20 Eylül 2023

[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri... (Karapınar–Ereğli)

 

18 Eylül 2023, Pazartesi / Karapınar - Ereğli, 68 km (16. gün)

 

Rahat bir gece geçirdim otelde. 5’i geçe gözlerimi açıyorum ama kalkmayıp  6’yı geçe ayaklanıp hazırlanıyorum. Her sabah aynı işler yapılıyor ve 7 buçuğa doğru otel önüne bisikleti çıkartıp yüklüyorum. Velespit yola hazır. Ama ben buranın muhteşem kahvaltısına gidiyorum. Geçen gelişimde hayran kalmıştım ikramlarına. Bu sefer de aynı; peynirler, börekler, tatlılar, tahin-pekmez... Yani yola çıkmasam tıka basa doldururdum mideyi. Peynir çeşitlerinden biraz alıp pide arası yapıyor, zeytin domates hıyar ile çeşnilendiriyorum. İçilen bir bardak çay sonrası yola çıkmak üzere veda ediyorum Halim Bey. Onu da markette görüyorum. Otelde kurtarma ekibi de vardı kahvaltıda, 7-8 kişiler. Hava buz. Buranın havasını önceki gelişimden biliyorum. 12,7 derece bu saatte. Otelden ayrılışım 08.07. Bugün Ereğli, 55 km gibi bir yol. Tamamı karayolunun kenarından gidecek. Yani gürültülü bir yolculuk olacak. Sıfır eğim gözüküyor haritada. Öyle 50-60 m yükseklikler var inilen çıkılan. 992 m rakımdayım. Yarın olacak yükselme, 400 m gibi. Ulukışla’ya. Bugün çok anlatılan Meke Gölü’nü görece’m.


Otelin arka yolundan gidip ana caddeye geçiyor, dümdüz ilerleyerek geldiğim göbekte Ereğli diye soldan devam ediyorum. Güvenlik şeridindeyim. Bereket öyle bir seçeneği var yolun. Karşımda solumda dağlar muhteşem görünüyor sabah ışığında. Doğu yönündeyim. Rüzgar solumdan kuzeyden esmekte. Hava sağlam, hani kesmese ama soğuk.

 

7,5’uncu km.de Meke Gölü yazısı geldi. 2 km içerde. Sağdan dalıyorum. Kaba asfalt bir yol, pütürlü, hafif çıkıyor ve ardından krater gölü, suyu olmayan. Ve de höyük görünüyor. Manzara muhteşem bir o kadar da hüzünlü. Kuraklık ve bilinçsiz tarımsal sulama sonucu göl suyunun çekildiği defalarca dile getirildi. Şimdi gözlerimle görüyorum. Bilemiyorum yağışlar olduğunda doluyor mudur? Ama yeni bir haberde; KOSKİ Genel Müdürlüğünün Meke Gölü'nün eski ihtişamına kavuşması amacıyla Atık Su Geri Kazanım Tesisi inşa ettirdiği ve günlük 7 bin metreküp arıtılmış suyun aktarımı sağlanacakmış denilmekte. Umarım faydası olur, Dünyanın Nazar Boncuğu’na.


Meke Maar Gölü; volkanik gaz patlaması sonucu oluşan bir maarın su ile dolmasıyla günümüzdeki durumunu alan ve ortasında adacıklar bulunan göl ile birincil maarın uzunluğu 800 metre, genişliği 500 metredir. Göl 12 metre derinliğinde olup adını çevrede yaşayan Meke kuşlarından almaktadır.

 

5 milyon yıl önce -Pleistosen Çağ'da- bir volkanik patlama sonucu oluşan bu maar, zaman içinde suyla dolarak göle dönüşmüş ve daha sonra, günümüzden 9 bin yıl önce ikinci bir volkanik patlama ile gölün ortasındaki volkan konisi oluşmuştur. Meke Gölü deniz düzeyinden 981 metre yüksekliktedir. Ana Meke'nin ortasında bulunan ve su düzeyinden 50 metre yükseklikte olan volkan konisindeki göl 25 metre derinliktedir ve suyu tuzludur. Meke Maarı 2005’de Ramsar Sözleşmesi kapsamına girmiştir.

