10 Eylül 2023, Pazar / Yunak - Akşehir, 64 km (8. gün)
Neredeyse 12 oluyordu gece. Odada internetin olması çok işime yaradı. Müzik dinledim, bir ara biraz TV izledim. TRT’nin belgesel kanalı güzel oluyor. Ama daha önemlisi rotada bir değişiklik yapacağım. Niğde’den Soğanlı’ya gidecektim. Kestirme yolda 10 km.lik bir toprak bölüm var. Ne durumda bilmiyorum, gidildiği söylendi ama bilirim bu yolları sarsa sarsa gidersin. 10 km de az değil. Düşündüm, Soğanlı’yı başka sefere bırakmayı. Farklı bir yönden gelirsem, Yeşilhisar mıydı, o taraftan bir tarihlerde gelmeyi düşünmüştüm. Neyse Derinkuyu’ya çevirdim rotayı. İki de otel buldum orada, İstanbul’dayken nedense fazla araştırmamış, yok sanmıştım.
Rahat uyudum. ÖE şimdiye kadarki, yani bu turun en iyisi. Yeni de olduğundan, daha yılı dolmamış, mobilyalar da aşınmamış. Kahvaltı 7-9 arası demişlerdi. Toparlanıp asansörle çantaları 1 kat indiriyor, bisikleti odasından alıp dışarıda yüklüyorum. Buranın bir eksiği, rampa yapmamışlar, merdiven. Tekerlekli sandalye asansörü koymuşlar ama arızalı. Gerçi asansöre bisiklet sığmazdı. Belki dikine. İşte böyle arıza durumları için rampa da olmalıydı.
Kahvaltı açık büfe dediklerinden. Fazla bir şey yok ama gene de idare eder. Ben de zaten öyle tıka basa yemiyorum. Beyaz peynir-zeytin-hıyar-domates ve de çay alıp masada tıkınırken gelen akşam resepsiyoncu beyle yaptığımız sohbete geçen yıl 19 yaşındaki oğlunun Samsun’da denizde boğulduğunu öğreniyorum. Çok üzücü bir durum. Kıyıdan 5 metre bile uzak değildik. Birden gelen bir hortum diyor, dalga herhalde, hepimizi aldı. Ne olduysa oğlan boğuldu. Anlatırken gözleri doldu, halen acısını içinde taşıdığı belliydi. Çok ağır bir acı olduğu söylenir, evlat acısı. Kimsenin başına gelmesin, aman.
08.19, foto çekilmiş bisikletin üzerinde harekete geçiyorum. Yolum Akşehir, 60 km. Dümdüz yol. Şu an 1080 m rakımdayım. Yunak’tan dik bir yokuştan inerek ayrılınıyor. Ana yola kadar pedal çevirmeden neredeyse gidiyorum. Konya yoluna tekrar bağlandım, dünkü yolum. Güvenlik şeridi geniş, asfalt kaymak, sabahın serinliğinde sürüyorum. Hava 17,6 °C. Üzerimde ince yelek ve kolluklar var. Fazla trafiğimiz yok, belki de pazar nedeniyle. Düz bir ovadayım. Konya tahıl ambarı derlermiş ama esas burasıymış ambar. Dün anlatıyorlardı. Tahıl, arpa buğday... Kuşlar yol kenarında kalkıp konup uçuşuyorlar. Sabahları bunları seyretmek çok keyifli oluyor. Bale yapar gibiler. Karayolları ekibi yoldaki bariyerleri çakıyor. İki ekip olarak; biri çakıyor, arkadan gelen uzunları monte ediyor. Koçyazı sapağı sonrası bölüm havaalanı gibi bir yol. Öylesine geniş ki uçak iner. Gene burada da tıraşlanmış bölümler var. Solumda uzakta kalabalık bir koyun sürüsü. Kuru, biçilmiş otların içinde ne buluyorlar acaba yiyecek? İlginç. Gene ileride sağ tarafta başka bir sürü geliyor. Bazı koyunlar yol kenarına inmiş, çoban kışkışlıyor. Ben de kornayı çalmamla hepsi birden içeri dalıyorlar-atlıyorlar. Yardımcı oldum çobana : )) Bu arada köpeği de yola yakındı. Beni gördü, şöyle bir kesti, ağır ağır baktı. Ben de hiç oralı olmadım, ileriye dönük başım. Ama gözlüklerin arkasından bakıyorum, hareketlenir mi? Boynunda dikenli tasmasıyla sürüsünün bekçisi izin verdi geçmeme.
