19 Eylül 2022, Pazartesi / Kastamonu III (27. gün)
3'üncü günüm. Bir ara gene uyandım, 4 gibiydi. Sonra tekrar dalmışım. 7’de gözlerimi açıyorum. Ama hemen kalkmıyor biraz daha tembellik etmekteyim. Tabletten gazete okumaca, mesajlara bakmaca ve 9 gibi iniyorum kahvaltı salonuna. Gene dünkü gibi sıkı bir tabak hazırlayıp karnımı güzelce doyurup odaya geri döndüm. Biraz daha oyalanıp, hafifçe uzanıp, artık daha fazla bekleme, son günün, göreceklerini tamamla diyerek çıkıyorum tekrar sahneye.
Üst yoldan valilik binasına yürüyüp Kent Müzesine gitmekteyim. Dün kapalı olduğundan görememiştim. Bu durumu girişteki hanıma aktarıyorum. Burası, Tarihi Kentler Birliği’nin önerisi doğrultusunda “kent belleğinin korunması”na yönelik çalışmalar yapmak, arşiv oluşturmak ve kent kültürünü sergilemek amacıyla 2002 yılında kurulmuş. Bugünkü durumuna bu yıl ocak ayında kavuşmuş. Neslihan Hanım bana rehberlik ediyor ve müzeyi, odaları, panoları tek tek anlatıyor. Çok iyi hazırlanmış bir müze, kendisi de konusuna son derece hakim.
Müze, dört ana başlık altında bir araya gelmiş bölümlerden oluşmakta. Bunlar; Kastamonu’nun jeolojik tarihi, tarihsel gelişimi, kentin mimari, sosyal ve kültürel özellikleri ile çocuk atölyesi ve geçici sergi salonu.
Elektronik sunum olanaklarından da yararlanılıp ilgi çekici videolar var. Mesela Atatürk konuşuyor. Gerçi alışık olduğum Atatürk’e pek benzemese de ilginç. Daha sonra Müze Müdürü Murat Beyle tanışıyorum, burayı bu hale getiren kişi. Hafta sonu açık olmasını kendisi de istiyor ancak eleman sıkıntısını nasıl çözeriz’i düşünmekte. İki rehber varmış ve hafta sonu daha yoğun ziyaretçi olacağından iki kişiyle yetişemeyeceğini hesaplıyor. Yani ne desem? Çözümü zor mu?
Pek faydalı bilgiler edinerek müzeden ayrılıyor ve kaleye yöneliyorum. Nasrullah Meydanındaki fırından alınan kel simit ile, buradaki Kastamonu simidi, susamsız (3,5). Bu adı vermişler. Çok da hoşum gitti. İstanbul Üsküdar’da da rastlardım. Hani Amerikalıların bagle’i gibi, tam olmasa da. Bir çayla simidi yiyorum. Çayı (3,5) esnaf kahvesinde içiyorum, ama hiç de lezzetli değil. Böylesine berbatını nadir bulursunuz. Çay deyip geçmeyin. Demlenmesi, suyu..., hatta cinsi de önemlidir.
Daha önce gitmediğim yöndeyim. Kurşunlu Han yanından geçerek Tenekeciler Çarşısı içinden ilkin Osmanlı Sarayı denilen, bugün kütüphane olan, ama aslen, 1921 yılında inşaatına başlanıp, esnaf ve tüccarların desteğiyle 1924 yılında tamamlanan eski belediye hizmet binası. Bir vakitler otel olarak da kullanılmış. Kütüphane geçici olarak buradaymış. Binaları tamamlanınca çıkacaklarmış. Bu fırsatla öğreniyorum ki, Osmanlı Devletinin ilk belediye teşkilatlarından birisi 1868 yılında kurulan Kastamonu Belediyesiymiş.
112 metre yükseklikte olduğu söylenen kaleye doğru yokuşu tırmanmaktayım. Bereket bugün hava kapalı, yakıcı sıcak yok. O nedenle sarı mont da üzerimde. Yakupağa Külliyesi geliyor. Cami, medreseler, sıbyan mektebi ve aşevinden oluşmakta. Burada bir de Helva Evi var. Eskiden helvayı çekerek yaparlarmış. O nedenle çekme helva diye yazsa da her yerde artık makinaların çektiği anlatılıyor.
