28 Eylül 2023

[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri... (Ürgüp–Hacıbektaş)


26 Eylül 2023, Salı / Ürgüp - Hacıbektaş, 71 km (24. gün)

 

Odanın içine gün ışığı zayıf girdiğinden uyanmam daha nazlı oluyor. Gerçi 5 gibi bir uyandım, sonra buçukta ezan sesi, ama kahvaltı 8’de olduğundan 7’de başlıyorum hazırlanmaya. Önce çantaları sonra da bisikleti odadan çıkartıp girişe taşıyorum. Yükleme işleri sırasında akşam personeli gayet nazik. Burada tüm personel zaten son derece nazik, kahvaltıyı size daha erken verebiliriz diyorlar. Ben de hazırlanmış tabaklardan birini seçip, yemediğim reçel-tereyağı-yumurta gibi malzemeleri bırakıp kalanla karnımı hafif doyuruyorum. Dün bir baş dönmesi oldu bende. Akşamüstü gösterdi, sonra akşam da ÖE’nin lokalinden çıkarken salladı. Sabah merak içinde kalktım. Acaba geçti mi? Tam da geçmemiş. Yoksa ben kendimi fazla mı yoklamaya başladım?


ÖE’den ayrılışım 08.05. Hemen önünden giden, parke taşlı yolun yokuş başına kadar olan kısmını itiyor, sonrasında dikkatlice sürüyorum. Taşların araları az açık. Birbirine değmiyor, teker girebilir. Ama burası kestirme olmalı ki sürekli araç çıkmakta. Çoğu da sanki okul servisi. Bugün yolum Hacıbektaş’a, 62 km gibi. Ama son bölümde bir 400 m yükseliş olacak. 

 

Asfalta çıkıp Avanos diye devam. Tur otobüsleri yolcularını almakta. Bölge son derece turistik. Her köşede yabancılar dolanıyor. Karasal iklimde gece gündüz farkı büyük olur. Hava serin, günün bu saatinde. İki yanım da ağaç, güneşi kapatıyor. Daha da soğuk oluyor, 13,6 °C. Yönüm kuzey. Saat 08.16. 1044 m rakım. 900’lere inecek sonra 1300’lere çıkacak. Ama Avanos’a kadar düz. Asfalt kaba imiş, aşınmış bölümler kaymaklaşmış durumda. Çok fena sabah trafiği var. Üstelik de acayip hız meraklısı bu insanlar. Yol düz sayılır, hafif bir çıkış oluyor. Geldiğim tepede bekleyen bir tur otobüsü, yolcular vadinin fotolarını çekmekteler. Peri bacaları başlamış. Ben de yanaşıp bisiyi ağaca dayayıp fotolar çekiyor kaptanla konuşuyorum. Portekizlilermiş. İleride havada balonlar uçuyor. Herhalde çok eğlenceli olsa içinde olmak. Pahalı ama diyor. 230 avro mu ne.

 

Bu noktada yol ikiye ayrılıyordu. Sağdan Avanos denilmiş, sol Zelve-Göreme diyor. Kaptana soruyorum, soldan gidersem de Avanos’a çıkar mıyım? Evet diyor, vadiyi görmek istersen bunu yap. Ve yokuş aşağı inen yol beni tam peribacalarının ortasından götürmekte. Çorak bir arazi olmasına karşın büyüleyici bir görünüme sahip. Durup videolar fotolar çekmekteyim. Sabah ışığı da peribacalarının hacimlerini daha da belirgin ortaya çıkarmış. Yüzlerce yıl önce bu platoda bir volkanik olayın yaşanmış olduğu ve bunun sonucunda ortaya yumuşak volkanik taşlardan masalsı görüntüler ortaya çıktığı biliniyor. Doğa ananın elinden çıkan bu harika manzaranın kendine ait başka oluşum hikayeleri de var ama bunlar efsane niteliğinde: Yüzlerce yıl önce bir savaşçı, kralın kızına aşık oldu ve beraber kaçarlar. Onları takip eden kralın öfkeli adamları Ürgüp vadisine akın ederler. Savaşçı burada ordudan kurtulmak için bir mucize olsun diye dua eder ve işte o anda olanlar olur. Tanrı yardım eder ve tüm orduyu taşa çevirir. Peri bacalarının bugün dahi kralın ordusu olduğuna dair efsaneler dönüp dönüp durur...

 

Geldiğim bir yol ayırımında gene geçen arabaya sol Avanos’a gider mi diye soruyorum. Aslında Google’dan bakmıştım ama neme lazım, bazen yanılabiliyor. Büyüleyici ve gizemli coğrafyanın içinden, Zelve’den sürüyor yolum. Açık Hava Müzesine girmiyor, balonların start aldığı alanın kenarından geçip, uçan balonların bol bol foto videolarını çekerek, devam pedallamaya. Kapadokya’nın adlarından biri olan Katpa Tuka’nın eski Pers dilinde “Güzel atlar ülkesi“ anlamına geldiği söylenir. Rivayete göre; Roma İmparatorluğu ve Persler arasındaki savaşlarda Persler galip gelerek Kapadokya bölgesini ele geçirmişler ve bu bölgede yetişen çok güçlü ve güzel atları da ganimet olarak almışlar. İşte bu atlardan dolayı da söz konusu bölgeye "Katpa Tuka" denilmiş.