Yumak Belediyesine ait GES geçildi. Eski yolun bir parçası sağımda gözüktü. Parçalanmış vaziyetteydi. Karşı şeridi buraya verdiler. Karayolları ekibi çalışmakta. Asfaltlama yapılıyor. Asfaltı seren makinalar öylesine büyük ki. Acaba iki şeridi tek seferde mi döşüyor? Saat 09.12, hava 18,9 °C oldu. Ortalamam 25 km/s. 1000 m rakımda güneybatı yönünde pedallıyorum. Şimdi minik bir çıkış, %2 ile ve ardından -%2 ile indim. Gene sıfır oldu. Böyle devam ediyorum. Sağımda küçük, 7-8 haneden, belki de daha az, oluşan bir yerleşim var. Önlerinde ayçiçeği tarlası. Ama bazılarının kafalarını naylon torba geçirilmiş. Neden acaba? Kuşlar yemesin diye olabilir mi? Veya başka şekilde mi olgunlaşmaları isteniyor? Sarı ve yeşilin bir arada buluştuğu ayçiçeği tarlalarının kenarından geçerken hep merak etmişimdir; sürekli yüzü güneşe dönük olan ayçiçeklerine bu isim neden verilmiş olabilir? Latince adı “Helianthus annuus” olan bu bitkiye birçok yerde “Güne Bakan/Gündöndü/Günçiçeği” gibi isimler verilmiş. Helianthus eski Yunancadan gelen bir isim; “helios” güneş, “anthos” çiçek demek. O nedenle dünyanın birçok dillerinde bu çiçeğin ismi hep güneşle bağdaştırılmış. İngilizce ve Almancada ‘güneş çiçeği’ (sunflower /Sonnenblume), Fransızcada ‘güneşe dönen’ (tournesol) denilmişken bizim dilimizde nedense “Ayçiçeği”. Güneş daha batarken sanki morali bozulup başını önüne eğen bu bitki, güneş iyiden iyiye kaybolunca ayın yüzüne bakmazken isminin ayçiçeği olmasının ne gibi mantığı olabilir ki? Minik bir etimolojik araştırma yaptığım zaman “Çiçeği çok iri, tabak şeklinde ve sarı renkte olan…” diye tarif edilen bitkinin adının “ay” sözcüğünden değil de, tabak gibi yuvarlak, terazi kefesi anlamına gelen “aya” sözcüğünün kökeninden geldiği ortaya çıkıyor. İlginç değil mi? Sanatçıların da bol bol resmettiği bu çiçeğe ilişkin daha fazla bilgiyi başka bir güne bırakayım. Ama ayçiçeğinin aşkını anlatan şu hikayeye kulak verelim: Ayçiçeği güneşe aşık olunca, gülmekten kırılmış bütün bitkiler. “Güneş gökyüzündeki tahtından bir an bile ayrılmaz. O ulaşılmazdır. Sen kim, o kim. Vazgeç bu sevdadan” demişler hep bir ağızdan. Ayçiçeği sesini çıkarmamış, sevdalı gözlerini dikmiş güneşe; bakmış bakmış bakmış… Uzun müddet hiçbir şeyin farkına varmayan güneş, nihayet bir gün, ayçiçeğinin bakışlarını hissetmiş üzerinde. Önce geçici bir heves sanmış, ama zamanla yanıldığını anlamış. Ayçiçeği öyle inatçıymış ki, güneş tahtını nereye taşıdıysa, yılmadan usanmadan o yöne çevirmiş başını. Derken bir öğleden sonra, artık bu takipten bıkan güneş sapsarı gazabıyla kavurmuş ayçiçeğini. Daha ayçiçeğinin üzerinde simsiyah duman tüterken insanlar akın etmişler olay mahalline. “Yaşasın!” demiş içlerinden biri, “şimdi ne güzel çitleriz bu aşkı.”