Cami, 1547 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Kilerci Başı Yakup Ağa tarafından inşa ettirilmiş. Ahşap işli kapı kanatları ve kesme taş tekniğinin olgunluğu ile dikkat çektiği anlatılmakta. Ön kısmında sütunlu ve kemerli avlusu ile medrese, külliyenin bir bölümünü oluştururken, kuzeyde bulunan aşevinin bitişiğinde, önü revaklı, üzeri kubbeli odalar sıralandığı, küçük ebatlı sıbyan mektebi ise döneminin özelliklerini yansıttığını okumuştum.
Camiyi dıştan fotoluyorum. Mekanın bahçesinde çay ocağı ve hediyelik eşyalar satılmakta. Genelde hepsinde aynı şeyler var. Tırmanmaya devam, kayalık üzerindeki kaleye doğru. Ara sıra güneş yüzünü gösterince ısınıyor ortalık. Çıkartıyorum montu, fazla geliyor. Ama genelde kapalı ve yer yer rüzgarlı.
Kale yolunda, bayır yukarı yürürken bana doğru elmalar yuvarlanmakta. Bir iki değil, peş peşe elmalar geliyor, patır patır... Acaba biri mi yolluyor, yoksa düşürdü mü diye düşünüyorum, ama değil. Tutamıyorsun da. Ayağını uzatınca üzerinden zıplayıp devam ediyorlar. Sonra görüyorum ki yol kenarındaki ağaçlardan gelmekteler.
12. yüzyılda Bizans döneminde Komnenoslar Sülalesi tarafından ilk inşası yapılmış olan kalenin günümüzde görülen kule ve burçları Candaroğulları ve Osmanlı dönemine ait. Yapısı taş ve harç olup, aralarında ahşap hatıllar da kullanılmış. 15 büyük kule ve burç ile güvenlik sistemi desteklenmiş, üst orta kesimindeki dehliz şeklindeki merdivenli yol, Kale Kapısı semtinde dış sura yeraltından ulaşıp, döneminde dıştan erzak ve malzeme alımını sağlarmış denilse de, üst kesim altında kent halkının barınması için odalar ve dehlizlerin bulunduğu da rivayet edilmekte olduğu, yazılı açıklamalardan öğreniyoruz.
Kaleye ücretsiz giriliyor. Restorasyon görmüş olmalı. Surlarından Kastamonu'nun panoramik fotolarını çekiyor, tepeden bakmanın keyfini yaşıyorum. Dört tarafını görmek mümkün Kastamonu’nun. İlk gün geldiğin yol, merkezdeki hanlar-camiler-hamamlar-saat kulesi vs., her şey bir arada. Kale içerisinde günümüze kadar ulaşan sarnıçlar, zindan, kaçış tünelleri görülebilir. Ayrıca Bayraklı Sultan olarak bilinen türbe de burada.
Bu kadar tırmandım, hemen ayrılmıyor, şehri ve etrafı izliyorum. Altlardaki burçların üzerinde bir adam bebesini havaya kaldırmış etrafı göstermeye çalışıyor, duvardan aşağıya baktırıyor. Bebe ise korkudan çığlık çığlığa. Adam, muhtemel babası ise buna aldırış etmeyip güya çocuğa cesaret veriyor, korkma korkma diye seslense de o bebe artık bundan böyle yükseklik korkusu yaşamazsa namerdim... derler ya : ))
Geldiğim yokuştan gene Nasrullah Meydanına doğru iniyorum, üstü örtülü bir çarşıdan geçerek. Daha çok kılık kıyafet satılmakta burada. Arada bir iki dükkan pekmez, helva, kuruyemiş satıyor. ÖE’ye dönmeyeyim, hafif de acıktım, Yavuz Beyin Münire Sultan Lokantasına gideyim. Bugün az az Ecevit ve yeşil mercimek çorbası ve peynirli ekmek (gözleme) ısmarlıyorum (70-). Yeşil mercimek bizim de evde yaptığımız gibi, içinde erişte olan ve de yoğurtla servis edilen. Biz çorba değil de yemek diyoruz. Ecevit Çorbası ise bir nevi yayla çorbası. Hepsi de çok lezzetliler ama.
