28 Eylül 2023, Perşembe / Kırşehir II (26. gün)
Hareket etmek zorunda olmadığından rahat bir uyku çektim. Yatağım da rahat ve geniş, yastık da sert değil, gerçi sabah 6 gibi hafif uyandığımda gene de başımın altından çektim. Bu kadar yükseği bana bir süre sonra sıkıntı veriyor. 7 gibi hafiften hareketleniyorum. Sabahın işleri, tansiyon ölçümü, haberlere bir göz atmaca, havanın durumu, önümüzde yağış ihtimali vardı, WA’dan mesajlara bakıp cevap yazmak, tıraş ve hafiften gün için gerekli eşyaları omuz çantasına koymak…
Kahvaltıya inişim 9’a çeyrek kala gibi. Önce şarj olmuş bataryayı depodaki bisiklete takıp kahvaltı salonuna geçiyorum. Orta şeker bir ikram. Ama Konya ÖE’den iyi. Orası 550 idi burası 390. Bu anlamda fark daha da büyük. Peynir 3 çeşit, zeytin, siyah yeşil ve kekikli bir karışım, domates-hıyar dışında maydanoz ve yeşil salata var, bir de kızarmış patates. Yumurta, marmelat ve bal gibi kapalı kutular da. Bugünü burada geçireceğimden kendime dolu bir tabak hazırlayıp boş bir masaya yerleşiyorum. Kızarmış patates soğumuştu, tazesini soruyorum. Kızarmaktaymış. Çıkmasıyla bir tabak daha hazırlayıp midemi tıka basa doldurdum.
Resepsiyondaki Emre Bey ile buradaki Arkeoloji Müzesine nasıl giderimi konuşuyoruz, haritadan bulunduğu bölgeyi saptayıp. Hangi otobüs acaba? Onlar da pek bilmiyorlar. Hatta müzenin varlığından da haberdar değiller. Müzeyi arıyor ve 6 numaranın (tercihen) önünden geçtiği, 1 numaranın da yakınından geçtiği söyleniyor. ÖE’dekiler de meydandaki duraklara gitmemi öneriyorlar. Hava kapalı, serince. Çıkmadan odadan sarı montu da çantaya atıyorum. Tahmin ettiğim durağa yürüyor, durakta bekleyenlere soruyor, No 6’nın buradan geçip geçmediğini bilmiyorlar. Gelen bir hanım biraz daha bilgili ve bu değil, İşbank’ın oradaki durağa gitmemi öneriyor. Tam da oraya giderken No 6’nın duraktan geçtiğini görüyorum : (( Saatte bir kalkan bir hat. Yani 10.15 kaçtı 11.15’i beklemem lazım. Gidin durağa, belki tur atıp döner, karşısından geçer deniliyor. Durakta beklemekteyim ama ışıklı panoda No 6 gözükmüyor. No 1’in ise 1 dk sonra geleceği gösterilmiş. 1 saat bekleyeceğime 1’e biner yürürüm artık. Şoföre durumu soruyor, yakında indirin diyor, 65’yaş kartı olmadığından nüfuz cüzdanı kabul olmuyor, kredi kartını okutunca 7,5 çekiyor. Normali 5,5. Demek 2 lira fazladan alıyor. Önde ayakta dikiliyor, etrafı seyrederek devam ediyorum. Üniversite yakınına gelince ineceğim yer gösterilip ilerideki binaya yürümem söyleniyor. Burası şehir dışı, karayolunun kenarı. Güvenlik şeridinde yürümekteyim. Müze binası yeniye benziyor, büyükçe. Kapısından girip personele laf atıyorum: “Daha uzağa gidemediniz mi? Buraya kim gelir? Servis koymanız lazım.” 65’le giriş yapıyorum. çalışan ile şakalaşıyoruz, reyiz dedi mi yapar durumları üzerine. Evet, iyi yapar. 2023’de aya gidiyorduk. Unuttu herhalde götürmeyi. Gerçi daha 3 ay var, gider de geliriz değil mi?
