27 Eylül 2023

[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri... (Derinkuyu–Ürgüp)

 

25 Eylül 2023, Pazartesi / Derinkuyu - Ürgüp, 42 km (23. gün)

 

Hani otelin desenli çarşaflarını pek sevmemiş olsam da uykumu almış oldum. Kahvaltı yok yolum uzun değil, aceleye gerek yok. Odaya da az ışık girdiğinden kalkışım 7 gibi. Geceden önemli şeyleri yerleştirdiğimden fazla işim olmuyor ama gene de çantaları aşağı indirip bisikleti saklandığı dükkandan alıp yüklemek ve ilk fotonun çekilmesiyle hareket saatini 08.22 yapıyor. Bugün Ürgüp, fazla uzak değil, 45 km. Otelin altındaki kahvede oturan beyler haliyle yabancı sanmışlar, pek alışık değiliz bizden görmeye diyorlar. Haksız da değiller. Kaç tane dolanan yerli bisikletçi var ki? : ))


Otel önünden giden yoldan dümdüz demişlerdi, aynen yapıyorum. İlçenin her tarafı kazılmış, herhalde doğalgaz geldi, uyduruk kapatılmış toprakla. Hem toz kalkıyor hem de düzgün değil yollar. Okulların başlama saati. Bebeler daha girmemişler, bahçede toplaşmışlar. İki tanesi elektrikli motosikletleriyle dolanıyorlar. Beni görünce yanıma da geliyorlar. Merak tabii. Aslında soru sormaları merak etmeleri hoşuma gidiyor. 

 

Karayoluna bağlanıp soldan Nevşehir diye gidiyorum, 28 km demişler. Bölünmüş yol ama asfalt eskimiş artık, dalgalanmış. Eskiden kaba asfaltmış da araçlar geçe geçe aşındırıp düzleştirmiş, kaymaklaşmış tekerlerin geçtiği yerler. Güvenlik şeridi var ancak gidilecek gibi değil. Bazen daralıyor bazen genişliyor. Cam da olabilir burada. Sabahın güzel bir saati ve ışığı, hava açık, 19,6 °C. 1398 m rakımdayım, yönüm kuzey. Şimdilik ortalamam 17,7 km/s. Patates diyarı bu bölgenin tamamı. Her yerde ya toplanıyor ya yükleniyor. El sallıyor, sürüsünü güden çobanla selamlaşıyoruz.

 

10’uncu km.de Kaymaklı’ya geldim. Işıklardan sağ yapacaksın demişlerdi. Unuttum söylemeyi, Ürgüp’e Nevşehir üzerinden değil, köy yollarından gidece’m. Hem daha güzel olacaktır, hem de kestirme. Ama ilk ışıklar değil, ikincisindenmiş, sorduğum kişiden öğreniyorum. Burada da bir yeraltı şehri var ancak Derinkuyu’ya göre daha küçükmüş. Artık buraya girmiyorum. Hele de kilitli ayakkabılarla dolanmak oralarda pek de rahat olmayacaktır. Solda duran bir vatandaş bana sesleniyor: “Langsam, langsam...” Işıklardan sağ, Mazı diye sapıyorum. Burada da bir Mazı var, Bodrum’daki gibi. 30 km imiş buradan Ürgüp, 2 saatlik bir yol yani. Yerleşim bölgesi bitince kırsalın başlamasıyla çok keyifli bir coğrafya içindeyim. Etrafım biçilmiş, sapsarı kurumuş ekin artıklarıyla dolu. Küçük bir besi çiftliği geçiliyor. Sonra, herhalde mevsimlik işçilere ait olsa, mavi çadırlar görüyorum. Ve sarı sarı kabak tarlaları. Sağ sol bazen uzun uzadıya, enine boyuna gitmekte. Yol tek şerit, kaba asfalt ama sıkıntı vermiyor. Trafikten uzak olması, ara sıra geçenler de rahatsız edici olmuyor. Tek geçen iki TIR, nedense tekerlerindeki kumları bir toz bulutu şeklinde, ortalığı kaplayacak şekilde dağıttılar-geçtiler. Dağların, tepelerin altları oyulmuş, girişine kapılar takılmış, ama kocaman hangar kapıları, doruklarında da borular var, belli ki havalandırma boruları. Bunlar nedir böyle? Sığınak mı, mühimmat deposu mu? Ama bir değil, bir yığın böyle yerlerin karşıma çıkması merakımı daha da uyandırıyor. Karşıdan gelen traktörü durdurup bu oyulmuş yerleri sorayım. Patates deposu diyor. Anlaşıldı. Mahsulü burada saklayıp kışın değerlendiriyorlar. Peki kimin bunlar? Arazi sahibine kira ödenirmiş. Çok da iyi para kazanıyorlarmış. Köylülerin kendileri açmış bu depoları. Mazı’da çok daha fazlasıyla karşılaşacağımı söylüyor.