Gelelim Ecevit Çorbasının hikmetine. Şöyle anlatılmış: Aslında, Ecevit Çorbasının tüm lezzeti mazimizde gizli. Şimdi bu maziye doğru adım adım bir yolculuk yapalım. Bu yolculuğumuz bittiğinde Ecevit Çorbasının hikmeti ve bereketi daha iyi anlaşılacaktır. Türk Milleti olarak Cihan devletlerini karşımıza aldığımız Milli Mücadele yılları çok zor ve büyük mücadelelere sahne olmuştur. Türk Ordusu tüm gücüyle cephede düşmana aman vermezken, Türk milleti de cephe gerisinde büyük fedakârlıklar göstermiş ve destansı kahramanlıklar sergilemiştir.
344 km uzunluğunda coğrafi olarak zorlu bir güzergâhtan oluşan İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik, Ankara hattı; İstiklal Savaşı’nın cephe gerisinin en önemli lojistik yoluydu. Bu yoldan batı cephesindeki savaşın kaderini etkileyecek kadar silah ve cephane taşınmıştır. Bu gerçeği Başkumandan Mustafa Kemal’in “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da; Kulağım İnebolu’da” sözü yeterince anlatmaktadır. Özellikle İstanbul’dan kaçırılan askeri mühimmat ve Rusya’dan satın alınan silah ve cephaneler İnebolu limanına boşaltılıyor ve oluşturulan kağnı kolları ile insanüstü bir gayretle cepheye ulaştırılıyordu.
İstiklâl Yolu üzerinde çok fazla tarihi yapı yer almaktadır. Bu tarihi yapılardan biri de Küre ilçesine bağlı Uzunöz Köyü Ambarlı Mahallesi’nde bulunan Ecevit Hanı’dır. İnebolu’dan yola çıkan kağnı kolları bir günlük zorlu yürüyüşten sonra Ecevit Hanı’na ulaşabiliyor ve burada konaklayabiliyordu. Ecevit Hanı 1920-1950 yılları arasında faaliyette bulunmuştur. Ecevit Hanı dönemin ünlü hancılarından biri olan İsmail Ağa (Kel İsmail) tarafından işletilmiştir. İsmail Ağa, İstanbul’da sarayda görev almış, güngörmüş ve nüktedan bir kişiliğe sahiptir. İsmail Ağa, dönemin zor koşullarında konuklarına nezih bir hizmet sunmaya çalışmıştır. Ecevit Çorbası da gelen konuklara yapılışı itibariyle, her zaman taze ve hazır bir şekilde sunulduğu için beğeni kazanmıştır. İsmail Ağa’nın kıvrak zekâsından dökülen kelimeler, nezih bir ev sahipliğinde içilen bu çorba damaklarda ve zihinlerde unutulmayan bir tat bırakmıştır.
Eğşili Pilavın kadınlar kooperatifi tarafından hazır üretildiğini Kent Müzesinde de duymuştum. Kastamonu’dan gıda olarak sadece dün helva aldım. Konuyu Yavuz Beye açıyor, gel seni götüreyim, tanıştırayım onlarla diyor ve birlikte kooperatife doğru yürüyoruz. Gene Yakupağa Medresesi önünden geçip kale diye sapmayıp Atabey Mahallesinde bir konağa geliyoruz. Hanımlar bizi karşılamaktalar. Yavuz Bey zaten tanınıyor... Tanışıyoruz, hikayelerini dinliyorum. Tam isimleri: Kastamonu Sanat İşleyen Eller ve Yöresel Lezzetler Kadın Kooperatifi. 4 yıldır faaliyette olduklarını, bugüne kadar 6 projeyi hayata geçirdiklerini, kooperatiflerinin 7 kişiyle işe başladığını, bugün 100'e yakın kadına destek verdiğini, "Erişte, mantı, marmelat yapımında markalaşma yoluna gidiyoruz. Atölyemizde kıyafet ve yöresel el sanatlarını yapıyoruz. Mutfak bölümünde yöresel marmelatlar, yiyecekler var. Restoran bölümümüzde yaptığımız yerel yemekleri misafirlerimize ikram ediyoruz" diye anlatıyorlar. Ürünler hazır. Az kalmış, kare kod bekleniyormuş satış için. Örnek hazırladıkları paketleri gösteriyorlar. Güzel bilgiler ediniyorum kendilerinden. Burada tarhana yaş olurmuş. Bozulmazmış da. Üstünü tuzla kapatırlarmış. Bunu Kent Müzesindeki rehber hanım da anlatmıştı. Sade kahve içiyoruz bu arada. Siyez bulgurundan kurabiyeler, yaş tarhana ki böyle de yeniliyor, tadıyorum. Her şey çok güzel, çok lezzetli.
