21 Mayıs 2016, Cumartesi / Emirdağ –
Çay, 51 km. (12. gün)
Yağmura
kalmayayım diye erken çıkma kararındayım. Meteo bir sağanak tahmininde
bulunmuştu. Kahvaltı ÖE’de edip 9 gibi yola koyuldum. Hava kapalı, serin de
sayılır. Emirdağ içinden geçip karayoluna çıkarken kenarda 7-8 kuzuyu otlatan
küçük çoban kızına günaydın diyorum, oralı bile olmuyor.
Yol bugün
52 km gibi geçecek. Önce yükseleceğim sonra ineceğim. Bu iyi, yorulduğumda iniş
iyi gelir. Göreceğiz.
Afyon veya
Konya’ya ayrım var. Ben Konya’ya doğru gideceğim. Yol durumu iyi, asfalt
tertemiz, yeni döşenmiş. Güvenlik şeridi yapılabilecek en iyi çözüm. Tüm yollara
ekleseler tam bisikletlik olur. Araçlar için de rahat. Yanımdan peş peşe
konteyner yüklü TIR’lar geçmekte.
940 metreden
başladım, şöyle 20 km boyunca 1200 küsurlara varmam lazım. Yönüm güneye. Uzaklarda
bir köy, maket gibi duruyor. Yağacak mı kaygısı içindeyim. Kılıfları hep aynı
çantada tutuyorum ki hemencecik geçirebileyim. Hatta sabah çıkarken acaba peşin
takayım mı dedim ama sonra vaz geçtim.
14 km
geride kaldı. Sağda parlayan bir sarı kubbe. Bu da nesi böyle? Tekke mi, akla
ilk gelen. Yaklaşınca bir dinlenme, belki de yeme içme tesisinin dekoru olacağa
benziyor. Hemen karşısında da otantik durumlar var. Saman balyaları, ahşap kulübeler...
1163 m rakımdayım. Yolu sağdan vermişler, yani tek şeride iniyoruz. Karayolları
çalışma halinde. Kepçeler, buldozerler yoğun bir tempoda. Kemerkaya
kasabasından geçiliyor (9.55/17,5 km/1191 m). Buraya kadar mola verilecek
benzinci veya başka bir şey göremedim. Bu bölgede demek benzinciye fazla
güvenmemeli.
1293 metre
tepe noktası. Tam 21 km tuttu buraya kadar. Şimdi Bolvadin’e doğru inilecek.
Kafama bafı geçiriyorum. İyi geliyor, ısıtıyor. Vücudumun soğukluğu kırılıyor.
Her taraf soğuk olunca üşüdüm. Zaten inişte de daha fazla rüzgar yiyeceğim. Derken
2 köpek havlaya havlaya bana doğru koşuyor. Haydaa, neyse ki yokuş aşağıyım da
basıp kaçıyorum. Korkutuyor bu ani çıkışları.
Atlas
Okyanusu ilk defa 33 buçuk saatte geçildi uçakla, New York’tan Paris’e uçan
Charles Lindbergh tarafından. 89 sene önce bugün. Teknoloji ne de hızla
gelişiyor. Ama bugünkü Türkiye bu alanda bir şey yap(a)mıyor, geri kal(dırıl)makta.
Meritokrasinin ne olduğunu bilmeyen, yolsuzlukların kaide olduğu, insanların okumadığı,
bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğu bir ülke, beceriksiz yöneticiler,
memurlar...
Ohh ne ala
Mualla durumları, keyifli bir iniş ve sonrasında hafifleyen yol yer yer tek
şeride düşüyor ve asfalt da bozuluyor. Dalga dalga olmuş. Az kalsın, öyle bir
hopladım ki açık olan ön çantadan kamera uçacaktı. İnişte aralıklarla 2 çeşme
vardı, su takviyesi için önemli. İlkinde (soldaki) lokantamsı bir yer de
görünüyordu. En azından önündeki iki TIR bunu düşündürdü.
