31 Ağustos 2017

[bisikletle]Türkiye: Çoruh Nehri Boyunca (Amasya II) -A-

30 Ağustos 2017, Çarşamba / Amasya – II (31. gün)

Zafer Bayramı Kutlu Olsun

Bugün Amasya’daki ikinci günüm oluyor. O nedenle sabah biraz tembellik yapma hakkım var. Kahvaltı da burada olmadığından DSİ’den ayrılışım 9’a doğru. Üst yoldan özellikle gidiyorum, yarın sabah kahvaltıyı yapacak yer bakmaktayım. Yakınlarda sadece iki pastane var. Sonra gelenler oldukça içeride. Buraya kadar gitmek istemiyorum. 9.15’de gel demişlerdi. Terminal de şehir dışındaymış, İstanbul yolunda denildi. Ne yazık, eskiden DSİ’nin yanındaymış.

Önüme ilk Şirvanlı Camii çıkıyor. Azeri Türklerinden toplanan yardımlarla Şeyh Hacı Mahmut Efendi tarafından yaptırılmış, 1837-1895 yılları arasında. Şadırvan ve doğusundaki bölümün sonradan eklendiği, son dönem Osmanlı mimarisine örnek olduğu açıklanmış girişinde. Camiye bitişik, 1886 yılında Harput’ta vefat eden ve vasiyeti üzerine buraya getirilen Mir Hamza Nigari’nin türbesi bulunmakta.

Bugün 30 Ağustos, acaba tören var mıdır? Malum iktidar cumhuriyete ait her türlü kutlamayı bir bahaneyle yapmıyor.

Atatürk heykelinin olduğu meydandayım. Tören başlamış, çelenkler konuluyor. Askeri bando var ve bir de tören birliği. Fazla kalabalık yok. Yanımda oturan Amasyalılar “Eskiden bu meydan dolar taşardı” diyorlar. Nasıl oldu da yasaklamadılar diye onlar da hayret içindeler.

Tören sonrası Pideci İsa’da çökelikli pide yiyorum. Yanına soğanlı salata da getiriyorlar. İlk defa zabah zabah soğan yemiş oldum. Pek de yapılacak iş değil! Ancak yalnızken olur. Arkasından cevizli kaymaklı katmer, çayları da unutmadan katalım hesaba... 16 lira tutuyor. 

Amasya Müzesi, çok yakında. İki katlı bir bina. Giriş arkeolojik eserlerle dolu. Fosiller, Genç Neolitik ve Kalkolitik Çağ'dan itibaren Tunç, Demir, Helenistik, Roma, Bizans dönemlerine ait pişmiş toprak, metal, cam ve mermerden yapılmış kullanım kapları, mezar hediyeleri ve heykeller, pişmiş toprak ve bronz lahitler sergilenmekte. Çeşitli dönemlere ait sikkeler ve beni en çok heyecanlandıran Fırtına Tanrısı Teşup’un heykelciği. Hititlerin baş tanrısı, özel bir vitrinde sergilenmekte. Bronz heykelciğin ne yazık ki kolları ve bacakları eksik. Hitit dönemi sonrası uygarlıklar tarafından bu tanrıya olan inancı ortadan kaldırmak için gövdesinin alt yarısının tahrip edildiği düşünülmektedir denilmekte.

Üst kat, yöresel el sanatları ve yaşam kültürünün tanıtıldığı Etnografik Eserler Salonu. Osmanlı dönemine ait sancaklar, savaş aletleri, el yazması kuranlar, ahşap kapı-pencere kanatları ve günlük kullanım eşyaları. Semercilik, dokumacılık, bakırcılık gibi Amasya’ya ait yöresel el sanatları ve tarım aletleri sergilenmekte. Mumyalar bölümüne girdim ama ölmüş insanları görmek pek içimi kararttı.

Bayram nedeniyle ortalık kalabalık. İki gün sonra da Kurban var. Zaten her yerde bileyiciler iş başında. Hayvanın boynunu bir çırpıda kesecekler. Kocabaş hayvan öyle kesilir mi? Kes(il)ene kadar çektiği acıyı düşünsenize?

Ferhat’la Şirin’in Mezarı denilen yer 3-4 kilometre şehir dışındaymış. Bir Halk Otobüsü’ne atlıyorum. Bilet milet derken 65 yaş durumu geliyor aklıma. Kabul görüyor ve beleş yolculuk ediyorum. Bu vesile ile biraz şehir dışına doğru giden Amasya’yı da görmüş oluyorum. Haliyle yalılarla ilgisi yok. Ferhat Su Yolu da burada. Romalılardan kalma bir su kanlı. İmparator Hadrianus döneminde (MS 117-138) inşa edilmiş. İki kilometrelik bölümü burada açıkta görülüyor ve içinde yürünüyor. Peki ama Roma yapımı bu mühendislik harikası su kanalı nasıl olmuş da Ferhat adını almış? 