Milyonlarca yıl önce Erciyes, Hasan Dağı ve Güllü Dağ'ın püskürttüğü lavların oluşturduğu yumuşak tüf kayanın içine kurulan depolar, herhangi bir enerjiye gerek duyulmadan patatesin kış boyu bozulmadan saklanmasına imkan sağlıyor. TIR ve kamyonların rahatlıkla girdiği depolar, nemli yapısı ve yılın her döneminde aynı sıcaklık değerini koruyabilmesi bakımından önem kazanıyor. Kapadokya'da 1230 kayadan oyma doğal depoda, 2 milyon tona yakın patates, minimum çürüme ile muhafaza edilerek tüketicinin hasattan sonraki aylarda ihtiyacını karşılıyor.

AA


Mazı’nın içine girmiyor girişinde soldan Ürgüp diye ayrılıyorum. Aniden sağdan fırlayan iki küçük köpek iyi koşturdu. Karşıdan araç gelmeseydi daha da koşturacaklardı. Araç kaçırdı onları sağa sola. Sağımda küçük güneş panelleri var. Kişisel herhalde bunlar. Yolun durumundan ziyade çevre çok keyifli. Her yerde bu depolardan görüyorum. Patates toplanıyor-yükleniyor. 23’üncü kilometreye giriyorum, saat 09.50, hava 23,7°C, %1’le hafif çıkıyorum, rakım 1518 m, yön kuzeydoğu, ortalamam 18,6 km/s. 19-20 km kadar kaldı Ürgüp’e. 1 saat 15 dk gibi. Yani 11 civarı orada olaca’m. ÖE’de yerim ayrılmıştı. Ancak 3’de giriş yapılıyor demişlerdi. Umarım yerim hazırdır, 3’e kadar beklenmez! Derinkuyu ilçesinin en küçük köyü denilen Güneyce geliyor. Eski adı Kellah’mış, Rumların terk ettiği evler göz doldurucu. Küp küp mimarisi ve taş rengiyle coğrafyaya uyum sağlamış. Bazıları yıkılmış, bazılarına da bizimkiler yerleşmiş. Çevre ve yol tam bisikletlik. Hava da artık çok soğuk değil buralarda. %10 diye bir iniş gösterdi şimdi levha. Ayvalı diye bir yere gelmem lazım. Var ama herhalde daha. Peribacamsı durumlar başladı hafiften. Çok büyük değiller ama varlar. Kesildiler, şimdi gene böyle çıkıntımsı-sivri durumlar görüyorum. Ağaçlar çok değişik. Sapsarı tupturuncu renk almış yapraklarıyla etrafımda. Bazıları hem sarı, hem turuncu, hem de yeşil. Çok  güzel bir manzara. Duruyor bazı videolar fotolar çekiyorum. Çok uzaklarda peribacaları gözüküyor. Teleyle çekmem lazım ama araya ağaçlar girdi. 

 