27. km’de
ilk benzinciyi görüyorum. Restoranı da var. Güneş bulutların arasından bakmaya
başladı. Hava biraz ısınıyor. Sağımdaki haşhaş tarlası, göz alabildiğince
uzanıyor. Beyaz beyaz açmış çiçeklerin arasında tek tük morlar da var. Çok
güzel bir renk uyumu. Malumunuz haşhaş meselesi TR-ABD ilişkilerinde 60’lı ve
70’li yıllarda oldukça baş ağrıtmıştı. ABD, ülkesinde artan eroin bağımlılığının
sorumlusu olarak TR’yi görmekteydi. Gelen afyonun yüzde 80’nin TR kökenli
olduğunu söylüyor, bu nedenle afyon ekiminin yasaklanması için sürekli baskı yapıyordu.
Dönemin iktidarı (Demirel) buna direniyor haşhaş ekim yerlerinin sayısını
azaltarak ABD’yi yumuşatmaya çalışıyordu. TR’yi kaçakçılığı önleyememekle suçlayan
ABD’ye neden kaçak girişe engel olmuyor/olamıyorsun diye sormak gerekmez miydi?
Uzun lafın kısası, bu siyasilerle işi çözemeyeceğini anlayan ABD, 12 Mart
muhtırasına sesini çıkarmadı (Çağlayangil’e göre de, destek verdi) ve kurulan Erim
Hükümeti 1971 yazında haşhaş ekimini yasakladı. Ama ardından gelen CHP-MSP
koalisyonu ise 1974’de yasağı kaldırdı. Peki bu yasak Avrupa ve Amerika’ya
yasadışı uyuşturucu girişini kesti mi? Maalesef h-a-y-ı-r ! Bu işte öyle güzel
para var ki, siyasiler, hatta devletler işin içinde.
29. km’de
Dişli’yi geçiyorum. Bu da ne? Tersten üstüme üstüme gelen bir araç, hemi de 34
plakalı. Yuh mu çeksem, baş mı sallasam. En iyisi deliyi kendiyle bırakmak.
Bela!
[e], 30.
km’de ilk çentiği tüketiyorum. Fazla harcamamışım. Zaten gerekmediğinde devre
dışı. Ama ortalamayı bir hayli yükseltiyor ve molaların da arasını açıyor.
Bolvadin
(10.38/34,4 km). Göreyim diye şehir merkezine doğru yöneliyorum. Yolu bozuk,
yama yama. Hiç olmamış. Halen bu şekilde yol tamir etmek nerede görülmüş? Bisikletli
ulaşım burada da epey yaygın. Genelde erkekleri gördüm ama ilk defa bir kadın
ve arkasında kızı da geçti. Yetişemedim fotolarını çekmeye. Şöyle etrafıma
bakınırken (kiliseden devşirme bir camii var) bir beyle konuşmaya giriyoruz.
Derken bir çay daveti geliyor. Neden olmasın diyerek birlikte yakındaki çaycıya
gidiyoruz. Muzaffer Bey, TMO’den emekli. Kibar bir bey, fazla sorgulamayan. Yan
masadakilerle takviyeli bisiklet üzerine konuşmalar. Çay için teşekkür ederek
ayrılıyorum Muzaffer Bey’den (11.20).
Çay fazla
uzakta değil artık. Herhalde 10-12 km’dir tahminim. Servis Yolu/Çevre Yolu diye
2 yön gösteren, biraz uyduruk bir levha. Servis yolunun evsafı daha uygundu
oraya saptım. Ama bir karışıklık neticesi kendimi ters yönde giderken
buluyorum. Tüh, sinir durumlar! Öyle de bir kaldırım yapmışlar ki, duvar,
mümkün değil bu ağırlıkta bir bisikleti atlatmak. Sonunda bir alçak taş bulup servis yoluna geçebildim.
Geldiğim yer Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin Kırkgöz Kampüsü. 2 km içerideki tarihi
Kırkgöz Köprüsü’ne de buradan gidiliyor.