 

Alınmış bir kararla daha ileriye gidilmesine izin verilmiyor. Yola bir girilmez levhası dikilmiş. Tabi bisiklet için bir engel değil bu. Siyah, krater toprağı yolda biraz ilerleyince höyük ve kuru göle bakan bir noktadayım. Büyüleyici. Biraz video ve fotoğraflar alıyorum. Belki bir tanesi yılbaşı kartı olur.

 

Ayrılmadan önce Meke Gölü’nün oluşumu ile ilgili olarak Karapınar ve havalisinde anlatılan efsaneyi de aktarayım: Meke Gölü’nün bugün bulunduğu yerin civarında Barata adında bir beylik hüküm sürüyormuş. Beyliği “Zalim Sultan” diye anılan Barat adında bir hükümdar yönetiyormuş. Barat Bey’in dünyalar güzeli bir kızı varmış. Annesi bu dünyalar güzeli kızın doğumunda vefat etmiş. Adı Melike olan güzel kızı babası büyütmüş. Melike büyümüş, gelişip serpilmiş. Sarayda at uşağı olan bir delikanlıya gönlünü kaptırmış. Meke adındaki at uşağı da Melike’ye aşık olmuş. İki genç, umutsuz bir sevdaya düşmüşler. Aşk zamanla kara sevda halini almış ve yağız delikanlı Meke yataklara düşmüş. Bir gece Melike’nin rüyasına annesi girmiş. Rüyasında annesi sevdiğini alıp kaçmasını tembihlemiş. Melike sabah olup uyanınca hemen Meke’nin yanına gitmiş. Melike rüyasını sevgilisine anlatmış. Konuşmuşlar, düşünmüşler, taşınmışlar, kaçmaya karar vermişler. Melike, ölüm döşeğindeki Meke ile beraber Barata’yı terk etmişler. Barat Bey durumu anlamış ve aşıkların peşlerine askerlerini salmış. Çok zaman geçmeden askerler genç sevgililere yetişmişler. Tam askerler yakalayacakken gençler birbirlerine sıkıca sarılmışlar ve o anda olan olmuş. Meke ile Melike’nin altlarındaki toprak mucizevi bir şekilde çökmüş, içine su dolmaya başlamış. Çöküntü kısa zamanda göle dönüşmüş. Melike, sevgilisini yüzerek gölün kıyısına çıkarmaya çalışırken kaybetmiş. O sırada ikinci bir mucize daha olmuş. Birden gölün ortasında bir volkan meydana gelmiş. Oluşan bu volkanın ortasındaki göl, Meke’yi içine çekmiş. Bu olay üzerine Barat’ın askerleri Melike’yi volkanın başında, aklını oynatmış halde kratere bakarken bulmuşlar. İşte o gün bu gündür Melike’nin her sabah Meke’ye gelerek sevgilisini bulmak için aradığı rivayet edilirmiş... Böyle birbirine kavuşamayan aşıklar hikayesi de her yerde vardır. Nedense çok seviliyor : ))


08.50, ayrılıyorum Meke’den. Tek bir araba da bana doğru gelmekte. Bir meraklı daha. Dönüş yolum kuzeye doğru olduğundan soğuk rüzgar karşımdan esmekte. Hem yavaşlatıyor hem donduruyor. Kesiyor resmen. Karayoluna bağlanmamla rüzgar soluma geçiyor, az da olsa ısınıyorum. Devam yol almaya... Biraz sonra Acıgöl levhası geliyor. Solumda. Girsem mi girmesem mi diye düşünürken, bir daha ne zaman gelirsin? Bak bakalım tepesinden diye U dönüşü atıp sağdan toprak yoldan gölü rahat görebileceğim bir tepe noktasına doğru pedallıyorum. Bu arada bir çitin tamiriyle uğraşan 3 işçiye de selam vererek.

 

Burası içki şişeleriyle kaplı. Anlaşılan yörenin meyhanesi, göl manzaralı. İçersin de şişeni niye atıp gidersin, al götür doğru dürüst bir yere at. Hani dönüşüm kumbarasına atmayacağını biliyorum ama en azından çöpe at.