27’nci km.de mağara evleriyle ünlü Ayvalı geldi. Uzunca dik bir yokuştan iniyor sonra çıkıyorum. Köyün adının 1476 yılı kayıtlarında Aravani, 1927 kayıtlarında da Aravan olarak geçtiğini okumuştum. 1924 mübadelesinde giden Rumların yerlerine Türk ve Türkmen kökenli ailelerin gelmesiyle adı da köyde çokça ayva yetişmesinden dolayı Ayvalı olmuş : )) Peki “ayvayı yedin” lafı nereden çıkmış ? Bununla ilgili bir hikaye anlatılır: “Vaktiyle Almanya’da çalışan bir ailenin evine hırsız girer. Ama çalacak bir şey bulamaz. Dolapta ayva bulmuştur, onu yer. Sonrasında yakalanır. Hakimse, ayvayı yememiş olsaydı hırsızlığa teşebbüsten ama ayvayı yediği için hırsızlıktan ceza vereceğini söyler.  Ve böylece bu deyim de kültürümüze yerleşir denir. Ancak bu hikaye yakın bir tarihi işaret etmekte. Deyimler öyle kısa zamanda dil yapımıza gir(e)mezler. Bu nedenle de bu hikayenin hikaye olduğunu, gerçek anlamı yansıtmadığını düşünüyorum. Belki de meyvenin özelliğidir bu deyimin kaynağı. Çünkü ayva yapı itibari ile çiğnenmesi zor, suyu az ve sert bir meyve. O nedenle ayvayı yemek gerçekten çetin bir iştir. Sağlam bir diş yapısı ile bir ısırık almak bile çok zorlayıcı değil midir? Öyle ki; bıçakla keserek veya ısırık olarak ağzımıza attığımız ayva, çenemizi yoracak kadar geviş getirmemize sebep verecek, ağzımızda kuruluk hissi oluşturacak, yutmak zaman alacaktır. Bin bir zahmet ile çiğneyip yuttuğumuz bu mübarek meyveye tüm yollar dar gelecek ve boğaz yolumuzu esneterek bize anlık konumunu bildirecektir. Mideye kadar olan yolculuğunu ve sağ salim varıp varamadığını anlık olarak takip edebiliriz. Bazen de yolda kalacak ve bütün yolu kapatıp boğazımızda yumruk gibi duracaktır. Bundan sonra ne çıkarabilir ne de kolayca mideye indirebiliriz. Şansımız varsa hemen suya ulaşır, suyun itme gücünden faydalanarak sorunu çözebiliriz... Yani özetle; ayvayı yemek başlı başına bir zorluk. Bu gerçeklikten yola çıkarak, yapılan işlerin sonunun zor ve meşakkatli olacağını anlatmak için bu deyim düşünülmüş olamaz mı? Yaaa...!

 

Kapadokya başladı. Hafif sivrilikler görülüyor arazide. Peribacalarının yavru halleri. Soldan Ürgüp denmiş, sağdan Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi gösterilmiş. Göreyim diye sağdan gidiyorum. Bir yerleşim görünmeye başladı. Buraya özgü evler. Yaklaştıkça çoğalıyorlar. Bazılarında inşaat faaliyetleri var. İçlere doğru girdikçe hummalı inşaatlar dikkatimi çekiyor. Ve her taraf otel/cave house durumları. Anlaşıldı burası turistik. Zaten tur otobüsleri ve dolanan yabancı kılıklı insanlar belli ediyor. Yazısını gördüğüm müze kapalı. Güzel bir turistik kasaba olmuş burası. Ve öğreniyorum ki geldiğim yer Mustafapaşa. Şöyle bir tur atıyorum merkezinde. Maraşoğlu Köprüsü; üç gözlü bu köprü 1865 yılında Sinasos’un önde gelen Rum ailelerinden birine mensup olan Vasilios Maraşoğlu tarafından iki mahalleyi (Osmanlı dönemindeki adlarıyla Gavras ile Yeni Mahalle) birleştirmek amacıyla inşa edilmiş. Cumhuriyet Meydanı’nda bir de kilisesi var, turistlerin ilgisini çeken, ama ziyarete kapalı. Sinasoslu Rumların en önemli kiliselerinden olan Konstantin Eleni Kilisesi 1729'da inşa edilmiş, 1829 ve 1850'de onarım görmüş. Kesme taş mimarili, bazilikal planlı kilisede bulunan fresklerden ise maalesef günümüze çok anlaşılır sahneler kalmamış.

 