Bir saatimizi yanlarında geçiriyoruz. Ayrılmadan ürünlerinden alıyor, kargo ile yollamalarını istiyorum (550-). Sadece Eğşili Pilav değil, Akdene Çorbası ve Kıtır Ekmekten de. Eğşili 35- (30) Akdene 15- (13) Kıtır 25- (23). Bana biraz indirimli veriyorlar : ))
Dönüşte gene Yavuz Bey beni farklı yollardan lokantasına getiriyor. Bir çay daha içip yanından ayrılıyorum, Deve Hanı ve Medresesini görmek üzere. Han, İsmail Bey Külliyesi içinde yer almakta. 15. yüzyıla giden yapının ön yüzü kesme taş, yan duvarları moloz taştan. Candaroğlu İsmail Bey tarafından imaret ve medreseye gelir temin etmek için yaptırıldığı, 2004 yılında onarım ve restorasyonu tamamlanarak el sanatları çarşısı olarak faaliyette bulunmaktadır denilmiş. Evet, bir çarşı görüyorum ama medrese içinde. Burada da her yerde olduğu gibi aynı şeyler satılıyor. Yazma, ahşaptan kılıç gibi oyuncaklar vs. Külliye, cami, türbe, han, medrese ve imaretten oluşmakta. Türbe, İsmail Bey’in kendisi için yapılmış ise de kendisi Filibe de öldüğünden orada gömülü olduğu belirtilmiş. Bolca fotograf çekip ayrılıyor, ÖE’nin yolunu tutuyorum.
ÖE’de asansöre binip 5. kata çıkarken 3. katta duruyor, kapı açılıp karşıma çıkan bu yüzü tanıyorum, ner’dendi derken jeton düşüyor ve Boyalı’dan Müdire Şeyma Hanım. Eğitime gelmiş. Nasıl güzel bir rastlantı, şaştım kaldım. Kendisi yemeğe çıkıyormuş. Ben de alt kapıya kadar beraberinde inip bir iki laf edip sonra odama dönüyorum. Eşyaların toplanması, yazının yazılması vs. ile zaman geçmekte. Yarın dönüş var.
Kastamonu Tarihi (dünün devamı): Candaroğulları ve Osmanlı devrinde Kastamonu çok önemli bir şehirdi. Osmanlı Devletinin sonlarında eski önemini kaybetti. Candaroğulları ile Osmanlılar bu şehirde çok sayıda eser bıraktılar. Osmanlı devrinde Kastamonu, merkezi Kütahya olan Anadolu Beylerbeyliğinin (eyaletinin) 14 sancağından biriydi. Tanzimat’tan sonra vilayet (eyalet) merkezi oldu. Cumhuriyet devrinde ise eyaletin merkez sancağına (vilayetine) Kastamonu vilayeti dendi.
Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk, 23 Ağustos 1925’te “Şapka Devrimi”ni bu ilde ilan etmiştir.