Bu da bir maar gölü. Yani volkanik patlama sonucu oluşmuş krater gölü. Elips şeklinde. Oldukça da büyük. Masmavi bir rengi var, ışıl ışıl. Derinliği tam 340 metre olarak ölçülmüş. Bu özelliğiyle Acıgöl, Türkiye’nin 1’inci, Dünya’nın ise en derin 3. gölü olduğu söyleniyor. Adını suyunun çok acı olması nedeniyle almış. Bu durumun sebebi ise içinde bulundurduğu sülfatlı tuzlar. Bu gölü de içine alan bölgeye Karapınar Düzlüğü denilmekte. Volkanik arazi kül konisi ve Meke ile Acıgöl’ü barındırmakta. Burada da video ve foto çekip ayrılıyorum.

 

Güvenlik şeridinden gidiyor, hızla geçen TIR’ların rüzgarından sarsılıyor, ara sıra korna çalanlara selam veriyorum. 17 km.de yol birden kaba bir asfalta dönüşüyor. Yeni dökülmüş, halen üzerinde minik taşların olduğu, hızla buraya giren TIR’ların ortalığı toza dumana boğduğu bir yerdeyim. Güvenlik şeridi olarak gözüken bölümden gitmek hiç mümkün değil, çünkü oradan giden olmamış, çakıl taşları komple duruyor.

 

İleride bir kavun tezgahı görüyorum. Fotosunu çekeyim diye kamerayı çıkartıyor, çekim yaparken pat diye bir ses duyuyorum. Ön çantaya bakıyor, ses kayıt cihazını göremiyor, o mu düştü acaba diye tezgahı az geçip duruyorum. Satıcı da geliyor yanıma. Ne oldu diyor. Aletimi düşürdüm. Çantayı karıştırıyor, göremeyince ses ona aitti diye geriye doğru yürüyüp,  evet, az geride yolun ortasında yatıyor. Ve uzaktan bir TIR gelmekte. Koşup alamam, endişeyle geçmesini bekliyorum. Gözümün önünde ezilişini görebilirim. Şansım var ve teker 10 cm yanından geçiyor. Böyle bir düşüş bir kere daha olmuştu, çantanın kapağı açıkken dışarıya hoplamıştı. Neresiydi şimdi hatırlayamadım. Elimden kayan foto makinası ise en vahimiydi. Pert olmuştu. O günden beri her iki aletin ip kayışlarını çıkarttım, bisikletin bir yerine takılıyor, elimden kaymalarına neden oluyordu.

 

Tezgah sahibi ile tanışıyoruz, Hayrı Bey. Bana hırtlak ikram ediyor, ye bak diyor. Biliyorum, Konya’da tattım. Bunlar turşuluk değil mi? Kelek derler bizim orada. Kavunun yavrusu. Biraz hıyar tadında, ama lezzetli. Turşusu da güzel oluyor. Hayrı Bey lise mezunu. Gastronomideyim deyince ne olduğunu biliyor. Bu da beni hayrete düşürüyor. Ama işin en ilginç tarafı kızı gastronomiyi kazanmış ve bu sene başlayacakmış okumaya Karapınar’da. Ne güzel bir tesadüf, bazen hayatta çok ilginç rastlantılar oluyor. Bu turda Mudurnu’daki yazı işleri müdürünün bisikletçi çıkması mesela. Belediyede birini ara, rastgele, ve o da bisikletçi olsun.

 

Hayrı Bey yakındaki köyden, Kesmez. Yolun bu garip durumunu soruyorum. Başlamışlar sonra deprem çıkınca durmuş, böyle kalmış. Sohbet sırasında, karşıda, ileride tarlada çalışanları işaret ediyor. Bir de telefondan bir Japon kadının resmini gösteriyor. Seiko adı, 24 yaşında. Tarlada çalışıyormuş. Buraya araştırma yapmaya gelmiş, onlarda misafir. Ve telefonla arıyor. Mükemmel Türkçe konuşan bir Japon. Öyle Laurel Hardy Türkçesi konuşan ecnebiler gibi değil. Tanıdıklarım var, yıllardır Türkiye’deler ama halen bir garip aksanla Türkçe konuşuyorlar. Belki de havası mıdır, ecnebi olduğunu göstermek için : )) Kavunlar yeniliyor, telefonlar alınıyor veriliyor ve bir müşterinin gelmesiyle ayrılıyorum yanından. Hayran kaldım Hayrı Beye, bilinçli ve aydınlık bir insan.

