8 Haziran 2016

[bisikletle]Türkiye: Güney


Havaların ısınmasıyla turlar da başlayacak. Bu yıl için bazı uzun soluklu tur rotaları çıkardım. Bunların ilki ‘Güney’ turu olacak. Akdeniz ve Ege Denizi’ne uzanan. Bir şekilde de e-bisi’yi [e] test etmiş olacağım. Gerçi kısa da olsa bir İzmit turunda performansını görmüştüm ama dağların yüksek olduğu, tırmanışların zor olduğu bir tur bana daha fazla ipucu verecek.




















10 Mayıs 2016, Salı / İstanbul – İzmit, 63 km. (1. gün)

Sabah erken kalktık. Firuzan beni Balçık sapağına kadar arabayla götürdü. Uzundur bu yükle binmemişim. Alışmak kolay olmuyor. 27 kilo eşya (çadır, tulum vs), bisikletin kendisi ve ben ettik mi 140 kilo. Kamyon değil, tank!

Yol da sabah trafiğinden midir yoksa hep mi böyledir, acayip hızlı ve yakın geçenlerle dolu. Sabahın 9’u işe yetişmeye çalışanlar ve damperliler. Artık İstanbul’un hiç bir köşesi yok ki bu araçlar geçmesin.

Bereket 100 metre sonra bu yoldan ayrılıp Kocaeli-Çayırova yoluna sapıyorum. Burası Balçık. Adı nereden gelmiş ki? Küçük bir yer olsa, hemen geride kalıyor.

Balçık. Halkı Bulgaristan göçmenidir. İlk kez 4 ailenin geldiği, yerleşerek çoğaldıkları sanılmaktadır. Köy 1853-1855 Osmanlı Rus savaşları sırasında Rumeli’deki Balçık kasabasından yapılan göçlerle kurulmuş, Balçık adını almış. 1877-78 Osmanlı Rus savaşları sırasında da Şumnu, Ruscuk, Varna, Filibe, Eski Zagra gibi kasabalardan köye göçler sürmüş, Abdülhamid’in yardımıyla köye cami yapıldığından köy Hamidiye adını almış, Osmanlının son döneminde ekonomik sebeplerle köyden 30 hane Konya tarafına göçmüştür. Osmanlı döneminin namlı çetecilerinden aslen Filibe Çırpanlı olan Balçıklı Ethem, 1895’te çetesini bu köyde kurmuş. 1904’te adamları ve kendisi hakkında af çıkana kadar Gebze ve Şile bölgesinde Rum eşkıya çeteleriyle mücadele etmiş, 1916’da 56 yaşında burada ölmüş, mezarı köydedir. Köy, Cumhuriyet döneminde tekrar Balçık adını almıştır. Köy, 1926 da ilkokula kavuştu. Ünlü yazar Aziz Nesin 1928’in son aylarında bu köyde öğretmen olan Galip amcasının yanında kalmıştır.

Riva çayının bir kolu bu köyün yakınlarındaki Çatal tepeden doğar.

Yavaş yavaş bisikletin ağırlığına alışıyor dengemi buluyorum. Önde 13 kilo yük ile gidon kamyon direksiyonu gibi ağır. Sağda, benzincide durup ayna falan ayarlarını düzeltiyorum. Hava kapalı. Daha sıcak bir gün beklemiştim. Biraz da soğuk. Bafı (Buff) kafama geçiriyorum. İyi ki almışım. Yol pek geniş değil. Sağda fazla yer yok. Damperliler de yarış halinde, geçilmez çizgisinde araba solluyorlar. Adamlar Azrail. Can almaya çıkmışlar. Dikkat etmek gerek. Solluyor, karşıdan gelen olunca sağa kırıyor. Seni değil, arabayı bile takmıyor.

Etraf yeşil, güzel bir coğrafya. Bir yerden geçiyorum neresi bilemedim. Ama bu kadar çok emlakçıyı bir arada görmek mümkün değil. Çok arsa satışı olmalı buralarda.

Mollafenari geliyor. Bir tarihte bu yolu tersinden yapmıştık. Göçbeyli’den çıkıp buralardan geçip Gebze’ye gelmiştik. O zamanlar banliyö çalışırdı. Trenle dönerdik. Hafıza çok ilginç çalışıyor. Gördükçe bilgileri arşivden çıkartıyor. Hatırlıyorum buraları.

Sanayi de gelmiş bölgeye, küçük olanı. Sağda solda dağınık vaziyetteler. Araç trafiği hafifliyor. Bazı damperliler insaflı, mesafe bırakıyor. Kaskta ayna olması çok yararlı. Arkada ne olup bittiğini takip edebiliyorsun. Yoksa bir kabus. Gümbür gümbür bir ses sana yaklaşıyor...