 

Hava 17,8 derece oldu, sıcak asfalt bir yoldan gidiyorum, tek şerit, güvenlik şeridi de var. Ortalamam 18 km/s, kuzey yönündeyim, 13 km geride kalmış, %-2 ile iniyorum, rakım 978 m. Saat şimdi 09.14, bir kavşağa geldim. Sol Göreme-Nevşehir, sağ Avanos’tu. Ve sağdan Avanos’a doğru pedal çeviriyorum. Her şey turist için hazırlanmış buralarda. At çiftlikleri geçiliyor, balonlarıyla uğraşan baloncular geçiliyor (söndürüyorlar galiba). Zaten gelirken de arkasında çektiği alette sepetini taşıyan 2-3 araç da görmüştüm. 


Kızılırmak’ı bir köprüyle geçiyor Avanos Şehir Merkezi diye giriyorum. Kızılırmak, Sivas’la Erzincan arasında bulunan Kızıldağ'dan doğuyor. Kızıldağ da, anlaşılacağı gibi ismini kırmızı toprak yapısından almakta, nehir de suyunun renginden. 1355 km uzunluğu ve kendisine katılan sayısız dereleriyle ve çaylarıyla Türkiye’nin en uzun nehri. Üzerinde sekiz baraj bulunuyor. Doğduğu noktadan batı yönüne doğru akarken Avanos’ta yön değiştirip kuzeybatıya dönüp Bafra’dan Karadeniz’e dökülür. Avanos da, Kızılırmak’ın iki yakasına kurulmuş bir ilçemiz. Hititlerden beri çarkla çanak-çömlek yapıldığı bilinmekte. Bu el sanatı kavimden kavime, babadan oğula geçerek günümüze kadar ulaşmış.


Gelmişken ÖE’yi de göreyim bakim ner’deymiş? Çok pahalı fiyat söylemişlerdi, iptal ettim o nedenle burayı. Avanos güzele benziyor. Öyle mağara otel, kilise vs. yok burada görünürde. Sanki Ürgüp’ten daha büyük gibi. Kızılırmak’a paralel sürüyorum. ÖE az merkez dışında, 1 km kadar. Ama su kenarında değil, içerlek yeni bir bina. İlçenin müzeleri; Güray Müze ve Kapadokya Yaşayan Miras Müzesi. Ama bir üçüncü müze var ki dünyanın en ilginç müzeleri listesinde ilk 10 arasında; Avanos Saç Müzesi. Hikayesi de en az kendisi kadar ilginç: Müzenin sahibi olan Galip Bey bir çömlek ustasıdır. Bir gün çalıştığı atölyeye Fransız bir turist kadın gelir. Bu tanışıklık güçlü bir arkadaşlığa dönüşür. 3 ayın sonunda ülkesine dönecek olan Fransız kadın kendisini hatırlaması adına Galip Bey’e bir tutam saç bırakır. İlerleyen zamanlarda atölyedeki saç diğer kadın turistlerin de dikkatini çeker ve onlar da saçlarından bir tutamı duvara iliştirirler. Bu durum, bir zaman sonra Avanos Saç Müzesi adlı bu özel mekanı doğurur.

 

Avanos’u gezip görmek için bir gün gelip kalmak isterim. Belki mevsim dışı olursa ÖE’de daha ucuz fiyat verir. Veya otel/pansiyon ararım. Ayrılıyorum ama önceden Hacıbektaş ÖE’yi arayıp gelişimi teyit ediyorum. Hani odamı vermesinler başkasına, ses çıkmadı diye. İlçe çıkışında bolca tuğla fabrikaları var. Şimdi tek şerit bir yoldayım. 50 km yazdı Hacıbektaş’a. 28’inci km.de solda bir gölet gibi, küçük su birikintisi görüyorum. Herhalde Kızılırmak’a dahil. Güzel bir manzara, kıyısında üçgen çatılı da bir ev var. İyi yere kondurmuş. Sağımda mevsimlik işçilerin çadırları, yaşam alanları. İlerde de görüyorum, gene mevsimlik işçilerin çadırlarını, su kenarına kurmuşlar. Türkiye'de genel olarak aileleri ile göç eden mevsimlik işçiler, çalıştıkları yerde gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan birçok sorunla karşı karşıya kaldığı, düşük ücret, barınma koşullarının elverişsiz oluşu, beslenme, güvenlik, sağlık, ulaşım konularındaki yetersizlikler olduğu sıkça dile getirilmekte. Gerçekten, yakınlarından geçerken içler acısı durumu görüyorum.