Anadolu halkı, suyun böylesine bol olduğu yörede, bir yudum su için, insanın böylesine uğraşıp, dağları delme nedeninin, sevdiğine kavuşamamış bir aşığın işi olabileceğini düşünüp, bu ünlü kanalı efsaneye bağlayıvermiş. Aferin bizimkilere. Efsaneye göre Ferhat, Persler döneminde yaşamış ünlü bir nakkaştır. Sultan Mehmene Banu'nun kız kardeşi Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini yaparken Şirin'i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Ferhat, Sultan'a haber salarak Şirin'i istetir. Sultan, kız kardeşini vermek istemez. Ferhat'ı oyalamak için Elma Dağı'nı delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat, sevdanın verdiği aşkla dağları delmeye başlar. Mehmene Banu, dağı delip suyun akacağı kanalı tamamlamak üzere olan Ferhat'ın yanına yaşlı dadısını göndererek, Şirin'in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat, bu acı haber üzerine, elinde tuttuğu külüngü havaya atar, düşen külünk Ferhat'ın başına isabet eder ver Ferhat orada ölür. Ferhat'ın acı haberini alan Şirin korku ve heyecanla olayın geçtiği kayalığa gelir. Ferhat'ın öldüğünü görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan aşağı yuvarlanarak, orada can verir. Her iki sevgiliyi, can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler. 

Derler ki, her bahar iki mezar üzerinde iki gül bitermiş. Tam birbirlerine kavuşmak üzereyken, mezarların ortasında bir kara çalı peyda olur, iki gülün kavuşmalarını engellermiş.

FerhatlaŞirin Müzesi’ne giriş de 65’le oluyor. Buradaki fikir iyi ama uygulama kötü. Tarihte bilinen, popüler olmuş aşıklara adamışlar (Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun, Romeo ile Jüliet, Aşık Veysel, Dadaloğlu, Aşık Mahzuni Şerif, Karacaoğlan, Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan, Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Mevlana Celalettin Rumi). Cansız mankenleri de giydirmişler ama basit kalıyor. Hele polyesterden yapılmış mağaralar falan işi ucuzlatmış. Yeniden ele alsalar iyi olacak.

Dönüşte tesadüf geldiğim otobüse gene rastlıyorum. Merkezde heykele yakın inip, Salepçi Dursun demişti DSİ’den Cihan Bey, arıyor-soruyor-buluyorum. Bir kısa yokuş çıkılıyor, ceviz ağaçlarının arkasına gizlenmiş. Beş liraymış fincanı. Ucuz diyorum, nişastalı mı? Üzerine zencefil-Hindistan cevizi ve tarçın serpebiliyorsun. Masaya bırakmışlar. Ben de geleneğe uyuyor bolca döküyorum. Diğer masada oturan iki adam aldırmaksızın tüttürmekte. Kapalı mekanda, yani üç tarafı, sigara içenlere de gıcık oluyorum arkadaş. Elimden gelse cıgarasını ağzına tıkayacağım. Ama yapamıyor ayrılıyorum salepçiden.

Burmalı Minare Camii de yakında, hatta salepçiden hemen ulaşabilirmişim, ben biraz dolanarak varıyorum. İçten ve dıştan fotolarını çekiyorum.

Burmalı Minare Camii ve Cumudar Türbesi. Caminin kapısı üzerinde bulunan, kemer kavisi seklindeki kitabeden caminin iki kardeş̧ tarafından yaptırıldığı anlaşılır. Bu kardeşlerden Said Ferruh’un Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in vezirlerinden Necmeddin Ferruh Bey olduğu kabul edilmektedir. Kardeşi de Haznedar Yusuf’tur. Yapım tarihi, kitabeye göre 1242 yılıdır.

Bugün, minaresinin yapım biçimiyle adlandırılan ve Evliya Çelebi’nin, Seyahatname’sinde Mahkeme Camii ismiyle bahsettiği caminin minaresi ilk yapıldığında ahşaptı. 1590 yılındaki deprem ve 1602 yılında yaşanan yangında hasar gören caminin minaresi 1730 yılında yaşanan büyük yangında tamamen yok oldu. Bunun yerine yapılan minare bu kez caminin güçlü taş yapısına uygun bicimde tastan yapıldı. Dönerek minarenin etrafını dolanan yivlerin oluşturduğu bu yapıya bu zamandan sonra Burmalı Minare, camiye de Burmalı Minare Camii denmiştir.

Girişin sol yanında kare zemin üzerine sekizgen yapılı Cumudar Türbesi bulunur. İlhanlılar’ın Anadolu egemenliği döneminde Amasya’da Anadolu
Nazırlığı yapmış̧ olan Şehzade Cumudar’a ait mumyanın Amasya Müzesi’ne konulmasına kadar burada bulunmuş̧ olması nedeniyle bu isimle anılan
türbe asıl olarak Ferruh Bey ve oğluna aittir.


Blogspot sınırlı alan tanıdığından günün gezi notları bölünmek zorunda kalınmıştır. Devamı var.

Şirvanlı Camii 




Zafer Bayramı Töreni


İstanbul’da adı Kastamonu Kır Pidesi



Çökelikli pide, Pideci İsa




Amasya Müzesi, Fosil


Lahit, Roma Dönemi


Lahit, Roma Dönemi, MS 3.yy


Testicik


Boğa figürünü


Testi


Fırtına Tanrısı Teşup




Cam şişe


Masa ayağı


Krater, Geç Demir Çağı (Oluz Höyük)




Benzerleri bende de var

Ferhat’la Şirin’in Mezarı 



Roma su kanlı


FerhatlaŞirin Müzesi



Salepçi Dursun    



Kaya mezarı



Burmalı Minare Camii 


Burmalı Minare Camii içi 



































Blogspot sınırlı alan tanıdığından günün gezi notları bölünmek zorunda kalınmıştır. Devamı için lütfen tıklayın