Yol böyle bir 25 km boyunca yükseldi, 250’lerden 500 m’lere çıktık. Şimdi inişteyim. Rampalarda [e] desteğini kullanıyorum. Aksi durumda mümkün değil ilerlemek. Altımda 55-60 kg ağırlık var. Bu yükle çukur-kasis falan dikkatli geçmezsen kadroyu kırabilirsin.

Yola çıkmadan lastikleri değiştirdim, Maraton Plus taktım. Ancak sürme şansım olmadı. Keşke yola çıkmadan deneseydim. Bir ses geliyor önden, sürtünme sesi. Belli ki bir yer dokundukça hışırtı cinsinden ses çıkartıyor.

Sevindikli, burada bir mola vereyim. Sıcak çay iyi gelir. Şu çıkan sese de bakarım. Balçık’tan buraya 39 km gelmişim.

Çaylar 50 krş, 2 tane içiyorum. Ön tekerin mandalını (QR) bir daha kontrol ediyorum. Acaba disk frenden mi geliyor bu ses? Sonra kahvedekilere yol soruyorum. Benim çıkarttığım rotayı beğenmiyorlar. Üniversiteye gelmeden sağdan Arızlı’ya sapayım diyordum. Onlar ise hiç gerek yok. Üniversiteyi geç, devam et, otoyola geldiğinde benzinciden sağa sap diyorlar.

Atıştırmayı unutarak Sevindikli’den ayrıldım. Şimdi gene 500 m’lere çıkacağım. Yani tırmanış var. Kocaeli Kent Ormanı içine kadar. Yaklaşık 13 km gibi gözüküyor.

40. km’deyim. [e]’nin 2. çentiği gidiyor. Her çentik % 20’ye karşılık geliyor. Etraf güzel, küçük/büyükbaş hayvanlar otlamakta. Arı kovanları var sağda. Ormanın içi de ayrı güzel. Tepe noktasını geçtikten sonra İzmit’e kadar pedal basmazsın demişlerdi. Gerçekten de öyle oluyor. Süzülüyorum adeta.

Şu sesi kafama taktım. Sanki önden değil de arkadan gibi. Bazen nasıl da yanıltıyor. Sesin yönünü bulamıyorsun. Durayım da arkayı kontrol edeyim. Şu çamurluğu tutturduğum cırt şerit olmasın sakın? Kesip alıyorum... Yaşasın, ses de kesildi. Lastikler demek daha yüksek eskilere göre, sürtmeye başlamış. Off, çok rahatladım. Bütün yolu bu sesle mi yapacağım diye bayağı hayıflanmıştım.

Kocaeli Üniversite ve Hastanesi bölgesine geldim. Artık kalabalıklaştı ortalık. Otobüs, minibüs, araba her yerde. Dolanan insanlar, hastanenin kalabalığı. Öğrenci yurtları ve bir cami. Nedense ‘Sinan Replikaları’ gibi yapılmamış.  Nedir o yapılan betondan camiler?!! Ataşehir’e yaptılar, şimdi Çamlıca tepesine daha çirkinini yapmaktalar. Zevk ve anlayışları 16. yy’dan öteye geçemedi. Sinan günümüzde yaşasaydı nasıl cami yapardı diye düşünemiyorlar mı? Mimar Sinan 400 yıl sonra bir an için açsa gözlerini ve çevresine baksa, “400 yıl önce bıraktığım yerde mi otluyorsunuz kafirler?” diye Osmanlı tokadı aşk etse, haklı değil midir? Bu cami bizim, her yapısında başka şey deneyen, bir yenilik arayan Sinan’a hiç yakışmayan torunlar olduğumuzu gösteriyor. Bizim Sinan’a sahip çıkmamız bu kafayla olanaklı değil der Mimar Cengiz Bektaş.

Halen iniyorum..., benzinciden sağ, bir adres doğrulaması ve sahildeyim. Sola dön kavşaktan ve Orduevi karşısı, Seka Cami ve Öğretmenevi’ndeyim (ÖE).

Sevindikli’den aramış, yerimi ayırtmıştım. Oda kapamak 67,5 liraymış, kahvaltı dahil. Müdür Tekin Bey ilgili. Resepsiyonda kayıt açılıp, bisiklete içeride yer gösterilip, eşyaları odaya taşıdıktan sonra biraz dinlenmek, şarja bağlamak...









İzmit kelimesi etimolojik ve tarihsel kullanılışıyla Nikomedia'dan kaynaklanmıştır. Nikomedia adı şehre orada egemen olan Bitinya Kralı Nikomedes dolayısıyla verilmiştir. Şehrin ismi olan Nikomedia zaman içerisinde, önce İznikomid, Osmanlılardan sonra İznikmid ve çok daha sonraysa İzmid şeklinde evrilerek, 1928 sonrası Latin harflerine geçilmesiyle bugünkü şeklini almıştır.