Tarihi Kentler Birliği’nin önerisi doğrultusunda “kent belleğinin korunması”na yönelik çalışmalar yapmak, arşiv oluşturmak ve kent kültürünü sergilemek amacıyla kurulmuş. |
Müze, dört ana başlık altında bir araya gelmiş bölümlerden oluşmakta. |
... tarihsel gelişimi, kentin mimari, sosyal ve kültürel özellikleri ile... |
... çocuk atölyesi ve geçici sergi salonu. |
Cumhuriyet Meydanı |
Münire Sultan Sofrası |
Kel simit |
Tenekeciler Çarşısı içinden geçip... |
Osmanlı Sarayı denilen, bugün kütüphane olan bina. |
Araba Pazarı Hamamı |
Yakupağa Külliyesi İmarethanesi |
Helva Evi |
Külliyeden Kastamonu’ya bakış. |
Yakupağa Külliyesi Camii |
Atabeygazi Camii. Kırkdirekli (1273) |
Atabeygazi Camii içi |
112 m yükseklikte olduğu söylenen kaleye doğru yokuşu tırmanmaktayım. |
Kale girişi çevresinde turistik eşyalar satılmakta. |
Kaleden Kastamonu’ya bakış. |
Girişi ücretsiz olan kale restorasyon görmüş olmalı. |
Panoramik Kastamonu |
Şuradaki doku farkına bakın. Aradan ucube gibi çıkmış. |
Kaleden Saat Kulesine bakış. |
Kale içerisinde günümüze kadar ulaşan sarnıçlar, zindan, kaçış tünelleri görülebilir. |
Kaleden Valilik ve Cumhuriyet Meydanı. |
12.yy.da Bizans döneminde Komnenoslar Sülalesi tarafından ilk inşası yapılmış olan kalenin... |
... günümüzde görülen kule ve burçları Candaroğulları ve Osmanlı dönemine ait. |
Demek ki yazma gereği görmüş! |
Yakupağa Külliyesi arka cephesi |
Osmanlı Sarayı arka cephesi |
Geldiğim yokuştan gene Nasrullah Meydanına doğru iniyorum,... |
... üstü örtülü bir çarşıdan geçerek. |
Daha çok kılık kıyafet satılmakta burada. |
Topçuoğlu Camii |
Bu sokağı güzel yapmışlar. |
Münire Sultan Lokantasındayım. Bugün az az Ecevit ve yeşil mercimek çorbası ve peynirli ekmek (gözleme) ısmarlıyorum. Fotosunu başta çekmeyi unuttum ama : (( |
Hanımların kooperatifi Atabey Mahallesinde bir konakta. |
Deve Hanı ve Medresesini görmek istiyorum. |
Dik bir merdivenden çıkılıyor. |
İsmail Bey Külliyesi |
Türbe |
Medrese, el sanatları çarşısı olarak kullanılmakta. |
Deve Hanı; 15.yy.a giden yapının ön yüzü kesme taş, yan duvarları moloz taştan. |
Konaklar restore edilmiş alıcısını beklemekte. |
Kasklı bisikletçi pek nadir görülüyor buralarda. |
Jandarma “Kadına El Kalkmaz” diyor. |
Kışla Parkı |
28. gün (devamı) Kastamonu-İstanbul - 26. gün (öncesi) Kastamonu II
[bisikletle]Türkiye: İç Anadolu, Türkiye’nin Tahıl Ambarı
Isparta–Eğirdir, 42 km
Eğirdir-Yalvaç, 77 km
Yalvaç-Hüyük, 66 km
Hüyük-Seydişehir, 73 km
Seydişehir-Bozkır, 56 km
Bozkır-Hadim, 50 km
Hadim-Başyayla, 49 km
Başyayla-Ermenek, 28 km
Ermenek-Gülnar, 83 km
Gülnar-Mut, 58 km
Mut-Karaman, 78 km
Karaman-Karapınar, 82 km
Karapınar-Eskil, 94 km
Eskil-Cihanbeyli, 76 km
Cihanbeyli-Kulu, 56 km
Kulu-Haymana, 85 km
Haymana–Ankara Gölbaşı, 59 km
Ankara Gölbaşı-Çubuk, 80 km
Çubuk-Şabanözü, 50 km
Şabanözü-Atkaracalar, 59 km
Atkaracalar-Boyalı, 47 km
Boyalı-Araç, 42 km
Araç-Kastamonu, 48 km
İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Feke-Saimbeyli)