Karşı şeritte bir adam evinin önünde yolu izliyor, bana da bakıyor. El sallıyorum, o da. Ama arkasından iki hevesli köpek havlayarak ortaya çıkıyorlar ve bana doğru koşmaktalar. Aban pedallara, kaç buradan. Ben önde köpekler peşimde. Biri orta bölüme gelip bir süre hevesini sürdürüyor, sonra vaz geçiyor. Ama iyi koşturdular doğrusu... 30’uncu kilometredeyim. Solda derinlerde dev bir mermer ocağı. Dağın bir ucu gitmiş bile. Nurtaş Marble yazıyordu yol kenarındaki levhada. Bir de Agrega Tesisleri (*) denmiş. Şimdi sağımda da bir kum ocağı geldi. Öylesine gidiyoruz. Karayolunda belli aralıklarla cepler yapmışlar, park alanları. Belki TIR’ların konaklaması için olabilir.
(*) Agrega; beton, harç ve benzeri yapımında çimento ve suyla kullanılan kum, çakıl, kırma taş gibi taneli farklı mineral yapıya sahip inorganik malzemelere verilen isimdir.
Ara sıra yerde tek tük kurumuş mısır koçanları görüyorum. Bazen de ilginç düşürülmüş şeyler oluyor. Şimdi bir eski terlik, hafif yırtılmış. Dün asker kepi görmüştüm. Tornavida, alet edevat gibi şeyler olabiliyor. Bir keresinde bıçak görmüş, durup almıştım. Evde kullanıyoruz şimdi. Çok da iyi kesiyor : )) Yol dümdüz, hiç bir dönemeç yok. Sıfır eğim. Saat 09.48, hava 20 °C, ortalamam 24,6 km/s. 961 m rakımda güneybatı yönüne doğru pedallıyorum. Asfalt kaymak, yeni dökülmüş. Güvenlik şeridi geniş, oradan sürüyorum. Zaten gelen giden de fazla yok, istersen yoldan git. (...) Eco ile gidiyormuşum, şimdi farkettim. O nedenle batarya uzun süre çentik yemedi. Saat 10.28 oldu. Hava çok güzel, mülayim, 22,6 derece. İnce yelek sırtımda. Kolluklar vardı, indirdim aşağıya. 47,20 km geride kalmış, ortalamam 23,6 km/s. Rakım 965 m. Düz yol da adamı hakikaten sıkıyor. Çevir çevir çevir... Güvenlik şeridinde, yolda yerde minik beyaz taşlar sandığım meğer küçük salyangozlarmış. Buraya nasıl gelmişler ki? Az değil. Yol boyunca sürmekte. Ezmemek için aralarından slalom yapıyorum. Bir de kocaman vardı. Kırmızı renkte, böyle golf topu kadardı. Akşehir 9 dedi levha. Az kalmış. Saat 10.45, hava 22,4 °C, ort. 23,2 km/s. 978 m rakım ve yönüm güney. 52,92 km.deyim. Bir şahin, havada. Kanatları kızıl. Bunlar genelde uzaklaşıyorlar. Hemen konmuyorlar. Bu da bayağı uzağa gitti.
55’inci kilometredeyim. Akşehir diye sağdan ayrılıyorum. Binaları gözüktü bile. Bir müddet şehir girişi için geriye, Çay tarafına doğru gidiliyor, sonra soldan Şehir Merkezi diye saptım. İki yanı ve ortası ağaçlıklı bir yoldan dimdik merkeze doğru giriyorum. ÖE solda olmalıydı, zamanım var, daha 11 buçuk. Sağdan sapıp bir müddet gidiyor Taş Medrese’yi (müze) görünce bari ziyaret edeyim, buraya kadar da yürümek zorunda kalmam, geçen gelişimde tadilattaydı, görememiştim. Girişi önde mi arkada mı derken öndeymiş. Bisikleti yüksek bir basamağı atlatıp bahçesine park edip dalıyorum. Burada Selçuklu ve Osmanlı Dönemi mezar taşları, sandukalar, kocaman erzak küpleri ve medresenin tarihçesi anlatılmış. Sandukalar bilirsiniz, mezarların üzerine yerleştirilen mermer tabutlardır. Etrafta kimsecikler yok, ne bir çalışan ne bir gezen. Kapalı mekana dalarken bir yerden iki memur çıkıyor. Şaşkın ifadelerle bana bakmaktalar. Soruyorum, “gezeni yok mu buranın da kapalı gibi ortalık.” - “Az oluyor” diyorlar. Odalar kapalı, açtırıyorum. Biraz tuhafıma gitti bu iki tip. Biri uykuda gibi konuşuyor, zar zor. Diğeri yeni başlamış falan filan. Ne nedir-değildir bilmiyor!