İzmit’i Tarih Öncesi ve Nikomedia Dönemi, Roma-Bizans Dönemi, Selçuklu Dönemi, Osmanlı Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi olarak incelemek lazım.

Tarih Öncesi ve Nikomedia Dönemi. Trakya'dan gelen Megaralılar MÖ 712'de İzmit Körfezi'nin güneyindeki Başiskele yöresine yerleşerek Astakos adı verilen bir kent kurdular. Astakos halkı MÖ 262 yılında, bugünkü İzmit’in bulunduğu alanda kurulan bölgeye yerleşmiştir. Bitinya Krallığı'nın yıkılıncaya kadar başkenti kalacak bu kente, kurucusundan dolayı Nicomedia adı verilir.

Roma-Bizans Dönemi. Roma İmparatoru Diocletian, 284 yılında Nicomedia'yı işgal ederek Roma İmparatorluğu'nun başkenti yaptı. Bu dönemde şehir, Roma, Antakya ve İskenderiye'den sonra dünyanın dördüncü büyük kenti haline geldi. Fakat Büyük Konstantin tarafından İstanbul’un imparatorluğun merkezi yapılması ve İmparator Jüstinyen'in de Kadıköy-İzmit arasındaki yolu askeri nedenlerle kapatarak ulaşımı İznik üzerinden sağlamasıyla Nicomedia, eski önemini kaybetti.

Selçuklu Dönemi. Kocaeli Türk egemenliğine ilk olarak 11. yüzyılın sonlarında Selçuklular zamanında (1078) geçti. İznik’in Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti olmasıyla birlikte kentin önemi iyice arttı. Ancak Haçlı Seferleri sırasında kısa bir süre Haçlı Ordusu komutanı Aleksios Komnenos tarafından işgal edilen kentin, Türk egemenliğine kesin olarak geçişi ise Orhan Bey döneminde oldu. Selçuklu döneminden günümüze Haçlı Seferleri’nde yağmalanması nedeniyle  kalan eser sayısı oldukça azdır.

Osmanlı Dönemi. Kocaeli, Osman Bey ve oğlu Orhan Bey’in uç beylerinden Akçakoca tarafından 1337 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Nikomedya Osmanlı egemenliğine geçtikten sonra, önce İznikmid, daha sonra İzmid (İzmit) adını almıştır. Şehir en parlak dönemine Kanuni Sultan Süleyman zamanında ulaştı. 19. yüzyılda İstanbul-İzmit arasında işleyen ve 1873 yılından itibaren de Haydarpaşa-Ankara güzergâhında faaliyet gösteren demiryolunun kente ulaşmasından sonra Kocaeli’nin ticari ve sosyal yaşamı canlanmaya başladı. Kent, 1888 yılında bağımsız sancak oldu ve ismi İzmit olarak değiştirildi. Daha sonra bölgeye fatihi Akçakoca'dan dolayı Akçakoca’nın yurdu manâsına gelen ‘Kocaeli’ adı verildi.

Cumhuriyet Dönemi. I. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımlar sonucu önemini bir süre yitiren ve sırasıyla önce İngilizler (6 Temmuz 1920) ardından Yunanlılar (28 Nisan 1921) tarafından işgal edilen Kocaeli, 28 Haziran 1921 de Türk Orduları tarafından işgalden kurtarıldı. Kocaeli, Cumhuriyetle birlikte özellikle sanayileşme alanında en hızlı gelişen illerimizden birisi olmuştur. Bunun başlıca nedeni İstanbul’a yakınlığı ve ulaşım imkânlarının çeşitliliğidir. 1934 yılında İzmit'te ilk kağıt üretim tesisi olan İzmit Kağıt Fabrikası açılırken, bunu 1944’te ikinci selüloz ve kağıt fabrikası takip etmiş, SEKA tesisleri 1954, 1957 ve 1959’da genişletilmiştir. Böylece günümüze kadar devam eden hızlı bir sanayileşme ile Kocaeli, Türkiye’nin ileri düzeyde sanayi bölgesi durumuna gelmiştir. Ayrıca Kocaeli ile ilgili önemli bir bilgi de, 30 derece meridyeni Köseköy’deki otoyol kavşağı köprüsünün bulunduğu yerde olduğundan tüm Türkiye, saatlerini Kocaeli’ne göre ayarlamaktadır.  