Gördüğüm yabancılar Yunana benziyor, konuştukları dilden çıkartabildiğim kadarıyla. Turistik görünmeyen, yerlilerin olduğu köy kahvesine oturuyor bir çay içiyorum (5-). Çaycı ile sohbet: “Bize pek bir şey bırakmıyorlar. Otobüsle gelip kiliseyi ziyaret edip ayrılıyorlar.” diye yakınıyor. İndependent Türkçe’nin sayfasında oldukça övgü dolu bir yazı okuyorum burayla ilgili: Antik dönemde Sinasos adıyla bilinen köyde, MS 9. yüzyıldan başlayarak, Orta Çağ'a (Bizans), Osmanlı'ya ve erken Cumhuriyet dönemine ait 200 civarında tescilli yapı yer alıyor. Uzaktan küçük bir Anadolu kasabası görünümünde olsa da yakınlaştıkça adeta bir kültür mozaiği. Köyün, Lausanne (Lozan) Mübadelesi öncesi dönemde gayrimüslim ve Müslüman halkın ortak yaşam kültürünü, mübadeleyle gelen Makedonya göçmenlerinin zenginliğiyle harmanladığı görülüyor. İstanbul'da yaşayan "Havyarcılar Loncası" liderlerinden Serafim Rizos'un el yazmasına göre Mustafapaşa, ismini Seyyid Mustafa Paşa isimli üst düzey bir devlet görevlisinden alıyor. Bu yetkili, çeşmeler bağışlayarak köyün su sorununu büyük ölçüde çözünce buraya Mustafapaşa denilmeye başlanıyor. Taş binalar, medreseler, kiliseler, manastır ve konaklarla birlikte pek çok kültürel ve tarihi zenginliğe ev sahipliği yapan köy, Birleşmiş Milletler'in (BM) de dikkatini çekti. Toplumları, yerel adetleri ve kültürel mirasları koruyan "dünyanın en iyi turizm köyleri"ni belirleyen Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü (UNWTO), Mustafapaşa'ya da yer verdi.

 

Ürgüp olarak devam ediyorum. Şimdi yolun durumu düzeldi, kaymak asfalt oluyor. Çevrede çok fazla konaklayacak yer görmekteyim. Hepsi butik tarzı mağara evleri denilmiş. Bir hayli da yenileri inşa ediliyor. Telefon  çalıyor, ÖE’den arıyorlar, gelip gelmeyeceğimi soruyorlar. Dün aramış geleceğimi bildirmiştim ama kayıt geçilmemiş anlaşılan. Solda bir otel kompleksi inşası tamamlanmakta. Kahve Müzesi lafını okuyunca geri dönüp ziyaret etmek istiyorum ama kapısında zaptiye yazan binadan çıkan hanım beni karşılıyor ve buranın Ajwa Otel olduğunu söylüyor. Müzeye giriş 50- TL imiş. Vermek istemediğimden ayrılıyorum. Hava 27,9 °C, ort. 19,2 km/s, R 1075 m. Saat 11.30, 39’uncu km.de Ürgüp yazısı önünde çekilen fotonun ardından giriş yapıyorum ilçeye. Yavaş yavaş turistik yerler beliriyor. ÖE’ye gitmeden önce bir şehir turu atmaktayım. Tam anlamıyla turistik her şey. Hediyelik satılanlar, lokantalar, kuruyemişçiler, oteller vs.

 

ÖE’yi tepede gösteriyor Google harita. Güzelce tırmanılıyor, ancak yanına varıp, arka sokağına geçip insanlara sorduğumda, iki tane olduğunu, diğerinin aşağıda bulunduğunu öğrenip, ÖE’yi arayıp, yerimin orada ayrıldığı çıkıyor. Gerisin geri dönüyor, ÖE’deki hanım dışarı çıkmış bana el sallıyor, yerini belli etmek için. Parke yokuşu iterek çıkıyor, önüne dayıyorum velespiti ve girip kayıt işlemlerini yapıyoruz. 410- O.K  şeklinde. No 4 ayrılmış bana. Hemen girişte. Oh ne âlâ Muallâ, merdiven taşımam gerekmeyecek. Burası eski okul binasıymış. Keza yukarıdaki de. 

 