 

Ayhanlar Barajı, sağda gösterilmiş. Ama 10 km içeride. Sulama amaçlıymış. Yolda “domuz çıkar” uyarı levhaları var. Avanos’ta sürek avı yapıldığını okumuştum. Bağ ve bahçeye zarar veren domuzlara karşı. Yaban domuzu; çok iyi tat ve koku alır. 20’li sürüler halinde gezerler. Hem otobur, hem de etoburdur. Bitki kökleri, sebze, meyve, sürüngen ve böceklere kadar neredeyse her şeyi yer. Ortalama 1,5 m uzunluğunda, 1 m yüksekliğinde olurlar. 300 kiloya kadar çıkabilirler. Bir kerede 12 yavruya kadar doğurabilir. Sıcağı çok sevmezler, gündüz uyur, gece gezerler. En büyük düşmanı insandır. Tek büyük faydası yiyecek bulmak için toprağı kazarak havalanmasını sağlamaktır... derken, vay be, tarladan bir şahin havalanıyor. Kalktı uçtu uçtu gitti. Çok heyecan verici oluyor şahin görmek. Genelde her turumda çıkıyor karşıma, ama hiç resmini çekemedim. Hemen sezip kaçıyorlar. Fotoya izin yok : ))

 

Nevşehir’in ilçelerinden Gülşehir’e yaklaştıkça gene o tüf kayalar içine oyulmuş mağara durumları görülüyor. Nedense Avanos, Ürgüp, Göreme, Zelve, Uçhisar’ı çok duyduk ama Gülşehir pek bilinmiyor. Ve saat 10.34 oldu, hava 23,4 °C. 40’ıncı kilometredeyim. 20,4 km/s ortalamayla batı yönünde gidiyorum. Rakım 915 m. İki yanım yonca ekili. Solumda akan Kızılırmak, Gülşehir nehrin diğer tarafında. Doğan’ın memleketi. Gir bir bak demişti ama şimdi 1 km gir aynı yoldan çık pek de sevmediğim bir durum, devam ediyorum. Ama buraya da başka bir zaman gelmek-kalmak isterim. Bir kilisenin (Az. Jean) bir de Silahdar Karavezir Mehmet Seyyid Paşa’nın (*) yaptırdığı külliyenin bulunduğunu okumuştum; cami, medrese ve çeşmeden oluşan.

 

(*) Gülşehir'de, o zamanlar Kırşehir’e bağlı Arabsun kazasının Karacaşar köyünde 1735 yılında dünyaya gelen Silahdar Seyyid Mehmet Paşa, XVIII. yüzyıl Osmanlı sadrazamlarından biridir. Küçük yaşta İstanbul'a gelip zekası ve başarısı sayesinde sadrazamlığa kadar yükselmesi takdir edilecek bir durumdur. Sadrazam olmasıyla birlikte devlet içindeki faaliyetleri ve ıslahatları, dış siyasette Avrupalı devletlere karşı başarılı politikaları gibi durumlardan dolayı Silahdar Seyyid Mehmet Paşa, I. Abdülhamid tarafından övgüyle bahsedilen birisi olmuştur. Başarılı bir devlet adamı olmasına karşın iki yıla yakın kısa süren bir sadaret hayatı çalışmalarının yetersiz kalmasına neden olmuştur.

FibHaber


Ve Nevşehir’den gelen yola bağlanıp duble yolda ilerliyorum. Dalgalı kaba bir asfalt, eskimiş. Güvenlik şeridi var ama gidilecek gibi değil. Ankara yolu bu aynı zamanda. Kızılırmak halen solumda, benle birlikte akmakta. Ve 48,5’inci kilometrede günün tırmanışı geliyor. %5’den 2 km.lik bir tırmanışın işareti var sağda. Hava 21,6 °C, saat 10.58, ort. 30,6 km/s. 942 m.den başladık. Kuzey yönündeyim. %4’le gidiliyor şimdi. Hacıbektaş için bir 400 m irtifa kazanmalıyım. 1300’lere yükselmem gerek. %5 demiş ama öyle beş meş değil, 9’u da gösteriyor. Bu arada sinekler de ortaya çıkıyor, kafamın etrafında uçuşuyorlar. Bir de bu bölgede nahoş bir koku var, bok değil ama ona benziyor. Arkamdaki TIR, o da benle beraber çıkıyor, 12,5 km hızla. Yarışır gibi olduk. Böyle arkanda ağır bir vasıtasının motor sesi, bir canavar gibi peşinde. Bıraksam önüme geçmesini bu sefer egzoz kokusunu soluyaca’m. Uzaklaşmaya çalışıyorum ama pek de kolay değil. Şimdi biraz düzeldi eğim, 1035 m oldu. 300 m daha var. Kamyon da solladı uzaklaştı. Gümüşkent, Pekmez Diyarına Hoş Geldiniz denilmiş. Zaten bu bölgenin tamamı bağcılık, üzüm. Şarap da ona bağlı olarak var. Ancak pekmez kaynatma olayı yalnız önemli bir sağlık meselesi. Yüksek sıcaklıkla üretilen pekmez kanserojen oluyor. İnsanlar sanırlar ki genelde köyde üretilen, evde üretilen her şey daha sağlıklı; yok odun ateşinde pişirdim, yok organik ektim... Hiç değil! Doğru şekilde üretilemeyen her şey riskli. Organik kelimesi de ayaklara düştü zaten. Gübrelemedim, ilaçlamadım, organik oldu. Yakın çevrede durum aynı değilse seninki hiç organik değil. Lafla organik olunmuyor.

