13 Kasım 2013

RumeliFeneri, 10 Kasım

10 Kasım’ın şu günlerde önemi çok daha fazla duygu ve neden barındırıyor. İnsan galiba sahip olduklarını kaybetmeye başlayınca değerini ancak anlayabiliyor. Yoksa sanki her şey garantideymiş gibi boş verircesine yaşamını sürdürmekte. İçinden geçtiğimiz zaman bize kazanımların ne denli önemli olduğunu her gün yeni bir olayla yüzümüze çarpmakta.

Sabah 9’u 5 geçe Dolmabahçe Sarayı önünde yüzlerce insan toplanmış. Yaşlısı genci, kapalısı, açığı, bisikletlisi, motosikletlisi, arabalısı, yayası, her türden vatandaş ataya olan saygısını göstermek üzere gelmiş. Daha Kadıköy’den gemiye binerken kalabalık dikkat çekiyordu. Beşiktaş’tan Dolmabahçe’ye trafik kilitlenmiş, bisikletle bile aralardan geçmek olanaksızdı. İnsanlar hep bir ağızdan “diren Türkiye diren...” diye bağırıyorlar. Ortalık kıpkırmızı.

Sabah serin olmasına karşın artık hava ısınmaya başlıyor. Bu güzelliğin içinde Sarıyer’e doğru Serhan, Firuzan ve ben pedal basmaktayız. Amacımız Kilyos’a uzanmak. Yanımızdaki 2 şişe Erikli suyuyla. Hani yolda bulamayız diye ihtiyatlıyız.

Güzel havayı sadece biz değil bir yığın bisikletçi de görmüş ve yollar dopdolu. Herkes birbirine selam veriyor, bisiklet kardeşliği. Gerçi arada bir iki kendini bilmezler de var. Selamsız sabahsız geçmekte.

Bu yol Sarıyer’e kadar 20 km gibi, dümdüz Boğaz boyunca ilerler. Sabahki keyif hiç bir yerde yoktur. Dönüşte kalabalıklaşacağını bildiğimden şu saatin keyfini yaşamaya çalışıyorum. Aklıma, tesadüf müdür nedir, Kilyos turunu hep 3 kişi yaptığım geliyor. Daha önce 3 kere gittim, hep üçlüydük. Bugün de böyleyiz derken telefonumun çalıyor. Pek de hareket halindeyken açmam ama merak ağır basıyor ve hattın ucunda Mehmet: ”Geliyorum, neredesiniz? -“Yeniköy’ü geçtik” –“Törenleri ancak bitirdim, sizi yakalarım” –“Harika, Kavak’ta bekleyeceğiz”.

İnsanın bisiklet sürerken aklına ne de çok şey gelir. Bir yandan yolunuzu kollar etrafa bakarsınız, diğer yandan kafanızın içinden her şey geçer. Bana da geçenlerde okuduğum semt adları takılıyor.

Aşiyan: Günümüzdeki ismini Şair Tevfik Fikret'in burada bulunan, Farsçada kuş yuvası anlamına gelen 'aşiyan' adlı evinden alıyor.

Baltalimanı: Rumeli Hisarı’nın ötesindeki eski adı ‘Fadalya’ olan ‘Baltalimanı’, adını İstanbul’un fethi sırasında Gelibolu’daki donanmayı hazırlayan ve kuşatma sırasında gemileri bu limana getirmeyi başaran Baltaoğlu Süleyman Bey’den aldı. Baltaoğlu Süleyman Bey Osmanlı Devletinin ilk Kaptan-ı Derya’sıydı.

Feriköy: Semt adını Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yaşayan Madam Feri'den alıyor. Bölgede bulunan geniş topraklar padişah tarafından Madam Feri'nin eşine bağışlanmıştı. Ama eşi ölünce semt onun ismiyle anılmaya başlandı.

Etiler: 1950’lerin başında bomboş bir arazi olan bölgede 192 villa yapımı için Etibank’ın ortaklığıyla bir Etiler Yapı Kooperatifi kuruldu ve 1954’de konutların yapımına başlandı. Semtin adı da bu yapı kooperatifinden kaldı.

Şaşkınbakkal: Henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde yaz günleri denizden yararlanmak için bölgeye gelenlere bir bakkal dükkanı açıldığını görenler, burada iş yapılamayacağını düşünerek bakkala "şaşkın bakkal" yakıştırması yaptılar.

Teşvikiye: Sultan Abdülmecit'in bir mahalle kurulması için teşvikte bulunduğu semtin adı Teşvikiye olarak kaldı. Bu durumu Harbiye Karakolu ile Rumeli ve Valikonağı Caddelerinin kesiştiği kavşakta bulunan iki taş belgeliyor.

Üsküdar: Bizans devrinde, Skutari denilen asker kışlaları, şehrin bu yakasında yer aldığı için semt Skutarion diye anılıyordu. Bu isim zamanla Üsküdar'a dönüştü.
Kaynak haber.ekolay

Sarıyer’e girdik, Rumelikavağı’na doğru çıkarken solda kahvede Balcı DursunAli. Ne güzel tesadüf. Hemen yanına varıp, sarıl sarmalaş, simit-ıhlamur eşliğinde sohbetteyiz. Sıcak ve renkli yapısıyla bize Sarıyer-Pendik maçı, BJK, Zekeriyaköy, bal, oğlu, hanımı, evi... özetleyiveriyor.

3. köprünün ayakları iyicene yükselmiş. Artık ortalıkta kendilerini gösteriyorlar. İleride belge olması için birer kare çekiyorum. Boğazın bakir hali.