Bisiklet -odaya alınabilmek için müdür beyden alınan izinle- geceyi benimle geçirmekten mutlu olduğunu söylüyor. Duş alıp biraz tabletten mesajlara bakıp, şarj olacakları elektriğe takıp karnımı doyurmak üzere çıkıyorum. Kahvaltı da etmemiştim, acıktım. Müdür beyden aldığım tarif ve resepsiyonist hanımın da tekrar yolu anlatmasıyla Cappadochia Restaurant’ı arıyorum. Yolumun üzerindeki Medreseli Yahya Efendi Camii’ne bir göz atmak üzere giriyorum. 1400 tarihli. Cami ve Kur’an Kursu olarak kullanılmasının yanında çeşitli dini vakıf ve büroların Ürgüp şubesi. Birbirine bitiştirilmiş cami ve medreseden oluşan yapı zamanında hapishane olarak kullanılmış olmasından halk arasında hapishane camii olarak da bilinmekte. Açık avlunun iki tarafında medrese odaları bulunuyor. Basık kemerli bir kapıdan cami bölümüne geçiliyor ama girmiyor, sadece avlunun fotosunu çekip ayrılıyor, lokantayı buluyor ve dolma, az pırasa yemeği ile ayran ısmarlıyorum. Üç haftadır yemek yiyorum ilk defa bıçak geliyor masaya. Bizimkiler genelde kaşık ve çatal veriyorlar. Bıçağa nedense ihtiyaç mı duyulmuyor da yok? Hep mi kaşıklıyorlar? Halbuki et merakı da fazlasıyla var. Kesme işi nasıl oluyor? 170+10 da bahşiş bırakıp ayrılıyor, yürümeye başlıyorum ilçede. Sokak aralarına giriyor, otellerin önünden geçiyor, dükkanların vitrinlerine bakıyor, pazartesi nedeniyle müzenin kapalı olduğunu öğreniyor (buna üzüldüm), girişinde oturan personel ile sohbet ediyor, A101’den alınan çikolata ile Espressolab’de bir filtre kahve( 50-) içerek internetten telefondaki fotonun, yan çevrilince dönmesini sağlama yolunu öğreniyorum. Ümit ile uzun bir telefon konuşması yapıyorum. 29 Ekim 100. Yıl nedeniyle planladığı çalıştayda yemek fotoğrafı gibi bir düşüncesini dinliyorum. Dahil olmamı istiyor ama nasıl olacağını bilemiyorum. Kız öğrenciler, 3 günlük bir çalışma, geliş gidiş..., Kimleri bulabilirim? Biraz zor gibi duruyor ama bakacağım mümkün mü.


Ürgüp’ün tarihine bir göz atmaktayım: Hititler, Frigler, Persler, Romalılar ve Bizanslılar gibi birçok uygarlığın izleri burada görülebilir. Bölge, aynı zamanda Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları tarafından da yönetilmiştir. Tarihsel süreç içerisinde çok sayıda isme sahip olmuştur. Bizans döneminde Osiana (Assiana), Hagios Prokopios (Prokopi); Selçuklu Hanedanı döneminde Başhisar; Osmanlılar zamanında Burgut kalesi; Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de Ürgüp adıyla anılmıştır.

 

1200’lü yılların ortalarında başlayıp 1300’lü yıllarda devam eden Moğol istilaları ile Anadolu Selçuklu Devletinin iyice yıpranıp yok olma durumuna gelmesi, III. Alâeddin Keykubat’ın, Moğollardan kaçıp Ürgüp mağaralarında saklanması ve 1375 yılında Selçuklular’ın, Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey idaresine girmesi, 1398 yılında Osmanlı Hakimiyetinin kurulması, fakat 1402 yılında I. Bayezıt’ın Ankara Savaşı’nda Moğollara yenilerek tekrar Karamanoğlu Alâeddin Ali’nin hakimiyetine girmesiyle tüm Anadolu’da olduğu gibi Ürgüp ve civarında da kaoslarla ve karışıklıklarla geçen uzun ve acı yıllar yaşanmıştır.

 

Ürgüp, bölgenin en büyük yerleşim ve idare merkezidir ve Nevşehir (Muşkara) ise 35 haneli bir köydür. 1474 yılı sonlarında Ürgüp kesin bir şekilde Osmanlı egemenliğine girmiştir, 1476 tarihli Karaman Evkaf Defteri’nde, eyaleti oluşturan vilayetler arasında Ürgüp de bulunmaktadır. Artık, Karaman eyaletinin Niğde sancağına bağlı bir kaza merkezidir ve bölgenin önemli kültür ve ticaret noktasıdır . 20. yüzyıl ile birlikte tüm Osmanlı memleketi gibi Ürgüp ve çevresi de yeniden savaş yıllarının karanlık dehlizine girmekten kurtulamamıştır. Peş peşe gelen, 1912 Balkan Harbi, Birinci Cihan Harbi, Kurtuluş Savaşı...