İki katlı müzede eski Tunç Çağı'ndan Hitit'e, Roma'ya, Bizans'a ve Selçuk dönemlerine ilişkin, bu günlere kadar gelebilen ören yerleri, kilise, han ve hamam, cami ve medrese, türbe ile yazıtlardan toplanan-elde edilenler sergilenmekte. Kırşehirli saz ve söz ustası Muharrem Ertaş ve oğlu Neşet Ertaş’a da bir köşe ayrılmış. Gerçekten bu yeni müzenin sergileme düzeni muhteşem. Aydınlatması olsun, duvardaki açıklayıcı yazılar, çizim ve fotolar. Keza eserler. Süper bir müze. İşte sadece biraz merkeze uzak. Ancak mutlaka görülmesi gerekli bir mekan. 11.30’da No 6 geçermiş müze önünden, o nedenle saate bağlı olarak hareket ediyorum. Ama 40 dk yetiyor, güzelce inceliyorum eserleri. Kapı ağzında personelle konuşurken uzaktan otobüs görününce hızla yola fırlıyor, el kol hareketiyle binmek istediğimi belli ediyorum. Bir durak bile koymamışlar müzenin önüne. Defalarca da belirttik denildi. Yani bizde bir işi mutlaka eksik yapman lazım, aksi olursa kabul ol(un)muyor. Bir 7,5 daha basıp ön koltuğa, bir beyin yanına ilişiyorum. Sohbet ede ede gidiyoruz. İki kızı var, okuyorlar. Ben ortaya kadar okudum, eksikliğini çok çekiyorum, çocuklarım okusunlar istiyorum diyor. Hele kız çocuğunu okutma isteği beni daha da mutlu ediyor. İki engelli çocuğu daha varmış ama onların eğitimi konusunda bir türlü sonuç alamamış, bir de kavgaya karışmış bir oğlu halen tutukluymuş, avukat tutacak gücüm yok, baronun avukatları da hiç itiraz etmiyor, sürekli kafa sallayarak duruşmalara giriyorlarmış. Hasta ediyor beni bunları duymak. Nasıl oluyor, arkan olunca her şey olabiliyor. Bugün haberlerde okudum; bisikletliyi ezen-öldüren gidip teslim olmuş. 5 hafta sonra ortaya çıktı. Herhalde işi bağladılar, denetimli serbestlikle çıkaracaklar, 18 ay ceza alır kurtulur deniliyor. Böyle adalet olmasın daha iyi diye boşuna bağırmıyorlar.
Otobüs ring çiziyormuş. Bayağı mahalle aralarından dolanarak geçiyor. Her yere ulaşmaya çalışmakta. İyi düşünülmüş. Ve döndük merkeze. Soruyorum şoföre, şimdi ne olacak? 10 dk beklermiş son durakta, tekrar aynı turu atarmış. Bu durumda ben de inmeyeyim, göreyim etrafı diye devam ediyorum. Merkezde inmiyor, bekleme sırasında hemen karşısındaki kahvecide bir espresso (33-) çakıyorum. Enerji verir.
Şoförle sohbetteyiz. Durumun vahimliğini konuşuyoruz. Adaletin olmadığı, yalanın dolanın bol olduğu, uzun zamandır ilk defa cehepeli bir belediye başkanının geldiği, devir aldığı borcu kapattığını, yapılamayan yolları tamamladığı, halen şikayet edenlerin olmasını kaldıramıyor (*). Bilirsiniz, Menderes seçim sonuçları hoşuna gitmediği için 1924’de il olan Kırşehir’i 1954 yılında ilçe yapıp Nevşehir iline bağlayarak cezalandırmıştı. 1957’de tekrar “il” olma hakkına kavuşan Kırşehirlilerin aklında tek bir soru var: “Kırşehir yeniden ilçe olur mu?” Turda konuştuğum tüm insanlar mevcut iktidara karşılar, tek akepeli çıkmadı karşıma. Peki bu %48 nereden çıkıyor?
(*) 1954’ten itibaren siyasi iktidarlar üvey evlat muamelesi yaptılar Kırşehir’e. Bir de belediyeyi CHP’den seçince sen misin CHP’den belediye başkanı seçen! Adeta eli kolu bağlandı. Zaten az olan yatırımlar da gelmez oldu. Belediyeye bir dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Ellerinin kollarının bağlandığını, kendi dönemlerine ait olmayan yıllardır biriken, ödenmeyen borçlardan dolayı icralar geldiğini, İŞ-KUR’un eleman vermediğini, hükümetin para göndermediğini söyleyerek küçük çapta yapılan hizmetlerle, personel maaşlarının yapılan tasarruflarla ödendiğini söylüyorlar. Kısaca Belediye de dertli.