 

İkinci işaret de %5 ve 2 km demiş. 1123 m.den tekrar başladık tırmanmaya. Saat 11.18, hava 21,4°C, ortalamam 20,1 km/s, yönüm kuzey. Bu arada tek çentiğe de düşmüş batarya ve 56,1 km.de ikinciyi takıyorum. Saat 11.20, hava 21,8 C, ort. 20 km/s. 1142 m.deyim, 200 m daha kaldı. (...) Bu ikinci tırmanış da 1200’e çıkarttı. Ancak 1200’de bitmedi tırmanış, köşeyi döndüm tekrar devam ediyor. Burası da %9’u gösteriyor, 5 yazsalar da. Kar direkleri var burada. Kışı farklı geçiyor anlaşılan. Rüzgar sağımdan esmekte. Araya ağaçlar girince kesiliyor. 1329’ye çıktım, devam ediyorum 1350’ye doğru. Saat 11.43. 10 km gibi bir şey kaldı. Ort. 19,4 km/s, hava 22,4 °C.  %3’le çıkıyoruz. Ve sonunda 1342 m.ye çıkmış oluyorum. Bu yükseklikte artık devam edecek yolum Hacıbektaş’a doğru. Bazı ağaçların yaprakları sararmış. Sarı yeşil karışık çok güzel duruyor. Tarlalarda biçilen ekinler sonrası kuruyan kısımlar sarı-turuncu arası bir renge boyamış çevreyi. Şimdi düz gidiyor yolum. Aklıma bir kelime geldi, ne de çok kullanan vardır; Gâvur. Müslüman olmayan kişileri belirtmek için kullanılan aşağılayıcı bir sıfat. Osmanlı Devleti döneminde Farsça gebr sözcüğünden dilimize girmiş ve bu dönemde gayrimüslimleri, özellikle de Rumları nitelemek için kullanılmıştır denilmekte. 1856 yılında ilan edilen ve Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan, hangi dinden olursa olsun herkesin birbiriyle eşit haklara sahip olmasını öngören Islahat Fermanı ile birlikte, Gâvursözcüğünün de içinde bulunduğu pek çok küçük düşürücü kelime yasaklanmış. Ama gelin kelimenin köküne inelim: Pehlevice ‘Gabra’, Süryanice ‘Gabra’, Aramice ‘Gebar’ ya da ‘Gabar’, Almanca ‘Gabr’i, İngilizce ‘Guebers/Ghavers’, Fransızca ‘Guèbres’ adıyla dile getirilenler İran’daki Zerdüştîlerdir. Zerdüştîler tarihte iki büyük göçe zorlandılar. İlki Büyük İskender zamanında, ikincisi de Hz. Ömer’in İran’da hakimiyet kurma savaşları esnasında gerçekleşmiştir. Her iki savaş sırasında Zerdüştîler, diğer adıyla Gebriler büyük ölçüde Hindistan’a gitmişlerdir.

 

Yaklaşık 3500 yıl önce İran‘da ortaya çıkan Zerdüştlük; cennet–cehennem, Mesih, iyiyle kötünün savaşı, özgür irade gibi temaları ve felsefesiyle

Semavi dinleri etkileyen, kadim bir Orta Doğu dini. Zerdüşt adlı peygamberin kurduğu inanışta, tanrı Ahura Mazda “ışıkların ışığı” olarak tanımlanıyor ve su, hava, toprak ve ateş gibi doğa elementleri kutsal ve arındırıcı sayılıyor.

Aksözlük


Bir başka ifadeyle; Gâvur sözü, Arapçadaki kâfir (=Tanrı’yı reddeden) kelimesiyle karıştırılmamalıdır. Yani TDK.nın “Müslüman olmayan kimse / Dinsiz kimse / Merhametsiz, acımasız, inatçı kimse” açıklaması doğru değildir denilmekte!