Tellibaba’daki balık lokantaları pazarları da kahvaltı vermekteler. Çeşit çeşit yazılar asılı: açık büfe, dökme kahvaltı, sınırsız çay, ekstralar...

Rumelikavak’ta yerimizi alıp kahvaltılıkları da çıkartıp kayıntıyı atmaktayız. Gelsin çaylar/ayranlar. Bir yandan günlük gazeteleri okurken diğer yandan da ülkenin kurtuluşunu konuşmaktayız. Yellowrose ne yapabilir, kimdir, nedir, in midir, cin midir, İP ne kadar oy alabilir...

Mehmet’in de gelmesiyle yola çıkışımız saat biri buluyor. Hadi tırmanışa. Kavak’tan KoçÜni’ye sıkı bir çıkış bizi beklemekte. Hava artık ısındı, kasım ayı için inanılmaz bir sıcaklık. Üstümdekinin kollarını çıkarıyor, ayaklarımdaki ısıtıcıları indiriyorum. Firu da hafifletiyor üstünü. Rampayı 2 molayla ancak alabiliyorum. Firu için çerez sayılır, Serhan da Tricross’uyla geldiğinden tek hamlede alıveriyor. Mehmet’e rahat yok, izin gününde bile telefonların ardı arası kesilmiyor. Tam tırmanacak zırt bir tel, hadi dur nefes nefese konuş.

Rumelifeneri’ne inen bu yol benim İstanbul’da en sevdiğin rota. Bu kadar güzel bir coğrafya olamaz. Üstelik de çoğu iniş. Bırak kendini Fener’desin. Ama Garipçe’ye yaklaştığınızda ortalığı kangren gibi kemirmiş bir yara insanın yüreğine iniyor. 3. köprü için açılacak yollara feda olunan ağaçlar!

Rumelifeneri bisikletçilerle dolu. Birileri geliyor-birileri kalkıyor. Sanki bisiklet partisi varmış bugün burada. Biz de, bugün ıhlamur günü oldu sanki, ıhlamur eşliğinde biraz daha karnımızı doyurup fazla da gecikmemek için Kilyos’a doğru hareket ediyoruz. Dökük kalenin önünden sahile paralel giderek, bir zamanların GoldenBeach tesislerinden geçip Demirciköy vs diye.

Villacılar buraları da ele geçirmişler, İstanblue diye votka markası gibi bir site halen müşterisini beklemekte. Bir diğerinin kabası bitmiş, parası da bitmiş. Her yer inşaat.

Perşembe yağan yağmurun izleri halen görülmekte, toprak daha kurumamış. Yolumuzun bundan sonraki bölümü orman içinden/kenarından geçecek. Acaba ne etsek? Tamam mı-devam mı? Oylamada 2 tamam, 1 devam, 1 kararsız çıkınca tamam kabul ediliyor ve geri dönüyoruz. Aslında rotanın en özgün ve bakir bölümüydü önümüz. Toprak bir yolla ağaçların, çalıların içinden, denize paralel gidecektik. Hele bu havada çok güzel olurdu. Sonra Demirciköy’e tırmanıp Kilyos’a salacaktık kendimizi. Ama ıslak, hatta yer yer çamura batmayı göze almak gerekirdi.

Geldiğimiz gibi dönmekteyiz. KoçÜni’ye vardığımızda Cenap Albay aranıyor, Sarıyer’de buluşmak üzere sözleşiliyor. Buradan sonrası kolay, bırak kendini Sarıyer’desin.

Kıyıda güzel bir kafede Cenap Albay’ı beklerken buluyoruz. Dün dönmüş Bodrum’dan. “Biraz yol yorgunluğu olmasaydı ben de katılacaktım. Ancak sizleri görmek için buraya pedalladım, dönüşü en azından birlikte yaparız” diyor. Adaçayları eşliğinde yaptığımız sohbet bir yerde yeni taktırdığı kelebek gidona geliyor. “Fazla bana yakın, kollarım kasılıyor.” Biraz açısını değiştirerek rahatlatmaya çalışıyoruz ama sanki pek de tatmin etmiyor. Belki boğazın uzatılması daha uygun olacak.

Dönüşümüz artık karanlıkta. Yanıp sönen farlarla 5’li olarak İstinye’ye kadar tempolu geliyoruz. Cenap Albay burada ayrılıyor ve biz 18.45 gemisine yetişmek üzere orta çizgiden devam ediyoruz.

Yaz gibi değil Boğaz yolu. Tıkanan bölgelerde fazla sıkıntı yaşamadık, Emirgan, Bebek, Ortaköy rahat geçildi. Moda üzerinden sahil yolundan dönüyoruz. FB stadı mahşer günü, içeride derbi maçı var. FB daha ilk yarı bitmeden 1-0 önde.


Mehmet’ten ayrılıp Kızıltoprak’ta bıraktığımız arabaya bisileri yükleyip evin yolunu tuttuğumuzda km saati 82’yi gösteriyordu.






































Rota: Beşiktaş-Sarıyer-Rumelikavağı-Koç Üniversitesi-Rumelifeneri-İstanblue Vilları ve dönüş aynı yoldan.


Tur tarihi: 10 Kasım 2013
Kat edilen mesafe: 82,22 km.
Ortalama hız: 15,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa 23 dk., dışarıda geçen süre 11 sa 35 dk.
En yüksek sıcaklık 27 ˚C, en düşük 13 ˚C, ortalama 17,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1509 m, kaybı (iniş) 1508 m.

Garmin yol bilgileri Rumelifeneri, !0 Kasım