Tekrar hareket ediyoruz. Bu tur da bizden olsun diyor ve para ödetmiyor bana. Gene ön koltuğa ilişiyor, etrafı izleyerek turumu atıyorum. Dönüşte beni Neşet Ertaş Kültür Merkezi önünde indiriyor. Orayı görmek istiyordum, listemde var. Karşıya geçip giriyorum büyük binaya. Ama burada sadece etkinlikler oluyormuş. Bu sırada da bir şey yok. Yani müzesi başka yerdeymiş. Nerede? Tarif ediyor memur: “İlk ışıklardan sağ, düz git az, 2. ışıklardan tekrar sağ ve 200-300 m sonra solda.” Aynen yapmadan önce kültür merkezindeki bir kaç panodaki ona ait, hayatına dair fotolara ve yazılanlara göz atıyorum. Türkmen/Abdallık kültürünün ve müzik geleneğinin son büyük temsilcisidir. "Bozkırın Tezenesi" olarak da tanınır. 1950'li yıllardan itibaren yaptığı plâklarla, babası Muharrem Ertaş’tan öğrendiği türkü ve bozlakların yanı sıra Orta Anadolu türkülerini, oyun havalarını kayıt altına aldı. 1960'lı yıllardan itibaren kendi yazdığı şiirleri havalandırıp seslendirdi. "Garip" mahlasını kullandı. 1970'li yıllardan itibaren türküleri dönemin pek çok sanatçısı tarafından yorumlandı. 2009’da UNESCO'nun Yaşayan İnsan Hazinesi envanterine girmeye değer görüldü.
Alınan tarifi aynen uyguluyorum. Hava ısındı, güneş sıcak, tepemde, gölgelerden yürüyorum, mataramdaki su bitmek üzere. A101’de soğuk su yoktu. Bim’de soda var, soğutulmuş. Bir mandalina aromalı, bir de sade alıp çıkıyorum. Dünkünde açacak yoktu bugünkünde de yok. Ama ben açacağımı yanıma almıştım, bu durumu göz önünde bulundurarak : )) Sodaları içerek ilerlemekteyim. Az geçmişim geride kalmış. Eski Vali Konağı imiş mekan. Girip geziyorum müzeyi. Kapısında Kültür Evi yazılı. Müze değil diyor kapıdaki.
Türk ve İslam coğrafyasının gönül sultanlarıyla, ozanları ve başta saz olmak üzere müzik aletleri, iki ayrı büyük harita üzerinde resim ve isimleriyle tanıtılmış; Dede Korkut'tan Karacaoğlan'a, Pir Sultan Abdal'dan Aşık Reyhani'ye, Aşık Veysel'den Aşık Mahzuni Şerif'e… Güzel düzenlenmiş. Kültür Evi’nin ikinci katındaki odalarda, geçmişten bugüne Türk dünyasında kullanılan müzik aletleri "Dünden Bugüne Türk Sazları" haritası, gönül coğrafyasının manevi mimarları da "Anadolu'nun Gönül Sultanları" haritasında sergilenmekte-tanıtılmakta. Enstrümanların sesini dinleyebileceğin kulaklıklar pillerin bitik olması nedeniyle çalışmıyor. Hani 1-2 olsa neyse de tümünün bitik olması buraya önem verilmediğini gösteriyor : ((
Devam keşfe. Güvenlikçi 200 m sonra Hamidiye Camii, 500 m sonra Basın Anıtı’nın geldiğini söylemişti. Yürüyorum. Hamidiye Camii (**) yeni bir bina, girmiyor dıştan fotoluyorum. Basın Anıtı ise dün gelirken önünden geçtiğim’miş. Nedir bu diye merak etmiştim. Kalem tutan bir el. Uğur Mumcu’dan da söz edilmiş. Dibindeki açıklayıcı yazıdan okunuyor. Hatta şöyle ki; 24 Ocak 1993’te Ankara’da evinin önündeki arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitiren Kırşehir doğumlu gazeteci-yazar Uğur Mumcu adına dönemin belediye başkanı tarafından yaptırılan “Uğur Mumcu Basın Anıtı”nın “Basın Anıtı” olarak değil de, yeniden “Uğur Mumcu Basın Anıtı” olarak adlandırılması istendi...şeklinde, 2019 tarihli bir habere rastlıyor ve devamında; “Bize göre Mumcu bir basın şehididir. İsmini anıttan silmek Kırşehir’in ayıbıdır. Yeniden ismin verilmesi gündeme alınmasına rağmen AKP ve MHP tarafından reddedilmiştir” denilmekte. Hiç şaşmadım akepe ve mehepeye. Bunun gibi binlerce örneği var bu adamların.