Taş Eserler Müzesi; gezmeden önce bilgilenelim: Sahip Ata Medresesi olarak da bilinmektedir. Mescit, türbe, hankah, imaret ve çeşmeden oluşan bir külliye şeklinde inşa edilmiş olmasına rağmen bugün yalnızca medrese, mescit ve türbe kısmı sağlamdır. Yapı eskiden Darüşşifa olarak kullanılmıştır. Yapının galeri kısmını oluşturan alanların kenarlarında öğrenci hücreleri mevcuttur. Medresenin avlu bahçesinde yer alan kitabede 1250 yılında, Selçuklu Sultanı II. Keykâvus’un hükümdarlığı zamanında Selçuklu Veziri Sâhib Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırıldığı yazar...
Medrese açık avlulu, eyvanlı, dikdörtgen bir plana sahip. Arkada dediğim, güneybatıdan anıtsal bir taç kapıdan giriliyor ki bugün kapalı, önden, bahçeden vermişler girişini. Çok sayıda devşirme malzeme kullanıldığını görüyorum, sütun başlıkları gibi. Birer kapı ve pencere ile avluya açılan öğrenci odaları ocak ve dolap nişleri ile donatılmış. Konu mankenleri ile icra edilen işler anlatılmakta. Nedense pek sevmiyorum böyle cansız mankenleri fotoğraflamayı, pas geçiyorum. Şöyle biraz mekanı ve zamanını yaşamaya, algılamaya çalışmaktayım. Derken başka ziyaretçilerin de girmesiyle sessizlik bozuluyor, orada burada selfie çekenler tadını kaçırıyorlar mekanın.
Geldiğim yoldan geri, biraz ilçenin içlerine giriyor, parke taş yolda ilerliyor ve ÖE’nin yerini öğrenip, şöyle minik bir daire çizip önüne varıyorum. Çevresi bana biraz boş gibi geldi. O zamanlar bu kadar çayır ortasında hatırlamıyorum burasını. Ama binaya girince hatırladım içini. Yerim ayrılmıştı ancak çalışanı bulmanız lazım. Arkada balkonda oturuyor. Kaydım alınıyor, 400- karttan çekiliyor, bisiklet için de arkaya dolanıp alt katta bir yer gösteriliyor. Oda 209, neyse asansör var. “Akşam düğün olacak diye size arkadan verdim, ses rahatsız etmesin” diyor çalışan. Tamam. Çift yataklı, fena olmayan bir oda. O zamanki turumda en iyi oda demişim. Gezi notlarıma bakınca okudum. Hep o zaman diyorum da; 2016 yılının mayıs ayında iki gün kalmıştım burada. Güzelce gezmiş, hoş insanlar tanımıştım. Buradan okuyabilirsiniz > [bisikletle]Türkiye: Güney (Çay-Akşehir). Duş alıp Derinkuyu’daki iki oteli arayıp fiyat alıyorum. 300 ve 400 kişi başı deniliyor. Kahvaltı yokmuş. Sanki 400’lük daha iyi gibi göründü fotolarından. Gerçi ne yerlerde kaldım. Fazladan 100 vereyim mi, bilemedim. Yarın bir de belediyeyi arar sorarım durumu. Belki başka otel veya misafirhane vardır.
Çok da geç olmadan çıktım, 2 buçuk gibi. ÖE’nin karşısında, eskiden cezaevinin bulunduğu, müzeydi, yıkmışlar ne hikmetse, halbuki iyi bir anı ve belki de ibretlikti. Yürüyerek geçtiğim arazi sonrası Google’a Lezzet Lokantası yazıyorum (o zaman yediğim yer) ama beni bir et lokantasına götürüyor. Pek bu değildi diye düşünüyorum. Pide de yazıyordu camında ama sormadım sulu yemek var mı diye ve yürüyerek ve tarif alarak Arastayı bulmak istiyorum. Yemen Kahvesini görmemle az buçuk oryantasyon yapabiliyorum. Alınan tarifle Arastaya, oradan Öksüzler Helvacısı Muharrem Beyi bulmaya. Yedi sene önce tanışmış hoş bir dostluk kurmuştum. Merhaba demek ve hafızamı tazelemek için dalıyorum dükkana. Kendi depoda, oğlu burada. Sonra uğrayacağımı, ama önce Etnografya Müzesine kapanmadan gitmek istediğimi, sulu yemek pazar günü bulunamayacağından pideci soruyorum. “Az ileride yan yana iki tane var, Lale’ye gidin, bizden geldiğinizi söyleyin.” Lale kapalı, yanındaki Aydın Pideye giriyorum. Peynirli, üzerine de domates biber atar mısınız? Yanına bir de ayran. Çok susamışım, bir de su istiyorum. Güzel bir pide geliyor, onların ifadesiyle gevrek, yani iyi pişmiş bir hamur, yanına da söğüş domates kuru soğan ikram. Afiyetle doyuyorum 95 liraya. Tarif üzerine Etnografya ve karşısında Ulucami’yi buluyorum. Pazar nedeniyle çoğu dükkan kapalı. Çarşıda hareket yok.