Turistik bölgenin dışına doğru yürüyorum, evlerin genel tarzı birbirine çok benzemekte. Kullanılan taş malzeme ve stil olarak. Kemerli pencereler, sütunlu balkonlar vs. Bir otelden fiyat alıyor, odasını göremiyorum (Hotel Kilim; 1 k. 600- / 2 k. 1000-, O.K). Bir de ‘cave otel’den fiyat alıyor odalarına göz atıyorum. Fiyatlar yüksek tabii, 1800’den başlıyor 2600’e çıkıyor jakuzili olan (urgupincavehotel.com). Ama ‘cave oda’da kalmak isteyeceğimi sanmıyorum. Az ışık giriyor ve havalandırmanın zayıf olması ve mağara olayı içerisini havasız sıkıntılı bir hale sokmuş. 

 

Kumpir ile acıkan midemi rahatlatıyor (96-), havanın kararmaya başlamasıyla ilçenin kayaları-mağaraları-binaları sarı ışıklarla süslenerek aydınlatılıp, haliyle güzel bir görünüm alıyor Ürgüp. Yıllar önce Hale, bir başka zamanda da Özden ile gelmiştim. Çok fazla detay aklımda kalmasa da, akşam üstü böyle bir ışıkta girdiğimizi ve çok hoşuma gittiğini hatırlıyorum. Arabada çalan müzik de atmosfere çok uyum sağlamıştı. Hafızam ikisi arasında geziniyor, belki de birbirine karıştırıyorum ama hoş bir trip’ti. Hafızanın sınırı var mı? (*) Bazı şeyleri nedense çok tutmamışım ayrıntılı bir şekilde. Aslında onlardan dinlemek isterim geçmişi hatırlamak adına. Belki daha fazla kalmıştır akıllarında. Esasen “akan bir nehir gibi” dedikleri çok doğru, yaşam için. İnsan aynı suya iki kere giremiyor. Akan geçmiş oluyor, yenisi geliyor her seferinde. Bu yolculuklar bazen beni geçmişe götürmeye çalışıyor. Öyle yolda, hele de sakin bir coğrafyada pedallarken aklın gezinmesi, melodilerden kısa bölümler eşliğinde. Yolculuğun güzel yanı.

 

(*) Hafızanın sınırı var mı? Hafıza kartı dolduğunda daha fazla fotoğraf kaydedemeyen dijital fotoğraf makinelerinin tersine insan beyninin kaydetme kapasitesi hiç azalmıyor gibidir. Fakat insan beyninin sınırsız kaydetme yeteneğini algılamak zordur. Nörologlar uzun süre beynin kapasitesini ölçmeye çalıştı. Ancak hafızasıyla inanılmaz şeyler başaran insanların bilişsel becerileri şaşırtıcı sonuçlar sunuyor. Çoğumuz bir telefon numarasını bile ezberlemekte zorluk çekeriz, kaldı ki binlerce rakamlı bir sayıyı hatırlayalım. Fakat 24 yaşındaki üniversite öğrencisi Çinli Çao Lu, 2005’te pi sayısının 67 bin 980 rakamını ezberleyerek dünya rekoru kırmıştı. Bazı dâhiler ise isimlerden, tarihlere, en ince detaylı karmaşık görsel bilgilere kadar her şeyi akılda tutabiliyor. Nadiren sağlıklı insanların bir kazadan sonra bu hale gelmesi de söz konusu olabiliyor. 10 yaşındaki Orlando Serrell, beysbol sopasıyla kafasının sol tarafına aldığı darbenin ardından sayısız araba plakası ezberlemeye, onlarca yıl öncesine ait bir tarihin hangi güne denk düştüğünü söylemeye başlamıştı.

 

 

 - Ürgüp ÖE 0384 3414092 

 

 



 












Derinkuyu-Ürgüp

Tur tarihi: 25 Eylül 2023

Alınan yol: 42,81 km
Ortalama hız: 18,3 km/s

En yüksek hız: 59,3 km/s
Bisiklete biniş süresi 2 s 20 dk, dışarıda geçen süre 3 s 39 dk

En yüksek sıcaklık 33 ˚C, en düşük 18 ˚C, ortalama 23,8 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 449,6 m, kaybı (iniş) 712,2 m
En düşük yükselti 1055 m, en yüksek 1521,4 m

 

Garmin yol bilgileri Derinkuyu-Ürgüp

 

Relive yol bilgileri Derinkuyu-Ürgüp


08.22 hareket saatim.


Otel önünden giden yoldan dümdüz demişlerdi, aynen yapıyorum. 


Karayoluna bağlanıp soldan Nevşehir diye gidiyorum. Bölünmüş

 yol ama asfalt eskimiş artık, dalgalanmış.