Şimdi ancak
ana yola bağlanabildim. 938 m rakımda, güney yönünde pedallıyorum. Bakalım Eber
Gölü’nü görebilecek miyim? Yoksa çok mu uzağımda kalacak? Eber, Avşar Türkmenlerinin bir obasıdır. Göl adını bu Avşar obasından
almış ve Türkiye’nin (büyüklükte 12.) en ilgi çekici göllerindendir. Çok büyük
bir göl olmasına rağmen üzerinde bulunan kamışlardan dolayı büyük kısmı göl
değil de çayırlık gibi görülür. Özellikle avcıların uğrak yeridir. Üzerinde
yüzlerce yüzen adacık bulunur, bu adacıklara yerli halkın "kopak" adını verdiği, kopaklar
kalınlaşan kamış köklerinin topraktan ayrılarak üzerine zamanla rüzgarın
etkisiyle toprak birikmesiyle meydana gelir. Bazı kopaklar o kadar büyüktür ki
üzerlerinde balıkçıların, avcıların ve kamışçıların barınaklar kurdukları da
görülmüştür. Etrafında kurulmuş Derekarabağ, Ortakarabağ, Yenikarabağ ve diğer
komşu köylerde tarımla uğraşan insanlar, göl kıyısındaki ekilebilir tarlalarda
buğday ekip yaşamlarını sürdürürler.
Çay sadece
8 km ötede. Ohh ne ala... Bu durumda öğle vakti varacağım. Bolvadin’den de
yerimi ayırttım. İleride Sultandağları dev bir duvar oluşturuyor. Tepeleri
halen karlı. Tren yolunun üzerinden geçen köprüyü de geride bırakınca Çay
levhası görüldü. ÖE’nin, Afyon istikametine saptığımda 200 m sonra geleceğini
söylemişti telefondaki hanım. Ben de öyle yapıyorum ama 200 m değil de biraz
daha fazla, sonra yolun karşısında görülüyor.
Bu sefer de
303 nolu odadayım. Emirdağ’da da aynı no idi :)) Hadime
Hanım tertemiz yapmış odayı. Bazı ÖE’ler bu kadar temiz olmuyor. 30 TL, O.K
şeklinde. Kartla ödüyorum. Eşyalarımı çıkartırken müdür bey ile de tanışıyorum,
adaşım oluyor. Derken Md. Yrd. ve başka beylerle de kapı önünde nerden-nereye-kimsin
in misin-cin misin muhabbetleri. Haliyle e-bisinin durumu ve ona ilişkin merak
edilenler diye sürüyor. Velespiti güvenli bir yere koyup odaya geçmeden salonda
biraz daha ÖE’lerin kaderi (2 yıl üst üste zarar edeni kapatıyormuş devlet. O
nedenle ben de, siz de tüm turlarda ÖE’leri tercih edelim), özel üniversiteler,
öğrencilerin kayıtsızlığı ve şımarıklığı gibi konularda sohbet ederek geçiyor.
Hacı yemeği davetine de dahil ol(a)mıyorum (toz-toprak, banyo vs.).
Oda tek
yataklı, genişçe ve aydınlık. Eşyalar açılıyor, bisiklet kıyafetleri dışarıdaki
ipe asılıyor, havalanmaları için. Uzunca akıtılan su nihayetinde ısınıyor
(güneş enerjisi durumları), temizlenip Çay turu atmak üzere çıkılıyor.
Taş Cami ve Taşhan, Selçuklulardan kalma külliye içinde (çeşme, hamam, kervansaraydan
oluşan). Medrese sonradan camiye dönüştürülmüş. Cami halen işlevini sürdürüyor,
han ise kafeterya olmuş. Yani, ne demeli? Daha doğru bir amaca hizmet etseydi.
Böylesi güzel bir yapının kültürel bir mekan olması daha uygun olurdu,
kanaatimce.
Taş Cami Medrese: (1278) III. Gıyaseddin
Keyhüsrev zamanında beylerinden Yakup Oğlu Yusuf Bey tarafından Mimar Oğulbey’e
yaptırılan medrese, çeşme, hamam ve kervansaraydan müteşekkil külliye
içindedir. Sonradan camiye dönüştürülmüştür. Büyük bir kubbe etrafında tonoz
kemerli odalar, sofalar ile bir küçük kubbeli müderris odası ve simetriği çeşme
olan binanın özellikle mescit ve dershane kubbeleri mihrabıyla birlikte sırlı
tuğla süslüdür. Kubbe kuşaklarındaki süsleme Selçuklu sanat zevkinin en
görkemli örneklerindendir.