Akşehir Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Rüştü Bey Konağı’nda. Girmeden önce biraz bilgi edinelim. Şöyle anlatılmış: Konağı yaptıran Rüştü Bey, Akşehir müstantikidir, yani o dönemdeki sorgu hakimi. İlçede kendi adına bilinen iki yapısı var. Bunlardan biri 1904’de yaptırılmış Rüştü Bey Hanı, diğeri I. Dünya Savaşı başlarında yapımına başlanan, Türk ve Ermeni ustaların çalıştığı bu konak. Bodrum ve zemin kat üzerine iki katlı, ahşap taşıyıcılı, kerpiç ve taş malzemeli ikiz ev olarak planlanan yapının bir bölümünde Rüştü Bey’in oğulları, diğer bölümde kendisi otururmuş. Bugün üst 2 kat müze, odalara dağılmış vaziyette. Birinci katta arkeolojik eserler sergileniyor, Neolitik, Kalkolitik, Demir Çağı, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait. İkinci katta etnografik eserler. Bunlar geleneksel kıyafetler, tepelik, muskalık gibi takılar, para keseleri, bakır kaplar, ok ve yay takımı, kesici silahlar, zırh, çevre, bohça peştamal ve takunyalar. Aynı zamanda müzeye adını veren Nasreddin Hoca'nın ''Ye Kürküm Ye'' fıkrası odalardan birinde canlandırılmış. Diğer odalarda ise ''Sıra Yarenleri'' ve ''Akşehir Gelin Odası'' görülüyor. Orta salonda ise 13. yy ahşap işçiliğini gösteren, Seyyid Mahmud Hayrani türbesinin (13. yy) Selçuklu Dönemine ait ahşap kapı kanadı ile Şeyh Eyyüb Türbesine ait (14. yy) ahşap sanduka sergilenmekte.
Daha önceki gelişimde de gezmiştim, bugün de geziyor, hoşuma gidiyor. Küçük bir müze ama keyifli. Ve karşındaki Ulucami’ye giriyor fotoluyorum. Kapısında 1210 yazılmış tarih olarak. Ancak kesin olarak bilinmiyor. Sadece minaredeki kitabede 1213 okunuyormuş. Camiyi de buna dayanarak tarihlendirmişler. Çini mozaik tekniğinin uygulandığı mihrabı, kesme taşlarla örülü kare kaideden sonra gelen, çinili sekizgen pabuç üzerine silindirik formlu tuğla minaresi ile güzel bir Selçuklu eseri.