(**) Sonradan okuduklarıma göre keşke girip görseydim diyorum: Kırşehir'de 1910'da kerpiçten yapılan Hamidiye Camii, ihtiyacı karşılamaz olunca yıkılarak yeniden inşa edildi. Ancak cami şimdiye kadar hiç görülmemiş bir şekilde dizayn edildi. Ekolojik bir estetik ile yapılan caminin tavanı ressamlar tarafından gökyüzü olarak resmedildi, halıları sürülmüş bir tarla ve çim şeklinde tasarlandı; duvarları ise kentle özdeşleşen kavak ağaçları ve üzüm asması desenlerine boyandı.
Az çok nerede olduğumu tahmin ediyorum. Buradan geçip uzunca bir yoldan merkeze ulaşmıştım. Şimdi bu yolu yürüyorum. Google ile kestirmeleri ve yönü belirleyerek merkeze yaklaştıkça dükkanlar ve insanlar çoğalıyor. Kız yurdu, inanılmaz çoklukta berberler, yan yana dizili hatta, kadın kuaförleri, oyun salonları, “Bay Bayan” da belirtilmiş, yani miks girebiliyorsun anlamında. Ahi Evran Cami ve Türbesi ve de müzesine yöneldim. Önünde bir de arasta varmış ki şimdi fark ediyorum. Şöyle içinde bir tur atarken, ne gibi dükkanlar var, bir seramikçinin (Mu Ceramic) vitrinlerindeki minik objeler dikkatimi çekince giriyorum. Güzel işler var. Davet ediliyorum yemeğe, ama zaten boğazıma kadar doluyum halen. Acıkma belirtisi hiç yok.
Ahi Evran-ı Veli Külliyesi. Ahilik Teşkilatı; Türkler arasında gelişip yaygınlaşan sanat, ticaret, dayanışma ve yardımlaşma kurumudur. Ahilik; iş ahlakını savunan, sermayeyi ve işçinin alın terini koruyan, akıl, ahlak, bilim ve çalışma prensipleri üzerine kurulan, günümüzün kooperatifçilik, sendikacılık, sosyal güvenlik, kalite ve fiyat kontrol sistemine benzer yönleri olan bir teşkilattır. Ahilikte kalfalıktan ustalığa geçen kişilere bir törenle şed bağlanırdı. Böylece fütüvvet yoluna giren usta, Ahi Evran düsturuna göre “elini, sofranı, kapını açık tut, dilini gözünü ve belini bağlı tut” ilkesine bağlı kalırdı. Mesleği debbağlık olan Ahi Evran-ı Veli, kurmuş olduğu teşkilatın Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasında yayılmasını sağlamıştır. Ahilik Teşkilatı’nın, Osmanlı Devleti’nin kuruluş safhasında da büyük etkisi olmuştur. Ahi Evran-ı Veli’nin türbesinin bulunduğu Ahi Evran Külliyesi, XIV. yüzyılda basit bir zaviye olarak kurulduğu tahmin edilmektedir. 1450’de türbenin üzerine bir bina yaptırılmış, 1481’de bu bina genişletilmiş ve 1561’de de yapıya mescit ilave edilmiştir. Minaresi XX. yüzyılın başında inşa edilmiştir. Ahi Evran Külliyesi, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Türk debbağlarının ve zanaat erbabının manevi merkezi olmuştur.
Ahilik Müzesine ücretsiz giriliyor. Oldukça büyük bir mekan. Sağdan başlayarak dolaşıyor, bir daire çizerek başlangıç noktasına ulaşıyorsun. Çok güzel düzenlenmiş. Ahi Evran-ı Veli, Ahilik teşkilatı ve esnaflık üzerine farklı obje, eşya, kıyafet, el yazması eserlerin sergilendiği müze, yalınlığıyla konusunu net anlatmakta, 800 yıllık Ahilik teşkilatı ve Anadolu'nun geçmişine ışık tutmakta. Sergileme, vitrinler, aydınlatma ve açıklamalar, duvarlarda ahilikle ilgili konular, her şey çok derli toplu. 1200’lü yıllardan başlayarak esnaflığın geçmişi anlatıldığı gibi Ahilik teşkilatının ritüelleri canlandırılarak sizi tarihi bir yolculuğa çıkartıyor. Zanaatlar konu mankenleri ile odalar içinde gösterilmiş; işte nalbant, marangoz, terzi vb. tüm el sanatları. Mankenlerden bazıları, belki de hepsi bilemedim, aynı. Yani bir tipi görüyorsun terzi sonra aynı tip marangoz. Bu da pek iyi olmamış.