 

Yol çalışması işareti geliyor. Karşı şeride geçiyor, bir süre sonra tekrar sağ şeride geçiyoruz. Hacıbektaş yazısı önünde çekilen foto ve devam. Ancak yol öylesine dar ki, arkadan gelen TIR için yandaki daracık güvenlik şeridine kaçıyorum ama neredeyse sıyırarak geçiyor. Yavaşlamıyor da davar. Rüzgarı bile yetiyor sarsmaya. Geldiğim ayırımda sol Şehir Merkezi - sağ Çilehane. Buraya yürüyerek gelemem. Bisikletle Çilehane’ye doğru çıkıyorum. Tepede bir yerde. Kemal Kılıçdaroğlu Kültür Merkezi diye de isimlendirilmiş. Ama işin ilginci buradan Avanos diye ok da var. Aslında haritadan bulmuştum bu köy yolunu, ancak daha dik gibiydi. Yani iniş çıkış daha fazlaydı. Dedim karayolu hep daha rahat bir eğimdir diye girmedim bu yola.

 

Çilehane etrafını geziyorum. Deliklitaş’ta (**) insanlar büyük bir delikten girip küçük delikten çıkmaya çalışıyorlar. İnanışa göre; günahı olan insanların bu delikten çıkamayacakları, olmayanların rahatça geçebilecekleri yönünde. Dönen de görüyorum çıkan da : )) Çok şey var etrafta; Ozanlar Yolu’nda Alevi-Bektaşi anlayışında yedi ünlü ozanın heykelleri bulunmakta, Minder Kaya, Zemzem Pınarı, İz Bırakan Aydınlar Mezarlığı... Ziyaretçiler var, çokça. Kutsal sayılıyor ki, oraya buraya sürtünen, dua okuyan, çevresinde oturmuş bekleşen bir yığın insan görüyorum.

 

(**) Hacı Bektaş Veli 40 gün çile çekip 40. gün “Ya Hak” dedikten sonra bir delik açıldığına inanılan mağara.

 

Geldiğim yokuşu hızla iniyor. Şehir Merkezi diye düz devam ediyorum. Solda Nilgün & Sırrı Bektaş Kültür ve Sanat Evi diye yenice bir bina. Açık mı? Evet. Girip bisikleti gölgeye dayayıp yetkili beyle birlikte geziyor, sohbet ediyoruz. Çift burayı yapıp belediyeye devretmiş. Eğitim sanatsal olacakmış. Konferans salonu ve gösteriler için de dışarda bir amfitiyatro var. Odaları-sergileri geziyor, buraya ve geleceğine ilişkin bilgiler dinliyorum. Yeni açılmış. Cumartesi günü de bir sema gösterisi olmuş. Nilgün Hanım ve Sırrı Beyi kutlamak lazım, böylesine önemli bir mekanı ilçeye kazandırdıkları için. Ayrılıyor ve ÖE’yi işaretleyerek merkeze giriyorum. Alınan bilgiyle ÖE bulunuyor. Eyvah, dimdik bir merdivenle çıkılıyor mekana. Yanında da oyun salonu var, ÖE’ye ait. Md. Yrd. Umut Beyi arıyor, 10 dk sonra oradayım diyor. Bisikleti bu arada boşaltıp içeri alıyorum. Gelince kayıt yapılıyor, öğretim üyesi olarak sizden öğretmen ücreti alalım diye 100 lira ödeniyor ve No 101 bir geceliğine bana ait oluyor. Oda temiz, banyo da. Masasında Uğur Beyle sohbet ediyoruz. “Patates depoları” diyor, “oraya limon da koyuyorlar. Mersin’den buraya portakal-limon geliyor, depolara. Sahipleri iyi para kazanırlar. İçine TIR bile girebilir.” Anlattıklarından; hasat dönemine göre depolara yeşil gelen limonların nisan ayına kadar beklediği, renginin bu sürede sarıya döndüğü, kabuğunun inceldiği ve su oranının arttığı, en büyük boyların ihracata gittiği, diğerlerinin içi piyasaya sevk edildiğini öğreniyorum.

 

Duş alıp çıkıp yemek sorduğum 2-3 yerde sulu yemek yok. Gelirken gördüğüm bir yerde -Akçaoğlu Restoran- az az bulgur ve yeşil fasulye (dışarda yapılan şekliyle pek sevmesem de), önden yayla çorbası ile doyuruyorum karnımı 120 liraya. Sahibi karı koca çok huysuz tipler ama. Biraz geriliyor ortam. Ardından ilk ziyaretim Atatürk Evi Müzesi’ne. Sivas Kongresi sonrasında Ankara’ya dönen Atatürk, 22 Aralık 1919 tarihinde Hacıbektaş’a gelmiş ve bu evde Cemalettin Çelebi’ye misafir olmuş. Girişi ücretsiz olan mekanın üst katına çıkıyor, Baş Oda ve Yatak Odası olarak adlandırılmış odaları geziyorum. Atatürk’e ait olanların dışında değişik etnografik objeler de sergilenmekte. Burası 2001 yılında müze olarak ziyarete açılmış. 