Güdük Minare ve Küçük Ayasofya’yı bulmak için birilerine adres soruyorum. İlki bilmiyor. Sonra gelen motorlu bir beye soruyorum. O da tam çıkartamıyor ama diğer yerleri sayıyor: Seyyid Mahmut Hayrani Türbesi ve Sultan Beyazıt’ın öldüğüne inanılan Ferruhşah Mescidi. Gelin sizi motorla götüreyim teklifini ediyor. Tamam diyorum da, tedirginim motorun arkasında. Bir aksilik olur düşeriz falan, bir de sakatlanmayayım. Doğru mu ettim bilemiyorum? Tanımadığım adama da arkadan sarılamayacağıma göre tutunmak için arkadaki bagajı kavrıyorum. Motorda da arkada oturmak kadar sıkıntılı bir şey olamaz herhalde. Ali Bey ismi, beni güzelce gezdiriyor. Bol bol da sohbet ediyoruz. Sırasıyla, Nasrettin Hoca Evi, Akşehir Evi’nde birer kahve içiyoruz. Sonra Hıdırlık Tepesine çıkıyor orada da birer çay içiyor (10x2=20-) ve motoruyla güzel bir tur attırıyor ilçe içinde, Nasrettin Hocanın türbesi dahil. Ardından beni Öksüzler Helvacısına bırakıyor. Kendisi de eve, güreş izlemeye gidiyor. Kazasız belasız nefis rehberlik etmiş oldu bana. Ne kadar teşekkür etsem azdır. (Bu yerlere ait bilgileri önceki gelişimde verdiğimden tekrar etmiyorum. Orada okuyabilirsiniz)
Öksüzler’de Muharrem Beye kendimi hatırlatmaya çalışıyorum. Pek hatırlamıyor. Foto da çekilmediğinden elde belge yok. Ama olayları ve detaylarını anlattıkça belki biraz hafızası canlanıyordur. Ben de kaleme almamış olsaydım bu kadarını hatırlamazdım. Akşehir’den, işlerden, depremden vs. güzelce sohbet ediyoruz. Her iki kişiden de edindiğim izlenim, iktidardan hoşnut değiller ve buraya yaptığı kötülük. Gerek yıkımlar ve kaynağın büyük şehre aktarılmasıyla Akşehir’e bir şeyin kalmaması, kalanın da yandaşlara harcanması. Rant rant rant diyorlar. Haklılar, sadece burada değil, ülkenin her yerinde uyguladıkları bu. Ve de ucuz iş gücü olarak küçük ölçekli imalat sanayisinin can simidine dönüşmüş durumda olan Suriyeli mülteciler. Devamlı çocuk doğurdukları, burada iki karılı olup, 3’üncüyü de Suriye’den alıp gelmeleri, gelenin de hamile olması. Bebeler burada doğuyor, vatandaşlık elde ediyor. Para yardımı, sağlık hizmeti falan, yandaş seçmenini hazırlıyor böylecene... Bana nefis bir köpük helvası ikram ediliyor, yanında sıcak yufka ile. Müthiş bir lezzet, önceki gelişimimde de yemiştim. Bunu tur öncesi yiyerek pedallayacaksınız. Jet gibi uçarsınız : ))
Saat 7 oldu, hava serinledi, üşüdüm. ÖE’nin yolunu tutuyorum. Düğünün misafirleri gelmişler bile. İç odalarda gelinin hazırlığı var. Bahçede orkestra çalmaya başlamış. Gece kalmak isteyenler oda ayırtıyorlar resepsiyonda.
Oda arkada da olsa düğünün sesi gelmekte. Ama önde olsaydı herhalde tam içinde olurdum. İyi düşündü sabahki çalışan. Müziğimi dinliyorum. Pat Metheny Group. 12 Ekim 1995 tarihli Tokyo U-Port Hall'daki konserlerinden bir kayıt; This Is Not America. Pat Metheny (gitar), Lyle Mays (piyano, klavye), Steve Rodby (bas, çello), Paul Wertico (davul), David Blamires (vokal), Mark Ledford (vokal, perküsyon, trompet) ve Armando Marcal (perküsyon).
- Akşehir ÖE 0332 8136310
Yunak-Akşehir
Tur tarihi: 10 Eylül 2023
Alınan yol: 64,75 km
Ortalama hız: 22 km/s
En yüksek hız: 43,6 km/s
Bisiklete biniş süresi 2 s 56 dk, dışarıda geçen süre 3 s 40 dk
En yüksek sıcaklık 26 ˚C, en düşük 18 ˚C, ortalama 20,8˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 254,9 m, kaybı (iniş) 313,5 m
En düşük yükselti 954,1 m, en yüksek 1081,8 m
Garmin yol bilgileri Yunak-Akşehir
Relive yol bilgileri Yunak-Akşehir
08.19 hareket saatim. |
Yunak Belediyesi |
