

Bin bir meziyeti var 

Hayvan deyip geçme 
Tahsin Koç


Haydoy bağışları için çok teşekkürler.











Şehr-i Pide, 11artı1: (Dudullu)-Karaköy-Fatih-Fındıkzade-Silivrikapı-Bakırköy-Ataköy-Yeşilköy-Florya ve dönüş

Tur tarihi: 23 Ekim 2016
Kat edilen mesafe: 84,44 km.
Ortalama hız: 11,8 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 7 sa. 8 dk., dışarıda geçen süre 12 sa. 3 dk.  
En yüksek sıcaklık 25 ˚C, en düşük 16 ˚C, ortalama 20,8 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 617 m, kaybı (iniş) 608 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 130 m.

Garmin yol bilgileri Şehr-i Pide, 11artı1
















































Fotograf katkıları için Levent’e teşekkürler.