 

25,5’inci kilometrede bu taşlı tozlu yol bitiyor (9,5 km falandı). Şimdi sıcak asfalta geldik ve güvenlik şeridine geçtim. Saat 10.10, hava 19,5 °C oldu. Doğu-güneydoğu yönünde pedallamaktayım. Ortalamam 21,4 km/s, rakım 1026 m. Eğimsiz bir yol, ara sıra %-1/+1 şeklinde dalgalanıyor. Ereğli için 30 km yazmışlar. Yani 1,5 saatlik bir yolum kaldı. Çok iyi. Hortu diye bir köyün yanından geçmekteyim. Sağda serilmiş çok büyük bir naylon, üzerine ay çekirdeklerini dökmüşler, kurutuyorlar. İçinde geziniyordu adam, karıştırıyor herhalde. Sonra biz bunları ağzımızda çıtlatıyoruz : (( Gerçi çok da steril yaşarsan en ufak mikroba bağışıklığın gelişmez derler. Bilmem ne kadar doğru. Geldiğim yol şimdi, güvenlik şeridinin yarısı tırmıklanmış bir şekilde. Bunu niye yaparlar? Araçların geçtiği asfaltta yok ama. Daracık bir şeritte, hem de sağın hafif bayır olunca tedirginlik yaratıyor. Ağır bisikletin dengesi biraz kayarsa tutamaz yuvarlanırsın şarampole. Sona yaklaşıyoruz, 12-13 km kaldı Ereğli’ye. Girdiğim bir benzincide gölgelik bir yere çekip az dinleniyor ve Meke videosunu eşe dosta yolluyorum.

 

Ereğli girişinde solda mavi çadırlardan görüyorum. Bunlar genellikle mevsimlik işçilerin oluyor. Herhalde Suriyeliler değildir. Girişi dedim ama daha 10 km var. Saat 11.28. 48’inci kilometredeyim. Hava 20,4 °C.  Ortalamam 22,2 km/s. 1019 m rakımda güneydoğu yönündeyim. Yaklaştıkça dinlenme tesisleri geliyor. Et-mangal, etli ekmek, serpme kahvaltı falan durumları.

 

Durup çekilen Ereğli fotosu ve devam. Sağda bir kuruyemiş toptancısı, perakende satışımız var demiş. Dur bir bakayım nesi var? Bendeki yolluk da bitmişti. Giriyor, cevizli sucuk ve bir karşımın hazırlatıyorum. 241 lira tutuyor. Ama Konya’da 180-200 TL’ye aldığım cevizli sucuk 125 liraydı. Az bir fark değil. Ve merkeze doğru ilerliyorum. “Siyah Havucun Başkenti-Hoş Geldiniz” denmiş. Evet ama yolunuz çok berbat. Ağır araçların tekerleri asfaltı kanal gibi şekillendirmiş. Birazı çukur birazı tümsek. Ne zor gidiliyor. Çukura girdin mi çıkmak problem, tepesindeyken de aşağı kayma durumları. Bir de bu yetmiyormuş gibi dalga da var, yamalı kısımlar da. Yakışmadı Siyah Havucun Başkenti’ne!


Şehir Merkezi sağdan ayrılıyor. Ama önce navigasyonu açayım ve DSİ’yi işaretleyim. Biraz uzak, içerlerde gibi gösteriyor. Dur bakalım, bir git yanına diye takip ediyorum Google’ı. Sola saptırdı, sağımda ÖE’yi görüyorum. Düzgün bir binaya benziyor. Acaba burada mı kalsam, DSİ çok mu merkez dışı? Arada 100 lira kadar fark var. Sadece ÖE’de kahvaltı var ki beni pek de ilgilendirmiyor. Zaten aman aman da değil. Hem zaman kaybı hem de aç karnına daha iyi pedallanıyor. Mideyi uyandırınca gıdalarla hemen gene istiyor. Halbuki yemezsen çok sonra aklına geliyor. Bayağı içerilere girip sorduğum bakkal uzaklarda diyor. Moralim iyicene bozuluyor. Şimdi çok mu yürümek gerekecek?