Sırada, fazla uzak olmayan Hacıbektaş Müzesi var. Burası dergâh olarak kullanılmakta iken, 1925 yılında Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkındaki Kanun ile kapatılmış ve bünyesindeki eserler, Ankara Etnografya Müzesine gönderilmiş. 1958’de Vakıflar Genel Müdürlüğünce külliyenin restore çalışmaları yapılmış, Ankara Etnografya Müzesine gönderilen eserler geri getirilmiş ve 1964 yılında müze olarak hizmete açılmış. Taç Kapı olarak isimlendirilen, oldukça geniş ve yüksek, içerisi bir tüneli andıran kapıdan girilip ilk avluya geliniyor. Külliyede 3 avlu var: Nadar, Dergah ve Hazret avluları. Tüm yapılar da işlevlerine uygun biçimde bu avluların çevresine yerleştirilmiş. Bektaşiliğe özgü terimlere uygun olarak da bu yapılara, "mihman evi, aş evi, ekmek evi" gibi adlar verilmiş. Kendi içinde birer "ocak" şeklinde yapılanmış olan bu birimlerde, Mihman Evi BabasıAş Evi Babası olarak adlandırılan bir baba ve bu babaya bağlı "canlar" (dervişler) faaliyet göstermekte; bütün babalar da Pir Evi'nde postnişin olan Dede Baba‘ya bağlılarmış.

 

Müzede Üçler Çeşmesi, Aş Evi, Kızılca Halvet olarak anılan Çilehane, Pir Evi olarak anılan Hacı Bektaşi Veli Türbesi görülüyor (Mevlana’nın kabri daha şatafatlıydı, burası daha mütevazı), ayrıca Bektaşi dergâhına ait günlük kullanım eşyaları, el yazmaları, hat örnekleri sergilenmekte. Konuyu anlatmak için mankenler de kullanılmış. Ama bazı mankenler aynı. Tipler farklı yerlerde tekrarlanmış. Burası Bektaşiler/Aleviler için kutsal. Bahçesinde, içerideki yatırlarda oturan-yatan-uyuyan-sürtünen-dua eden-tespih çeken-çeşmeden akan suyu içen-kapıdan çıkarken ters dönüp çıkan... görüyorum.

 

1248 yılında Horasanda doğduğu ve 1337 yılında eski adı Sulucakarahöyük olan bugünkü Hacıbektaş’ta hakka yürüdüğü kabul edilen Hacı Bektaş-ı Veli, Hoca Ahmet Yesevi ocağında yetişmiş daha sonra İran, Irak, Arabistan ve Suriye üzerinden Anadolu’ya gelmiştir. Antep, Antakya, Maraş, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat ve Kırşehir’den sonra Sulucakarahöyük‘e yerleşen Hacı Bektaş-ı Veli, burada hoşgörü, insan sevgisi ve toplumsal eşitliği temel alan felsefesini yaymıştır.

 

Benzerlik ve farklılıklar ekseninde Alevilik-Bektaşilik hep tartışılır. Ancak okuduklarıma göre genel kanı; müşterek inanç esaslarına sahip olup bu esasları yerine getirme konusunda farklı yöntemler kullanan bu iki zümre, aradaki küçük uygulama farklarına rağmen aynı yolu kullanan, aynı hedefe yönelen rehberleri ve çıkış yerleri aynı zümrelerdir... şeklinde.

