İstanbul’un
köprüleri, havaalanları, bağlantı yolları, inşaatları... dolaştığımız bölgeleri
kısıtlamaya başladı. Eskiden gidilen yerler artık yoğun damperli trafiğinden
gidilmez oldu. Bu da bizi yeni rotalar aramaya zorluyor. Başka nereden gideriz,
nasıl yaparız şeklinde. Bu pazar Pendik-S. Gökçen yolunun kapanması nedeniyle
farklı yolları denemek üzere bir keşif gezisi yaptık Tepeören’e.
Bostancı’dan
Serhan, Haldun, Levent, Kamil, Haluk, Ali ve Esin ile yola çıktık. Bugün
Firuzan dahil olamadı. Serhan’ın daha önce gittiği yolu pedallayacağız.
Pendik’te ilk molamız sonrası Tuzla İçmeler’den Aydınlı’ya çıktık. İçmeler’e kadar
düz olan yol burada az tırmanmaya başlıyor. Biraz trafiği var ama pek sıkıntı
vermedi. Aydınlı geride bırakıldıktan sonra Orhanlı Sanayii Bölgesi’ni geçip,
burada bir bölümünde yol çalışması vardı, Tepeören’in içine çıkmamız gerekirken
az dışına geldik. Öğle molası Tepeören’de. Bir hayli fazla lokanta var burada.
Bizim yerleştiğimiz Öz Hacıbey Kebapçısı hepimize hitap ediyordu. Açıkta
oturduk, içeride ısınıp sonra üşümemek için. Karşımızdaki börekçinin camında
akan ışıklı yazı “Küt Böreği” daha önce gelişimde de dikkatimi çekmişti. Kürt
Böreğini duymuştum, üstüne pudra şekeri ekilen. Bu neydi ki? Yoksa artık “Kürt”
yazılamıyor mu? Bu konuda farklı yorumlar var. Birçok kişinin Kürt böreği
olarak andığı küt böreği şekil
itibariyle diğer böreklerden farklıdır ve küt böreği isminin de buradan geldiği
söylenmektedir. Kimine göre kat kat olduğu için; kimine göre ise, küt küt
kesildiği için ismine küt böreği adı verilmiştir. Hatta bazı kişiler yerken
çıkardığı kütür kütür seslerden dolayı küt böreği dendiğini iddia eder diyen
olduğu gibi İstanbul'la özdeşleşmiş,
İstanbul'un yemek literatürüne girmiş bir yiyecek çeşidi. Zengini de fakiri de
bu lezzetin meraklısı, hatta müdavimi olanların sayısı azımsanmayacak kadar
fazla. Çıtır çıtır onlarca kattan oluşan görüntüsü, altın sarısı rengi ve
üzerine dökülen pudra şekeriyle bambaşka bir tat sunan sade börek ya da diğer
adıyla Kürt böreği... diyen de var. Böreğin
mucidinin ise Sarı Mehmet olduğu söylenmekte. Mazisi yüzyıllar öncesine dayanan Kürt böreğinin hikayesi Osmanlı
yıllarında başlıyor. Osmanlının doğu illerinden İstanbul'a çalışmak için gelen
ve çoğunlukla hamallık yapan işçilerin arasında gücü diğerleri kadar fazla
olmayan, kilolarca ağırlıktaki çuvalları taşıyamayan ve hatta birkaç kez
yüküyle birlikte denize düştüğünde arkadaşları tarafından kurtarılan Sarı
Mehmet, Kürt böreğinin mucidi.
Yük taşımada
başarısız olunca arkadaşları arasında Rengo diye çağırılan Sarı Mehmet başka
bir iş yapmaya karar verir. Un alıp bir hamur açan ve içine koyduğu yağ ile
bunu pişiren Sarı Mehmet, yaptığı yiyeceği ilk olarak arkadaşlarına satar.
Tadının beğenilip, arkadaşları arasında çokça satılması ile işi büyütür ve bir
dükkan kiralar. Zamanla işçilerin yanı sıra vatandaşlara da börek satmaya
başlar Sarı Mehmet. Vatandaşlar yapan kişinin adını bilmedikleri için 'Kürt'ün
böreği, Kürt'ten aldık' gibi söylemlerle yiyeceğin de adını koymuş olurlar:
Kürt böreği.
Kat kat,
küt küt, kütür kütür... yok daha neler? Niye Kürt diyemiyoruz? Bizler
Kürtlerden korkuyor muyuz? Niye bir uzlaşı yolu bulamıyoruz? "Kürt
diye bir şey yoktur, dağ Türkleri karda yürürken kart-kurt diye ses çıkarır bu
nedenle onlara Kürt denir" cümlesi uzun sure Kürt sorunu karşısında
devletin resmi ideolojisinin özeti olmuştu.
Uzun yıllar Güneydoğu meselesi askerin
üzerine aldığı ve sivil bürokrasiye söz hakkı tanımadığı bir alandı. Olay bir
kaç çapulcunun çıkarttığı ve birkaç yıl içinde başı ezilecek bir isyan olarak
kamu oyuna sunuldu. Bu vizyonsuzluk, bilgisizlik ve aldırmazlığın ülkemizde
nelere mal olduğu hepimizin malumu diyor araştırmacı yazar Haydar Kotil. Gerçi sivil bürokrasi de
daha iyisini yap(a)madı. Bu kadar insan öldü ve ölmeye devam ediyor. TR bir
korku ülkesi oldu. Her an bir yerde bomba patlayacak diye tedirginiz.
Konuşmaktan korkuyoruz. Yazmak yasak. Böyle mi gireceğiz 2023’e?
Tepeören
sonrası yolumuz genelde yokuş aşağı geçti. Eski Ankara Asfaltı’ndan Kocaeli İl
sınırına girdik. Bu bölüm dümdüz. Etrafta bir hayli yüksek gerilim hattı var,
bölgeyi besleyen. Şekerpınar’a doğru yokuş aşağı adeta uçuyor bisikletler. Gelen
kavşaktan, Sinan taklidi olmayan Deva Ulu Camii’den sağ yapıp ve gelen yonca
yaprağından, bisiklete giriş yasak olmasına rağmen Çayırova’ya doğru hızla
kaydık. Ali’yi bu noktada kaybettik sonra Tuzla’da tekrar bulduk (önden basıp
gitmenin sıkıntısı). Çayırova Arçelik tesislerinden Tuzla yönüne sapıp bir süre
E5 üzerinde güvenlik şeridini takiben sürüp Piyade Okulu’na yöneldik. Bundan
sonrası zaten Tuzla ve malum dönüş yolu.
Deva Ulu
Camii
|
Bostancı’dan
Bostancı’ya 80 km’lik bir rota çıktı. Fazla bayan rampaları olmayan ama gene de
Tepeören’e kadar yükselen sonra da inen bir yol. İleri günlerde bu rotayı
tekrar pedallarız artık.
Haydoy
bağışları için teşekkürler.
Tepeören, Keşf-i Seyir:
(Dudullu)-Bostancı-Pendilk-Aydınlı-Tepeören-Şekerpınar-Çayırova-Tuzla-Pendik-Bostancı-(Dudullu)
Tur tarihi:
30 Ekim 2016
Kat edilen
mesafe: 108,8 km.
Foto ve video katkıları için Haldun, Levent ve Ali’ye teşekkürler.
İlginizi
çekebilir Günübirlik İstanbul–Mudanya, Gürpınar, keşif gezisi, Keşif gezisi: Olimpiyat Stadı