Taşhan (Kervansaray): Medresenin doğusunda
yazlık kısmı yıkılmış kışlık bölümü restore edilmiş dört duvar ve 16 fil ayağı
üzerine tonoz kemerli damla örtülmüş ortada bir ışıklık kubbesi vardır. Taş
Camii ve Han’da bulunan pars arması, her iki yapının da mimarının Oğulbey
olduğunu göstermektedir.
Sonra yemek
için yer arayışı. Dikkatimi çeken burada daha fazla türbanlı genç var. Bu
kızların da amma merakı varmış kafayı örtmeye. Burada herhalde sadece kebap,
köfte ve pide yiyorlar. Fazlasıyla var. Sulu yemek sunan ancak 2 tane
bulabiliyorum. Gençay Yemek Fabrikası, az pilav+kuru+salata+az yoğurt=10 TL
tutuyor. Dolanmaya devam, bisikletli de var ama motorlu daha fazla. Bayağı
eczaneye rastlıyorum. Bu arada hava ısınıyor, bulutların arasından güneş
kendini gösterince bayağı yakıyor. Taşhan Kafe’de bir Türk kahvesi (2 TL) ile
dinlenerek etrafı kesiyorum ve sonunda ÖE’nin yolunu tuttum. 3 kız
bisikletle dolaşarak çok eğlenmekteler. Patpatlardan burada da var. Sanırım bu
bölgede yaygın bu araçlar.
ÖE’den tekrar
dolaşmaya çıktım. Daha derinlere iç taraflara doğru girildikçe evler eskiyor,
sokaklar parke taşı oluyor. Hava serinledi, boynuma bafı taktım. Neden
dolandığımı merak eden bir vatandaş bana tepedeki Kent Ormanı’na çıkmamı tavsiye
ediyor. Tüm Çay’ı görebileceğim bir nokta. Yavaş yavaş sokak aralarından bu
mekana çıkıyorum. Dışarıdan yemek kabul etmedikleri girişe yazılmış. Herhalde
yazın kullanılıyor olmalı burası. Masalar banklar var. Bir iki oyun makinası,
hani boksör denilen, yumruk gücünü ölçen. Sabah tanıştığım beylerden birine
rastladım. Bisikletiyle gelmiş. Bolca foto çekerek, yavaş yavaş tekrar
çarşıya doğru iniyorum. Akşam, TV’ye bakarak, ‘Türkiş Diziler’ izleyerek
geçiyor.
Çay
ilçesinin tarihi, Eski Tunç Çağı'na kadar uzanmaktadır. Tarihi içinde Mısır,
Suriye, Trakya krallarının birleşik ordusu ile Antigonos Hanedanlığı arasındaki
İpsos Savaşı'na (MÖ 301) ev sahipliği yapmasıyla ünlenmiş, doğu-batı,
kuzey-güney doğrultulu antik yolların kavşak noktası olmuştur.
Selçuklu Türklerinin Anadolu’yu fethi
sırasında Bekçioğlu Emir Afşin, Orta Anadolu’da Amerra (Emirdağ) önlerine kadar
gelmiştir. Haçlı savaşları sırasında Haçlı orduları tarafından yakılıp yıkılan
kente, 1155 yıllarında Selçuklu Devleti tarafından Oğuz Türkleri
yerleştirilmiş, adı da "Çay Değirmeni" olarak değiştirilmiştir.
Selçuklu Sultanı III. Gıyasettin Keyhüsrev'in ölümünden sonra bölge, önce
Eşrefoğulları'na ve Sahipataoğulları'na, daha sonra ise Germiyanoğulları'na
geçmiştir. Germiyan Beyi I. Yakup, beyliğini vasiyet yoluyla II. Murat’a
bırakmış ve böylece yöre Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında kısa bir süre
Yunan ordusunca işgal edilen Çay ilçesi, 24 Eylül 1921 günü bu işgalden
kurtarılmıştır.
Emirdağ–Bolvadin-Çay
Tur tarihi:
21 Mayıs 2016
Kat edilen
mesafe: 51,75 km.
Ortalama
hız: 19,4 km/sa.