EskiEserler


Yürürken Arkeoloji ve Etnografya Müzesinin varlığını öğreniyorum. Kapanmadan yetişmek için koşturarak gitmekteyim, saat 16.30. Ama kapalı. Yani hiç mi çalışmıyor yoksa erken mi kapanmış? Bakıyorum son saat 17 yazılmış kapısında. Hızla Turizm İnfo’ya koşturuyorum, o da kapalı. Karşıdaki güvenlikçiden yeni çıktıklarını ama müze müdüriyetinin Hacıbektaş Müzesi içinde olduğunu öğrenmemle derhal oraya uçup müdire hanıma durumu anlatıyorum. Siz gidin müzeye ilgili kişiyi yollayacağım-açılacak diyor. Hadi gene koşturarak müzeye dön. Gelen giden yok, tekrar geri gitmeyeyim, telefonla arayayım diye numarayı ararken çıka geliyorlar. İki bey, biri müzeden sorumlu kişi, diğeri açıp-kapayan. 16.31’de çıktım diyor. Çıkamazsın, 17’ye kadar beklemelisin diyorum. Ve açılan müzeyi geziyorum. Çok büyük değil. Girişi takip eden ilk bölümde, Eski Tunç Çağı ve Hitit Dönemine ait gaga ağızlı, yuvarlak ağızlı testiler, geniş karınlı çömlekler, tek kulplu kase ve fincanlar, çift kulplu vazolar…, bu dönemin özelliklerini taşıyan örnekler var. İlk bölüme dik ikinci salonda ise Frig, Helenistik ve Roma devirlerine ait arkeolojik buluntular sergilenmiş. Frig kapları, çömlekçi çarkında biçimlendirilen çanak, çömleğin tek ve çok renkli örnekleri. Helenistik ve Roma devri eserleriyse genel olarak, süslü ve desenli testiler, tabaklar, kaseler, emzikli küpler olarak vitrinlerde yerini almış. İlk bölüme paralel üst (3.) bölümde, Osmanlı dönemine ait giysiler, çevreler, başlıklar, mekik, kilim gibi etnografik eserler ve bazı silahlar görülüyor. Hacıbektaş taş işçiliğine dair bilgilerin de sunulduğu bu bölümde, Hacıbektaş taşı diye tanınan, Onyx'den yapılmış hediyelik eşya örnekleri de var. Müzede yalın bir sergileme kullanılmış. Etnografta kısmı da güzel. Arkeolog Taylan Bey ile birlikte ayrılıyoruz müzeden, sohbet ederek. Buraya, Bektaşiliğe, Aleviliğe ilişkin bilgiler veriyor. Bir mobil uygulamadan söz ediyor, indiriyorum. Balım Evi olarak da bilinen Kadıncık Ana Evi ilginçtir, sabah erken gitmeden uğrayın diyor. Nasıl olur, kaçta açılır, erken çıkıyorum... derken, isterseniz şimdi gezdireyim sizi diyerek anahtarı istetiyor ve Akpınar Çeşmesi’nin arkasında bulunan Kadıncık Ana Evi’ne doğru yürüyoruz. Hacıbektaş'ın en eski yapılarından olan ve İdris Hoca'nın evi olduğu, Hacı Bektaş Veli'yi bu evde konuk ettiğini dinliyorum. Açılmasıyla başka ziyaretçiler de fırsat bilip benimle beraber giriyorlar. Ev, duvarlarla çevrili bir bahçe içinde, üç odadan oluşmakta. Birinci oda tek kemerli ve üç küçük penceresi bulunuyor. Bu odanın sol tarafındaki eğik duvar, yıkılmak üzere iken Hacı Bektaş Veli'nin eli ile düzeldiğine inanılıyor. İkinci odadan üçüncüye geçiş de var ama her odanın ayrı ayrı kapıları da mevcut. Odalardaki kalem işi süslemeler dikkat çekici. Mekan restore edilip 2021 yılında ziyarete açılmış.

 

Taylan Beyle vedalaşıp yarın ki, kurulmakta olan pazara gidiyorum. Pazarları gezmek en sevdiğim işler arasında-dır : )) Çok nefis biber çeşitleri, mandalina, domates çeşitleri, beyaz fasulye, hırtlak, patates soğan vs.ler alıcılarını beklemekte. Uğur Mumcu Parkı’nda kahve 35- olunca pas geçiyor, arada bir kahvede 25’e bulup vaz geçiyor çay alıyorum (6-). O da pahalı aslında. 5- oldu artık çay bu gibi yerlerde, 6 nereden çıktı? Öğrendiğime göre akşam 19’da Kültür Merkezi’nde bir şey yararına konser varmış. Odadan sarı montu alıp gidiyorum. Sahnede 4 müzisyen çalmakta. Biraz takılıp, Bim’den alınan abur cubur şeylerle ÖE’ye dönüp odada yazmaca şeklinde sonlanıyor günüm.

 

 

- Hacıbektaş ÖE 0384 4413119 / 0505 3750783 Umut bey Md. Yrd.

- Cabbar Otel 0384 441 2881 

 

 



 












Ürgüp-Hacıbektaş

Tur tarihi: 26 Eylül 2023

Alınan yol: 71,41 km
Ortalama hız: 19,2 km/s

En yüksek hız: 50,8 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 43 dk, dışarıda geçen süre 5 s 

En yüksek sıcaklık 30 ˚C, en düşük 14 ˚C, ortalama 20,7 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 966,8 m, kaybı (iniş) 773,9 m
En düşük yükselti 899,5 m, en yüksek 1386,8 m

 

Garmin yol bilgileri Ürgüp-Hacıbektaş

 

Relive yol bilgileri Ürgüp-Hacıbektaş


08.05 hareket saatim.


Tur otobüsleri yolcularını almakta. Bölge son
 derece turistik. Her köşede yabancılar dolanıyor. 

Asfalt kaba imiş, aşınmış bölümler kaymaklaşmış
 durumda. Çok fena sabah trafiği var.

Balonun sepeti taşınıyor.




Kapadokya, 60 milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve

 Göllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak

 tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgâr

 tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkan bölgedir.


Yokuş aşağı inen yol beni tam

 peribacalarının ortasından götürmekte. 


Çorak bir arazi olmasına karşın büyüleyici bir görünüme sahip.


Sabah ışığı da peribacalarının hacimlerini

 daha da belirgin ortaya çıkarmış.



Balonlar havada. 230 avroymuş uçmak.



Büyüleyici ve gizemli coğrafyanın
 içinden, Zelve’den sürüyor yolum.





Her şey turist için hazırlanmış buralarda. At çiftlikleri

 geçiliyor, balonlarıyla uğraşan baloncular geçiliyor...