Bir yay çizip geldim DSİ’nin önüne. Bisiyi nereye, oraya mı buraya mı dayasam? Ağaca dayayıp giriyorum resepsiyona. Yerim ayrılmıştı. Çalışan Mustafa Bey ile hafif bir sohbet, bir odaya bakabilir miyim?  Düzgün bir DSİ, yeni elden geçmiş. Çumra’daki dökülüyordu. Oda iyi, temiz, kalınır. Kaydım yapılıyor ama hemen taşınmıyorum, bir şehir turu atayım, hem görür hem yolunu öğrenirim. Bu arada 2 kişilik oda parası olarak 330 TL alınıyor (anlamıyorum niye, böyle uygulama hepsinde yok). Bir de nakit. Post cihazları yokmuş.

 

Düz gidip DSİ’nin önünden çıktığım caddeden sağ ve dümdüz merkeze doğru. Yunus Emre Parkı geliyor. Ve kavşaktan sağ, ana cadde, Ereğli’nin çarşısı. Bez afişler asılmış, vilayet olmak istiyoruz diye. Bisiklet, bisiklet, bisiklet... Her yerde. Okula, işe bisikletle giden gelen çocuklar, adamlar, kadınlar... Kavşakta müzeyi sağdan göstermişlerdi. Bir bakayım, pazartesileri genelde kapalı oluyorlar. Belki şansım vardır, açıktır. Mesela geçen sene Karaman’da açıktı. Yolun çok sonuna, neredeyse ÖE’ye kadar geliyorum, tam olmasa da. Ama müze tadilatta diye yazılmış kapısına. Hoppala! Bekçisi çıka geliyor, içeriye, bahçesine bisikletle dalmamla. Metin Bey, konuşuyoruz. Tadilat denildi, iki ay önce kapandı ama tadilata daha başlanmadı. Yani durumları! Konuşma sırasında bana buranın şalgam suyunun meşhur olduğunu ancak ismini Adana’ya kaptırdık diyor. Buradan gider Adana diye satılır. Bir de gofretten söz ediyor. Buranın markası, Datlım. %100 şeker pancarındanmış. Sonra bana Ulucami’ye nasıl gidileceğini gösteriyor. Bir de Kore Parkı varmış, okuduğum yazılarda adı geçiyordu. Oraya giden yolu da anlatıyor. Samimi bir kişi. Teşekkür edip ayrılıyorum yanından. Çarşı caddesinde, Atatürk Bulvarı adı, Yunus Emre Parkına kadar gidip sağa sapıyor, biraz derinlemesine iniyorum. Ama yavaş yavaş çarşı bitiyor, mahalle ve apartmanlar çoğalıyor. Kore more parkını bulamıyor, vaz geçip dönüş yapıyor, farklı bir sokaktan gene çarşı caddesine varıyor ve bu sefer tren istasyonuna kadar gidiyorum. Caddenin diğer ucu.


Gar her zaman konumu ve binalarıyla çok hoşuma gider, bana çocukluğumu hatırlatır. İçten dıştan fotoluyorum. İstasyon, Chemins du Fer Impérial Ottomans de Bagdad (CIOB) şirketi tarafından Bağdat Demiryolu hattı için inşa edilerek 1904 yılında hizmete girmiştir. Bir zamanlar İstanbul-Haydarpaşa, İzmir-Alsancak ve Konya'ya giden birçok tren hattına hizmet veren istasyon, şu anda sadece Ereğli'yi batıda Karaman ve Konya'ya ve güneydoğuda Adana'ya bağlayan ve TCDD Taşımacılık tarafından işletilen, Toros Ekspresi Anahat Trenlerine hizmet vermektedir... denilmiş. Şu trenlere bisiklet alınmaması işi ne büyük bir ayıp mı desem, saçmalık mı desem! TCDD’nı kınıyorum buradan. Yazdık çizdik ama ne fayda?!

 

Ve DSİ’nin yolunu tutuyorum, ama dönüşü geldiğimden değil farklı bir yoldan yapıp çarşıya daha kısa bir yürüyüş yolu buluyorum. Bisiklet gibi dik kenarlardan değil hipotenüsten gidebilirim. Hatta mezarlığın içinden geçerek daha da kısa olacak.