Yunak’tan dik bir yokuştan inerek ayrılınıyor. |
Ana yola kadar pedal çevirmeden neredeyse gidiyorum. |
onya yoluna tekrar bağlandım, dünkü yolum. Güvenlik şeridi geniş, asfalt kaymak, sabahın serinliğinde sürüyorum. |
Karayolları ekibi yoldaki bariyerleri çakıyor. İki ekip olarak; biri çakıyor, arkadan gelen uzunları monte ediyor. |
Fazla trafiğimiz yok, belki de pazar nedeniyle. Düz bir ovadayım. Konya tahıl ambarı derlermiş ama esas burasıymış ambar. Dün anlatıyorlardı. |
Uzakta kalabalık bir koyun sürüsü. Kuru, biçilmiş otların içinde ne buluyorlar acaba yiyecek? |
Yumak Belediyesine ait GES. |
Karayolları ekibi çalışmakta. Asfaltlama yapılıyor. |
Asfaltı seren makinalar öylesine büyük ki. Acaba iki şeridi tek seferde mi döşüyor? |
Sağımda küçük, 7-8 haneden, belki de daha az, oluşan bir yerleşim var. |
Önlerinde ayçiçeği tarlası. Ama bazılarının kafalarını naylon torba geçirilmiş. Neden acaba? Kuşlar yemesin diye olabilir mi? |
Yol dümdüz, hiç bir dönemeç yok. Sıfır eğim. |
Asfalt kaymak, yeni dökülmüş. Güvenlik şeridi geniş, oradan sürüyorum. Zaten gelen giden de fazla yok, istersen yoldan git. |
Akşehir diye sağdan ayrılıyorum. Binaları gözüktü bile. |
10.53, Akşehir’deyim. |
Bir müddet şehir girişi için geriye, Çay tarafına doğru gidiliyor, sonra… |
… soldan Şehir Merkezi diye sapacağım. |
İki yanı ve ortası ağaçlıklı bir yoldan dimdik merkeze doğru giriyorum. |
Taş Medrese’yi (müze) görünce bari ziyaret edeyim, buraya kadar da yürümek zorunda kalmam. |
Bisikleti yüksek bir basamağı atlatıp bahçesine park edip dalıyorum. |
Burada Selçuklu ve Osmanlı Dönemi mezar taşları, sandukalar... |
Sandukalar bilirsiniz, mezarların üzerine yerleştirilen mermer tabutlardır. |
Kocaman erzak küpleri sergilenmekte. |
Pithoslar/Erzak Küpleri |
Taş Eserler Müzesi; Sahip Ata Medresesi olarak da bilinmektedir. |
Medrese açık avlulu, eyvanlı, dikdörtgen bir plana sahip. |
Birer kapı ve pencere ile avluya açılan öğrenci odaları ocak ve dolap nişleri ile donatılmış. |
Çok sayıda devşirme malzeme kullanıldığını görüyorum, sütun başlıkları gibi. |
Akşehir ÖE |
Akşehir ÖE |
Akşehir demek Nasrettin Hoca demek. |
Yürüyerek ve tarif alarak Arastayı bulmak istiyorum. |
Kölen olayım durumları… :)) |
Aydın Pide |
Ulucami |
Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi |
Gaga Ağızlı Testicik |
Depas |
İkinci katta etnografik eserler sergileniyor. |
Kutsal Ekmek Kutusu |
Bakır Mutfak Eşyaları |
Satyr |
Unguanterium/Koku Kabı |
Tütsü Kabı - Kyliks |
Ulucami İçi |
Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi |
Akşehir Akademisi Vakfı |
Seyyid Mahmut Hayrani Türbesi |
Ferruhşah Mescidi |
Ferruhşah Mescidi |
Nasrettin Hoca Evi |
Nasrettin Hoca Evi |
Güdük Minare Camii |
Güdük Minare Camii |
Güdük Minare Camii |
Akşehir Evi |
Nasreddin Hoca Türbesi |
Köpük helvası; Öksüzler Helvacısı |
ÖE’de düğün başlamış bile. |
[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri...
Bolu–Mudurnu, 50 km
Mudurnu-Nallıhan, 50 km
Nallıhan-Mihalıççık, 63 km
Mihalıççık-Sivrihisar, 69 km
Sivrihisar-Emirdağ, 61 km
Emirdağ-Yunak, 66 km
Yunak-Akşehir, 64 km
Akşehir-Kadınhanı, 76 km
Kadınhanı-Konya, 66 km
Konya-Çumra, 60 km
Çumra-Karapınar, 77 km
Karapınar-Ereğli, 68 km
Ereğli-Ulukışla, 56 km
Ulukışla-Bor, 61 km
Bor-Çiftlik, 50 km
Çiftlik-Niğde, 42 km
Niğde-Derinkuyu, 60 km
Derinkuyu-Ürgüp, 42 km
Ürgüp-Hacıbektaş, 71 km
Hacıbektaş-Kırşehir, 54 km
Kırşehir-Kaman, 64 km
Kaman-Keskin, 47 km
Keskin-Kırıkkale, 37 km
İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Misya’dan Karya’ya (Tire-Selçuk)