Bisiklete
biniş süresi 2 sa. 39 dk., dışarıda geçen süre 3 sa. 26 dk.
En yüksek
sıcaklık 26 ˚C, en düşük 16 ˚C, ortalama 19,6 ˚C
İrtifa
kazancı (çıkış) 387 m, kaybı (iniş) 332 m.
En düşük
irtifa 961 m., en yüksek 1260 m.
Garmin yol bilgileri Emirdağ–Çay
Tur
bilgisi: 19 km boyunca 967 m’den 1255 m’ye çıkılıyor ve sonra 1126 m’ye dümdüz
inilerek varılıyor. Sert tırmanışlar yok, keyifli iniş var.
Çay ÖE
0272-6312411
Bolvadin
|
Taş Cami, Çay
|
Taş Cami, Çay
|
Taş Cami içi, Çay
|
Taşhan, Çay
|
Taşhan içi, Çay
|
Taş Cami, Çay
|
Gençay Yemek
Fabrikası, Çay
|
Kent Ormanı,
Çay
|
Kent Ormanından Çay
|
22 Mayıs 2016, Pazar / Çay II (13. gün)
Sabah erken
uyandım. Bugün için sağanak gösteriyordu. Acaba yağmadan yola çıkabilir miyim
diye hazırlanıp kahvaltıya indim. Ancak durum pek parlak değil. Dağdan inen sis
ve ardından başlayan sert yağmur ümidimi kırıyor. Maceraya da girmeye gerek yok.
Acelem hiç yok. Bu günü de Çay’da geçirmeye karar veriyorum.
Sigara
terasında Tuba Bey ile tanışmak, ondan dolaştığı bölgelerde kalınacak yerlere
ilişkin bilgi almak ve havadan sudan sohbet etmekle günün yarısı neredeyse
geçiyor. Kasaplık malzeme pazarlıyor, yerli yabancı markalar. İkameti İzmir’de ve yeni evli. Azerbaycanlı
bir hanımla. Azerbaycan’ın yaşamına ilişkin ip uçları da biraz bu ülkeye gitme
isteğimi kırıyor. Neredeyse her iş rüşvetle yapılıyor. Zaten okuyorduk Aliyev’le
ilgili bir yığın yolsuzluk ve dikta haberlerini. Bu da ilk ağızdan doğruluyor
yazılanları.
Öğleden
sonra karnımı doyurmak üzere çarşıya iniyorum. Bugün pazar günü olduğundan ortalık
daha da sakin, lokantalar kapalı, tek pideciler açık sayılır. Ben de bir tur
attıktan sonra Lezzet Pide Salonu’na oturup peynirli+salata+ayran=10 TL ile işimi
hallediyor, akşam için de meyveli yoğurt ve çay yanına Eti’nin Tartini’sini
alıyorum. Hava arada açıyor, güneş çıkıyor ama artık çıkmam, kaldım bir kere.
Ancak isabetli olduğuna ÖE’ye vardığımda anlıyorum, kuvvetli bir sağanak daha iniyor.
Aslında bugün tüm yükünü boşaltsa da yarın rahat etsek.
Tuba Bey
pazarlamasını yapıp dönmüş ÖE’ye. Güzel bir samimiyet oluştu. Arabasını
düzenliyoruz birlikte. Gene yağmur iniyor. Akşam Eng-Tur maçını izliyoruz. İlk
defa tarihimizde gol attık diye çok seviniyor havalara uçuyoruz. Ne mutlu bize
bunu da dünya gözüyle gördük. Cumhurbaşkanı her şeyi açıkladı. Batı bizi
köprüler yaptığımız için kıskanıyormuş. Kıskanmakta da haklılar. Ne
teknolojiler geliştirdik 14 yılda, artık köprüler yapabiliyor, boğazın altından
tünel geçirebiliyor, dünyada kimsede olmayan 4,5 G’imiz bile var, yakında uzaya
da çıkarız... Bizim neyimiz eksik ki batıdan? Çatla düşmaaaan...
Lezzet Pide
Salonu, Çay
|
Hava
bozuyor, Çay
|
14. gün
(devamı) Çay–Akşehir – 11. gün (öncesi) Çifteler–Emirdağ