 

DSİ’de eşyalar odaya taşınıyor, sıra bisiklete yer konusu geliyor. Malum konu, bakalım tutumları nasıl olacak? O kadar da empati yaptım ki sorun olmasın diye. Şemi Bey bana, “dışarda bir şey olmaz, arabaların orada üstü kapalı tenteli yerde durabilir” diyor da diyor ama beni tanımıyor, bu bisikleti asla dışarıda bırakmam, üstü açık hiç bırakmam. Çanakkale’de bile Orman İşletmesi içeriye almamış, üstünü muşambayla örterek bırakmaya ancak razı olmuştum. Sonunda gerilerde bir malzeme deposuna konuluyor.


Odada yayılmaca, bataryayı telefonu şarja takmaca ve duş almaca. DSİ olunca su bol akıyor ve sımsıcak : )) Biraz ayakları uzatıp Meke Gölüne gelen yorumlara cevap yazıp karnımı doyurmak üzere 4’e doğru çıkıyorum. Mezarlıktan geçip kestirmeden varıyorum, küçük sanayi bölgesi gibi bir yere. Sulu yemek nerede diye esnafa soruyor, bir lokanta tarif ediyor, Merkez Lokantası, ama etsiz yemek yok, kuruda da parça et var. Diğer lokantada da durum aynı. Kadın bu bölgede zor bulursun, ana caddede vardır diyor ve caddede iki soruşturmayla girdiğim Saray Lokantasında az az kuru pilav cacık, ikram kuru soğan ve salata (ama sünmüş yapraklar olduğundan seçerek yedim). Porsiyonlar ne de küçükmüş diye söyleniyorum. Hep az aldım ama bu kadar azını görmedim. Zaten 60 TL tutmasıyla porsiyonları küçülttüklerini anlıyorum. Gerçi daha iyi, bununla da doyuluyor. İkram taze yeşil biberleri sıkı acıydı ama. Şu sıralarda taze acı biber hep sofralarda oluyor.


Dolanıyorum ara sokaklarda, Ulucami’yi fotoluyor, yanındaki Rüstem Paşa Kervansarayı’na giriyor, bugün Millet Kıraathanesi denilmiş, kütüphane olmuş. Malumunuz, kıraathaneler eski dönemlerde kıraat edilen, yani bir şeyler okunan yerler. Sonra herhalde bugünkü şekline girmiş, okey oynanan. Cami, Karamanoğlu İbrahim Bey'in oğlu Mehmet Bey tarafından 1426 yılında yaptırılmış. Bununla beraber caminin Selçuklular zamanında yapılıp, Karamanoğulları tarafından onarıldığı da iddia edilmekte. 40 m yüksekliğindeki minaresinin Selçuklularca gözetleme kulesi olarak kullanıldığı ileri sürülüyor. Bu durumda I. Mesud dönemine, 1116 yılına geri gider. Orijinal olan zaten minaresi. Beylikler Dönemi çinili minare tipine girdiği yazılı. Cami çeşitli dönemlerde onarım görmüş. Bunu belirten bir kitabe, giriş kısmında olup, bunlardan birine göre: Abdülcabbarzade Cemaleddin Paşa tarafından 1819’da, Ereğli eşrafından Emin Bey tarafından da 1889’da. 

 

Kahve, nerede içsem? Bulvarda yürüyor, yer bulamıyor, Ulucami’nin oradaki park içindeki kahveye geçmeden Bim’den Eti’nin çikolatasından alıp bir sade ısmarlıyorum (20-). İnternette Ereğli tarihçesinde okuduklarım arasında öne çıkan; 1553'te Kanuni Sultan Süleyman İran seferi dönüşünde çadır kurup konaklamış ve eşi Mahidevran Sultan’dan olan oğlu Şehzade Mustafa'yı 38 yaşındayken Ereğli'de boğdurtmuştur. Bu arada Yaman’dan bir mesaj geliyor: “Yarın yolunun üzerinde benim bir arsa var, birileri işgal etmiş, sonra çıkmışlar ama molozları duruyor mu, bir bakıver foto yolla.” Neresi? Gelen konum ve fotolar yolumun üzerinde olduğuna işaret ediyor. Yaman’la telefonda konuşup durumu kararlaştırıyoruz. Bakalım faydalı olabilecek miyim? Bu arada ezan okunuyor. Ne kadar yumuşak okunursa o kadar kulağa hoş geliyor, o kadar dokunaklı oluyor. Böyle böğrüne basmış gibi avaz avaz bağırınca insan rahatsız oluyor. Ben ne Mısır’da ne de Suriye’de bizdeki gibi okunduğunu duymadım.