Ardından tekrar seramik atölyesine uğruyorum. Bir iki şey alabilirim, güzel objeler vardı. Hele “kendi sevdiğim şeyler” dediği, satmak istemediği ürünler çok heyecan vericiydi. Tanışarak sohbet ediyoruz Sercan Beyle. Çaylar, ardından kahve, hem sanat, hem siyaset, hem projeleri ve eğitimi, evliliği, çocukları... Aralık ayında Japonya’ya gidecekmiş, seramikle ilgili bir konuda sunum yapmak üzere. Çok güzel işleri var, dayanamıyor bir şeyler alıyorum. Aydın’a, Kaan ve Zeynep’e ve bize eve. İndirim de yapıyorlar ve 2800 lira eksiliyor hesabımdan. Kart için komisyon kestiklerinden havale etmemi istiyor Sercan Bey.
Avluda Firu’yla konuşuyoruz. Annenin durumu, bugün az yürütmüşler. Büyük bir ameliyat geçirdi. Daha ilk gün. Umarım şifa bulacaktır ve sıkıntılarından kurtulacaktır. Saat 4 oldu. Hafiften acıkmaktayım. Uğur Mumcu Anıtından dönerken Bozkır Sofrası’nı görmüş, dikkatimi çekmişti. Ev yemeği falan yazıyordu. Gözleme yerine orasını bulup bir şansımı denesem. Sadece zeytinyağlı dolma ve yayla çorbası kalmış. Ismarlıyorum. Onlar da yanına az çoban salata ve yoğurtlu mercimekli erişte veriyorlar (100-).
Az çok yönümü biliyor oldum. Geniş bir bulvar var, bir tarafın kaldırımı da çok geniş. Herkes yürümekte. Gidip geliyorum, sonra ara sokaklara dalıyor, Uzun Çarşı’da bir bıçakçıda Denizli Yatağan bıçaklarını inceliyor dinliyorum. Evet ben de oranın adını duymuştum. A101’den Eti bol malzemeli diye bir küçük çikolatasından alıp Yemen Kahvede dünkünün aynısını ısmarlıyorum. Çikolata bayat çıkıyor. Kahve 44-, 5’de bahşiş bırakıp ayrılıyor, A101’e geri dönüp iade ediyorum. Parasını veriyorlar. Çikolataların tümünde bir sıkıntı olmalı, hepsi eciş bücüştüler. Hava kararmakta. Odaya dönüp haberlere bakıyorum. İstanbul’u sel götürmüş. Bir motosikletli kuryenin sel sularıyla nasıl sürüklendiği gösteriliyor. Arabaları bile sürükleyebiliyor, o denli kuvvetli akıntı olabiliyor. Hava raporu benim bölgeye de cumartesi-pazar-pazartesi için sağanak göstermekte. Bakalım nasıl olacak turun son bölümü?
Odada internet var. Ne mutlu bana. Hemen müzik açıyorum. Yoldayken en büyük özlemlerimden biri. Ve beni canlandıracak olan bir parça: CU-PR. Yani Cuba-Puerto Rico diyor Havana D'Primera..., ve de Gilberto Santa Rosa eşliğinde. Şimdi tanıtmam lazım sanatçıları: Havana D'Primera; 2007'de Alexander Abreu tarafından kurulan Kübalı bir Timba grubu. Gilberto Santa Rosa; Porto Rikolu grup lideri, salsa ve bolero şarkıcısı. İşte parçaları...