16.30 gibi ÖE’den, karnımı doyurmak, biraz da İzmit’i dolaşmak üzere çıkıyorum. Şehir merkezi 10 dakikalık mesafedeymiş. Arabayla dolaşırken hep içinden geçtiğimiz ama durmadığımız İzmit hiç de fena gözükmüyor. İnsanları genç ve modern görünümde. Tabii her yerde olduğu gibi türbanlılar da mevcut. Tek yönde 2 şeritli bir yol burası. Ortasında yürüme, bisiklet yolu olan dev çınar ağaçlarıyla çevrili. Hürriyet Caddesi ve Cumhuriyet Caddesi olarak adlandırmışlar, sonra Cengiz Topel oluyor. Yürürken geçtiğim otellerden fiyat soruyorum. 50 ile 75 lira arası değişiyor, O.K şeklinde. Yani ÖE ekstradan ucuz değil. Ama bir otel cüzdansız almıyoruz diye ilave ediyor. Yani evlenme cüzdanı demek istiyor. Bu durumlar halen ülkemizde geçerli :(( ... fu-huş.

Fuhuş veya fahişelik, para karşılığında cinsel ilişkiye girme. Fuhuş yapan seks işçisine fahişe denir (peki fahiş erkeği mi oluyor? Hani Ali-Aliye gibi).

"Fahişe" kelimesi, Arapçada "azgın" ya da "utanmaz" anlamına gelen faişa kelimesinden türetilmiştir. Türkçede ilk olarak Enderunlu Vasıf'ın Divan edebiyatında kullanılmıştır. Fahişeler için Farsça rospī'den türeyen "orospu" sözcüğü gibi kaba olarak sayılan kelimeler de kullanılır.

Sözcüğün ikinci anlamı olan "taşkınlık ve aşırı davranış" ise modern Türkçede yavaş yavaş kullanımdan kalkmaktadır.

Nerede yersin? Pek de doğru bir yer göremiyorum. Birine soruyorum, yolladığı yeri gözüm kesmiyor. Diğeri, ‘Maçka Lokantası’ et üzerine. Ama burası, Çınar Lokantası, kuru+az pilav+yoğurt’a 15 lira verip doyuyorum. Çay da ikramları.








Avare avare dolanmaktayım. Canım kahve istiyor. İşte burası diyerek bir sadeye 4 lira verip (lokumlar da ikram) biraz da sokak aralarına giriyorum. Her yer canlı.

Şişik bir karınla ÖE’nin yolunu geri yürüyorum. Yol üzerindeki Etnografya Müzesi’ni sabah ayrılmadan bir görmek iyi olur. Aslında etrafta pek çok eski Cumhuriyet Dönemi tarzında binalar var. Kiralık bisiklet servisi, paralı belediye sokak otoparkları, her türlü marka (giyim-kuşam, gırtlak), büfeler, kebapçılar, dürümcüler, köfteciler, baklavacılar, kafeler, pastaneler..., bu ağaçlı yolun 2 yakasında ve arka sokaklarında bolca.

Yavaş yavaş yorgunluk belirtileri görünmeye başlıyor. Yarın Geyve yolu 65 km gibi duruyor. Fazla sert bir yol olarak gözükmüyor. Dinlenmek şu an yapılacak en iyi şey.
O.K. tek 75-/çift 125-

O.K. tek 75-/çift 120-










O.K. tek 50-/çift 100-










İstanbul-Balçık-Mollafenari-Sevindikli-İzmit

Tur tarihi: 10 Mayıs 2016
Kat edilen mesafe: 63,46 km.
Ortalama hız: 15,4  km/sa.
Bisiklete biniş süresi  4 sa. 7 dk., dışarıda geçen süre 4 sa. 57 dk.  
En yüksek sıcaklık 21 ˚C, en düşük 14 ˚C, ortalama 16,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1105 m, kaybı (iniş) 1318 m.
En düşük irtifa 14 m., en yüksek 526 m.

Garmin yol bilgileri İstanbul–İzmit           

Tur bilgisi: Balçık’tan başlayan eski İstanbul Asfaltı bir iç yol niteliğinde. Zemin asfalt. Çok geniş değil. Güvenlik şeridi yok. Fazla olmamakla beraber trafiği var. 196 m’den başlayıp 474 m’ye 28 km mesafede ulaşılıyor. Sonrasında tekrar 9 km boyunca 182 m’ye inilip tekrar 12 km boyunca 477 m’ye çıkılıp 14 km boyunca deniz seviyesine kadar iniliyor.

Balçık ve Sevindikli dışında yol üzerinde çayevi yok. Mollafenari az yolun dışında kalıyor. İstenilirse girilir, fazla uzak değil.

Yol yorucu değil, rampalar kırıcı değil. Pedallaması keyifli. Kocaeli Üniversitesi sonrası trafik artıyor. Yolun tamamı iniş. İzmit içi ise düz, ÖE’ye kadar.

İzmit ÖE 0262-3241271







İzmit    





Çınar Lokantası, İzmit


























2. gün (devamı) İzmit–Geyve