Ulucami’nin fazla uzağında olmayan, güneyinde bulunan, caminin gelir vakıfları arasında olan, Selçuklu döneminde yapılıp, Karamanoğlu döneminde de kullanılan, bugün bile faal durumda olan Tarihi Şifa Hamamını ancak dıştan görebiliyorum. Günümüzde toprak altında kalan, moloz taş ve tuğladan yapılmış olan hamama basamaklarla inilmekte. Bu hamam dışında, bugüne ulaşmamış iki hamamın daha bulunduğu; bunlardan birinin Roma dönemine ait olup Rüstem Paşa Kervansarayı’nın altında olduğu, diğerinin de Cağaloğlu Bedesteni’nin güneyinde bulunduğu kaymakamlığın sitesinde yazılı.

 

Her yerde etli ekmek, etli ekmek, etli ekmek... Yağ somunu sadece Konya’ya mahsusmuş. Bu bölgelerde olmuyormuş. Bugün 18’i. Bir kaç gün sonra Ekinoks, yani gece ve gündüzün eşit olduğu. Güneş'ten gelen ışınlar 21 Mart ve 23 Eylül tarihlerinde ekvatora dik düştüğünden, kuzey yarım kürede yaz biter, sonbahar başlar. Güney yarımkürede ise bahara geçiş olur. Hava artık daha erken kararıyor ve serinliyor. Sarı mont üzerimde. Hatta tam üzerimde, çanta onun üzerinde. Sıkı sıkı sarsın beni diye. Gene mezarlıktan geçerek, bu sefer mezarlığın içindeki yolların da kısalarını öğrenmiş olarak. Mezarlığın kapısında “Herkes ölümü tadacaktır” gibi bir laf var. Bu da ilginç bir laf aslında. Şöyle ki; insan öldüğünü bilmiyor, tattığını da bilmiyor, çünkü ölmüş oluyor. Öldüğünü bilemiyor! Eeee, o zaman nasıl oluyor? DSİ’ye varıyor, bir duş ve sonrasında biraz TV, yazılar, vs... şeklinde günün sonuna yaklaşıyoruz.

 

Ereğli, adını merak ediyorum, nerden gelir? Burası için Bizans İmparatoru Herakleios'tan aldığı, bu ad ise Yunan mitolojisinde yarı tanrılaşmış bir kahraman olan Herakles'ten geldiği, “Herakleion” kelimesinin zaman içinde Türkçenin ses yapısına uygun olarak sırasıyla; HerakleİrakleEregleEregliEregliyye ve sonunda Ereğli şekline dönüştüğü söyleniyor. Bunun dışında Evliya Çelebi Seyahatnamesinde; I. Alaeddin Keykubad'ın Ereğli'den bir sefer dönüşü geçerken Peygamber Pınarı denilen (şu anda Akhüyük köyünde bulunan) çamurun, yaralı askerlerinin yaralarına şifa olduğundan dolayı buraya Erkili (Ereğli) dediği için adını buradan aldığını yazmakta.

 

Bizde üç Ereğli var, nedense? Karadeniz, Marmara ve Konya. Adı hep aynı yerden mi gelmekte?

 

 

- Ereğli DSİ 0332 7131088

- Ereğli ÖE 0332 7134560

 
















Karapınar-Ereğli

Tur tarihi: 18 Eylül 2023

Alınan yol: 68,57 km
Ortalama hız: 20,3 km/s

En yüksek hız: 43,7 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 22 dk, dışarıda geçen süre 5 s 28 dk

En yüksek sıcaklık 28 ˚C, en düşük 12 ˚C, ortalama 20,4 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 290,8 m, kaybı (iniş) 235 m
En düşük yükselti 986,3 m, en yüksek 1057,7 m

 

Garmin yol bilgileri Karapınar-Ereğli

 

Relive yol bilgileri Karapınar-Ereğli


08.07 hareket saatim.


Otelin arka yolundan gidip ana caddeye

 geçiyor, dümdüz ilerleyerek...


... geldiğim göbekte Ereğli diye soldan devam ediyorum.



Doğu yönündeyim. Rüzgar solumdan kuzeyden
 esmekte. Hava sağlam, hani kesmese ama soğuk.