Üniversite yakınına gelince otobüsten inip ilerideki binaya yürümem söyleniyor. |
Burası şehir dışı, karayolunun kenarı. Güvenlik şeridinde yürümekteyim. Müze binası yeniye benziyor, büyükçe. |
Kırşehir Arkeoloji Müzesi |
Sağ Uyluk Kemiği (8 Mily. Yıl Önce, Kurutlu) |
Deniz Yıldızı (Geç Miyosen D.) |
Göz Yaşı Şişesi (Cam, Roma D.) |
Mezar Steli (Mermer, Roma D.) |
Mezar Taşı (Mermer, Selçuklu D.) |
Mimari Parça (Mermer, Roma D.) |
Kapı Tokmağı (Ahşap, Bronz, Osmanlı D.) |
Çeşme (Mermer, 20. yy) |
Oymalı Dairesel Taş (Mermer, 20. yy) |
Teber / Satır (Demir, Ahşap, Osmanlı D.) |
Fenike Tarzı Pendant (Cam, MÖ 5. yy) |
Ahilik Sancağı (Atlas Saten, Osmanlı D., Replika) |
Ahi Evran’ın Bastonu (Ahşap, Osmanlı D.) |
Ahi Evran’a Atfedilen Başlık (Kumaş, Osmanlı D.) |
Sancak Alemi (Bakır, Osmanlı D.) |
Çanak, Çömlek, Testi (Pişmiş Toprak, Roma D., Hitit D.) |
Fincan ve Zarfı, Cezve, Tas (Pirinç, Bakır, 20. yy) |
Kandil (Pişmiş Toprak, Orta Ç.) |
Testi (Pişmiş Toprak, Hitit D.) |
Rhyton (Ördek Biçimli, Pişmiş Toprak, Hitit D.) |
Taş Plaka (Mermer, DTaş Plaka (Mermer, Doğu Roma D.) |
Kolye (Bronz, Mercan, Roma D.) |
Kemer (Gümüş, Osmanlı D.) |
Muharrem Ertaş / Neşet Ertaş |
Atatürk’ün kullandığı 1934 model Lincoln arabanın 1e1 boyunda ahşap hâli (Sinan Yıldırım üretimi). Neşet Ertaş Kültür Merkezi |
Uyku bedava... :)) |
Sandalyeyi normal boyunda sanmayın, dev bir model... : )) |
Kültür Evi; Türk ve İslam coğrafyasının gönül sultanlarıyla, ozanları ve başta saz olmak üzere müzik aletleri... |
... iki ayrı büyük harita üzerinde resim ve isimleriyle tanıtılmış; Dede Korkut'tan Karacaoğlan'a, Pir Sultan Abdal'dan Aşık Reyhani'ye, Aşık Veysel'den Aşık Mahzuni Şerif'e… |
Kültür Evi |
Hamidiye Camii |
Basın Anıtı |
Mu Ceramic |
Ahilik Müzesi |
Sağdan başlayarak dolaşıyor, bir daire çizerek başlangıç noktasına ulaşıyorsun. |
Çok Amaçlı Bıçak |
Çok güzel düzenlenmiş. Ahi Evran-ı Veli, Ahilik teşkilatı ve esnaflık üzerine farklı obje, eşya... |
... kıyafet, el yazması eserlerin sergilendiği müze, yalınlığıyla konusunu net anlatmakta... |
... 800 yıllık Ahilik teşkilatı ve Anadolu'nun geçmişine ışık tutmakta. |
1200’lü yıllardan başlayarak esnaflığın geçmişi anlatıldığı gibi Ahilik teşkilatının... |
... ritüelleri canlandırılarak sizi tarihi bir yolculuğa çıkartıyor. |
Ahi Evran-ı Veli Camii |
Mu Ceramic |
Bozkır Sofrası |
Çarşı Camii |
Uzun Çarşı |
Yemen Kahve |
27. gün (devamı) Kırşehir-Kaman - 25. gün (öncesi) Hacıbektaş-Kırşehir
[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri...
Bolu–Mudurnu, 50 km
Mudurnu-Nallıhan, 50 km
Nallıhan-Mihalıççık, 63 km
Mihalıççık-Sivrihisar, 69 km
Sivrihisar-Emirdağ, 61 km
Emirdağ-Yunak, 66 km
Yunak-Akşehir, 64 km
Akşehir-Kadınhanı, 76 km
Kadınhanı-Konya, 66 km
Konya-Çumra, 60 km
Çumra-Karapınar, 77 km
Karapınar-Ereğli, 68 km
Ereğli-Ulukışla, 56 km
Ulukışla-Bor, 61 km
Bor-Çiftlik, 50 km
Çiftlik-Niğde, 42 km
Niğde-Derinkuyu, 60 km
Derinkuyu-Ürgüp, 42 km
Ürgüp-Hacıbektaş, 71 km
Hacıbektaş-Kırşehir, 54 km
Kırşehir-Kaman, 64 km
Kaman-Keskin, 47 km
Keskin-Kırıkkale, 37 km