Sabahın güzel bir saati ve ışığı, hava açık, yönüm kuzey.




Kaymaklı


Işıklardan sağ, Mazı diye sapıyorum. 




Yerleşim bölgesi bitince kırsalın başlamasıyla

 çok keyifli bir coğrafya içindeyim. 


Sarı sarı kabaklar etrafta.




Kalabalık bir koyun sürüsü sağımda ilerlemekte.








Dağların, tepelerin altları oyulmuş, girişine
 kapılar takılmış, ama kocaman hangar kapıları


Patates deposu. Mahsulü burada saklayıp kışın değerlendiriyorlar.





Sarı kabaklar gene çıktı karşıma.


Derinkuyu ilçesinin en küçük köyü denilen
 Güneyce geliyor. Eski adı Kellah’mış, 


Rumların terk ettiği evler göz doldurucu. Küp küp mimarisi
 ve taş rengiyle coğrafyaya uyum sağlamış.




Patates toplanıyor-yükleniyor. 






Ağaçlar çok değişik. Sapsarı tupturuncu renk almış
 yapraklarıyla etrafımda. Bazıları hem sarı, hem turuncu,
 hem de yeşil. Çok  güzel bir manzara.





Peribacamsı durumlar başladı
 hafiften. Çok büyük değiller ama varlar. 


Soldan Ürgüp denmiş, sağdan Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi
 gösterilmiş. Göreyim diye sağdan gidiyorum.





İçlere doğru girdikçe hummalı inşaatlar dikkatimi çekiyor. Ve her
 taraf otel/cave house durumları. Anlaşıldı burası turistik.
 

Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi 


Geldiğim yer Mustafapaşa.


Maraşoğlu Köprüsü; üç gözlü bu köprü 1865 yılında Sinasos’un

 önde gelen Rum ailelerinden birine mensup olan Vasilios Maraşoğlu

 tarafından iki mahalleyi birleştirmek amacıyla inşa edilmiş.




Mustafapaşa

Cumhuriyet Meydanı



Konstantin Eleni Kilisesi




Ürgüp olarak devam ediyorum. 


Şimdi yolun durumu düzeldi, kaymak asfalt oluyor.







11.26, Ürgüp’teyim.




Ürgüp 

ÖE’yi tepede gösteriyor Google harita. Güzelce tırmanılıyor.



Ürgüp ÖE







Medreseli Yahya Efendi Camii





Cappadochia Restaurant


Ürgüp Belediyesi



Converse’in bu modelini de ilk görüyorum : ))


Espressolab







Turistik bölgenin dışına doğru yürüyorum, evlerin genel tarzı

 birbirine çok benzemekte. Kullanılan taş malzeme ve stil olarak.



















Kumpir ile acıkan midemi rahatlatıyor...


... havanın kararmaya başlamasıyla ilçenin

 kayaları-mağaraları-binaları sarı ışıklarla süslenerek

 aydınlatılıp, haliyle güzel bir görünüm alıyor Ürgüp.



Ürgüp ÖE





































24. gün (devamı) Ürgüp-Hacıbektaş - 22. gün (öncesi) Niğde-Derinkuyu





[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri...

 

İstanbul-Bolu


Bolu–Mudurnu, 50 km


Mudurnu-Nallıhan, 50 km


Nallıhan-Mihalıççık, 63 km


Mihalıççık-Sivrihisar, 69 km


Sivrihisar-Emirdağ, 61 km


Emirdağ-Yunak, 66 km


Yunak-Akşehir, 64 km


Akşehir-Kadınhanı, 76 km


Kadınhanı-Konya, 66 km


Konya II


Konya III


Konya IV


Konya-Çumra, 60 km


Çumra-Karapınar, 77 km


Karapınar-Ereğli, 68 km


Ereğli-Ulukışla, 56 km


Ulukışla-Bor, 61 km


Bor-Çiftlik, 50 km


Çiftlik-Niğde, 42 km


Niğde II


Niğde-Derinkuyu, 60 km


Derinkuyu-Ürgüp, 42 km


Ürgüp-Hacıbektaş, 71 km


Hacıbektaş-Kırşehir, 54 km


Kırşehir II


Kırşehir-Kaman, 64 km


Kaman-Keskin, 47 km


Keskin-Kırıkkale, 37 km


Kırıkkale-İstanbul








İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Karapınar Yandere-Nemrut)