Meke Gölü yazısı geldi. 2 km içerde. Sağdan dalıyorum.


Kaba asfalt bir yol, pütürlü, hafif çıkıyor ve ardından krater

 gölü, suyu olmayan. Ve de höyük görünüyor. 




Manzara muhteşem bir o kadar da hüzünlü. Kuraklık ve

 bilinçsiz tarımsal sulama sonucu göl suyunun çekildiği

 defalarca dile getirildi. Şimdi gözlerimle görüyorum.


Karayoluna bağlanmamla rüzgar soluma geçiyor, az da olsa

 ısınıyorum. Biraz sonra Acıgöl levhası geliyor. Girsem mi girmesem

 mi diye düşünürken, bir daha ne zaman gelirsin? Bak bakalım.


Acıgöl; bu da bir maar gölü. Yani volkanik patlama sonucu

 oluşmuş krater gölü. Elips şeklinde. Oldukça

 da büyük. Masmavi bir rengi var, ışıl ışıl. 


Yol kaba asfalta dönüştü. Yeni dökülmüş, halen üzerinde minik

 taşların olduğu, hızla geçen TIR’ların ortalığı toza dumana

 boğduğu bir yerdeyim. Güvenlik şeridi olarak gözüken

 bölümden gitmek hiç mümkün değil, çünkü oradan

 giden olmamış, çakıl taşları komple duruyor.


Adı “hırtlak”mış. Konya’da tatmıştım. Bizde “kelek”dir

 adı. Kavunun yavrusu. Biraz hıyar tadında, ama

 lezzetli. Turşusu da güzel oluyor.


Bunlar da kabak. Ama nasıl kullanıyorlar

 bilmiyorum. Tatlı mı yemek mi?


Hayrı Beyin tezgahı.







Ereğli girişinde solda mavi çadırlardan görüyorum. Bunlar
 genellikle mevsimlik işçilerin oluyor. Herhalde Suriyeliler değildir. 


11.43, Ereğli’deyim.




Şehir Merkezi için sağ yapıyorum.


Bisiklet bir taşıma aracıdır.


Ereğli

1952’den Beri Vilayet Olmayı Bekliyoruz; 

yazmışlar, her yere asmışlar.


1904 tarihli Gar binası.



Çok severim bu binaların içini de dışını da.





Ereğli Tren İstasyonu


Ereğli DSİ Misafirhane





Mezar taşlarında ilginç yazılar görülüyor.






Saray Lokantası




Ulucami

Ulucami İçi



Ulucami İçi


Rüstem Paşa Kervansarayı


Ulucami

Rüstem Paşa Kervansarayı, bugün Millet Kıraathanesi denilmiş.


Bir millettir tutturmuş gidiyor...


Rüstem Paşa Kervansarayı İçi



Sana bir haber gelecek... 


DSİ Misafirhane

























































17. gün (devamı) Ereğli-Ulukışla - 15. gün (öncesi) Çumra-Karapınar





[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri...

 

İstanbul-Bolu


Bolu–Mudurnu, 50 km


Mudurnu-Nallıhan, 50 km


Nallıhan-Mihalıççık, 63 km


Mihalıççık-Sivrihisar, 69 km


Sivrihisar-Emirdağ, 61 km


Emirdağ-Yunak, 66 km


Yunak-Akşehir, 64 km


Akşehir-Kadınhanı, 76 km


Kadınhanı-Konya, 66 km


Konya II


Konya III


Konya IV


Konya-Çumra, 60 km


Çumra-Karapınar, 77 km


Karapınar-Ereğli, 68 km


Ereğli-Ulukışla, 56 km


Ulukışla-Bor, 61 km


Bor-Çiftlik, 50 km


Çiftlik-Niğde, 42 km


Niğde II


Niğde-Derinkuyu, 60 km


Derinkuyu-Ürgüp, 42 km


Ürgüp-Hacıbektaş, 71 km


Hacıbektaş-Kırşehir, 54 km


Kırşehir II


Kırşehir-Kaman, 64 km


Kaman-Keskin, 47 km


Keskin-Kırıkkale, 37 km


Kırıkkale-İstanbul









İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Pergamon ve Sagalassos (Demirci–Selendi)