Kızılırmak’ı bir köprüyle geçiyor...



...  Avanos Şehir Merkezi diye giriyorum.


Avanos güzele benziyor. Öyle mağara otel, kilise vs. yok

 burada görünürde. Sanki Ürgüp’ten daha büyük gibi.


Avanos’u gezip görmek için bir gün gelip kalmak isterim. 





Yolda “domuz çıkar” uyarı levhaları var. Avanos’ta
 sürek avı yapıldığını okumuştum. 


Solda bir gölet gibi, küçük su birikintisi görüyorum. Herhalde

 Kızılırmak’a dahil. Güzel bir manzara, kıyısında üçgen

 çatılı da bir ev var. İyi yere kondurmuş. 


Sağımda mevsimlik işçilerin çadırları, yaşam alanları.





Nevşehir’in ilçelerinden Gülşehir’e yaklaştıkça gene o
 tüf kayalar içine oyulmuş mağara durumları görülüyor. 

Solumda akan Kızılırmak, Gülşehir nehrin diğer tarafında. 






Nevşehir’den gelen yola bağlanıp duble yolda ilerliyorum. Dalgalı

 kaba bir asfalt, eskimiş. Güvenlik şeridi var ama gidilecek

 gibi değil. Ankara yolu bu aynı zamanda.







48,5’inci kilometrede günün tırmanışı geliyor. %5’den
 2 km.lik bir tırmanışın işareti var sağda. 



Bazı ağaçların yaprakları sararmış. Sarı yeşil karışık çok
 güzel duruyor. Tarlalarda biçilen ekinler sonrası kuruyan kısımlar
 sarı-turuncu arası bir renge boyamış çevreyi.
 

Şimdi düz gidiyor yolum.



11.55, Hacıbektaş’tayım.


Yol çalışması var. Ancak yol öylesine dar ki, arkadan gelen

 TIR için yandaki daracık güvenlik şeridine

 kaçıyorum, ama neredeyse sıyırarak geçiyor.




Geldiğim ayırımda sol Şehir Merkezi - sağ
 Çilehane. Buraya yürüyerek gelemem. 

Bisikletle Çilehane’ye doğru çıkıyorum. Tepede bir yerde.


Burada Avanos diye ok da var. Aslında haritadan bulmuştum bu

 köy yolunu, ancak daha dik gibiydi. Yani iniş çıkış daha fazlaydı.



Çilehane

Deliklitaş; günahı olan insanların buradaki

 mağarada bulunan bir delikten...


... geçemeyeceklerine inanılırken, günahı olmayanların

 rahatça geçebilecekleri söylenmekte.



Hacı Bektaş Veli


Mahzuni Şerif


Pir Sultan Abdal


Feyzullah Çınar


Aşık İbrahim

Yunus Emre


Nilgün & Sırrı Bektaş Kültür ve Sanat Evi


Hacıbektaş

Hacıbektaş ÖE




Hacıbektaş ÖE



Akçaoğlu Restoran



Atatürk Evi Müzesi


Baş Oda





Yatak Odası




Yatak Odası


Atatürk Evi Müzesi



Hacı Bektaş Veli Müzesi





Mutfak


Çerağ Söndürme Makası


Elif-i Taç



Meydancı Baba Odası





Kuşlu Tas








Güvenç Abdal Türbesi


Sancak Alemi


Huzur-u Pir Hacı Bektaş Veli



Huzur-u Pir Hacı Bektaş Veli


Hacı Bektaş Veli Türbesi İçi




Kırkbudak Şamdan








Kiler Odası


Aş Evi


Aslanlı Çeşme & Meydan Havuzu


Üçler Çeşmesi 


Mühr-ü Süleyman Motifi


Hacı Bektaş Veli



Arkeoloji ve Etnografya Müzesi


Fincanlar


Urneler


Gaga Ağızlı Testi /

 Depas Amphikypellon


Kor Hazneli Obje /

 Ayaklı Kase


Dört Kulplu Kup

Akitaçaklı Çömlek



Amphora


Priaposlar


Cepken



El Dokuma Kilim


Fincan ve Fincan Zarfları


Kahve Kültürü


Hamam Takımı ve Kadın Eşyaları


Kadın Giysi ve Aksesuarları


Tütün Kıyma Tezgahı


Taş Cila Tezgahı





Cuma Camii




Kadıncık Ana Evi


Birinci oda tek kemerli ve üç küçük penceresi bulunuyor.



İkinci odadan üçüncüye geçiş de var ama
 her odanın ayrı ayrı kapıları da mevcut. 


Çeşme



Kurulmakta olan pazar.




Pazarları gezmek en sevdiğim işler arasında.

Günün sonu gelmekte...


Kültür Merkezi’nde sahnede 4 müzisyen çalmakta.



































































25. gün (devamı) Hacıbektaş-Kırşehir - 23. gün (öncesi) Derinkuyu-Ürgüp